Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2021/710 E. 2023/1896 K. 06.12.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/710
KARAR NO : 2023/1896

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 19/09/2017 (Dava) – 21/05/2019 (Karar)
NUMARASI : 2017/1034 Esas – 2019/607 Karar
DAVA : Alacak (Hisse Devri Sözleşmesinden Kaynaklanan)
BAM KARAR TARİHİ : 06/12/2023
KARARIN YAZIM TARİHİ : 06/12/2023
İstinaf incelemesi için Dairemize gönderilen İzmir 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/1034 Esas-2019/607 Karar sayılı dosyasının incelemesi tamamlanmış olmakla HMK’nın 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili şirketin 26.06.2014 tarihinde kurulduğunu, halen faaliyet gösterdiğini, davalının ise şirketin eski ortağı olduğunu, Üsküdar 5. Noterliği’nin 25.03.2015 ve 8209 yevmiye numarası ile 33 pay oranındaki şirket hisselerini şirket ortağı olan …’a devrettiğini, işbu devir sözleşmesinde davalı … tarafından “şirketin bugüne kadar (25.03.2015) olan tüm aktifine ve pasifine ilişkin tüm hak ve borçları tarafıma ait olmak üzere” devrettiğini, …’un ise şirketin “bu günkü tarih (25.03.2015) itibariyle devir aldığını, bu günden önce çıkan veya çıkacak borçlar hariç hukuki ve mali yükümlülükleriyle devir aldığını” belirttiğini, devir sözleşmesinde belirtildiği üzere davalı tarafından şirketin 25.03.2015 tarihine kadar olan aktif ve pasifine ilişkin tüm hak ve borçları kendisine ait olmak üzere devir ettiğinden şirkete ait borçlardan davalının sorumlu bulunduğunu, zira ilgili devir sözleşmesinin 25.05.2015 tarihli Ticaret Sicil Gazetesinde yayımlandığını, dilekçe ekinde müvekkili şirketin 01.01.2015-31.03.2015 tarihleri arasını kapsayan mizanın sunulduğunu, işbu mizanda şirket adına çekilen krediler, ortakların şirkete ait borçları, vergi, SGK ve diğer borçların yer aldığını, her ne kadar ortakların limited şirketten borç alması TTK’nın 358.maddesi uyarınca belirli şartlara bağlanmış ise de davalı tarafından işbu maddenin ihlal edildiği ve müvekkili şirketten borç para da alıp ödemediğini, davalı tarafından işbu devir tarihinden günümüze kadar olan süreçte ödemeyi taahhüt ettiği borçların müvekkili şirkete ödenmediğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik müvekkili şirketin 40.000,00 TL alacağının davalıdan tahsilini, alacağa ilişkin borçlanılan tarihlerden başlamak üzere avans faizine hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı şirketin dayandığı mizanın müvekkiline tebliğ edilmediğini, hangi kayıtlardan bahsettiğini tespit etmenin mümkün olmadığını, ancak müvekkilinin davacı şirkete zaten borcu bulunmadığını, şirketin müteahhitlikle iştigal ettiğini, inşaatlar için malzeme alımı ve benzeri işlerini yerine getirmesi için kimi zaman müvekkiline gönderdiği meblağlar olabilirse de, ilgili meblağların asla müvekkili tarafından borç olarak alınmadığını, davacı şirketin de bu durumu bildiğini ancak kötü niyetle hareket ettiğini, bugüne kadar müvekkiline hiçbir ihtar ve ihbarda bulunmadıklarını, temerrüde düşürecek hiçbir davranış sergilemediklerini, davacı şirketin, müvekkilinin borç aldığını sadece kendi tuttuğu hiçbir delil değeri olmayan mizana dayanarak ileri sürdüğünü, oysa, davacı şirketin senetle ispat zorunluluğu altında olduğunu, mizan gibi alacaklı olduğunu iddia eden tarafından hazırlanmış bir belgenin hiçbir hukuki ispat değeri olmadığını, bu nitelikte bir davada tanık dinletilmesinin ispat kurallarına aykırı olduğunu, senet niteliğinde olmayan tüm delilleri reddettiklerini, ayrıca davacı şirket davasını “şimdilik müvekkil şirketin 40.000,00 TL alacağının davalıdan tahsiline” şeklinde açmış olup, HMK ile kısmi dava gibi davalar açılması imkanının kalktığını, gereken harç ve gider avansı yatırılmadığından, davanın dava şartı yokluğundan HMK m. 114 uyarınca reddedilmesini talep ettiklerini, HMK ile getirilen belirsiz alacak davasının ise ancak alacağın likit olmaması halinde başvurulabilen bir kurum olduğunu, davacı şirket mizanlarına dayanmaktaysa, borcun miktarını kesin olarak hesaplayabileceklerinden likit bir alacağın söz konusu olduğunu, bu durumda belirsiz alacak davası açılamayacağını, borcu kabul anlamına gelmemekle beraber, zaman aşımı itirazında bulunduklarını beyanla, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
YEREL MAHKEME KARARI:
Mahkemece, “….Tüm dosya kapsamından anlaşılacağı üzere, taraflar arasındaki uyuşmazlığın, davacı şirket ortağı olan davalının, davacı şirketteki payının tamamının dava dışı … isimli şahsa devri sırasında, davacı şirketin üçüncü şahıslara olan borçlarını üstlenip üstlenmediği, üstlenmiş ise ne miktarda borç ödemesi gerektiği ile, davalının devir sözleşmesinin yapıldığı tarih itibarı ile davacı şirkete şahsi borcu olup olmadığı noktasında toplandığı, mahkemece davacı şirket defter ve kayıtları üzerinde yapılan denetime ve hüküm kurmaya elverişli benimsenen bilirkişi heyeti raporuna göre, davalının davacı şirkete ödemesi gereken şahsi borcu ve koyması gereken sermaye borcunun bulunmadığı, davacı tarafın kayıtlarında yer alan işbu tespitlerin aksine davalıdan şahsi alacağı olduğuna dair iddianın ispatına yarar başkaca delil sunamadığı, işbu nedenle davacı şirketin gerek davalı ile olan şahsi ticari ilişkisi gerekse de limited şirketi ortaklığından dolayı koyması gereken sermaye borcundan dolayı davalıdan alacaklı olmadığı, yine her ne kadar davacı şirketçe, davalının pay devri sözleşmesi ile şirketin devir tarihi itibarı ile dava dışı üçüncü şahıslara olan tüm borçlarını üstlendiği, bu kapsamda davalının sözleşme tarihi itibarı ile davacı şirketin dava dışı 3. şahıslara olan borçları ödemesi gerektiği iddia edilmiş ise de, limited şirketin üçüncü şahıslara olan borçlarından dolayı taahhüt ettiği sermaye borcu miktarı ile sınırlı olarak sorumlu bulunan limited şirket ortağı olan davalının, işbu sorumluluğunu aşan miktarda limited şirketinin tüm borçlarının üstlenildiğine dair, sözleşmenin tereddüte yer vermeyecek açıklıkta, üstlenilen borçların mahiyeti, miktarı ve sair ayırt edici unsurlarının da belirtilerek yapılması gerektiğinden, davacı tarafın dayandığı 25/03/2015 tarihli ‘Limited Şirket Pay Devri Sözleşmesi’nde ise davacının sözleşmede yer alan beyanın, davacı şirketin üçüncü şahıslara olan borçlarının üstlenildiğine dair nitelikte olmadığı, keza kurulan cümlede; ‘…tüm aktif ve pasifine ilişkin tüm ve hak ve borçları tarafıma ait olmak üzere…’ denilmek sureti ile, devir sözleşmesinin yapıldığı davalının sözleşmedeki işbu beyanlarının şirketin üçüncü şahıslara olan borçlarının üstlenilmesi mahiyetinde bulunmadığı anlaşılmakla; DAVANIN REDDİNE…” şeklinde karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı vekili tarafından, “…Devir sözleşmesinde belirtildiği üzere, davalı tarafından şirketin 25.03.2015 tarihine kadar olan aktif ve pasifine ilişkin tüm hak ve borçları kendisine ait olmak üzere devir ettiğinden ilgili devrin Ticaret Sicil Gazetesinde yayımladığı tarihe kadar olan şirket ve şirkete ait borçlarından davalının sorumlu bulunduğunu, devir sözleşmesinin 20.05.2015 tarihli Ticaret Sicil Gazetesinde yayımlandığını, şirketin 01.01.2015 – 31.03.2015 tarihleri arasını kapsayan mizanın sunulduğunu, işbu mizanda şirket adına çekilen krediler, ortakların şirkete ait borçları, vergi, SGK ve diğer borçların yer aldığını, her ne kadar ortakların limited şirketten borç alması 6102 sayılı TTK’nın 358. maddesi uyarınca belirli şartlara bağlanmış ise de, davalı tarafından bu madde ihlal edilerek müvekkili şirketten borç para alınıp ödenmediğini, davalının işbu taahhüdüne dayalı borçlarının tahsili amacıyla yerel mahkemeye başvuruda bulunulduğunu, gerekçeli kararda yer alan ‘devirden önceki borçları aktif ve pasifine ilişkin tarafıma ait olmak üzere’ ibaresinin borçlu …’a ait bir ibare olduğunu, dolayısıyla gerekçeli kararda müvekkiline ait olduğundan bahisle davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, 6098 sayılı kanunun 26. maddesi uyarınca tarafların özgürce kanuna ve ahlaka aykırı olmamak koşulu ile sözleşme imzalayabileceklerini, sözleşmedeki taraf iradelerinden de anlaşılacağı üzere tarafların …’un şirket hissesinin devir tarihine kadar olan 25.03.2015 tarihine kadar aktif ve pasifinde yer alan hak ve borçları üstlendiğinin kararlaştırıldığını, bu hüküm kararlaştırılırken borçları üstlenen …’un şirketin resmi kayıtlarını ve bilançolarını bildiğini ve bu sebeple ‘şirket resmi kayıtlarına işlenmemiş ve bilançolarında gözükmeyen borçlar haricinde’ ibaresini eklettiğini, dolayısıyla davalının amacının şirketin o güne kadar olan borçlarını üstlenmek olduğunu, …’un ise …’un devir tarihine kadar olan şirket borçlarını üstlenmesi sebebiyle anılı hisseyi devir aldığını, taraf iradelerinin şirketin devir tarihinden önceki tüm aktif ve pasifine ilişkin yükümlülüklerin devreden … üzerinde bırakılması ve …’un işbu yükümlülüğü yerine getirmesi yönünde birleştiğini, taraf iradelerine başka anlamlar yüklemenin sözleşmeye müdahale etmek olduğunu, bunun ise kanuna ve ahlaka aykırılık halleri hariç olmak üzere hukuken mümkün olmadığını, … tarafından borçlar üstlenildiğinden, devir tarihi itibariyle bilançoda yer alan borçların …’un sorumluluğunda olduğunu, dolayısıyla davalının yükümlülüğü hesaplanırken devir tarihinde yer alan işletmenin bilançosunda bulunan aktif ve pasif tutarların nazara alınacağını, devir tarihi itibariyle şirketin aktifinde 2.100.303,05 TL, pasifinde ise 2.994.898,48 TL yer aldığını, buna göre davalı tarafından 894.595,43 TL tutarındaki borcun kendisine ait olduğunun açıkça kabul ve taahhüt edildiğini, bu borçların da müvekkili şirket tarafından ödendiğini ve ödenmeye de devam edildiğini, devir tarihinden önce müvekkili şirketin borçlarının belli olduğunu ve taraflarca da bilindiğini, bu itibarla işbu farkın davalıdan tahsilinin gerektiğini (Yargıtay 11. HD 2015/6780 Esas-2015/13211 Karar, 2016/5907 Esas-2018/103 Karar), son olarak ise müvekkili şirketin hesaplarında borçların muacceliyetine ilişkin olarak bir değerlendirme yapılamadığı halde, 25.03.2015 tarihinden önceki döneme ait muacceliyet kazanmış ve müvekkiline ödenmesi gereken herhangi bir borcun tespit edilemediğine dair değerlendirmenin çelişkili olduğunu, değerlendirme yapılamayan bir durumda ne şekilde muaccel hale gelen bir borcun bulunmadığına nasıl kanaat getirildiğini anlamadıklarını, işbu çelişkinin yeni bir heyetten rapor alınmak suretiyle giderilmesi gerektiğini, bilirkişi raporunda 21.03.2015 tarihli öz kaynak farkının açıkça hesaplandığını, bu itibarla davalının muacccel hale gelen taahhüdünün tutarının 894.595,43 TL olduğunu, raporun devamında borçların muacceliyeti konusunda mali olarak bir değerlendirme yapılamayacağının belirtildiğini, raporun son bölümünde ise davalının şirket bilançosunun pasifinde yer alan borçlardan sorumlu olduğu kabul edildiği halde muaccel hale gelen bir borç bulunmadığına dair değerlendirmenin açık bir çelişki olduğunu, bilirkişilerin değerlendirmesine göre işbu sözleşmede yer alan taahhüdün de bir hükmü olmayıp anlamsız olduğu sonucunun çıktığını, bu durumun da sözleşmenin hem lafzına hem de ruhuna açıkça aykırı olduğunu, çelişkilerin ek rapor ile giderilebilecek çelişkiler olmadığını, bu sebeplerle yeni bir bilirkişi heyetine tevdii talep edildiğini, bu taleplerinin üzerine dosyanın ek rapor alınmak üzere yeniden bilirkişiye tevdii edildiğini, ancak dosyaya sunulu kök ve ek bilirkişi raporlarının eksik, hatalı ve yanlı olarak düzenlenmesine rağmen hükme esas alındığını ve hukuka aykırı olarak hüküm kurulduğunu…” beyanla, mahkeme kararı istinaf kanun yoluna getirilmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, hisse devir sözleşmesindeki taahhüt uyarınca, hisse devreden davalı tarafından üstlenildiği ileri sürülen borçların tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; yukarıda yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verildiği, karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmıştır.
Davacı şirketin, davalı ve davadışı babası … olmak üzere iki ortaklı iken, 25.03.2015 tarihli noter hisse devir sözleşmesi ile davalının, şirketteki tüm paylarını …’a devrettiği, bu devir sözleşmesinin şirket tarafından da kabul edilerek 20.05.2015 tarihinde Ticaret Sicil Gazetesi’nde ilan edildiği, böylelikle şirketin tek ortaklı limited şirket haline geldiği hususlarında taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilaf; bahse konu hisse devir sözleşmesi sonucunda davalının, davacı şirketin devir tarihine kadarki borçlarını üstlenip üstlenmediği noktasında toplanmaktadır.
Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinde; 25.03.2015 tarihli “limited şirket pay devri sözleşmesi” nde; “…. Limited Şirketi ünvanlı şirket ortaklarından ben devreden … adıl geçen şirketteki 33 pay karşılığı 33.000,00.-(otuz üç bin) TL payımın tamamını şirket resmi kayıtlarına işlenmemiş ve bilançolarında gözükmeyen borçlar haricinde, şirketin bu güne kadar olan tüm aktifine ve pasifine ilişkin tüm hak ve borçları tarafıma ait olmak üzere … isimli kişiye 33.000,00.-(otuz üç bin) TL bedel karşılığında devir ettim….Ben devir alan …, payını devir eden … isimli kişinin beyanında yazılı olduğu şekilde, adı geçen şirketteki 33 pay karşılığı 33.000,00.-(otuz üç bin) TL payının tamamını bu günkü tarih itibariyle devir aldığımı bu günden önce çıkan veya çıkacak borçlar hariç hukuki ve mali yükümlülükleriyle birlikte 33.0000,00.-(otuz üç bin) TL bedel karşılığında devir aldım…” şeklinde olduğu görülmektedir.
Bilindiği üzere, sözleşmelerin nispiliği ilkesi gereğince kural olarak sözleşmeler, sadece sözleşmenin tarafları hakkında hükümler içerebilirler. Ancak bunun bir istisnası olarak sözleşmelerin, sözleşmenin tarafı olmayan üçüncü kişiler lehine hükümler taşıması da mümkündür. Buna “başkası lehine şart” veya “üçüncü kişi yararına sözleşme” denir. Bir sözleşmede ifanın taraflarca üçüncü kişiye yapılmasının kararlaştırılması, üçüncü kişi yararına sözleşmedir. Üçüncü kişi yararına sözleşmeden doğan borç üçüncü kişiye ifa edilir, vadettiren borcun üçüncü kişiye ifa edilmesini isteyebilir. Kural olarak üçüncü kişi yararına sözleşmeleri, eksik üçüncü kişi yararına sözleşme ve tam üçüncü kişi yararına sözleşme olarak ikiye ayırmak mümkündür. Aralarındaki temel fark ise, eksik üçüncü kişi yararına sözleşmelerde üçüncü kişinin, sözleşme ile borç altına giren taraftan talepte bulunamamasına karşın tam üçüncü kişi yararına sözleşmelerde bunun mümkün olmasıdır. Üçüncü kişiler yararına yapılan sözleşmelerin eksik ya da tam olup olmadığının tespitinde, sözleşmede bu yönde açık bir hüküm ya da anlatımın olması, bu yönde bir açıklık olmaması halinde ise sözleşme hükümlerinin amaçsal yorum ile değerlendirilmesi gerekmektedir.
Somut uyuşmazlık bakımından değerlendirildiğinde; dava, 6098 sayılı TBK’nın 129. maddesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Davalı hisse devreden ile davadışı hisse devralan arasında imzalanan hisse devir sözleşmesinde devir tarihi olan 25.03.2015’e kadar şirketin kayıtlarına işlenmiş ve bilançolarında gözüken tüm aktifine ve pasifine ilişkin tüm hak ve borçların devredene ait olacağı açıkça kabul edilmiştir. Kural olarak üçüncü kişinin talep hakkına sahip olmaması asıl ise de, yukarıda izah edildiği üzere bu durumun aksi ya sözleşmede açıkca kararlaştırılabilir, ya da sözleşmenin yorumu yoluyla böyle bir hakkın zımmen kararlaştırıldığı sonucuna varılabilir. Sözleşmenin yorumunda aranacak olan ise, tarafların ortak niyetidir. Sözleşmenin hangi hallerde tam üçüncü kişi lehine sözleşme olarak yorumlanabileceği konusunda kesin bir ilke benimsemek mümkün olmamakla birlikte, taraflar arasındaki menfaat dengesi, tarafların sözleşmenin akdinden sonraki ve özellikle ilgili üçüncü kişiye karşı davranışları da, üçüncü kişiye talep hakkı tanınıp tanınmadığı hususunun belirlenmesinde dikkate alınır. Sözleşmenin yorumundan tarafların ortak niyetinin bu olduğu anlaşılmıyorsa, örf ve adete bakılır. Bazı hallerde teamül gereği üçüncü kişiye doğrudan borçluya başvurma hakkı da tanınabilir. Somut olayda da, sözleşmenin tarafı olmayan davacı şirket, 3.kişi konumunda olmakla birlikte, pay devrinin tam 3.kişi yararına sözleşme olarak kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır. Şirket borçları, devir tarihi 25.03.2015 tarihli şirket resmi kayıtları/bilançosunda yer alanlarla sınırlı olarak davalı tarafça üstlenilmiş olup, devir tarihinde davalının da şirket yönetiminde olduğu, bilanço ve şirket kayıtlarına ulaşabildiği, nitekim şirketin iki ortaklı iken (baba-oğul) pay devri sonucunda tek ortaklı hale geldiği, hisse devreden davalı tarafından şirket borçlarının -gerekli sınırlandırma açıkça devir sözleşmesinde de belirtilmek suretiyle- üstlenilmesi nedeniyle tam 3.kişi yararına (davacı şirket yararına) sözleşme yapılmıştır. Sözleşmenin içeriği, davacı şirketin yapısı, 2 yönetici ortaklı iken, davalı ortağın diğer ortağa pay devri ile tek ortaklı hale gelmiş olması, pay devrinin davacı şirketin de kabulü sonucunda tescil ve ilan edilmiş olması hususları birlikte gözetildiğinde, menfaatler dengesine göre, sözleşmede 3.kişi konumundaki davacı şirket tarafından da pay devri sözleşmesindeki alacağın tahsili için dava açılması mümkün olup, aktif husumet ehliyeti olduğunun kabulü gerekmiştir (Yargıtay 11. HD 2015/6780 E.-2015/13211 K, 2015/4067 E.-2015/11837 K, 2016/5907 E.-2018/103 K…)
Mahkemece, alınan bilirkişi heyeti kök ve ek raporu dayanak gösterilerek davanın reddine karar verildiği görülmüş ise de, alınan raporların hüküm kurmaya ve denetime elverişli olmadığı, kendi içinde ve kök-ek rapor arasında çelişkiler olduğu, davacı defter ve kayıtlarında yeterli incelemeyi de içermediği görülmekle, kararın eksik incelemeden dolayı kaldırılması gerekmiştir. Bahse konu bilirkişi raporlarında, davacı şirketin 3.şahıs yararına sözleşmenin lehtarı olan 3 kişi konumundan bahsedildikten sonra, davalı ile davadışı devralan arasındaki iç ilişkiye dair TBK 195.madde gereğince iç ilişkide bu taahhüdün geçerli olduğu belirtilmiş, devamında ise muaccel bir borç tespit edilemediğinden davacının davalıdan talepte bulunamayacağı, tespit edilir ise talepte bulunabileceğinin belirtildiği görülmüş, heyetteki SMMM bilirkişinin davacı defter kayıtlarına göre davacı şirketin hisse devir tarihi itibariyle şirketin borç durumunu dayanak belgeleriyle irdelemediği, davacı şirketin banka kredi borçlarına dair banka ad ve şubelerini de vermek suretiyle yaptığı itirazların cevapsız bırakıldığı, yüzeysel bir inceleme ile, şirketin özvarlık itibariyle eksi 894.595,43-TL’de olduğu, ancak muaccel bir borç tespit edilmediğinden davalının borca dair sorumluluğuna gidilemeyeceğinin belirtildiği, yine devir tarihi itibariyle davalının şirkete bir borcu olmadığının belirtildiği, devamında ise, bu defa da pay devir sözleşmesinde açıkça hangi borçların devir dışı tutulduğu belirtilmediğinden bu sözleşmeye göre davalının sorumluluğuna gidilemeyeceği belirtilmek suretiyle kendi içinde çelişkili görüşler içeren kök ve ek raporlar düzenlendiği görülmüş olup, bahse konu pay devri sözleşmesinde devir tarihi öncesi ve sonrası olmak üzere ayrım yapılarak ve şirketin borç ve alacakları bakımından şirket bilanço ve kayıtlarının esas alınması taraflarca kabul edilerek devir kapsamının sınırlandırıldığı gözetilerek, bilirkişilerce devir tarihi itibariyle şirketin borçlarından davalının sonuç olarak sorumlu olacağı tutarın yine şirket kayıtlarına ve bu kayıtların dayanak belgelerine göre tespiti mümkün iken, incelemenin eksik bırakıldığı anlaşılmıştır. Yine, devir sözleşmesinin ilgili hükmünde borcun şirket tarafından ödenememesi halinde üstlenildiği gibi bir hüküm yer almadığı halde, sözleşme hükümlerinin hatalı yorumlandığı görülmekle, mahkemece yeni bir bilirkişi heyetinden davacı şirket kayıtları titizlikle incelenmek suretiyle ve taraf itirazlarını da karşılayacak şekilde yeni bir rapor alınarak sonucuna göre hüküm tesis edilmesi için kararın kaldırılması gerekmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, HMK 355. madde gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme neticesinde; davacı vekilinin istinaf itirazlarının kabulü ile, yerel mahkeme kararının HMK 353/1-a-6. madde uyarınca kaldırılarak dosyanın mahkemesine iadesine karar verilmesi gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacı vekilinin istinaf itirazlarının KABULÜ ile, İzmir 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/1034 Esas – 2019/607 Karar sayılı kararının HMK 353/1-a-6. maddesi gereğince KALDIRILMASINA,
2-Davanın yeniden görülmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine,
3-İSTİNAF AŞAMASINDA; davacı tarafından yatırılan 59,30 TL istinaf karar harcının istek halinde davacı tarafa iadesine,
4-İstinaf aşamasında davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda ele alınmasına,
5-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
6-Kararın taraflara tebliği, kesinleştirme, harç ve gider avansı işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 06/12/2023