Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2021/322 E. 2023/1368 K. 27.09.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/322
KARAR NO : 2023/1368

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KARŞIYAKA ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 18/01/2017 (Dava) – 02/02/2021 (Karar)
NUMARASI : 2020/49 Esas – 2021/43 Karar
DAVA : Alacak
BAM KARAR TARİHİ : 27/09/2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 27/09/2023
İstinaf incelemesi için Dairemize gönderilen Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2020/49 Esas – 2021/43 Karar sayılı dosyasının incelemesi tamamlanmış olmakla HMK’nın 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
DAVA:
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davalı aleyhine 78.019,23 TL tutarındaki alacağın tahsili amacıyla icra takibi yapıldığını, davalının ödeme emrine itiraz ettiğini, İzmir 28. İcra Müdürlüğü’nün 2016/16815 numaralı dosyası ile davalı/borçlu aleyhine başlatılan icra takibine karşı yapılan itirazın her türlü hukuki mesnetten yoksun olduğunu, …’un 10.04.2014 tarihinde ölümü sonrasında, veraset ilamı ile sabit olduğu üzere mirasının 20 pay kabul edildiğini, 5 payının davalı eş …’a ait olduğunu, kalan 15 payın ise çocukları ve işbu davanın davacıları sıfatına haiz olan …, …, …, …, …’a ait olduğunu, mütevaffa …’un yönetim kurulu başkanı ve hissedarı olduğu … A.Ş’nin, Sosyal Güvenlik Kurumuna ödenmemiş prim ve vergi borçları bulunduğunu, bu borçlar nedeniyle SGK’nın tüm mirasçılar aleyhine icra takibi başlattığını, akabinde davalı hariç diğer mirasçıların biraraya gelerek 6736 Sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmaya karar verdiklerini, müteveffanın eşi … da defaten çağrılmışsa da bu konudaki çabaların sonuçsuz kaldığını, peşin ödendiğinde oluşan indirimler sonucu borcun 312.000,00 TL olduğunu, yönetim kurulu başkanının bu borcun tamamından mirasçıları ile birlikte sorumlu olduğunu, davalı hariç diğer mirasçıların söz konusu borcu ödemek zorunda kaldıklarını, mirasçı …’un (5) payına karşılık tahakkuk eden borcunu ödememesi neticesinde, onun miras payına düşen 78.000,00 TL borcun da davacılar arasında eşit olarak paylaşılmak zorunda kalındığını, davalı tarafın 18.07.2014 tarihli protokolü gerekçe göstererek takibe de itiraz ettiğini, anılan protokolün geçerli bir belge olmadığını, davalı/borçlu ile karşılıklı düzenlenmiş bir belge olmadığını, hüküm ve sonuç doğurmadığını, protokolün 1. maddesi uyarınca müvekkillerine … A.Ş.’nin hissesinin devredilmediğini, ayrıca bu belgede, Sosyal Güvenlik Kurumuna olan borçların üstlenildiğine dair en ufak bir kayıt olmadığını, davalı borçlunun, mirasın alacağa intikal eden payını kabul ettiğini, bunun yanında borçları reddettiğini, oysa mirasın hak ve borçları ile birlikte bütün olarak intikal ettiğini belirterek, haksız itirazın iptaline, takibin devamına, davalı aleyhine alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiş, daha sonra sunduğu ıslah dilekçesi ile itirazın iptali davası olarak açtığı davasını alacak davasına dönüştürdüğü anlaşılmıştır.
CEVAP:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; ilamsız takipte yetkiye ve borca itiraz ettiklerini, itiraz üzerine mahkemede açılmış olan itirazın iptali davası ile davacıların icradaki yetki itirazlarını kabul ettiklerini, dava dilekçesinde de yetki itirazına hiç değinilmeyip kabul edildiğini, ortada geçerli ve yetkili yer dairesinde yapılmış bir icra takibi mevcut bulunmadığından koşulları oluşmayan icra takibine dair itirazın iptali davasının öncelikle usul yönünden reddine karar verilmesini, icraya ve davaya konu olan prim borcunun şirkete ait bir borç olup öncelikle şirketten talep edilmesi gerektiğini, doğrudan şirket ortaklarına gidilmesinin hukuka uygun olmadığını, müvekkilinin, davacıların babası müteveffa …’un ikinci eşi olduğunu, eşinin vefatından sonra davacıların talepleri üzerine müvekkilinin, zorluk çıkarmadan … A.Ş ve … Şti.’deki kendi payına düşen hisselerin davacılara devri konusunda anlaştığını, hisse devri karşılığında müvekkilinin sadece eşiyle yaşadığı evin yarı hissesinin devrini talep ettiğini, anlaşma gereği davacıların noterlikte taşınmaz satış yetkisi verdiğini, müvekkilinin de davacılara noterlikten devir için yetki verdiğini, müvekkilinin iyiniyetli hareket ettiğini, şirket işlerinden anlamadığı için şirket işlerinden anlayan davacılarla anlaşarak bir protokol imzalattığını, protokolün tarafların rızasına dayalı olduğunu ve imzalarını inkâr etmediklerini, tarafları bağlayan bir anlaşma olduğunu, davacıların protokol tarihi itibariyle “önceye ve sonraya ait doğacak tüm borç ve alacaklar hisseyi devir alana aittir” hükmünü imzalayarak kabul ettiklerini, bu nedenle davacıların müvekkiline rücu isteminin kötünüyetli olduğunu, müvekkiline şirketle ilgili ne bir bilgi ne de pay geliri verilmediğini, eğer şirket borcundan dolayı sorumluluğu var ise şirkette payı dâhilinde alacağının da bulunması gerektiğini, alacaklıların öncelikle malvarlığı olan aktif şirkete başvurması gerektiğini, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, şirket sorumluları hakkında şikâyet haklarını saklı tuttuklarını, kabul anlamına gelmemek kaydı ile SGK ödemesinin rücu edilen miktarının da doğru hesaplanmadığını, SGK’ya yapılan ödemenin tamamından şirket ortağı olan muris sorumluymuş gibi müvekkilinden miras hissesi oranında talep edilen alacağın haksız olduğunu, murisin şirketteki sorumluluğunun diğer ortaklar gibi payı oranında olduğunu beyanla, haksız davanın reddine, müvekkili lehine %20’den az olmamak kaydıyla kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
İZMİR BAM 11 HD. KALDIRMA KARARI:
Mahkemece daha önceden verilen “pasif husumetten red” de dair karara ilişkin yapılan istinaf incelemesi neticesinde İzmir Bam 11.HD’nin 26.03.2019 tarihli, 2019/458 E.- 2019/480 K. sayılı kararda; “…Somut olayda, dava dışı … A.Ş’den tahsil edilemeyen SGK borçlarının, 6183 sayılı kanunun 35.maddesi uyarınca şirketin yönetim kurulu başkanı olan müteveffa …’un mirasçıları olan davacılar ile davalıya intikal ettirildiği, davacılar tarafından borcun tamamının ödendiği iddia edilerek, yapılan ödemenin davalının miras payına düşen miktarının rücuen tahsili istenmektedir. Dava ile ilgili olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme ise hakime aittir. Davacı tarafça, muris adına ödeme yaptıkları iddiasıyla, miras hükümlerine dayanılarak, davalı mirasçı hakkında yapılan ödemenin davalının miras payına isabet eden kısmı istenmiş ise de, davaya konu uyuşmazlığın 6102 sayılı TTK’nın anonim şirket hükümlerine ve Amme Alacakları Kanunu’na göre çözümlenmesi gerekmektedir. Zira, ödenmemesi gereken bir borcun ödenmesi halinde, rücu talep edilemez ve rücu koşulları asıl borçlunun ödemesi gereken borç miktarına göre belirlenir. Tüzel kişi mükelleflerin kamu alacaklarından kaynaklanan yükümlülüklerinin yerine getirilmesinden, kanuni temsilcileri sorumlu tutulmuş olup, anonim şirketlerde açıkça bu konuda bir özel düzenleme yapılmadığından, şirketten tahsil edilemeyen kamu borçlarından, TTK’nın 365. maddesi uyarınca şirketin yönetim kurulu üyelerinin tamamı, kanuni temsilci sıfatıyla ve müteselsilen sorumludurlar. Ancak TTK’nın 379. maddesine göre ana sözleşmeye hüküm konularak şirketin kanuni temsil yetkisi, yönetim kurulu üyelerinden birine veya birkaçına verilip, diğer yönetim kurulu üyeleri sorumluluktan kurtulabilmektedir. Ayrıca, kamu borcunun temsilciden istenebilmesi için öncelikle temsil edilen tüzel kişiden talep edilmesi ve bu tüzel kişinin ödeme kabiliyetinin olmaması gerekmektedir. O halde eldeki davada, 6102 sayılı TTK’nın anonim şirket hükümleri ile 6183 sayılı yasaya göre borçtan kimin sorumlu olduğunun ve gerçek borç miktarının tespit edilmesinden sonra, gerekirse mirasçılık paylarına göre değerlendirme yapılacak olması nedeniyle, uyuşmazlığın çözümünde asliye ticaret mahkemeleri görevli olup, kamu düzenine ilişkin olan görev hususu yargılamanın her aşamasında res’en gözetilmesi gerekmektedir. Bu durumda, ilk derece mahkemesince, görev yönünden davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiği halde davanın esası hakkında karar vermesi usul ve yasaya aykırı bulunmakla, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a-3 maddesi uyarınca kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının re’sen kaldırılmasına, kaldırma kararının sebep ve şekline göre istinaf itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına….” gerekçeleriyle mahkeme kararının kaldırıldığı anlaşılmıştır.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI:
Mahkemece yeniden yapılan yargılama sonucunda, “…Dava dışı şirkete ait ticaret sicil dosyasının celp edildiği, dava dışı şirketin sicil kayıtları, dava dışı şirket ve tarafların ticari defter ve kayıtları kayıtları üzerinde inceleme yapma yetkisi de verilerek tarafların sorumluğu konusunda rapor düzenlenmesinin istenildiği, bilirkişi tarafından sunulan 01.12.2020 tarihli raporda; davalının şirket ortağı mütevaffa …’un yasal varisi olduğu, 18/07/2014 tarihli hisse devir sözleşmesinin ticaret siciline bildirildiği yönünde her hangi bir belgeye rastlanılmadığından hisse devrinin geçerli olamayacağını, davalının miras payı oranının %25 olduğunu, davalının ortağı olduğu dava dışı … A.Ş’ nin dosyaya sunulu 2014 yılma ait bilanço ve gelir tablosuna göre, borç ödeme gücünün olmadığı, ilgili yasaların hükümlerine göre, tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacaklarının kanuni temsilcilerin şahsi mal varlıklarından tahsil edilebileceği, davacıların ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilme hakkına sahip olduklarını, davacılar tarafından SGK’ya ödenen toplam 314.228,56 TL’ dan, davalının payına düşen miktarın (314.228,56/4) = 78.557,14 TL olduğunun bildirildiği, şirket ortağı …’un 10.04.2014 tarihinde vefatı nedeniyle mirasının 20 pay üzerinden hesaplanması ile 5 payının davalıya isabet ettiğinin İzmir 5. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2014/370 E.-2014/383 K. sayılı ilamı ile belirlendiği, dosya içerisinde bulunan bilirkişi raporlarından görüldüğü üzere tarafların ortak oldukları … AŞ’nin işyerine ait borç toplamının 314.228,56-TL olduğu ve yapılandırma sonucunda davacılar tarafından ödemelerin yapıldığının tespit edildiği, davalı tarafça sunulan protokol hisse devrinin TTK’nın emredici düzenlemelerine uygun olmaması nedeniyle hukuki bir değer atfı yapılmadığı, dava dışı … AŞ’nin tasfiyesinin tamamlanması nedeniyle davacılar tarafından yapılan ödemelerin şirketten tahsili imkanı da bulunmadığından yönetim kurulu üyelerinin şirketin prim borçlarından dolayı birlikte sorumlulukları bulunması nedeniyle muris ortağın sorumlu tutulabileceği miktardan davalının miras hissesinin 1/4 olması karşısında 314.228,56TL:4=78.557,14-TL ‘den sorumlu olduğu kabul edilmekle, sonuç olarak; DAVANIN KABULÜNE, 78.000,00-TL’nin ıslah tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacılara ödenmesine…” şeklinde karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davalı vekili tarafından, “…İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi’nin 2019/458 Esas-2019/480 Karar nolu hükmü ile görev yönünden karar verilirken, borçtan kimin sorumlu olduğunun ve gerçek borç miktarının tespiti yapılması yönünde de ilk derece mahkeme kararının kaldırıldığını, ancak İzmir BAM kararındaki bu hususa rağmen davacı tarafın bu konuda ticari defter ve kayıtlar sunmadığını, Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından da gerçek sorumlu ve gerçek borç miktarı tespit edilmeden verilen kararın hatalı olduğunu, Asliye Ticaret Mahkemesince şirket ve tarafların ticari defter ve kayıtları üzerinde inceleme yapma yetkisi de verilerek rapor düzenlenmesinin istenilmesine karar verildiğini, ancak davacı tarafın 12.10.2020 tarihli dilekçesi ile; ‘Şirketin tasfiye edilmiş olması nedeniyle müvekkiller tarafından şirket defterlerine ulaşılamamaktadır. Tarafımızca yapılan araştırmada yalnızca 10.4.2014 tarihli işletme ayrıntılı gelir tablosuna ulaşılmıştır. Bu belgeler üzerinden inceleme yapılmasını talep etmekteyiz.’ diyerek, Asliye Hukuk Mahkemesine defterleri sunmaktan kaçındığı gibi aynı biçimde, Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi’ne de defter ve kayıtları sunmadığını, bilirkişi tarafından ticari defter ve kayıtlar incelenmeden davacı tarafın sunduğu 3 sayfalık belge üzerinden düzenlenen, sadece davacı tarafın ödeme dekontlarını miras hissesine göre oranlamaktan ibaret bilirkişi raporunun usul ve yasaya aykırı olduğunu, bu subjektif rapora dayanılarak kurulan hükmün de yasaya aykırı oluşu sebebi ile kaldırılması gerektiğini, mahkemenin yeni bir bilirkişi incelemesi taleplerini gerekçesiz biçimde reddettiğini, bilirkişinin müteveffa …’un ölüm tarihi olan 10.04.2014 sonrasını da hesaplamaya katıp, bunun neden hesaplamaya dahil edildiğinin hukuksal dayanağını da açıklamadığını, davacı taraf davasını 2017 yılında açtığında, dava dışı borcu ödenen şirketin tasfiye halinde olmadığını, davacıların müteveffa …’un ölüm tarihi öncesinde ve sonrasında şirket yönetim kurulunda yer aldıklarını ve bizzat sorumlu oldukları dönemleri bile müteveffanın üzerine yıktıklarını, 2016 yılında yaptıkları ödemeyi asıl borçlu şirkete başvurmadan, asıl borçlu şirkete rücu etmeden ve şirket yönetim kurulu başkan ve üyelikleri ile ayrıca ortaklıkları nedeni ile kendi sorumlu oldukları miktarları da düşmeden müvekkiline doğrudan miras payı oranında rücu davası açtıklarını, yerel mahkemenin; Ticaret Kanunu hükümlerinden ayrılarak, Miras Hukuku hükümlerine göre hüküm tesis ettiğini ve hukuksal dayanağını açıklamadığını, yerel mahkemenin ”yönetim kurulu üyelerinin şirketin prim borçlarından dolayı birlikte sorumlulukları bulunduğu’ nu kabul ettiğini, ancak davacıların da aynı şirkette yönetim kurulu üyesi oldukları konusuna yer vermeyerek birlikte sorumlu oldukları halde ‘borcu muris ödesin’ şeklinde bir sonuca ulaştığını, yerel mahkemenin şirketin tamamı murise aitmiş gibi doğrudan müvekkili davalının miras payı hissesine dayalı olarak miras hukuku yönünden bile yanlış hüküm kurduğunu, davacıların, şirket yönetim kurulu olarak bizzat kendilerinin de asıl amme borçlusu olduğunu, asıl borçlu dava dışı şirketin de iflas yoluyla değil, tasfiye yoluyla borç ve alacakları sonlandırılarak kapatıldığını, bu nedenle asıl borçlu şirketin borçları nedeni ile rücu davası açılamayacağını, davacıların … A.Ş.’nin borcu sebebiyle müvekkilinden rücuen tahsil isteminin haksız ve kötüniyetli olduğunu, mahkemeyi yanıltmak için kötü niyetli hareket ettiklerini, davanın reddi gerektiğini…” beyanla, mahkeme kararı istinaf kanun yoluna getirilmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, şirketin kamu borçlarından yönetimdeki murisin sorumluluğuna dayalı olarak yapılan ödeme sonrasında miras payına istinaden ödeme yapmayan mirasçıya karşı açılan alacak davasıdır.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; yukarıda yazılı gerekçelerle davanın kabulüne karar verildiği, karara karşı davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmıştır.
Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinde, İzmir Bam 11. HD’nce verilen istinaf kaldırma kararında detaylı olarak izah edildiği halde mahkemece yeterli araştırma yapılmaksızın ve kaldırma kararı gerekleri yerine getirilmeksizin eksik incelemeye dayalı bilirkişi raporu uyarınca hüküm tesis edildiği anlaşılmıştır.
Davanın dayanağını teşkil eden alacak, davadışı … AŞ’ye ait SGK borcu olup, davacılar, bu borçtan muris …’un şirket yöneticisi sıfatıyla şirketin yanısıra sorumlu olduğunu, SGK tarafından da bu alacak şirketten alınamadığı için murisin mirasçılarına karşı talepte bulunulup tahsilat yapıldığını, ancak davalının miras payı uyarınca ödemesi gereken tutarı ödemediğini, bunu da kendileri ödediklerinden bu tutarın iadesi için işbu davayı açtıklarını beyan etmişler, davalı taraf ise tüm aşamalarda davacıların aynı zamanda şirket yönetiminde olmaları dolayısıyla bahse konu borçtan sorumluluğun belirlenmesinde murisin sorumluluğunun yanısıra davacıların da yönetici olarak SGK borcundan dolayı sorumluluklarının ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini, kaldı ki öncelikle asıl mükellef olan şirkete başvurulması gerektiğini, ayrıca taraflar arasındaki protokole göre de sorumluluğunun olmayacağını ileri sürdüğü anlaşılmıştır.
Bilindiği üzere, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ve VUK hükümleri gereğince tüzel kişi mükelleflerin kamu alacaklarından kaynaklanan yükümlülüklerinin yerine getirilmesinden, kanuni temsilcileri de sorumlu tutulmuştur. Buna göre anonim şirketlerde, şirketten tahsil edilemeyen kamu borçlarından şirketin yönetim kurulu üyelerinin tamamı, kanuni temsilci sıfatıyla ve müteselsilen sorumludur. Yönetim kurulu üyesi olmayan ortakların ise kamu alacaklarından dolayı sorumlulukları bulunmamaktadır. Temsilcinin bu şekilde ödediği vergi için asıl mükellefe rücu etme hakkı bulunmaktadır (213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10 uncu maddesi). Dolayısıyla yönetim kurulu üyeleri, ödedikleri kamu alacağının tamamını öncelikle asıl mükelleften rücuen talep edebilirler. Bu aşamada kanuni temsilcilerin ödedikleri kamu alacağını, asıl mükellef olan temsil edilenden değil de diğer sorumlulardan talep etmelerinin mümkün olup olmadığı, mümkün ise rücu oranının ne olacağı konusu incelenmelidir. Kanuni temsilcilerin asıl mükellef dışındaki diğer sorumlulardan talepte bulunabilmesi için “öncelikle bu kamu alacağının asıl yükümlüden tahsilinin mümkün olmaması” gereklidir. Zira asıl yükümlüsünden tahsili mümkün olduğu halde bu alacağı kamu idaresine ödeyen kanuni temsilcilerin, asıl yükümlü dışındaki diğer sorumlulardan rücuen talepte bulunmaları mümkün değildir. Somut uyuşmazlıkta davacılar, ödedikleri vergi borcu tutarının davalıdan rücuen tahsilini talep etmektedir. Ancak söz konusu alacağın davalıdan “önce asıl mükellef olan şirketten talep edildiği”ne dair bilgi ve belgeler ile davalıdan talepte bulunulduğu tarihteki şirketin ödeme gücü araştırılmamıştır. Bahse konu şirketin daha sonradan tasfiye edilmiş olması da bu gerekliliği ortadan kaldırmaz. Bu nedenle, dava konusu kamu borçlarının asıl borçlusu konumundaki şirketin, talep tarihi itibariyle mali durumu, aktif ve pasifleri, uyuşmazlık konusu borçların asıl muhatabı şirketten tahsil imkanı olup olmadığı, tasfiye ve terkin süreci, şirketin gerçekten ödeme güçlüğü içinde olup olmadığı vs. ilgili tüm evrakların toplanıp davacıların bu borcu hangi koşullarda ödediği, dava hakkı ve rücu koşullarının bulunup bulunmadığının araştırılması, bu yönde şirket kayıtları üzerinde de bilirkişi incelemesi yaptırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, önceki istinaf kararındaki hususlara da dikkat edilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi doğru görülmemiştir (Bu yönde bknz. Yargıtay 11. HD 2021/6627 E. – 2023/1270 K.).
Yine, borcun şirketten tahsil edilemediği yönündeki mahkeme kabulüne göre de; somut uyuşmazlıktaki talebin konusu, şirketin SGK’ya ödenmiş olan borcunun “iç ilişkide rücuen tahsili” istemine dair olmasına ve davalının, davacıların da aynı şirketin yönetim kurulunda olduklarını, bu nedenle muris gibi bizzat sorumluluklarının da olduğunu tüm aşamalarda ileri sürmesine rağmen, mahkemece bu yön üzerinde durularak davacıların rücuen talep edebilecekleri tutarın belirlenmesi gerekirken, bu konuda da eksik incelemeye dayalı karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Bu konuya ilişkin olarak, dosya içerisinde davadışı anılan şirkete ait ticaret sicil dosyasının tüm içeriği bulunmamakla birlikte, mevcut belgelere göre davacıların şirket yönetiminde belli dönemlerde görev almış olduklarının görüldüğü, şirket ana sözleşmesinin önceki istinaf kararına rağmen dosyaya kazandırılmamış olduğu, bu ana sözleşme bulunmadığından istinaf kararında da üzerinde durulan, yönetim kurulu üyeleri arasında sorumluluğun ana sözleşme ile sınırlandırılıp sınırlandırılmadığına dair bir tespit de yapılmadığının görüldüğü, yönetim kurulu içinde sadece murisin sorumlu olacağına dair açık bir anasözleşme hükmü bulunmaması halinde, anılan kamu borçlarının tarih tarih tutarları ve o tarihlerdeki şirket yönetim kurulu üyelerinin kimlerden oluştuğu hususları titizlikle belirlenerek, davacıların davalıdan talep edebileceği miktarların hesaplanması gerekirken, bu hususlara dikkat edilmeksizin hüküm tesisi de doğru görülmemiştir.
Mahkemece yapılması gereken iş, yukarıda açıklandığı üzere öncelikle davadışı şirketin, davacıların davalıdan talep tarihleri itibariyle ödeme güçlüğü içinde olup olmadığı hususlarının titizlikle araştırılarak (farklı bilirkişilerden oluşacak bir heyet eliyle şirket kayıtları da incelenerek, denetime elverişli yeniden rapor alınarak, terkin edildiği bildirilen şirketin defterlerinin gerek tasfiye memuru olarak görev yaptığı anlaşılan …’dan ve gerekse ticaret sicil müdürlüğünden de sorularak) rapor alınması, sonucuna göre de, şirketin ödeme gücü varsa rücu koşullarının oluşmayacağına dair davalı savunması üzerinde durulması, aksi durumda yani şirketin ödeme güçlüğü içinde olduğunun somut verilerle ortaya konması durumunda ise, davacıların bahse konu kamu borçları tarihlerine göre şirket yönetiminde yer alıp almadıkları (ve bu nedenle murisi gibi bizzat sorumluluklarının da bulunup bulunmadığı) hususu, şirket ana sözleşme hükümleri de irdelenerek değerlendirilip sorumluluk payları gözetilerek davalıya rücu edilebilecek miktarın belirlenmesinden ibarettir.
Davalının, protokole ve hisse devir yetkisini içeren vekaletnameyi davacılara verdiğine dair savunması bakımından da, ticaret sicil müdürlüğünden davalının miras kalan hisselerini davacılara devrine dair bir işlem olup olmadığının açıkça sorularak, ilgili belgelerin dosya içine alınıp değerlendirilmesi gerektiği de açıktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, HMK 355. madde gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme neticesinde; davalı vekilinin istinaf itirazlarının kabulü ile, yerel mahkeme kararının HMK 353/1-a-6. madde uyarınca kaldırılarak dosyanın mahkemesine iadesine karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davalı vekilinin istinaf itirazlarının KABULÜNE; Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2020/49 Esas – 2021/43 Karar sayılı kararının HMK 353/1-a-6. maddesi gereğince KALDIRILMASINA,
2-Davanın yeniden görülmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine,
3-İSTİNAF AŞAMASINDA; davalı tarafından yatırılan 1.335,00 TL istinaf karar harcının istek halinde davalı tarafa iadesine,
4-İstinaf aşamasında davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda ele alınmasına,
5-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
6-Kararın taraflara tebliği, harç ve avans iade işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine,
Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde HMK 353/1-a maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi. 27/09/2023