Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2020/2084 E. 2023/443 K. 16.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2020/2084
KARAR NO : 2023/443

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 25/09/2019 (Dava) – 19/02/2020 (Karar)
NUMARASI : 2019/442 Esas – 2020/91 Karar
DAVA : Ticari Şirket (Şirket Ortaklık Payı Alacağının Tahsili Kaynaklı)
BAM KARAR TARİHİ : 16/03/2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 16/03/2023
İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen İzmir 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 19/02/2020 tarihli 2019/442 Esas ve 2020/91 Karar sayılı dosyasının incelemesi tamamlanmış olmakla HMK’nın 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
DAVA :
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili davacı hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/29862 numaralı dosyasında soruşturma başlatıldığını, akabinde müvekkilinin ortağı ve yöneticisi olduğu … Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ne İzmir 4. Sulh Ceza Hakimliği’nin 2016/3664 D.İş. sayılı ve 29/09/2016 tarihli kararı ile kayyım atanmasına karar verildiğini, karar sonrasında şirketin yönetiminin … tarafından görevlendirilen kayyım heyeti tarafından yapıldığını, kayyımın görevi şirketin tüm olağan işlemlerinin aynen devamının sağlanması olup olağan görevlerinden birinin de şirket ortaklarının alacaklarının tesisi olduğunu, şirketin 29.09.2016 tarihinden itibaren kayyım heyeti tarafından yönetilmekte olup 3 yıla yakın bir süredir ortaklara paylaştırılması ve iadesi gereken hiçbir maddi karşılığın ödenmediğini, müvekkilin mal varlığının müsadere edilmediğini, şirketin mülkiyetinin halen davacıda olduğunu, mülkiyet hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 Nolu Protokol ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35. maddesi ile mutlak koruma altında olduğunu, ayrıca Sulh Ceza Hakimliği kararında ve dosyasında şirket mal varlığının suç icrası ile elde edildiği ya da suça konu olduğuna ilişkin hiçbir delil ve olgu bulunmadığını, mülkiyet hakkına ve özel teşebbüse yasa ile getirilecek sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesine uygun şekilde düzenlenmesi ve kayyım yönteminin tatbikinde Anayasa ile kişiye sağlanan güvencelerin dikkate alınması ile malvarlığı üzerinde genel elkoyma ile müsaderenin yasak olduğunun unutulmaması gerektiğini, şirkete tedbiren yönetim kayyımı atanmasının müvekkilinin şirket malvarlığından yararlanamayacağı anlamına gelmediği gibi müvekkiline makul bir maaş ve diğer alacaklarının ödenmesinin gerektiğini, aksi yönde bir mevzuat yada içtihat bulunmadığını, kayyım atanması işleminin yasal dayanağı olan; CMK’nun 133. maddesi ile 6758 sayılı Kanunun 19. maddesinde ve 17 Ocak 2017 tarihli Resmî Gazete Yayımlanan 19. maddenin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esasları Belirleyen Tebliğde haklarında henüz müsaderesine karar verilmemiş yada tasfiye edilmemiş şirketlerin hissedarlarının geçimlerine dair bir düzenlemenin mevcut olmadığını, bu nedenle başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa olmak üzere genel hükümler gözetilerek bir çözüm bulunması gerektiğini, bu çözümde Türk Medeni Kanunu’nun 1, 4 ve özellikle 5. maddesinin hakim tarafından dikkate alınmak zorunluluğunun bulunduğunu, CMK’nun 133 (3) maddesinde kayyım işlemlerine karşı Türk Medeni Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin uygulanacağının açıkça belirtildiğini, T.T.K.’nun 394, 507 ve 511. maddeleri uyarınca müvekkilinin maddi haklarının iadesinin gerektiğini, müvekkilinin hayatını idame ettirebilmesi ve çocuklarının eğitimi gibi ihtiyaçları için makul ve düzenli bir gelire sahip olması gerektiğinin muhakkak olduğunu, Türk Medeni Kanunu uyarınca belirli sebeplerle mal varlığının idaresi için kayyım atanmış kişiye, hayatını idame ettirmesi için gerekli olan paranın kendi mal varlığından verilmesi ya da olağan dışı ama gerekli olan bir ihtiyaç için vesayet makamı olan Sulh Hukuk Hakimliği kararı ile harcama yapabilmesine olanak tanınması gibi CMK 133 maddesi kapsamında da hissedar olduğu şirkete kayyım atanan kişinin hayatını idame ettirebilmesi ve ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için düzenli bir maaş bağlanmasının zorunlu olduğunu bildirmiş, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davalı şirkete kayyım atandığı 20/09/2016 tarihinden itibaren doğan ve şirket hesaplarında yapılacak inceleme sonucunda belirlenecek kâr payı alacağı, kazanç payı, huzur hakkı, maaş alacağı bedeli olarak her bir alacak kalemleri için şirket kayıtları ile tespit edilecek muacceliyet tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte şimdilik 20.000,00-TL’nin ve dava tarihinden itibaren işleyecek her ay için 10.000,00-TL maaşın müvekkiline ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; dava dilekçesini, HMK.’nun 119. maddesi hükümlerine uygun olarak düzenlenmediğini, davacının yerleşim yerinin gösterilmesi zorunlu olmasına karşın, dilekçede adresinin gösterilmediğini, dava konuları birbirinden farklı olan taleplerin ileri sürüldüğünü, her bir talep açısından talep edilen tutarların ayrıştırılması ve hangi talep için hangi miktarın talep edildiğinin gösterilmesi gerektiğini, bu eksikliklerin verilen sürede giderilmemesi halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiğini, bir kısım talepler açısından davacının taraf ehliyetinin bulunmadığını, huzur hakkı talep edilmesi için öncelikle yönetim kurulu üyesi, maaş talebi için ise, şirketin sözleşmeli çalışanı olmak gerektiğini, davacının yönetim kurulu üyesi olmadığı gibi, çalışanı da olmadığını, bu kalemler yönünden davacının taraf sıfatının bulunmaması nedeniyle davanın davacı ehliyetinin bulunmaması sebebiyle reddinin gerektiğini, şirketlerin kar dağıtımına T.T.K.’nun 507 (1) maddesi hükmü uyarınca ortaklar genel kurulu veya genel kurul tarafından karar verildiğini, bu kurullar tarafından alınmış bir karar olmadığını, bu nedenle dava şartının bu talepler yönünden bulunmadığını, kazanç payı dağıtımı konusunda da karar verilmemesi nedeniyle bu talep yönünden de dava şartı bulunmadığını, şirketin kar elde edip etmemesinin de talebe etkili olduğunu, 674 sayılı KHK ve bir kısım hükümler eklenmesine karar verilen 694 sayılı KHK gereğince, yönetimine …’nin kayyum olarak atandığı şirketlerin genel kurul yetkileri, 674 sayılı KHK ve 694 sayılı KHK gereğince … Fon Kurulu’na verildiğini, Fon Kurulu tarafından kar dağıtımına ilişkin alınan her hangi bir karar bulunmadığını, davalı şirkete eski yönetici ve ortaklarının FETÖ/PDY Silahlı terör örgütü ile irtibatlı/iltisaklı olmaları gerekçesi ile başlatılan soruşturma kapsamında, CMK.’nun 133. maddesi hükmü gereğince ve 674 sayılı KHK m.19 hükümleri doğrultusunda, …’nun kayyum olarak atanmasına karar verildiğini, bu nedenle davacı ve diğer tüm yönetim kurulu üyelerinin yetkileri sona erdiği gibi, şirket ortaklarının ortaklıktan kaynaklanan haklarının da tümünün askıya alındığını, şirketin eski yönetici ve ortaklarının, şirketin faaliyeti döneminde şirket gelirlerini terör örgütünün finansmanında kullandıkları, şirket faaliyetlerinin terör örgütü ve terörün finansmanına yönelik olarak kullanılması, şirketin suçtan elde edilen gelirle oluşturulması, gelişiminin sağlanması gerekçeleri ile kayyum atandığını, şirketin eski yönetici ve ortaklarının önemli bir kısmının da halen firarda olup sürdürülmekte olan kovuşturmalarda, şirket hakkında kovuşturma yürütülen ortaklarının hisselerinin müsaderesinin talep edildiğini, davacının maaş talebinin yasal dayanağının bulunmadığını, dayanak olarak gösterilen CMK’nun 133. maddesi kapsamında gelir bağlama görevinin asliye ticaret mahkemesi olmadığının açık olduğunu, davanın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün aldığı bir kararın uygulaması olduğu konusunda toplumda yaygın bir kanaat bulunduğunu, hukuki dayanağı olmasa da, davalar açmak suretiyle örgüt faaliyetlerinin devamlılığının sağlanmasının amaçlandığı kuşkusunun toplumda uyandırıldığını, davanın tümü ile yasal dayanaktan yoksun bulunduğunu bildirmiş, her bir talebin somutlaştırılması ve dilekçedeki eksiklerin verilecek sürede tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına, huzur hakkı, ikramiye, kar payından yönetim kurulu üyesine pay ödenmesi taleplerinin davacı taraf ehliyeti yokluğu, davacının ileriye dönük maaş talebi için görevsizlik, kar payı dağıtılması talebi yönünden dava şartı yokluğu ile davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk derece mahkemesince; “…Davanın kazanç payı, huzur hakkı ve yöneticilik sıfatına bağlı olarak aylık maaş ödenmesi istemleri yönünden davacının aktif husumet sıfatının bulunmaması nedeniyle REDDİNE, Davanın ortaklık sıfatına bağlı olarak dava tarihinden itibaren aylık maaş ödenmesi ve kâr payı talebi yönünden dava şartı yokluğu nedeniyle usulden REDDİNE…” şeklinde karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; 6102 sayılı TTK’nın 394.maddesinde, “yönetim kurulu üyelerine, tutarı esas sözleşmeyle veya genel kurul kararıyla belirlenmiş olmak şartıyla huzur hakkı, ücret, ikramiye, prim ve yıllık kârdan pay ödenebilir.” şeklinde belirtildiğini, yönetim kurulu üyelerinin mali hakları herhangi bir genel kurul kararı olmasa da esas sözleşmede bulunması şartıyla kanundan doğmadığını, dava konusu alacak taleplerinin, hali hazırda 20.09.2016 tarihinden sonra doğması gereken ve kayyumun şirketi idare etmesi sonucu hesaplanarak müvekkil davacıya aktarılması gereken alacak talepleri olduğunu, ancak yalnızca şirketi yönetmekle görevli olan kayyum görevinin yerine getirilmemesinden kaynaklı olarak müvekkili davacının mali haklarına kavuşmasının mümkün olmadığını, davacının yönetim kurulu üyeliğinin sona erdiğine dayandığını ancak, şirkete kayyum atanmış olması durumunun, yalnızca bir tedbir uygulama şekli olduğunu, idarenin tedbiren kayyuma devredilmiş olmasının, yine tedbirin uygulandığı sırada müvekkili davacının mali haklarının yerine getirilmeyeceği anlamına gelmediğini, müvekkili hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/29862 numaralı soruşturma başlatıldığını, akabinde müvekkilin ortağı ve yöneticisi olduğu davalı şirkete İzmir 4. Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/3664 Değişik İş sayılı 29/09/2016 tarihli karar ile kayyım atanmasına karar verildiğini, bu tarihten itibaren şirket yönetiminin … tarafından görevlendirilen heyet tarafından gerçekleştirildiğini, müvekkilinin halen şirket ortağı olduğunu, ortaklıktan kaynaklanan alacak haklarının ivedilikle iadesini talep ettiklerini, müvekkilinin veya ortağı bulunduğu şirketin malvarlğının müsadere edilmediği gibi eğer bir müssadere kararı varsa davalı tarafça dosyaya ibraz edilmesi gerektiğini, bilindiği üzere; …’nin görevinin, soruşturmanın/kovuşturmanın devamı süresince şirketi bütünü ile yönetmek ve incelemek olduğunu, şirket ortaklarının şirket nezdinde gerçekleştirdiği suç unsuru mahkeme kararı ile sabit olana kadar şirketin devamının piyasadaki konumunu koruyarak – aynen devamını sağlamak olduğunu, bu durumu yalnızca şirket nezdinde yapılan denetim şeklinde değerlendirilmesi gerektiğini, aynı zamanda kayyımın görevinin şirketin tüm olağan işlemlerinin aynen devamının sağlanması olduğunu, olağan görevlerden birinen de şirket ortaklarının alacak haklarının tesisi olduğunu, şirketin 29.09.2016 tarihinden itibaren … tarafından görevlendirilen heyet tarafından yönetildiğini, 3 yıla yakın bir süredir ortaklara paylaştırılması, iadesi gereken hiçbir maddi karşılık (kar payı, huzur hakkı, maaş ödemesi vb.) ödenmediğini, müvekkilinin şirket menfaatlarinden uzak tutulduğunu, her ne kadar kayyım heyeti ceza hukuku gereği olarak atanmış ise de uyuşmazlık halinde uygulanacak mevzuatın TTK olduğunu, müvekkilinin mal varlığının müsadere edilmediğini, şirket mülkiyetinin halen kendisine ait olmasına rağmen yönetimin tedbiren el değiştirdiğini, tüm şirketlerdeki ortaklık paylarının malvarlığı/mülkiyet hakkı kapsamında olduğunu, CMK’nun 133. maddesi kapsamında sadece bir tedbir olarak şirketlerin yönetiminin kayyım heyetine geçmiş olmasıırı bu durumu değiştirmeyeceğini, kaldı ki mülkiyet hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ek 1 nolu prokol ve Anayasamızın 35. maddesi ile mutlak koruma altında olduğunu, ayrıca ne kayyım atanmasına dair Sulh Ceza Hakimliği kararında ne iş bu dosyada mübrez kayıtlarda müvekkilinin hissedarı olduğu şirketlere ilişkin olarak suç icrası ile elde edildiği yada suça konu olduğuna ilişkin hiçbir delil/olgu bulunmadığını, dolayısı ile mülkiyet hakkının kime ait olduğu konusunda hiçbir tereddüt/tehdit yada kuşku bulunmadığını, mülkiyet hakkına ve özel teşebbüse yasa ile getirilecek sınırlamaların Anayasa m.13’e uygun şekilde düzenlenmesi gerektiğini, kayyım yönteminin tatbikinde, anayasa ile kişiye sağlanan güvencelerin dikkate alınması gerektiğini ve malvarlığı üzerinde genel elkoyma ile müsaderenin yasak olduğunun unutulmaması gerektiğini, şirketler üzerinde tedbiren yönetim kayyımı atanmasıırı müvekkili şirketsı malvarlığından yararlanamayacağı anlamına gelmediği gibi aslen hukuk düzeni gereğince müvekkiline makul bir maaş ve diğer alacaklarının ödenmesi gerektiğinin de açık olduğunu, kaldı ki bu durumun aksinin iddia edilmesini gerektirecek hukuken kabul görmüş ve uygulanan bir mevzuat yada içtihat bulunmadığını, genel hukuk kaideleri gerekse anayasa ve uluslararası mevzuat ile koruma altına alınan yaşam hakkı,mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı, hak arama hürriyeti gibi temel haklarının sınırlandırılmasının mümkün olmadığını, somut olayda delillendirilmemiş gerekçesiz şüpheye dayanılarak yapılan sınırlamanın hiçbir suretle kabul edilebilir bir yanı olmadığını, soruşturma kapsamında şirketlere kayyım atanması işleminin yasal dayanağı olan; CMK’nun 133. maddesinde, 6758 sayılı kanunun 19. maddesinde ve 17 ocak 2017 tarihli resmî gazete yayımlanan 19. maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirleyen tebliğde haklarında henüz müsaderesine karar verilmemiş yada tasfiye edilmemiş şirketlerin hissedarlarının geçimlerine dair hiçbir düzenlemenin mevcut olmadığını, oysa bu düzenlemelerde şirketlerin kayyımlar tarafından ne şekilde yönetileceği, alacakları ücretler dahi belirlenmiş iken kanunkoyucu soruşturma aşamasında masumiyetleri asıl olan hissedarların ne şekilde bir geçim sağlayacaklarını düşünmediğini, dolayısı ile, Türk Hukukunda özel düzenleme bulunmayan alanlarda özellikle kişi hak ve hürriyetleri kapsamında başta avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa olmak üzere genel hükümler gözetilerek bir çözüm bulunacağını, yine Türk Medeni Kanununun 1, 4 ve özellikle 5. Maddelerinin hakim tarafından dikkate alınmak zorunda olduğunu, Türk Medeni Kanunu 5. madde kapsamında; soruşturma aşamasında hukuken bir tüzel kişilik olan şirketlere atanan kayyım heyeti aslında Türk Medeni Kanunun 426 ve devamı maddelerinde düzenlenen kayyımlık görevi gördüğünü, kayyımlık kurumuna ilişkin düzenlemelerin genel olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda yer aldığını, kayyımlık ile ilgili hükümllerin vesayete dair üç bölüm içine dağıtılıdğını, ayrıca vasiliğe ait bazı hükümlerin de kıyas yoluyla kayyımlığa uygulanmasının kabul edildiğini, başka bir ifadeyle, vasiliğe ilişkin hükümlerin, kayyımlığın bünyesine aykırı düşmedikçe kayyımlık hakkında da uygulanacağını, 5271 sayılı CMK’nun 133/3 . maddesinde de; kayyım işlemlerine karşı Türk Medeni Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin uygulanacağının açıkça belirtildiğini, TTK gereğince müvekkilin maddi haklarının iadesi gerektiğini, TTK madde 394 gereğince müvekkilinin şirket nezdinde doğan alacak haklarının tesisi zorunlu olduğunu, bu haklardan müvekkilinin mahrum bırakılmasına esas hiçbir kararın da bulunmadığını, özellikle müvekkilinin hayatını idame ettirebilmesi ve çocuklarının eğitimi gibi ihtiyaçları için makul ve düzenli bir gelire sahip olması gerektiğini, Türk Medeni Kanunu uyarınca belirli sebeplerle mal varlığının idaresi için kayyım atanmış kişiye, hayatını idame ettirmesi için gerekli olan paranın kendi mal varlığından verilmesi gibi ya da olağan dışı ama gerekli olan bir ihtiyaç için vesayet makamı olan Sulh Hukuk Hakimliği kararı ile harcama yapabilmesine olanak tanınması gibi CMK 133 maddesi kapsamında da hissedar olduğu şirkete kayyım atanan kişinin hayatını idame ettirebilmesi ve ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için düzenli bir maaş bağlanmasının zorunlu olduğunu, nitekim her ne kadar bu talepler sebebiyle arabuluculuk başvurusu yapılmışsa da; arabuluculuk görüşmelerinin taleplerinin kabul edilmemesi sebebiyle anlaşamama ile sona erdiğini belirterek kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, CMK’nın 133. maddesi kapsamında Sulh Ceza Hakimliği tarafından yönetim kayyımı atanmasına karar verilen davalı şirketin ortağı ve kayyum atanmadan önceki yöneticisi olup hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma devam eden davacının, kayyım atanma tarihinden itibaren işlemiş ortaklık ve eski yöneticilik sıfatından kaynaklanan kâr payı, kazanç payı, huzur hakkı ve maaş ödenmesi ile dava tarihinden itibaren işleyecek her ay için maaş ödenmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; yukarıda yazılı gerekçelerle kazanç payı, huzur hakkı ve yöneticilik sıfatına bağlı olarak maaş alacaklarına ilişkin istemleri yönünden davacının aktif husumetinin bulunmaması nedeniyle davanın reddine, ortaklık sıfatına bağlı olarak kâr payı alacağı ile dava tarihinden itibaren aylık maaş ödenmesi talebi yönünden ise dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verildiği, karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmıştır.
Davacının ortak ve eski yönetici sıfatına dayalı olarak davalı şirkete kayyım atandığı 29.09.2016 tarihinden itibaren talep ettiği kazanç payı, huzur hakkı ve maaş alacak kalemlerinin ancak yönetici sıfatı taşıyanlar tarafından talep edilebileceği, Sulh Ceza Hakimliği tarafından CMK’nın 133. maddesi uyarınca 29.09.2016 tarihli davalı şirkete yönetim kayyımı atanmasına, aynı zamanda mevcut yönetimin yetkilerinin kaldırılmasına ilişkin verilen karar ile davacının davalı şirketteki yönetim yetkisinin 29.09.2016 tarihinde sona ermiş olması ve dava tarihi itibariyle yönetim yetkisinin iade edilmeyip şirketin kayyım tarafından yönetilmeye devam edilmesi nedeniyle şirket yöneticilerine ödenmesi mümkün olan kazanç payı, huzur hakkı ve maaş alacaklarına ilişkin talepte bulunmasının mümkün olmadığı, bu talepler yönünden yönetici sıfatının bulunmaması nedeniyle aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı, TTK’nun 408. (2/d) maddesinde finansal tablolara, yönetim kurulunun yıllık raporuna, yıllık kâr üzerinde tasarrufa, kâr payları ile kazanç paylarının belirlenmesine, yedek akçenin sermayeye veya dağıtılacak kâra katılması dahil kullanılmasına dair kararların alınmasının genel kurula ait görevler ve devredilemez yetkiler arasında olduğunun düzenlendiği, CMK’nın 133. (2) maddesinde şirket ortaklarına maaş, aylık, kâr payı ödenmesi konusunda bir düzenlemeye yer verilmediği, TTK’ nın 408. (2/d) maddesi hükmü uyarınca dava konusu edilen kâr payı alacağı ve maaş ödenmesi talebi şirket genel kurulunun devredilemez ve vazgeçilemez yetkileri arasında olup şirket genel kurul veya kayyım heyeti tarafından ortaklara kâr payı dağıtılması ve maaş ödenmesi yönünde olumlu veya olumsuz bir karar alınmadığı, davacı tarafça kâr payı ve maaş ödenmesi konusunda gerek genel kurul gerekse kayyım kurulu tarafından alınmış olumlu ya da olumsuz bir karar olduğunun da iddia edilmediği, davalı tarafın da bu konularda alınmış bir karar bulunmadığını bildirdiği, kâr payı ve ortaklara maaş ödenmesi gibi konularda karar alındığına dair ticaret sicil kayıtlarında da bir belge görülmediği, buna göre davacı tarafça kâr payı ve ortak sıfatıyla maaş ödenmesi konusunda davalı şirket tarafından alınmış bir karar dava konusu edilmeyip bu alacakların doğrudan mahkemeden hükmedilmesinin talep edildiği de gözönünde tutularak mahkemenin genel kurul yerine geçerek doğrudan ortaklara kâr payı veya maaş ödenmesi konusunda karar vermesinin mümkün bulunmadığı gibi, davacının bu alacak talepleri yönünden doğrudan dava açma hakkının bulunmadığı, ancak genel kurul veya kayyım heyeti tarafından alınmış bir kararın dava konusu edilebileceği, bu konuda yetkili kurul tarafından alınmış kararın dava şartı olup, bu alacak kalemleri yönünden de dava şartının oluşmadığı anlaşılmakla, mahkeme kararında ve gerekçesinde usul ve esas yönünden hukuka aykırı bir yön bulunmadığından, davacı vekilinin tüm istinaf itirazlarının esastan reddi gerekmiştir (Bu yönde bknz.Yargıtay 11. HD 2020/8113 E.-2022/3949 K; 2020/7389E.- 2022/3165K.; 2020/8105E.-2022/3154K. )
İhtiyatı tedbirin şartları 6100 Sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun 389/1. maddesinde genel olarak düzenlenmiştir. Bu yasa hükmüne göre, mevcut durumda meydana gelebilecek değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.
Gerekçeli kararın davacıya 14/07/2020 tarihinde tebliğ edildiği, davacı vekilinin 17/06/2020 tarihli istinaf dilekçesi sunduktan sonra adli ara verme süresinde 20/08/2020 tarihli ek talep dilekçesi ile şirket hisselerinin 3. kişiye devrinin engellenmesi için tedbir kararı verilmesini talep etmiş ise de; ancak taraflar arasında çekişmeli olan şey veya yargılama konusunu oluşturan hak, aynı zamanda tedbirin konusu hakkı da oluşturmakta olup; yasal düzenlemedeki, ”uyuşmazlık konusu hakkında” kavramı nazara alındığında dava konusunun şirket hisselerine ve hissenin mülkiyetine ilişkin olmadığı nazara alındığında, mevcut yasal düzenlemeye göre mahkemece ancak dava konusuna ilişkin hususlarda tedbir kararı verilebileceğinden, davacı vekilinin yasal şartları oluşmayan talebinin reddi gerekmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, HMK 355. madde gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme neticesinde; davacı vekilinin istinaf itirazlarının HMK’nın 353/1-b.1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacı vekilinin İzmir 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 19/02/2020 tarihli 2019/442 Esas ve 2020/91 Karar sayılı kararına yönelik istinaf itirazlarının HMK’nın 353/1-b.1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-İSTİNAF AŞAMASINDA; alınması gereken 179,90-TL istinaf karar harcından peşin alınan 54,40-TL’nin mahsubu ile eksik kalan 125,50-TL’nin davacıdan alınarak Hazineye gelir kaydına (harç işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine),
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendisi üzerinde bırakılmasına,
4-HMK 333.maddesi uyarınca karar kesinleştiğinde varsa taraflarca yatırılan gider avansından kalan bakiyenin yerel mahkemece hesaplanarak ilgili olduğu tarafa iadesine,
5-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
6-Kararın, Dairemizce taraflara tebliğine,
7-Davacı vekilinin 20/08/2020 tarihli dilekçesi ile istinaf aşamasında talep ettiği ihtiyati tedbir talebinin yukarıda açıklanan gerekçelerle şartları oluşmadığından REDDİNE,
Dair; dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre zarfında Yargıtay’a temyiz yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 16/03/2023