Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.
T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2020/2672
KARAR NO : 2023/874
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 18.08.2011 (Dava) – 20/10/2020 (Karar)
NUMARASI : 2014/390 Esas – 2020/517 Karar
DAVA : Menfi Tespit
BAM KARAR TARİHİ : 31/05/2023
KARARIN YAZIM TARİHİ : 31/05/2023
İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 20/10/2020 tarihli 2014/390 Esas ve 2020/517 Karar sayılı dosyasının incelemesi tamamlanmış olmakla HMK’nın 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; öncelikle, davalının müvekkilinden 17/06/2011 tarihli ihtarı ile talep ettiği tüm bedellerden B tipi acentelik dönemine isabet eden cari hesap döneminin TTK’nın 99. maddesi gereğince zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin 2009 yılında davalı tarafın B tipi acentesi olarak çalışmaya başladığını, 28/08/2016 tarihinden itibaren A tipi acente olduğunu, davalı tarafın müvekkiline 20/06/2011 tarihli ihtarı ile 31.550,57-TL borcunun olduğunu bildirdiğini, ihtarda borcun kaynağına dair hiçbir açıklama yapılmadığını, bunun üzerine cevabi ihtarname olarak açıklama istendiğini, davalı tarafın bildikleri kadarıyla Ege Bölgesindeki 33 adet acenteye bu şekilde haksız takip açtığını, kendi iç ilişkisinde oluşan sorunları acentelere yüklemeye çalıştığını, zamanında iptal etmesi gereken poliçeleri bildirimlere rağmen iptal etmediğini ya da teşvik komisyonlarını hesaplara eklememekten kaynaklanan hatalar olduğunu, davalı tarafın borcun kaynağını açıkça belirtemediğini, süspan hesap tablosu dışında hiçbir veri bulunmadığını, Ege Bölgesindeki kayıtların … müfettişleri tarafından incelendiğini, bir rapor hazırlandığını, bunun getirtilmesinin dava açısından faydalı olacağı kanaatinde olduklarını, sözde borç olarak çıkartılan meblağın kaynağı sorulmuş ise de davalı tarafın olumsuz tavır sürdürmeye devam ettiğini, davalı tarafın ihtarında 31.550,57-TL borç olduğunu bildirdiğini, oysaki müvekkilinin 10.000,00-TL civarında komisyon alacağının bulunduğunu, bu komisyon cari hesaptan düşülmüş ise borcun 41.550,00-TL olduğu anlamına geldiğini, bu hususa bilirkişilerin dikkat etmesi gerektiğini, incelemeler sırasında davalı tarafa fazladan ödenen meblağların çıkması halinde bu konudaki dava haklarının saklı tutulduğunu, davalı taraftan hesap özetleri ve kayıtları istendiği halde müvekkiline verilmediğini, taraflar arasında yapılan hesap mutabakatlarındaki tutarsızlıkların açıkça anlaşıldığını, kayıtları müvekkiline sunmamasının açıkça kötü niyetli olduğunu ortaya koyduğunu, oysa ki TTK 131/f.1 maddesinde; ”Müvekkil, acentenin ücrete hak kazanmış olduğu muamelelere ait defter kayıtlarının bir suretinin hesap cetveli ile birlikte acenteye vermeye mecburdur” şeklinde bunun açıkça düzenlediğini, müvekkilinin borcun kaynağının açıklanması halinde ödemelere ilişkin tüm açıklamaları yapacak durumda olduğunu, davalı tarafın yersiz ve hukuki neden belirtmeksizin cari hesapta müvekkiline borç çıkartmış olması nedeni ile işbu davayı açmanın zorunlu hale geldiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla hukuka aykırı olarak talep edilen 31,550,57-TL’den müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Sigorta Acenteliği Sözleşmesinin 18. maddesinin (j) bendinde davacı taraf ile müvekkili şirketin delil sözleşmesini düzenlediğini, işbu bentte; ”Bu sözleşmenin yürürlüğü esnasında veya daha sonra acentenin şirket defter ve muhasebe kayıtlarına göre çıkacak borçlarından ihtilaflarından dolayı herhangi bir borç ikrarına veya hesap mutabakatına yahut sair herhangi bir delil ve belge ibrazına gerek olmaksızın sadece şirketin defteri ve kayıtlarının delil teşkil edecektir. Şirket ile acente arasında Hukuk Yargılama Usulü Kanunu’nun 287.maddesine göre akdedilmiş olan bu delil anlaşmasında şirketin defter ve kayıtlarına Türk Ticaret Kanunu’nda ticari defterler hakkındaki hükümlere tabi olmaksızın delil teşkil edecekleri taraflarca kabul edilmiştir.” denildiğini, müvekkili şirketin defter ve kayıtlarından başkaca delil sunulamayacağının hüküm altına alındığını, bu itibarla şirketin defter ve kayıtlarının dikkate alınması gerektiğini, davacı tarafın iddialarının asılsız olup, acentelik ilişkisinin 03/02/2003 tarihli acentelik sözleşmesi ile başladığını, acentenin usulsüz olarak borçlarını ödememesi sebebiyle 17/06/2011 tarihli ve 20/06/2011 tarihli fesihname ihtarnamesi gönderilerek ilişkinin feshedildiğini, sigorta acenteliği sözleşmesinin 24.maddesinin (8/b) bendi ve 27/03/2000 tarihli yetkili sigorta acenteliği sözleşmesinin 24.maddesinin (b) bendinde; ”Bu sözleşme hükümlerine göre şirket ödemesi gereken primleri tayin ve tespit edilmiş bulunan şart ve süreler içinde ödemediği takdirde, şirket evvelce ihbarda bulunmaksızın ve hiçbir kanuni merasim icrasına gerek kalmaksızın derhal ve tek taraflı olarak sözleşmeyi iptal etme hakkına sahiptir.” denildiğini, davacı tarafın tacir olup basiretli tacir gibi davranmak zorunda olduğunu, tacirin karşılıklı borç ilişkilerinden kaynaklanan borcunu bilmediğini iddia etmesinin abesle iştigal olduğunu, bu itibarla davacının borcun ve cari hesabın kaynağını bilmediğine dair iddialarının yersiz olduğunu, davacı tarafın tahsil ettiği poliçe primlerini usulsüz olarak uhdesinde tuttuğunu ve müvekkilinin telafisi imkansız zararlara düçar kalmasına neden olduğunu, şirketi denetleyen kurumlardan biri olan … AŞ. Teftiş Kurulu Başkanlığının soruşturma raporunda yapılan usulsüzlüklerin tespit edilerek tek tek kalem kalem belirtildiğini, davacı … acentesinin ödemelerini sürekli aksattığı ve bu sebeple 16/06/2011 tarihi itibariyle 31.550,57-TL borcunun oluştuğunun tespit edildiğini, soruşturma raporu ve defterler incelendiğinde davacı tarafın haksız ve kötü niyetli olduğunun açıkça ortaya çıkacağını, rapora istinaden borcu bulunan yaklaşık 20’den fazla acentenin borcu kabul ettiğini ve bu acentelerle borç yapılandırılmasına gidildiğini, davacı yanın iddia ettiği gibi müvekkili şirketin acentelerine borcu yokken borç çıkartmasının söz konusu olmadığını, kaldı ki, acenteye soruşturma raporundan sonra ihtarname keşide edildiğini, zamanaşımına yönelik itirazın haksız ve yasal mesnetten yoksun olduğunu, davacı tarafın cari hesaplardan kaynaklanan alacakların 5 senelik zamanaşımına konu olduğunu iddia ettiğini, alacak zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğunu, kaldı ki davacı tarafın kötü niyetli olduğunu, kötü niyet durumunda zamanaşımı süresinden bahsedilemeyeceğini, bu nedenle zamanaşımı yönündeki iddialarının reddi gerektiğini, soruşturma raporu neticesinde davacı tarafın müvekkili şirketi 25,583,96-TL zarara uğratmasının ortaya çıkmasıyla davacı taraf hakkında “hizmet nedeniyle emniyeti suistimal” suçundan Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunulduğunu beyanla, davanın reddine ve davacı taraf aleyhine alacağın %40’ından az olmamak üzere tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
YEREL MAHKEME KARARI:
Mahkemece, “…Davalının, davacı acenteye İzmir 15. Noterliği’nden gönderdiği 17/06/2011 tarihli ihtarname ile ’16/06/2011 tarihi itibariyle 31.550,57 TL cari hesap alacağı olduğu’ nu bildirerek, ödenmesini istediği, davacı acentenin ise davalıya gönderdiği 29/06/2011 tarihli, 19567 yevmiye numaralı cevabi ihtarname ile ‘sigorta prim borcunun bulunmadığını, borcun kaynağının ne olduğunun anlaşılamadığını, kaynağının bildirilmesi durumunda ödeme makbuzlarının sunulacağını’ bildirdiği, davalının, bunun üzerine İzmir 15. Noterliği’nden gönderdiği 07/07/2011 tarihli ihtarname ile ‘acentelik sözleşmesinin 24-b maddesi gereğince sözleşmeyi feshettiğini’ bildirdiği, tarafların uyuşmazlık dönemine ilişkin ticari defterleri ile dayanağı belgeler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, davalı defterlerini talimat yolu ile inceleyen mali müşavir bilirkişinin 30/05/2012 tarihli raporunda özetle; davalı defterlerinin açılış ve kapanış tasdiklerinin süresinde yapıldığını, sahibi lehine delil olduklarını, davalı tarafın delil listesi ekinde sundukları mutabakat mektubunda ’30/09/2010 tarihli CH borcunuz 24.465,28 TL + 1.790,61 TL’ ibaresinin bulunduğunu, bu belgenin üzerinde davacının mutabık olduğuna ilişkin kaşe ve imzanın bulunduğunu, davalı defterlerine göre davalı alacağının 27.027,28 TL olduğunu, ancak idari takip hesabında davalı alacağının 30.459,95 TL olduğunu bildirdiği, mali müşavir bilirkişi … 06/06/2016 tarihli ek raporunda özetle; davacının defterlerinin işletme defteri olduğunu, bunlarda nitelikleri gereği gelir ve gider tahakkuklarının yer aldığını, incelenen poliçelere, defter kayıtlarına, ödeme belgelerine ve tüm dosya içeriğine göre davacının davalıdan 2011 yılı Haziran ayı itibariyle 7.631,69 TL alacağının olduğunu, bu nedenle de 31.550,57 TL borcunun bulunmadığını bildirdiği, mali müşavir bilirkişi … ile hukukçu bilirkişi …’in 12/03/2018 havale tarihli 2. ek raporlarında da; davacı alacağının 7.631,59 TL olduğunu, davacı borcunun bulunmadığını bildirdiği, dava konusu uyuşmazlığın cezai yönden yargılamasının Marmaris 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/438 Esas-2014/475 Karar sayılı dava dosyasında yürütüldüğü, bu dava sonucunda; ‘hizmet nedeniyle emniyeti suistimal’ suçundan dolayı ‘sanığın (davacının) müşteki (davalı) şirkete borcunun olmadığı, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olduğu’ gerekçesiyle ‘beraatine’ ilişkin 05/11/2014 tarihli kararın verilmiş olduğu, ceza dosyasında kararın dayanağı olarak İzmir 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2011/328 Esas sayılı dosyasında aldırılan 02/05/2014 tarihli bilirkişi raporunun gösterildiği, bu rapor incelendiğinde; Ortaca 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/152 Esas sayılı talimat dosyasında görevlendirilen bilirkişi … tarafından düzenlenmiş olup raporda; ‘davacı …’ün …’dan (davalıdan) 26.069,67 TL alacağının olduğu’ tespitine yer verildiğinin görüldüğü, bu kararın temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 15. Ceza Dairesi tarafından onanarak 18/02/2020 tarihinde kesinleşmiş olduğu, ceza mahkemesinin karar gerekçesinde ’02/05/2014 tarihli bilirkişi raporuna göre davacının, davalı şirkete borcunun bulunmadığı hususunun sabit olduğu’ belirtilmek suretiyle beraat kararı verildiği, Marmaris 3.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/438 Esas-2014/475 Karar sayılı dava dosyasında taraflar arasındaki acentelik sözleşmesine dayalı cari hesapla ilgili olarak ‘hizmet nedeniyle emniyeti suistimal’ suçundan dolayı değerlendirme yapılmış olması ve ‘sanığın (davacının) müşteki (davacı) şirkete borcunun olmadığı, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediği’ gerekçesiyle beraat kararı verilmiş bulunması karşısında, ceza mahkemesinin kararının bu davanın konusu olan borcun var olup olmadığı noktasında da belirleyici olacağından ve davanın sonucunu etkileyeceğinden, Marmaris 3.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/438 Esas-2014/475 Karar sayılı kararının kesinleşmesinin beklenmesine karar verildiği, mahkemece verilen kararın Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 18/02/2020 tarihli, 2018/1606 Esas-2020/2274 Karar sayılı karar ile onanarak 18/02/2020 tarihinde kesinleştiği, taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin 18. maddesinin (j) bendinde; ‘Bu sözleşmenin yürürlüğü sırasında veya daha sonra acentenin şirket defter ve muhasebe kayıtlarına göre çıkacak borçlarından ve ihtilaflarından dolayı herhangi bir borç ikrarına veya hesap mutabakatlarına yahut herhangi bir delil ve belge ibrazına gerek olmaksızın sadece şirketin defter ve belgelerinin delil teşkil eder. Şirket ile acente arasında Hukuk Yargılama Usulü Kanunu’nun 287. maddesine göre akdedilmiş olan bir delil anlaşmasında şirketin defter ve kayıtlarının Türk Ticaret Kanunundaki ticari defterler hakkındaki hükümlere tabi olmaksızın delil teşkil edecekleri taraflarca kabul edilmiştir. Acente başkaca bir delil ve belgeye ve teminat gösterilmesine gerek olmadan münhasıran şirketin defter ve kayıtlarına müsteniden acente hakkında mahkemeden ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir istenebileceğini şimdiden kabul etmiştir.’ dendiği, bu düzenlemeyle birlikte davalı şirket defterlerinin sözleşmenin düzenlendiği tarihte yürürlükte olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 287. maddesi çerçevesinde yazılı delil sözleşmesi niteliğinde olduğu, kural olarak, taraflar arasındaki acentelik ilişkisinin fesihle sona ermesinden sonra davalı tarafın alacaklı olduğunu ve davacı tarafın da borcunun bulunmadığını ileri sürdükleri eldeki bu davada uyuşmazlığın çözümünde davalı şirkete ait defter ve kayıtların esas alınacağı asıl ise de; bu durumun, aynı konuda davacı tarafın yasal delillerini sunma olanağını ve mahkemenin araştırma yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağı, davacı defterlerini inceleyen bilirkişilerin raporlarında; ‘davacının borcunun bulunmadığını, aksine davacının alacaklı olduğunu’ bildirmiş olmalarının yanı sıra esasen dava konusu uyuşmazlığın görüldüğü ve davacının yargılandığı ceza davasında İzmir 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2011/328 Esas sayılı dosyasında aldırılan 02/05/2014 tarihli bilirkişi raporu dayanak tutulmak suretiyle ‘davacı sanığın, müşteki (davalı) şirkete borcunun olmadığı, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediği’ gerekçesiyle beraat kararı verilip kesinleşmiş olduğundan, bu kararın, dava konusu borcun var olup olmadığı noktasında belirleyici ve davanın sonucunu etkiler nitelikte olduğu, bu mahkemenin kesinleşen kararı doğrultusunda davacının davalı şirkete borcunun bulunmadığı anlaşıldığından, haklı görülen davanın kabulüne karar vermek gerekmekle, sonuç olarak; DAVANIN KABULÜ İLE; feshedilen acentelik sözleşmesi nedeniyle davacının, davalıya 31.550,57 TL borçlu olmadığının tespitine….” şeklinde karar verilmiştir.
İSTİNAF İTİRAZLARI:
Davalı vekili tarafından, “…Davayı kabul anlamına gelmemek kaydıyla her durumda, taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin 18. maddesinin (j) bendinde; ‘Herhangi bir delil ve belge ibrazına gerek olmaksızın sadece şirketin defter ve belgeleri delil teşkil eder…’ dendiğini, müvekkili şirketin defterlerini talimat yolu ile inceleyen mali müşavir bilirkişi raporunda özetle; ‘…davalı defterlerinin sahibi lehine delil olduklarını, davalı tarafın delil listesi ekinde sundukları mutabakat mektubunda, -30/09/2010 tarihli CH borcunuz 24.465,28 TL + 1.790,61 TL- ibaresinin bulunduğunu, bu belgenin üzerinde davacının mutabık olduğuna ilişkin kaşe ve imzanın bulunduğunu, davalı defterlerine göre davalı alacağının 27.027,28 TL olduğu, ancak idari takip hesabında davalı alacağının 30.459,95 TL olduğu’ nun bildirildiğini, işbu sebeple arada akdedilen delil sözleşmesine bağlı kalınarak sadece müvekkili şirket kayıtlarına itibar edilerek tanzim edilen bilirkişi raporuna itibar edilmesi gerekirken yerel mahkeme dosyasında ve bekletici mesele haline getirilen ceza dosyasında yer alan bilirkişi raporlarına itibar edilerek hüküm kurulmasının yerinde olmadığını, bilirkişi raporlarında da görüleceği gibi davacı tarafın ticari defterlerinde kapanış tasdikinin olmadığını, dava dosyasına sunulan ticari defterlerin kapanış tasdikinin olmamasının defterlerin güvenilir delil olma özelliğini ortadan kaldırdığını, hem HMK hem TTK maddelerinin, bilirkişinin dayanak olarak gösterdiği davacı tarafın ticari defterlerinin güvenilirliğinin olmadığını ve lehe delil olarak kullanılamayacağının kanıtı olduğunu, tarafların tacir olmak ile birlikte arada akdedilen delil sözleşmesine bağlı kalınarak yani sigorta şirketinin ticari defterlerini tek taraflı delil sayan Yargıtay kararlarınca sadece müvekkili şirket kayıtlarına itibar edilmesi gerektiğini, müvekkili şirkete ait 2005 – 2011 yılları arası ticari defterlerin incelendiğini, ancak bilirkişi raporunda müvekkili şirketin ticari defter ve kayıtları üzerinde sadece 2011 yılı dökümünün yer aldığı ve bunun da delil olabilmesi için yeterli olmadığının belirtildiğini, bu yüzden yargılama aşamasındaki bilirkişi raporuna dair itirazlarının da yerinde olduğunu, taraflar arasındaki sözleşmenin 24.02.2003 tarihinde başladığını ve davacı tarafın borçlarını usulsüz olarak ödememesi üzerine işbu davanın haiz olduğunu, müvekkili şirketin ticari defterlerini tek taraflı delil sayan Yargıtay kararını da göz önüne aldıklarında tebliğ edilmiş olan bilirkişi ek raporunda davacının borçlu gözükmemesi gibi bir durumun söz konusu dahi olmaması gerektiğini, raporda; münhasır delil sözleşmesinin karşı tarafın delil ibrazını ve defter ibrazını engellemeyeceği denilerek, davacının borçlu gözükmediğinin tespitine katılmalarının mümkün olmadığını, bilirkişi raporları incelendiğinde, raporlar arasında çelişki olduğunun ortada olduğunu, yeniden bilirkişi incelemesi yapılıp aradaki çelişkilerin açıklanması gerekirken 10.01.2019 tarihli son bilirkişi raporunun hükme esas alınmış olmasının yerinde olmadığını (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2017/1033 E.-2018/11300 K., Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Esas No:2014/3440-Karar No:2014/7880), tarafların usulüne uygun olarak bildirdikleri delil listelerinde bulunan delillerin toplanması ve eksik incelemeye dayalı hüküm kurulmaması gerektiğini, davacı tarafça her ne kadar alacağın zamanaşımına uğradığı iddiası ileri sürülmüş olsa da yalnızca zamanaşımı iddiası ileri sürülerek menfi tespit davası açılamayacağını, zamanaşımının alacaklı tarafından açılacak bir dava veya takipte def-i olarak ileri sürülebileceğini, bu sebepten ötürü de davanın reddi gerektiğini, ayrıca ceza mahkemesinin beraat kararlarının hukuk hakimini bağlamayacağını, işbu sebeple yerel mahkeme kararındaki red gerekçesi olarak; ‘ceza davasındaki kararın davanın konusu borcun var olup olmadığı noktasında belirleyici ve davanın sonucunu etkiler nitelikte olduğu, bu mahkemenin kesinleşen kararı doğrultusunda davacının davalı şirkete borcunun bulunmadığı anlaşıldığından, haklı görülen davanın kabulüne karar vermek gerektiği’ hükmünün yerinde olmadığını, hüküm kurmaya elverişli olmayan eksik ve hatalı raporların hükme esas alındığını…” beyanla, mahkeme kararı istinaf kanun yoluna getirilmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, acentelik sözleşmesi ilişkisinde borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; yukarıda yazılı gerekçelerle davanın kabulüne karar verildiği, karara karşı davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmıştır.
Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinde; taraflar arasındaki 03.02.2003 tarihli acentelik sözleşmesinin 17.maddesinde açıkça, acentenin sigorta poliçeleri uyarınca yaptığı tahsilatların “emanet para” hükmünde olduğunun ve süresi içerisinde şirkete ödenmemesi halinde TCK hükümlerinin uygulanacağının düzenlenmiş olduğu, davalı şirket tarafından da bu kapsamda davacı acente hakkında yapılan şikayet nedeniyle “hizmet nedeniyle emniyeti suistimal” suçundan dolayı Marmaris 3.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/438 E.-2014/475 K. sayılı dosyasında ceza yargılaması yapılmış olduğu, ceza mahkemesince verilen beraat kararının gerekçesinin; “….sanık hakkında katılan kurumun acenteliğini yaptığı sırada kurum adına topladığı pirimlerden bir kısmını kuruma ödemeyerek hizmet nedeni ile güveni kötüye kullanma suçundan kamu davası açılmış ise de sanığın katılan kuruma borcunun olmadığı sabit olduğundan sanığın atılı suçu işlemediği anlaşılmakla, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması nedeni ile CMK’nın 223/2-b maddesi gereğince beraatine….” şeklinde olduğu ve bu kararın temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 15. CD’nin 2018/1606 E.-2020/2274. K. sayılı ilamı ile onanmak suretiyle kesinleştiği, buna göre; ceza yargılaması konusunun da eldeki davadaki acentenin tahsil ettiği primleri davalıya ödeyip ödemediğine özgü olup, davacının üzerine atılı eylemi “işlemediğinin sabit olduğu”na dair ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesi bakımından da bağlayıcı olduğu, ispat yükü üzerinde olan davalı sigorta şirketinin davacının tahsil edip de davalıya ödemediği sigorta primleri olduğunu ispatlayamadığı, ihtar tarihi itibariyle davalının, davacının bahse konu borcu olduğunu ispatlayamadığı, kaldı ki, davalının kendi defterlerinde de alacak miktarlarının farklılık arz ettiği, davalının alacağını yalnızca sigorta prim alacağına değil, davacı ile aralarındaki cari hesaba dayandırmış olup, davacının komisyon alacağı, vs.alacakları ile mahsuplaşma sonucunda cari hesap bakiyesinin ancak belirlenebileceği açık olmakla, davalı tarafça cari hesaba dayanak edildiği savunulan ilgili poliçelerin somutlaştırılmadığı, taraflar arasındaki delil sözleşmesi hükmünün davacı tarafça da iddialarına dair delil sunulabilmesini ortadan kaldırmayacağı, yine delil sözleşmesinin davalı defter ve kayıtlarının “dayanakları”yla ortaya konulması gerekliliğini de ortadan kaldırmayacağı anlaşılmakla, davalı vekilinin istinaf itirazlarının esastan reddi gerekmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, HMK 355. madde gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme neticesinde; davalı vekilinin istinaf itirazlarının HMK’nın 353/1-b.1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere:
1-Davalı vekilinin İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/390 Esas – 2020/517 Karar sayılı kararına yönelik istinaf itirazlarının HMK’nın 353/1-b.1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-İSTİNAF AŞAMASINDA; davalıdan alınması gereken 2.155,21-TL istinaf karar harcından peşin alınan 422,00-TL’nin mahsubu ile eksik kalan 1.733,21-TL’nin davalıdan alınarak Hazine’ye gelir kaydına,
3-Davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendisi üzerinde bırakılmasına,
4-HMK 333.maddesi uyarınca karar kesinleştiğinde varsa taraflarca yatırılan avansdan kalan bakiyenin yerel mahkemece hesaplanarak ilgili olduğu tarafa iadesine,
5-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
6-Kararın taraflara tebliği, kesinleştirme, harç ve avans iade işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine,
Dair; dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 31/05/2023