Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi 2020/1097 E. 2022/450 K. 10.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
20. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2020/1097
KARAR NO : 2022/450

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 25/09/2017 (Dava) – 06/11/2018 (Karar)
NUMARASI : 2017/1056 Esas – 2018/1124 Karar
DAVA : Alacak (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
BAM KARAR TARİHİ : 10/03/2022
KARARIN YAZIM TARİHİ: 10/03/2022

İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen İzmir 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 06/11/2018 tarihli 2017/1056 Esas ve 2018/1124 Karar sayılı dosyasının incelemesi tamamlanmış olmakla HMK’nın 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
DAVA :
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin, davalı bankanın …/… Şubesinin müşterisi olduğunu, yine davalı bankanın müşterisi olan ve iflas erteleme sürecinde bulunan dava dışı … Şti.’nin borçlarına olan kefaletinden dolayı, müvekkil şirketin hesaplarında bulunan 788.650,00 TL.sına davalı banka tarafından 2015 yılında bloke konulduğunu, davacı şirketin, blokeye alınan hesapların bloke tarihinden itibaren vadeli hesaplara aktarılarak faiz işletilmesine ilişkin davalı bankanın …/… Şubesine çok kereler yapılan tüm başvuruların sonuçsuz kaldığını, ancak bloke tarihinden çok sonra 19/01/2017 tarihinde hesapta bulunan 768.000,00 TL. sının vadeli hesaba aktarıldığını, bloke tarihinden itibaren faiz işletilmesi yönünde, 31/03/2016 tarihinde …/İZMİR ve …/İZMİR şubelerine müvekkil şirket tarafından yazılı başvuru yapılmış olmasına rağmen, davalı banka tarafından gerekçe belirtilmediği, davalı bankaya İzmir 7.Noterliğinin 05017 yevmiye nolu ve 03/07/2017 tarihli ihtarnamesinin keşide edilerek, müvekkil şirketin uğramış olduğu faiz kaybının telafi edilerek ödenmesi yönünde talepte bulunulduğunu, ihtarnamenin 04/07/2017 tarihinde davalı bankaya tebliğ edilmesine rağmen herhangi bir ödeme yapılmadığını, müvekkil şirketin yaklaşık iki yıllık bir faiz kaybının söz konusu olduğunu, Mevduata konulan bloke tarihi ile mevduatın vadeli hesaba aktarıldığı tarih olan 19/01/2017 arasındaki faiz hesabının taraflarınca yapılması mümkün olmadığından, bu hesabın yapılabilmesi yargılama gerektirdiğinden, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 30.000,00 TL. müvekkil şirket hesaplarına konulan bloke tarihi ile mevduatın vadeli hesaba aktarıldığı tarih olan 19/01/2017 tarihi arasında müvekkil şirketin uğramış olduğu faiz kaybının davalı bankadan tahsiline, yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP :
Davalı vekili yasal süresinden sonra sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle; dava dışı borçlu … Şti.’ nin müvekkili bankadan 06/07/2012 tarihli genel ticari kredi sözleşmesi uyarınca kredi kullandığını ve borçlu davacı … Şti.’ nin söz konusu kredi sözleşmesini müşterek ve müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığını, borçlu firmanın sözleşmedeki yükümlülüklerini, taahhütlerini yerine getirmemesi nedeni ile sözleşme hükümleri gereğince kredi borcu muaccel hale gelmiş davalı borçlulara İzmir 3. Noterliği’nin 15/04/2015 tarihli ve 10123 yevmiye sayılı ihtarnamesinin gönderildiğini ve borçlulara tebliğ edildiğini, ihtarnameye rağmen kredi borcunu ödemeyen diğer borçlular ve borçlu davacı firma hakkında gayrinakdi risk tutarı olan 788.650,00-TL’ nin depo edilmesi talebiyle 13/07/2015 tarihinde İzmir 28. İcra Müdürlüğü’nün 2015/9836 esas sayılı dosyası ile genel haciz yolu ile takip başlatıldığını ve firmanın gayrinakdi risk tutarı olan 788.650,00-TL nin müvekkil banka nezdinde faiz getirmeyen bir hesapta depo edilmesi talebinde bulunulduğunu, söz konusu icra takibinin borçlularca itiraz edilmeksizin kesinleştiğini, bu esnada davacı borçlu şirketin iflas erteleme talebinde bulunduğunu, söz konusu yargılamada borçlu davacı firma tarafından iflas erteleme talebi ile alınan tedbirler kapsamında müvekkil bankanın tedbir talebinin de kaldırılmasının talep edildiğini ancak İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/229 esas – 2015/1001 karar sayılı dosyasında verilen 15/04/2016 tarihli karar gereğince ” davacı … Şti nin … Bankası nezdindeki hesaplarına konulan blokaj işleminin 788.650,00-TL için geçerli olduğuna, bu tutarın ihtiyati tedbir kapsamı dışında olduğuna ancak hesapta biriken veya birikecek bu tutarı aşan paranın … Şti’ne ödenmesine” karar verildiğini, müvekkil bankaca bugüne kadar bu karara riayet edilerek dava dışı … firması tarafından borç ödemeye yönelik tahsilat olması halinde tahsilat miktarı kadar bakiyeyi bloke dışı bırakarak davacı firmaya ödediğini, müvekkil bankanın bloke tutarını vadeli hesapta tutma yükümlüğünün bulunmadığını, davacı firmanın müşterek ve müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığı kredi sözleşmesinde firmanın daha kredi ilişkisinin en başında teminat mektubu riskine konu tutarların vadesiz bir hesapta depo edileceğini bildiğini, bu hususu kabul ederek kredi sözleşmesini akdettiğini, müvekkil bankanın iyi niyetli bir şekilde ve davacı firmanın talebi üzerine, 19/01/2017 tarihinde bloke tutarına vadeli hesap açmak suretiyle faiz işletiğini ve bu tarihten itibaren hesaba işleyen ve bloke tutarı dışında kalan tüm faiz tutarının da davacı firmaya ödendiğini, en son 10/10/2017 tarihinde firmaya 30.600,00-TL ödeme yapıldığı da dikkate alındığında davacı firmanın herhangi bir hak kaybı bulunmadığını, açıklanan nedenlerle; davanın reddine, yargılama gideri ve avukatlık vekalet ücretinin karşı yana bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI :
Mahkemece; “…Davanın REDDİNE…”şeklinde karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; mahkemece sadece müvekkili şirket ile davalı banka arasında imzalanmış olan sözleşmenin 19. maddesinde yer alan hüküm gereğince davanın reddine karar verilmiş olmasının, usul ve yasaya aykırı olduğunu, davalı banka büyük sermaye şirketi, davacı şirketin ise Tarımsal Üretici Şirketi statüsünde olduğunun açık olduğunu, taraflar arasındaki sözleşmede yer alan bu ibarenin, pazarlık güçleri ile konumları aynı olmayan kişi ve işletmeler arasında sözleşme özgürlüğü ilkesinin geçerli olmayacağı şeklindeki modern hukukun kabul ettiği ilkelerle açıkça çeliştiğini paranın faiz getirmeyen bir hesapta tutulmasının; bu paradan elde edilen gelirin tamamen bankaya kalması ve paranın sahibinin gelirinden mahrum bırakılması sonucunu doğurduğunu, öte yandan, hiç bir sözleşme maddesinin haksız kazanç elde etmeyi sağlayacak nitelikte olmaması gerektiğini, bankanın, kullandırdığı krediden kaynaklı faiz oranlarını ve ödeme koşullarını belirlerken, ticari kazanç hedeflediğini, bu durumda, müvekkili şirkete ait parayı faizsiz kullanması, ticari kazancın dışında , tek taraflı ve diğer tarafa zarar verici bir kazanç oluşturduğundan bunun hukuken korunmasının mümkün olmadığını, günümüzde en düşük mevduat faiz oranının %20 civarında seyrettiğini, blokede faizsiz tutulan rakam düşünüldüğünde, yıllık yaklaşık 160.000,00 – 200.000,00 TL arası bir faiz getirisi oluştuğunu, sonuç olarak 3-4 yıllık sürede neredeyse anapara kadar bir faiz kaybı söz konusu olduğunu, deyim yerinde ise erimesine yol açtığını, teorik ve yasal olarak her iki tarafın da tacir olduğu ve serbestçe sözleşme imzaladıkları kabul edilse dahi, uygulamadaki gerçeğin, bankaların güçlü konumunu kullanarak önceden hazırladıkları standart sözleşmeleri müşterilerine imzalattıkları, müşterilerin bu sözleşmeleri müzakere ederek değiştirme imkanlarının bulunmadığı olduğunu, bankanın kefil müvekkili şirketin parasını bloke ederek alacağını garanti altına aldığını, ki zaten ortada muaccel herhangi bir borcun da olmadığını, banka davacıya ait bloke edilmiş parayı değerlendirerek para kazanmış iken, paranın sahibi davacı şirketin gelirden mahrum bırakılmasının hakkaniyete uygun olmadığını, zaten davalı bankanın, sözleşmede her ne kadar “…faizsiz olarak değerlendirilir” ibaresi var ise de 19/01/2017 tarihinden itibaren bloke paraya faiz uyguladığını ve vadeli hesap açarak işlemiş faizleri müvekkili şirkete ödediğini, bilirkişi raporunda açıklanan hususların mahkemece göz önünde bulundurulmadığını belirterek yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava; davacının dava dışı … Şti.’nin Genel Ticari Kredi Sözleşmesinden kaynaklı borçlarına olan kefaletinden dolayı, davalı bankanın …/… Şubesi tarafından davacının hesaplarında bulunan 788.650,00 TL’ ye konulan bloke nedeniyle, blokeli olarak kalan tutara faiz işletilmemesi nedeniyle yoksun kalındığı iddia edilen faiz alacağının davalı bankadan tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece; davanın reddine karar verilmiş olup, hüküm davacı vekili tarafından istinaf edilmiştir.
İnceleme, 6100 sayılı HMK’nın 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Somut olayda; dava dışı … Şti.’nin davacı bankadan 06/07/2012 tarihli genel ticari kredi sözleşmesi uyarınca kredi kullandığı ve davacı … Şti nin söz konusu kredi sözleşmesini müşterek ve müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığını, borçlu firmanın sözleşmedeki yükümlülüklerini, taahhütlerini yerine getirmemesi nedeni ile davalı ve diğer borçlulara gayrinakdi risk tutarı olarak hesaplanan 934.000,00 TL ve 19 adet çekten yaprağından doğan banka yasal sorumluluk tutarı olan 21.000,00 TL nin bloke edilmek üzere en geç 3 gün içinde bankaya depo edilmesi talebini içeren İzmir 3. Noterliği’nin 15/04/2015 tarihli 10123 yevmiye sayılı ihtarnamesinin gönderildiğini ve borçlulara tebliğ edildiğini, ihtarnameye rağmen kredi borcunu ödemeyen diğer borçlular ve borçlu davacı şirket hakkında 13/07/2015 tarihinde İzmir 28. İcra Müdürlüğü’nün 2015/9836 Esas sayılı dosyası ile genel haciz yolu ile takip başlatıldığı, davacının müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığı sözleşmenin 19/u maddesi hükmüne dayanarak, davacının banka hesabındaki parayı faizsiz olarak vadesiz hesapta depo ettiği, davacı şirketin hesabına 13/05/2015 tarihinde 2.000.000,00-TL tutarında bloke konulduğu, bu esnada borçlu davacı şirketin iflas erteleme talebinde bulunduğunu, söz konusu yargılamada borçlu davacı firma tarafından iflas erteleme talebi ile yapılan yargılama sırasında 13/04/2015 tarihli kararıyla davacı şirket hakkında tedbir kararı kapsamında davalı bankanın blokajının kaldırılmasının talep edildiğini, İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2015/229 Esas 2015/1001 Karar sayılı dosyasında verilen 15/04/2016 tarihli ek karar gereğince “davacı … Şti nin … Bankası nezdindeki hesaplarına konulan blokaj işleminin 788.650,00-TL için geçerli olduğuna, bu tutarın ihtiyati tedbir kapsamı dışında olduğuna ancak hesapta biriken veya birikecek bu tutarı aşan paranın … Şti’ne ödenmesine” karar verildiği, bu karar ile dava firma hesaplarındaki 788.650,00-TL tutarlı blokenin devam etmesi ve üzerindeki tutarın davacıya ödenmesine karar verildiği, davalı bankaca 21/04/2016 tarihinde 788.650,00-TL tutarlı blokenin üzerinde kalan miktarın serbest bırakıldığı, davacının talebi üzerine 19/01/2017 tarihinde vadesiz hesapta bloke bulunan 788.650,00-TL nin vadeli hesaba aktarıldığı; davacı vekilince müvekkili şirketin yaklaşık iki yıllık bir faiz kaybının söz konusu olduğunu iddia edilerek, hesaplara konulan bloke tarihi 13/05/2015 ile mevduatın vadeli hesaba aktarıldığı tarih olan 19/01/2017 tarihi arasında müvekkili şirketin uğramış olduğu faiz kaybının tahsili talebiyle eldeki davayı açtığı anlaşılmıştır.
Bilirkişi tarafından düzenlenen 15/05/2018 tarihli kök raporda özetle; taraflar arasındaki sözleşmede “ Bankanın…tutarını faiz getirmeyen bir hesapta bloke edilmek üzere bankaya depo edilmesini müşteri kabul ve taahhüt eder” ibaresinin yer aldığını, teorik ve yasal olarak her iki tarafın da tacir olduğu ve serbestçe sözleşme imzaladıkları kabul edilse de uygulamadaki gerçeğin; bankaların güçlü konumunu kullanarak önceden hazırladıkları standart sözleşmeleri müşterilerine imzalattıklarını, müşterilerin bu sözleşmeleri müzakere ederek değiştirme imkanlarının olmadığı, Kredi Sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayanılarak yapılan uygulamalardan esas amacın; bankanın alacağını garantiye alması olduğunu , bankanın kefil davacı şirketin parasını bloke ederek alacağını garanti altına aldığını, “Faiz getirmeyen bir hesapta bloke edilmek” konusu değerlendirildiğinde; bankaların para ticareti yapan kuruluşlar olduğunu, temin ettikleri her türlü kaynağı kredi vererek, para ve sermaye piyasalarında en yüksek getiriyi sağlayacak şekilde değerlendirdiklerini, bankanın davacıya ait bloke edilmiş parayı değerlendirerek para kazanmışken; paranın sahibi davacının gelirden mahrum bırakılmasının hakkaniyete uygun olmadığını; davacının faiz talebinin ekonomik gerçeklere de uygun olduğunu , nitekim davalı bankanın da bloke paraya faiz verme gereğini duyduğunu, 19/01/2017 tarihinden itibaren vadeli hesap açtığını ve işlemiş faizleri davacıya kullandırdığını, bloke tarihinden itibaren faiz talebi değerlendirildiğinde gerek uygulamadaki durum gerekse yetki bakımından, para sahibinin talimatı olmaksızın bankanın kendiliğinden bu parayı vadeli hesaba aktarmasının beklenemeyeceğini, bu nedenle bloke tarihinden itibaren faiz (geriye yönelik) talebinin uygun olmadığı; davacı şirketin vadeli hesap açılmasını talep ettiğini yazılı olarak belgelediği 31/03/2016 tarihinin faiz başlangıcı olarak esas alınmasının uygun olacağı, davalı Bankaca, bloke ettiği para için davacı şirkete, faiz verilip verilmeyeceği ve faiz verilmesine karar verilir ise faiz başlangıç tarihinin ne olacağının mahkemenin takdirinde olduğu, mahkeme kararının davacının bloke edilen parasına faiz verilmesi yönünde oluştuğu takdirde; faiz başlangıcına esas alınabilecek muhtemel tarihler dikkate alınarak; blokedeki paranın vadeli hesaba aktarıldığı 19/01/2017 tarihine kadar iki seçeneğe göre faiz hesaplaması yapıldığı ve bu hesaplamalar sonucu; bloke tarihi (13/05/2015) başlangıç alınarak yapılan hesaplamada toplam : 113.892,61 TL. vergi sonrası net faiz hesaplandığı; davacının faiz talebinin yazılı olarak bankaya iletildiği tarih (31/03/2016) başlangıç alınarak yapılan hesaplamada Toplam: 59.889,18TL. vergi sonrası net faiz hesaplandığı belirtilmiştir.
Bir sözleşmenin 6098 sayılı TBK’nın m. 20 vd. uyarınca genel işlem koşulları denetimine tabi tutulması için kanunda belirtilen ölçütlerin uygulanması gerekir. 818 sayılı BK.’ da olduğu gibi 6098 sayılı TBK’da da sözleşme serbestisi ana kural olmakla birlikte, sözleşmelerin geçerliliği için 6098 sayılı TBK’na, sözleşmenin hukuka aykırı genel işlem koşulları içermemesi unsuru getirilmiştir. Hem tüketiciler hem de tacirler için geçerli olan genel işlem koşulları denetimi, sözleşmelerin imzalanması aşamasında daha olumsuz durumda bulunan sözleşmenin tarafını dürüstlük kuralları kapsamında korumaktadır.
Bir sözleşme hükmünün genel işlem koşulları nedeniyle yazılmamış sayılabilmesi için öncelikle, o hükmün genel işlem koşulu niteliğinde olup olmadığı tespit edilmelidir. Bu anlamda sözleşmenin tipi, türü ve niteliği önem taşımaz. Sözleşme eşya hukukuna, usul hukukuna veya ticari bir alım satıma, sigorta hukukuna, bankacılık hukukuna vs. ilişkin olabilir. Bir sözleşme hükmünün genel işlem koşulu niteliğinde olabilmesi için ise, anılan hükmün genel işlem koşulunu kullanan tarafça, sözleşmenin kurulmasından önce, tek taraflı olarak, sadece o sözleşme için değil, çok sayıdaki benzer sözleşmelerde kullanmak amacıyla hazırlanmış ve karşı tarafın getirilen bu hükmü müzakere etmesine imkan tanımadan sözleşmenin imzalanmış olması gereklidir. Bir sözleşmedeki genel işlem koşulunun niteliğinin, objektif unsurlara göre belirlenmesi gerekmekte olup, bu hususta tarafların icra ettikleri meslekleri ve sıfatları, tacir veya tüketici olup olmadıkları önem taşımaz.
Bir sözleşmenin önceden ve çok sayıda kullanım amacıyla oluşturulup oluşturulmadığını tespitte değişik ölçütler kullanılabilir. Söz gelimi ortada matbu bir metin var ve kullanılan ifadeler soyut ve genel ise, birden fazla sözleşmede kullanma niyetiyle önceden oluşturulduğu kabul edilebilecektir. Diğer sözleşme metinleriyle özdeş ifadeler içermemesi tek başına, o sözleşmenin genel işlem koşulu denetimine tabi tutulmasını engellemez. Bu noktada aranılacak en temel unsurlardan birisi de, genel işlem koşulunu kullanan tarafın, karşı tarafa bu hükmü, değiştirilmesini engelleyecek tarzda ve o niyetle sunmuş olmasıdır. Mamafih, tek seferlik bir anlaşma için hazırlanan sözleşme metni için genel işlem koşulundan söz etmek mümkün değildir.
Genel işlem koşulu niteliğindeki bir hüküm, sözleşmenin taraflar arasında müzakere ve pazarlık sonucu imzalanmış ise, artık ortada hukuka aykırı bir sözleşme hükmünden değil, sözleşme özgürlüğü çerçevesinde, sözleşmede yer alan bireysel bir anlaşma hükmünden söz etmek gerekir. Ancak, bir sözleşmede, bütün hükümlerin tartışılarak sözleşmeye konulduğuna ilişkin kayıt konulması, TBK m. 20/3 uyarınca, onları tek başına genel işlem koşulu olmaktan çıkartmayacaktır.
Bir sözleşme hükmünün genel işlem koşulu niteliğinde olup olmadığını hangi tarafın ispat etmesi gerektiğine ilişkin TBK da açık bir düzenleme olmamakla birlikte, 6502 sayılı TK 5/3 maddesinden yola çıkılarak, önceden ve çok sayıda kullanmak amacıyla hazırlanmış belirli bölümleri boş olan ve sonradan doldurulan sözleşme hükümlerinin kural olarak müzakere edilmemiş olduğu, aksinin sözleşmeyi hazırlayan tarafça ispat edilmesi gerektiği kabul edilmeli, gerektiğinde bu konuda ticari ve eposta yazışmaları, fakslar, sözleşme taslaklı vs. ispat vasıtalarından yararlanılmalıdır.
Bir sözleşme hükmünün genel işlem koşulu niteliğinde olduğunun anlaşılması halinde, genel işlem koşullarının üç aşamalı denetime tabi tutulması gerekir. Söz konusu denetim aşamaları; yürürlük (kapsam) denetimi, yorum denetimi ve içerik denetimidir.
Yürürlük denetiminde, genel işlem koşulunun karşı tarafın bilgisi dahilinde sözleşmeye konulup konulmadığına bakılmalı, müşterinin sözleşmeye genel işlem koşulu konulduğunu açıkça biliyor olması halinde diğer denetim aşamalarına geçilmelidir. Aksi halde diğer aşamalara geçilmeksizin genel işlem koşulu niteliğindeki hükmün sözleşmeden çıkarılması gerekmektedir. TBK m. 21 uyarınca, bir müşterinin önceden sözleşmedeki genel işlem koşulundan açıkça haberdar edilmesi, tek başına o hükmün geçerli hale geldiğini göstermez. Önceden müşteriye bildirilmemiş olan hükümler, genel işlem koşulu denetimine gerek kalmaksızın, sözleşmenin bir hükmü dahi sayılmamalıdır.
Şayet sözleşme, o sözleşmenin niteliğine ve işin özelliğine yabancı bir genel işlem koşulu taşıyorsa, yani şaşırtıcı hüküm içeriyorsa, bu nitelikteki hükümler yönünden, müşterinin önceden ve açıkça bilgilendirilmiş olup olmadığı, bu hükmün müzakere edilip edilmediği önem taşımaksızın, o sözleşme hükmü TBK m. 21/2 uyarınca sözleşmeye yazılmamış sayılmalıdır.
Yürürlük denetimi kapsamında, genel işlem koşulu niteliğindeki hükümlerden müşterinin önceden ve açıkça bilgilendirilmemiş ve onun tarafından kabul edilmemiş olması halinde veya şaşırtıcı hüküm içermesi halinde o hükümler sözleşmeye yazılmamış sayılır. Böyle bir durumda, sözleşmeyi düzenleyen taraf, sözleşmede yer alan genel işlem koşulu niteliğindeki hükümler olmasaydı, o sözleşmeyi yapmayacak olduğunu söyleyerek, sözleşmenin geçersiz olduğu ileri süremez.
Yürürlük denetiminin aşılması halinde yapılması gerekli denetim aşaması “yorum” denetimidir. Belirsizlik ilkesi de denilen bu denetim modelinde, sözleşmede yer alan genel işlem koşulu niteliğindeki hüküm içeriğinin ne olduğu konusunda bir anlaşmazlık bulunuyorsa, bu hükmün düzenleyen taraf aleyhine yorumlanması gerekir.
Sözleşmede, yürürlük denetiminin aşılması ve yorumu gerektirecek bir belirsizliğin bulunmaması veya bulunsa bile düzenleyen aleyhine yorum yapılmış olmasından sonra, sözleşmenin bir de “içerik” denetimine tabi tutulması gerekmektedir. İçerik denetimi yapılırken, genel işlem koşulu olduğu ileri sürülen hükmün “dürüstlük kuralı” na aykırı olup olmadığı, karşı tarafın aleyhine ve onun şartlarını ağırlaştırıcı nitelikte olup olmadığına bakılacaktır. Hangi tür sözleşme hükümlerinin dürüstlük kuralına aykırı ve diğer tarafın şartlarını ağırlaştırıcı nitelikte olduğu hususu Kanunda düzenlenmemiş olup, mahkemece her somut olayda bu durumun tartışılması ve değerlendirilmesi gerekir.
İçerik denetimi aşamasında, sözleşme hükmünün dürüstlük kuralına aykırı olduğu ve karşı tarafın şartlarını ağırlaştırdığının tespiti halinde, genel işlem koşulu niteliğindeki bu hükmün, yürürlük denetiminden farklı olarak, Kanunun emredici hükmüne açık aykırılık sebebiyle kesin hükümsüz sayılması gerekir.
Yukarıda, TBK’nın 20-25. maddelerinde genel işlem koşulu denetimine ilişkin ilkelere yer verilmiş olup, mahkemece, sözleşmenin 01/07/2012 tarihinden sonra imzalandığı ve 6098 sayılı TBK’nın m. 20 vd. maddelerindeki genel işlem koşullarına ilişkin hükümlerinin uygulanmasına bir engel olmadığı nazara alınarak, sözleşmenin yukarıdaki ilkeler doğrultusunda genel işlem koşulu denetimine tabi tutulması ve sözleşme hükmünün bu nitelikte olduğunun tespiti halinde, bu hükmün yazılmamış sayılması ve ortaya çıkan boşluğun da doldurularak, varsa davacıdan tahsil edilen fazla tutarların iadesine karar verilmesi gerekir.
Dosyanın incelenmesinde, davacının dava dışı … Şti. ile davalı banka arasında imzalanan 06/07/2012 Genel Ticari Kredi Sözleşmesine 1.800.000,00 TL kefalet limiti ile müteselsil kefil olduğu; sözleşmenin eki niteliğindeki müşteri bilgilendirme formunun incelenmesinde sözleşmenin asıl borçlusu dava dışı şirket ve davacı şirket ile diğer müteselsil kefillerin bilgilendirildiği, bilgilendirme formunda ” 06/07/2012 tarihinde teslim aldıkları sözleşmeyi incelediklerini, anlayamadıkları hükümler hakkında … ile görüşerek bilgi sahibi olduklarını, mutabık kaldıklarını, sözleşmeyi imzalamak istediklerini” kendi el yazıları ile yazarak imzaladıkları, davacının yargılama aşamasında sözleşme hükümlerinden haberdar olmadığı, sözleşmenin içeriği hakkında el yazısı ile yazarak imzaladığı bilgilendirme ve müzakere beyanları yanında imzasına itirazının da bulunmadığı, dolayısıyla davacının sözleşme hükümleri konusunda bilgi sahibi olduğu anlaşılmış; taraflarca müzakere edilerek kabul edilen sözleşme hükümlerinde, genel işlem koşullarına aykırılığın bulunmadığı, bu durumda sözleşme hükümlerinin davacı yönünden bağlayıcı olduğunun kabulü gerektiği, yukarıda belirtildiği üzere söz konusu sözleşmenin 19/u maddesi hükmü nazara alındığında davacının depo edilen tutara ilişkin işlemiş faiz talep edemeyeceği anlaşıldığından, mahkemece verilen kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamakla davacı vekilinin karara ilişkin itirazının reddi gerekmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, HMK 355. madde gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme neticesinde; davacı vekilinin istinaf itirazlarının HMK’nın 353/1-b.1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacı vekilinin İzmir 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 06/11/2018 tarihli, 2017/1056 Esas ve 2018/1124 Karar sayılı kararına yönelik istinaf itirazlarının HMK’nın 353/1-b.1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Alınması gereken 80,70 TL istinaf karar harcından peşin alınan 44,40 TL’nin mahsubu ile eksik kalan 36,30 TL’nin davacıdan alınarak Hazineye gelir kaydına (harç işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine),
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendisi üzerinde bırakılmasına,
4–HMK’nın 333.maddesi uyarınca karar kesinleştiğinde varsa taraflarca yatırılan gider avansından kalan bakiyenin yerel mahkemece hesaplanarak ilgili olduğu tarafa iadesine,
5-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
6-Kararın, temyize tabi bulunması nedeniyle Dairemizce taraflara tebliğine,
Dair; dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre zarfında Yargıtay’a temyiz yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 10/03/2022