Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2020/523 E. 2021/842 K. 23.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2020/523
KARAR NO : 2021/842

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 28/06/2018
NUMARASI : 2016/95 Esas, 2018/819 Karar
DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
KARAR TARİHİ : 23/09/2021
KARAR YAZIM TARİHİ : 23/09/2021

İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 28/06/2018 tarihli, 2016/95 esas ve 2018/819 karar sayılı dosyasının incelemesi tamamlanmış olmakla, HMK’nın 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ :
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 26/12/2015 tarihinde davalı ….Şirketinin ZMMS ile sigortalısı olduğu ve diğer davalı ….’ın ise maliki ve sürücüsü olduğu …. plakalı aracın, davacıların oğlu ….’in içersinde bulunduğu …. plakalı araca çarpması sonucu meydana gelen kazada davacıların oğlunun yaralandığını ve maluliyetinin oluştuğunu, dava dışı ….’in kazanın oluşumunda kusursuz olduğunu, davalı sürücünün İse tamamen kusurlu olduğunu, davacıların maddi ve manevi zarara uğradığını bildirerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile belirsiz alacak olarak şimdilik 5.000,00 TL maddi tazminatın davalı Sigorta Şirketi bakımından dava tarihinden itibaren poliçe limiti ile sınırlı olarak, davalı …. bakımından ise olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte mütesilsilen tahsiline, 50.000,00 TL manevi tazminatın da davalı ….’dan olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı …. vekili cevap dilekçesinde, davalının kusuru ve poliçe limiti kapsamında sorumluluklarının bulunduğunu, haksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı …. cevap dilekçesinde, kusursuz olduğunu bildirerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, iddia savunma ve dosya kapsamına göre; ” olayın meydana gelmesinde davalı ….’ın tam kusurlu olduğu, davacı çocuğun ise tamamen kusursuz olduğu, kaza nedeni ile davacıların oğlu ….’in 3.3 oranında maluliyetinin bulunduğu, davacıların isteyebileceği tazminat miktarının 22.732,42 TL olduğu, bu miktarın poliçe limiti ve süresi dahilinde olduğu bu bakımdan davalı sigorta şirketinin de sorumluluğunun bulunduğu, olayın meydana gelişi ve yaralanma durumu dikkate alınarak takdiren 5.000,00 TL manevi tazminatın tazminat yeterli görüldüğü gerekçesiyle, maddi tazminat talebi yönünden davanın kabulü ile 22.732,42 TL maddi tazminatın davalı …. A.Ş bakımından dava tarihinden itibaren, davalı …. yönünden kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, manevi tazminat talebi yönünden davanın kısmen kabulü ile 7.500,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalı ….’dan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Karara karşı davacılar vekili istinaf isteminde bulunmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ :
Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle, yerel mahkemece tarafları lehine manevi tazminat olarak 7.500 TL manevi tazminata hükmedildiğini, hükmedilen manevi tazminat tutarının da son derece düşük olduğunu, dava konusu trafik kazası neticesinde kazazede müvekkili ….’in genç yaşta malul kalmasının derin bir üzüntü içerisine girmesine neden olduğunu, kazaya tam ve asli kusuru ile alkollü şekilde sebebiyet veren davalı ….’ın ekonomik olarak da güçlü bir durumda olması göz önünde bulundurularak davacı lehine 50.000 TL’liktüm manevi tazminat taleplerine veya her halükarda daha yüksek bir tazminata hükmedilmesi gerektiğini, kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu bildirerek istinaf isteminde bulunmuştur.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, trafik kazası sonucu uğranılan bedensel zarar nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden,davacı ….’in 12/02/2001 doğumlu olduğu, 26/12/2015 tarihinde …. plakalı aracın davalı …. adına kayıtlı olduğu ve diğer davalı sigorta şirketi tarafından 18/12/2015-18/12/2016 tarihlerini kapsar şekilde zorunlu trafik sigorta poliçesi ile teminat altına alındığı, bedeni hasarlarda kaza başına teminat limitinin 290.000 TL olduğu, kazanın oluşumunda davalı ….’in %100 oranında asli ve tam kusurlu olduğunun İzmir 5. ATM nin 2016/99 esas sayılı dosyasında alınan ATK raporu ile tespit edildiği, davalı ….’ın kaza sonrası yapılan ölçümde 1.91 promil alkollü olduğunun tespit edildiği, davalı …. hakkında Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/276 esas sayılı dosyası ile taksirle ölüme ve yaralamaya sebebiyet verme suçundan kamu davası açıldığı, yargılama tarihi itibariyle ceza dosyasının derdest olduğu, Atatürk Üniversitesi ATK Ana Bilim Dalı Başkanlığının 21/02/2018 tarihli raporuna göre davacının maluliyetinin %3.3 oranında olduğu, mahkemece adli yardım talebinin reddine rağmen harç ikmali için davacıya süre verilmediği, dava değerine göre harç eksiğinin giderilmediği anlaşılmıştır.
İstinaf kanun yolu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ila 361. maddeleri arasında düzenlenmiş olup, “İncelemenin Kapsamı” başlığını taşıyan 355. maddede de düzenlendiği üzere; inceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır, ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü taktirde bunu re’sen gözetir.
Harçlar Kanunu harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözetilmesini hükme bağlamıştır. 492 sayılı Kanunun 32. maddesinde ise yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanmış 30. madde hükmü ile de “.. muhakeme sırasında tespit olunan değerin dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o celse için muhakemeye devam olunur; takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. HMK.’nun 150.(HUMK’nun 409.) maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
O halde, harca esas gerçek dava değeri üzerinden harç ikmali yapılmadıkça işin esasının incelenemeyeceği kuşkusuzdur. Bu kapsamda, Mahkemece davacının adli yardım talebi tensiben 29/01/2016 reddedilmiş, red kararına itiraz edilmesi sonucu İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesince 11/03/2016 itirazın reddine kesin olarak karar verilmiş, davacı vekilince 22/03/2016 tarihinde yeniden adli yardım talebinde bulunulması üzerine mahkemece adli yardım talebi dilekçenin üzerine şerh verilmek suretiyle reddedilmiş, dosya içerisinde davacının adli yardım talebinin kabul edildiğine dair ek karar veya ara karara rastanılmamıştır. Davanın niteliğine göre; konusunu oluşturan hakkın para ile değerlendirilmesinin mümkün bulunduğu ve nispi harca tabi olduğu kuşkusuzdur.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler karşısında, mahkemece davacının yatırması gereken eksik harç miktarı tespit edilerek eksik harç miktarı belirtilmek suretiyle ikmali hususunda davacı tarafa takip eden celseye kadar süre verilmesi, eksik harcın ikmal edilmemesi halinde anılan celsede dosyanın işlemden kaldırılmasına karar vermesi, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde eksik harç ikmal edilerek davanın yenilenip yenilenmeyeceğini beklemesi ve yenilenmediği takdirde kendiliğinden davanın açılmamış sayılmasına karar vermekten ibarettir.
İlk derece mahkemecesince, davacının yatırması gereken eksik harç miktarı tespit edilip belirtilerek, bir sonraki celseye kadar harç ikmali için süre verilmemiş olduğundan davanın esasına İlişkin karar verilmesi doğru olmamıştır.
Kabule göre ise, bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır.
Bu kapsamda, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün Kapsamı”başlıklı 297. maddesinde:
“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” şeklinde düzenleme mevcuttur.
Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar.
Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru B./ Arslan R./ Yılmaz E.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu İle tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Hukuk Genel Kurulunun 19.06.1991 gün ve 323 E., 391 K.; 10.09.1991 gün ve 281 E., 415 K.; 25.09.1991 gün ve 355 E., 440 K.; 19.04.2006 gün ve 2006/4-142 E., 229 K.; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981 E., 936 K.; 23.01.2008 gün ve2008/14-29 E., 4 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E., 254 K.; 18.06.2008 gün ve 2008/3-462 E., 432 K.; 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 455 K.; 24.02.2010 gün ve 2010/1-86 E., 108 K.; 28.04.2010 gün ve 2010/11-195 E., 258 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. Sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
Nitekim, 07.06.1976 gün ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür. ( HGK 22.03.2017 tarih 2017/11-79 esas 2017/542 karar sayılı kararı )
Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi kanun İle hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Yine 10.04.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay içtihatları Birleştirme kararında hâkimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olması gerektiğini öngörmektedir. Kısa kararda hükmedilmeyen bir yükümlülüğün gerekçeli kararda hüküm altına alınmış olmasının çelişki teşkil etmediğini söylemek olanaklı değildir. Yargı erkinin görev ve yetkisi, Anayasa ile yasaları amaçlarına uygun olarak yorumlayıp uygulamak, keza İçtihadı Birleştirme Kararlarının bağlayıcılığını gözetmekten ibarettir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir. Tefhim edilen hüküm başka, gerekçeli karardaki hüküm başka ise bu durumun mahkemelere olan güveni sarsacağı tartışmasızdır.
Öyle ki, İçtihadı Birleştirme Kararında bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde, başka hiçbir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz (veya istinaf) sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğine işaret edilmiştir.
Bu itibarla, denetime elverişli usulün aradığı niteliklere haiz bir kararın bulunması istinaf incelemesinin yapılabilmesinin ön şartı olup bu nitelikte olmayan bir kararla ilgili olarak istinaf denetim ve yargılaması yapılarak bir hüküm verilemeyecektir. Kararın gerekçesiz olması, kısa karar gerekçeli karar çelişkisi, gerekçe İle hüküm çelişkisi, hükmün fıkralarının kendi içerisinde çelişkili olması kamu düzenine ilişkin bir aykırılık olup mutlak bir istinaf sebebi olarak kabul edilmesi ve delillerin hiç değerlendirilmemiş olduğu derecesinde yargılama işlemleri eksik bırakıldığının kabulü gerekmektedir. Zira HMK’nın 355. maddesi gereği de Bölge Adliye Mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.
Bu açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; ilk derece mahkemesinin 28/06/2018 tarihli gerekçeli kararının gerekçe bölümünde davacı Murat için 5000TL manevi tazminat hükmedildiğine dair gerekçe yazıldığı halde gerekçeli kararın hüküm fıkrasında anılan davacı için 7500 TL manevi tazminata ilişkin bir hüküm kurularak çelişki oluşturulduğu anlaşılmıştır.
İlk derece mahkemesince yapılacak iş;harç ikmali yapılarak, özellikle Anayasanın :141/3. maddesi ve 6100 sayılı HMK’nın 27 ve 297. Maddeleri uyarınca vardığı yargıyı içerir ve denetlenebilir gerekçe ve hüküm oluşturmak olmalıdır.
Sonuç itibariyle; davacılar istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanununun 355/1 ve 353/1-a-5 maddeleri gereğince kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine ilişkin sebeplerden ötürü kaldırılmasına, dosyanın Dairemiz kararına uygun şekilde yeniden bir karar verilmek üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine, davacılar vekilinin sair istinaf taleplerinin bu aşamada İncelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacılar vekilinin istinaf başvurusunun manevi tazminat yönünden esasa ilişkin sebepler incelenmeksizin 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 355/1 ve 353/1-a-5 maddesi gereğince KABULÜNE, ilk derece mahkemesi kararının istinafa gelen yönlerden KALDIRILMASINA, yeniden esas hakkında bir karar verilmek üzere dosyanın kararı veren İLK DERECE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE,
2-Davacılar vekilinin istinaf taleplerinin kaldırma sebebine göre bu aşamada incelenmesine yer olmadığına,
3-Davacılar tarafından yatırılan istinaf karar ve ilam harcının talep halinde iadesine,
4-Davacılar tarafından yatırılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda dikkate alınmasına,
5-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından taraflar leh ve aleyhine istinaf vekâlet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-Hukuk Muhakemeleri Kanununun 27. ve 359/4. maddeleri gereğince kararın ilk derece mahkemesince tebliğe çıkarılmasına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a/5 maddesi gereğince kesin olarak 23/09/2021 oy birliğiyle karar verildi.