Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2021/585 E. 2023/1614 K. 19.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/585
KARAR NO : 2023/1614

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KARŞIYAKA ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/06/2019 (Dava) – 26/02/2021 (Karar)
NUMARASI : 2019/262 Esas – 2021/98 Karar
DAVA : Alacak
BAM KARAR TARİHİ : 19/10/2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 19/10/2023
İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 26/02/2021 tarihli 2019/262 Esas ve 2021/98 Karar sayılı dosyasının incelemesi tamamlanmış olmakla HMK’nın 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
DAVA :
Davacı dava dilekçesinde özetle; kardeşi …’ın … … Şubesinin müşterisi olduğunu, bu şubeden kullandığı 10.000,00-TL tutarındaki krediye 24.07.2013 tarihinde kendisinin kefil olduğunu, işbu kredinin zamanında ödendiğini ve kapandığını, aradan 5,5 yıl geçtikten sonra kendisine tebliğ edilmeyen ihtarnamenin keşide edildiğine muttali olduğunu, anılan ihtarnameden, hangi kredi sözleşmesi ile ne miktar bir borcun oluştuğu belli olmadığı gibi kefil sıfatıyla sorumluluğunun dayanağı ve miktarına ilişkin hiçbir açıklık bulunmadığını, bu sebeple de hukuki sonuç yaratmaktan uzak, amacına hizmet etmeyen, üstün körü hazırlanmış bir metin niteliğinde olduğunu, aleyhine bir ihtarname keşide edildiğine haricen muttali olunca 03.01.2019 tarihinde Karaburun Noterliği’nin 19 yevmiye numaralı ihtarnamesini keşide ettiğini, işbu ihtarname ile eğer hukuken borçlu ise temerrüde düşmeden ödeme yapabilmesi için borcu oluşturan kredinin (kredilerin) cins ve mahiyetini, kullandırılma tarihlerini ve numaralarını bildirmelerini talep ettiğini, böylelikle kefaletinin oluşan borcu kapsayıp kapsamadığını denetleme imkânı söz konusu olabileceğini, davalı bankanın bu ihtarnameye hiçbir şekilde cevap vermediğini, bu durum üzerine 15.01.2019 tarihinde bu kere muhatap banka yöneticisine elektronik posta gönderdiğini, burada da kefaletinin oluşan borç için geçerli olup olmadığını denetleyebileceği belge ve bilgilerin tarafına verilmesini ısrarla talep ettiğini, davalı bankanın bu elektronik postaya da bir cevap vermediğini, oysa ki davalı bankanın kefilden yükümlülüğünü yerine getirmesini isterken basiretli bir tacir özenini göstermek ve talebinin dayanağım anlaşılabilir bir açıklıkta ve denetlenebilir detayda muhatabına sunmak zorunda olduğunu, imza ile kefil olduğu kredinin 10.000,00-TL tutarında olduğunu ve kefaletin iradesinin işbu kredi ile sınırlı olduğunu, bu kredinin de geri ödeme planı dahilinde ödenip kapanmış olduğundan sonradan tahsis edilen krediler için kefaletinin söz konusu olmadığını, kefil olunan kredinin ödenip kapanmış olmasına rağmen kefalet imzasından tam 5,5 yıl sonra kefil olunan kredi dışındaki borçlar için kefile müracaat edildiğini ve icra tehdidi ile tahsilat yapıldığını, davalı bankanın işleminin haksız ve yasaya aykırı olduğunu ve hukuksuz tahsilatın iadesi gerektiğini, davalının ödememe protestosuna konu ettiği bononun kefalet sözleşmesinin akdedildiği tarihte düzenlendiğini ve bankaya teslim edildiğini, bono üzerindeki tanzim tarihinin (24.07.2013) kefalet sözleşmesi ile aynı tarihli olduğunu, bononun miktarının (25.000,00-TL) kefalet sınırı ile aynı miktarda olduğunu, davalı tarafından düzenlenen ibranamenin 2. Cümlesinde işbu bononun anılan krediye ilişkin olarak alındığının ikrar edildiğini, bononun teminat senedi olarak düzenlendiği ve kayıtsız şartsız bir borç ikrarını içermediğinin anlaşıldığını, davalı bankanın kredi ilişkisinden mücerret olarak bono ile alacaklı olduğunu ileri sürmesinin de mümkün olmadığını, açıklanan sebeplerle; fazlaya dair hakları saklı tutularak 1.000,00-TL’nin bankaya ödemenin yapıldığı 25.02.2019 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesi istemiştir.
CEVAP :
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili banka ile dava dışı … arasında muhtelif tarihlerde Genel Kredi Sözleşmeleri imzalandığını, davacı …’ın 24.07.2013 tarihli kefaletname ile kredi alanın kullandığı ve/veya kullanacağı nakdi ve/veya gayrinakdi kredilerden kaynaklanan tüm borçların toplam 25.000,00-TL tutarlık kısmına kefil olmayı kabul ve taahhüt ettiğini, …’ın eşi …’ın da iş bu kefaletname kapsamında eşinin müteselsil kefil sıfatı ile kefil olmasını 24/07/2013 tarihli muvafakatname ile kabul ettiğini, davacı tarafça açılan mesnetsiz davanın reddi gerektiğini, davacı tarafından müvekkili banka aleyhine alacak davası açılmış ise de, 01/01/2019 tarihinde yürürlüğe giren 7155 sayılı kanunun 20.maddesinde açıklandığı üzere, “…ticari davalarda konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce Arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır’ ve aynı kanunun 23.maddesinin 2.fıkrasında ‘…arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması halinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir” denildiğinden davacı tarafından müvekkili banka aleyhine açılan iş bu davada arabulucuya başvurma dava şartı gerçekleşmediğinden davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, kefaletnamenin 17.05.2011 tarih ve K1000272158 numaralı sözleşmeye dayalı olduğu görülmekte ise de bahsi geçen Genel Kredi Sözleşmeleri süresiz olup aynı kredi sözleşmesi kapsamında birden fazla kredi kullandırılmasının imkan dahilinde olduğunu, dava dışı borçlu …’a aynı Genel Kredi sözleşmesine dayanılarak bir defadan fazla kredi kullandırıldığını ve bu kredilerin ödemelerinin yapılmadığını, bu sebeple kredi hesapları kat edilerek icra yoluna başvurulduğunu, davacının iddia ettiği şekilde 17.05.2011 tarihli Genel Kredi Sözleşmesi kapsamında kullandırılan kredi borçlarının ödenmediğini, taraflar arasında düzenlenen Genel Kredi Sözleşmesi’nin süresiz bir sözleşme olduğunu, süresiz olan sözleşmelerin tarafların birinin diğerine yapacağı ihbarla ancak feshi mümkün olduğunu, sözleşmenin devamı süresinde kredilerin sıfırlanmasının sözleşme ilişkisini sona erdirmediğini, süresiz kredi sözleşmelerindeki kefaletin, sözleşmede ayrıca bir hüküm bulunmadıkça, süresiz olduğunun kabulü gerektiğini, bu nitelikte bir kredi sözleşmesine dayalı kredi cari hesabının kat edilmesi ile muaccel hale gelen kredi borcunun borçlu tarafından tamamen veya müteselsil kefili tarafından kefalet limiti kapsamında ödenmesi ile iş bu işlemden doğan kefalet sorumluluğunun sona ereceğini, nitekim iş bu davaya konu kefalet miktarını davacının ödemesi sonucu kefaletten doğan sorumluluğu sona erdirildiğini ve kendisine 25.02.2019 tarihli ibraname ve senet aslı teslim edildiğini, ancak kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye kefaletin süresiz bulunmakla, bankanın aynı sözleşme ile kredi müşterisine yapacağı yeni bir kredi işleminde kefilin kefalet sorumluluğunun yeniden doğduğunu, bu nedenle kefilin yapılacak yeni kredi işlemlerinde sorululuğunu devam ettirmek istememesi halinde, ödeme ile son bulan kredi işlemini müteakip, kendisi tacir ise TTK.nun 20/3 maddesindeki şekil koşuluna uygun olarak, tacir değil ise münasip bir yazılı belge ile bankaya ihbarda bulunarak, yeniden verilecek kredi işlemleri yönünden kefaletinin bulunmayacağını bildirmesi gerektiğini, aksi halde aynı sözleşmeye dayanılarak yapılacak müteakip kredi işlemlerinde kefaletinin devam ettiğinin kabul edilmiş sayılacağını, davacının dilekçesinde beyan ettiği 03.01.2019 tarihli ihtarnamenin kefaletnamenin doğmuş borçlar açısından sonlandırılmasını sağlayacak mahiyette hukuken bir geçerliliği bulunmadığını, davacının göndermiş olduğu ihtarnamenin müvekkili bankaya tebliğ edildiği tarihten sonra doğacak kredi borçlarını kapsadığını, davacı tarafa müvekkili banka tarafından gönderilen ihtarname sonucu senet borcunun ödenmediğini, bunun üzerine 08/02/2019 tarihinde ödememe protestosu gönderildiğini, ödememe protestosunun tüm senet bilgilerini içerdiğini, bu protesto üzerine davacının senet bedelini ödediğini ve kendisine de 25.02.2019 tarihli ibraname ve senet aslı teslim edildiğini, ayrıca bononun teminat senedi olduğu iddiasının da gerçeği yansıtmadığını, müvekkili bankaya karşı açılan alacak davası haksız ve dayanıksız olmakla, davacı tarafın beyanlarını ve davayı kabul etmediklerini, açıklanan nedenlerle, davacı tarafından açılan hukuki dayanaktan yoksun davanın reddi ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI :
Mahkemece, ”…Davacının davasının KABULÜNE, 25.000,00 TL’nin ödemenin yapıldığı 25/02/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine…” şeklinde karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; yerleşik Yargıtay kararları ile sabit olduğu üzere avans faizi talep edilmesinin mümkün olduğunu, davacı avans faizi istemekte haklı olduğundan yasal faize değil avans faizine hükmedilmesi gerektiği kanaatiyle hükmün düzeltilmesini talep ettiklerini, huzurdaki dava bir menfi tespit/istirdat davası olup borçlu olmadıklarının tespiti ve bu arada haksız olarak yapılan ödemenin iadesi talebinin yargılama konusu olduğunu, bu sebeple de tarafların anlaşma ihtimali hesaba katılarak sadece alacak ve tazminat davaları ile sınırlı tutulduğunu, huzurdaki davanın hakim karakteri itibariyle bir menfi tespit davası olduğunu, davacının davalıdan bir alacağı bulunmadığını, bir tazminat isteminin de söz konusu olmadığını, davacının evvelemirde, borçlu olmadığının tespitini ve eğer borçlu olmadığı tespit edilir ise haksız yere ödediği paranın iadesini istediğini, dolayısıyla TTK 5/A maddesinin huzurdaki davada uygulama yeri olmadığından davalının arabuluculuk şartına ilişkin itirazının yerinde görülmemiş olmasının usul ve yasaya uygun olduğunu, hükme esas alınan bilirkişi raporu hesap kat tarihi itibariyle açık olan kredi risklerinin, davacının kefil olduğu kredi sözleşmesine dayanmadığını açık ve net olarak tespit etmiş olduğundan emsal Yargıtay kararları doğrultusunda kefilin sorumluluğundan söz edilemeyeceğini, dosya içinde yer alan ve elverişli bulunmayan bilirkişi raporu tam bir “görevi kötüye kullanma” delili olup TCK 257. Md.nin ihlali olduğunu, taraflarınca ısrarla talep edilmesine rağmen ne esas raporda ve ne de ek raporda kredi borçlusu ile banka arasında imzalanmış bulunan diğer sözleşmelerin incelenmediğini, resmen banka kayıtlarında davacı kefil aleyhine bir karartma uygulandığını, kredi borçlusu ile banka arasında imzalanmış sözleşmelerin gizlendiğini, raporun başka bir sözleşme imzalanmamış gibi hazırlandığını, bu tür bir davada evvelemirde yapılması gereken eşleştirmenin yapılmadığını, asıl rapora itiraz dilekçelerinde açık ve net bir biçimde ve defalarca belirtmelerine rağmen bilirkişinin sanki tek bir GKS varmış gibi tespit ve hesaplama yapıp diğerlerini gizlediğini, 31.06.2019 tarihli asıl raporun sonuç bölümünde kefilin sorumlu olduğu kredilere ilişkin hiç bir sınırlama ve sınıflama yapılmamakta, kefalet tarihi ile feragat tarihi arasındaki borçtan sorumlu olduğu 206.000.-TL tutarındaki tüm borçtan ve fakat kefalet sınırı kadar sorumlu olduğu belirtilmekte olduğunu, yani kefalet sınırı 206.000-TL olsaydı kefilin bu miktar ile sorumlu olacağını, buna karşılık (ısrarlı itirazları sebebiyle) 28.02.2020 tarihli ek raporunda bir kısım kredilerin, kefil olunan GKS ile bağlantısı olmadığı dolayısıyla kefilin sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna varıldığını yani esas raporun sonuç bölümündeki fahiş hatanın ikrar edildiğini, bizzat davalı tarafından verilen ve dosyaya delil olarak sunulmuş bulunan ibranamede, bononun “teminat senedi” olduğu kabul ve beyan edilmesine rağmen bilirkişinin tersi görüş bildirmesinin hayret verici olduğunu, nitekim Yerel Mahkemenin de bu sebeple raporu yeterli ve hüküm kurmaya elverişli bulmadığı için yeni bir incelemeyi gerekli gördüğünü belirterek istinaf taleplerinin kabulüne davalının istinaf isteminin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; arabulucuya başvurma şartı gerçekleşmediğinden davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, müvekkili banka ile dava dışı … arasında muhtelif tarihlerde Genel Kredi Sözleşmeleri imzalandığını, davacı …’ın 24.07.2013 tarihli kefaletname ile kredi alanın kullandığı ve/veya kullanacağı nakdi ve/veya gayrinakdi kredilerden kaynaklanan tüm borçların toplam 25.000,00-TL tutarlık kısmına kefil olmayı kabul ve taahhüt ettiğini, …’ın eşi …’ın da iş bu kefaletname kapsamında eşinin müteselsil kefil sıfatı ile kefil olmasını 24/07/2013 tarihli muvafakatname ile kabul ettiğini, davacının dava dilekçesinde de belirttiği üzere 24.07.2013 tarihinde kefil olduğuna dair bir itirazı bulunmadığını, buna ilişkin kefaletname suretini de cevap dilekçesi ekinde sunduklarını, davacının imzalamış olduğu kefaletname her hangi bir krediye mahsus olmamakla, kredi alanın doğmuş ve doğacak tüm borçlarını kapsadığını, kefaletnamenin 17.05.2011 tarih ve K1000272158 numaralı sözleşmeye dayalı olduğu görülmekte ise de bahsi geçen Genel Kredi Sözleşmeleri süresiz olup aynı kredi sözleşmesi kapsamında birden fazla kredi kullandırılmasının imkan dahilinde olduğunu, dava dışı borçlu …’a aynı Genel Kredi sözleşmesine dayanılarak bir defadan fazla kredi kullandırıldığını ve bu kredilerin ödemeleri yapılmamış olup bu sebeple kredi hesapları kat edilerek icra yoluna başvurulduğunu, davacının iddia ettiği şekilde 17.05.2011 tarihli Genel Kredi Sözleşmesi kapsamında kullandırılan kredi borçlarının ödenmediğini, süresiz olan sözleşmelerin tarafların birinin diğerine yapacağı ihbarla ancak feshinin mümkün olduğunu, sözleşmenin devamı süresinde kredilerin sıfırlanmasının sözleşme ilişkisini sona erdirmediğini, süresiz kredi sözleşmelerindeki kefaletin, sözleşmede ayrıca bir hüküm bulunmadıkça, süresiz olduğunun kabulü gerektiğini, bankanın aynı sözleşme ile kredi müşterisine yapacağı yeni bir kredi işleminde kefilin kefalet sorumluluğunun yeniden doğacağını, bu nedenle kefilin yapılacak yeni kredi işlemlerinde sorululuğunu devam ettirmek istememesi halinde, ödeme ile son bulan kredi işlemini müteakip, kendisi tacir ise TTK.nun 20/3 maddesindeki şekil koşuluna uygun olarak, tacir değil ise münasip bir yazılı belge ile bankaya ihbarda bulunarak, yeniden verilecek kredi işlemleri yönünden kefaletinin bulunmayacağını bildirmesi gerektiğini aksi halde, aynı sözleşmeye dayanılarak yapılacak müteakip kredi işlemlerinde kefaletinin devam ettiğinin kabul edilmiş sayılacağını, davacının dilekçesinde beyan ettiği 03.01.2019 tarihli ihtarnamenin kefaletnamenin doğmuş borçlar açısından sonlandırılmasını sağlayacak mahiyette hukuken bir geçerliliği bulunmadığını, davacının göndermiş olduğu ihtarnamenin müvekkili bankaya tebliğ edildiği tarihten sonra doğacak kredi borçlarını kapsadığını, davacı tarafa müvekkil banka tarafından gönderilen ihtarname sonucu senet borcunun ödenmediğini bunun üzerine 08/02/2019 tarihinde Ödememe Protestosu gönderildiğini, ödememe protestosunun tüm senet bilgilerini içerdiğini, bu protesto üzerine davacının senet bedelini ödediğini ve kendisine de 25.02.2019 tarihli ibraname ve senet aslının teslim edildiğini, takibe konu senet Ticaret Kanununda tanımlanan şekilde ve kıymetli evrak vasfında olup davacı tarafından iradesi dahilinde imzalandığını, ibranamede açıkça görüleceği üzere, kefalet tutarı 25.000-TL’nin ödendiğini, iş bu krediye ilişkin bankanın kefil …’dan herhangi bir hak ve alacağı kalmadığını, tarafların karşılıklı olarak ödenen tutarla sınırlı birbirlerini ibra ettiğine dair ibraname imzalandığını, davacının icra tehdidi altında tahsilat yapıldığı iddiasında bulunmasının gerçeğe aykırı olduğunu, davacının icra dosyasına borcu yatırmadığını, haricen borcu ödemiş olup, usulüne uygun ibraname hazırlanarak imzalandığını, 29/09/2020 havale tarihli hatalı tespitler içeren raporun hükme esas alındığını, 12/10/2020 tarihinde bilirkişi raporuna itirazda bulunulduğunu, yeniden rapor aldırılması ve ara karardan rücu taleplerinin mahkeme tarafından değerlendirilmeden hüküm tesis edildiğini, belirterek kararın ortadan kaldırılarak davanın reddine, istinafa konu ilamın davacı tarafça İzmir 13. İcra Müdürlüğü’nün 2021/3846 E. sayılı takip dosyasına konu edilerek icrai takibatın başlatıldığı nazara alınarak hükmün kesinleşmesine kadar icranın geri bırakılmasına karar verilmesini, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin karşı tarafa yükletilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava; kefalet sözleşmesinden kaynaklı kredi borcu kapsamında davalıya ödenen paranın istirdadı istemine ilişkindir.

İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup, karar davalı vekili ve davacı vekili tarafından istinaf edilmiştir.
Davalının, cevap dilekçesinde arabulucuya başvuru dava şartının yerine getirilmediği yönünde itirazda bulunduğu; Mahkemece ön inceleme duruşmasında taraflar arasındaki dava konusu uyuşmazlık tespiti” Taraflar arasında dava konusu itibariyle zorunlu arabuluculuk şartına tabi olup olmadığı, davacı tarafın kefil olduğu sözleşme konusu kredi borcunun ödenip ödenmediği, davacı tarafça 25.000,00-TL olarak ödemesi yapılan senedin teminat senedi olup olmadığı, davacının davalıya borcunun olup olmadığı, istirdat isteminin yerinde olup olmadığı hususunda uyuşmazlık bulunduğu tespit edilmiş” şeklinde belirlendiği halde, mahkemece bu konuda bir karar verilmediği gibi bu hususun yargılama aşamasında ve gerekçeli kararda da değerlendirilmediği anlaşılmıştır.
6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun” Dava şartı olarak arabuluculuk” başlıklı,
MADDE 18/A- (Ek:6/12/2018-7155/23 md.)
“…(2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir…” şeklinde hüküm içermektedir.
Dava tarihinin 12/06/2019 olduğu, 6325 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılmış bulunan davada, mahkemece dava şartının bulunup bulunmadığı resen gözetilmesi gerekir iken, davalı tarafın bu yöne ilişkin itirazının dahi değerlendirilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Bu durumda mahkemece, davacının talebi değerlendirilerek, davanın konusuna göre davanın açılmasından önce arabuluculuk dava şartı olup olmadığı hususunun değerlendirilmesinden sonra sonucuna göre, davanın arabuluculuk dava şartına göre tabi olduğuna karar verilmesi halinde; davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerekir iken, yazılı olduğu üzere kararda yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Açıklanan tüm bu gerekçelerle; kararın açıklanan gerekçeler doğrultusunda kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353-(1)-a)-4) maddesi gereğince; dosyanın mahkemesine gönderilmesine, davacı vekilinin istinaf nedenlerinin bütün olarak ve davalının diğer istinaf nedenlerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davalı vekilinin yukarıda açıklanan hususlara ilişkin olmak üzere istinaf kanun yolu başvurusunun KISMEN KABULÜNE; Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 26/02/2021 tarihli 2019/262 Esas ve 2021/98 Karar sayılı hükmünün 6100 sayılı HMK’ nın 353/(1)-a-4. maddesi gereğince KALDIRILMASINA,
2-Dava dosyasının HMK’nın 353/(1)-a maddesi uyarınca davanın yeniden görülmesi için Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf eden davalı tarafından yatırılan istinaf karar harcının talebi halinde ve ilk derece mahkemesi tarafından istinaf eden davalıya iadesine, istinaf başvuru harcının hazineye gelir kaydına,
İstinaf eden davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru harcının ve istinaf karar harcının, talebi halinde ve ilk derece mahkemesi tarafından istinaf eden davacıya iadesine,
4-İstinaf eden tarafından istinaf başvurusu için yapılan giderlerin, esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesi tarafından yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine,
5-Kararın kaldırılması sebep ve şekline göre davacı vekilinin istinaf itirazlarının ve davalı vekilinin sair istinaf taleplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına,
6-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
7-Kararın 6100 sayılı HMK’nın 359-(3) maddesi uyarınca; ilk derece mahkemesi tarafından taraflara tebliğine,
Dair; dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda HMK’nın 353/(1)-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 19/10/2023