Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2022/347 E. 2022/1145 K. 23.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2022/347
KARAR NO : 2022/1145

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 05/10/2018
NUMARASI : 2016/807 Esas 2018/989 Karar
DAVA TARİHİ : 09/06/2016
BİRLEŞEN İZMİR 4. ATM’NİN 2016/876 ESAS SAYILI DAVASINDA;
DAVA : MENFİ TESPİT
KARAR TARİHİ : 23/06/2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 23/06/2022
İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/807 Esas ve 2018/989 Karar sayılı dava dosyasından yapılan yargılama sonucunda asıl dava ve birleşen davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı asıl ve birleşen davalarda davacı vekili ile davalı vekili tarafından ayrı ayrı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya, Dairemize gönderilmiş olmakla HMK’nın 353. maddesi uyarınca dosya üzerinden inceleme yapıldı.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Mahkemece yapılan açık yargılama sonucunda; ”… Davacı vekili asıl dava dosyasına verdiği dava dilekçesinde; davacı tarafından davalıdan Hıg Glass Akrilik Yüzey Kaplama Malzemesi satın alınmak istendiğini ve yapılan anlaşma gereğince davalının numune örnekleri gönderdiğini, gönderilen numune örneklerinin onaylanması ile beraber toplamda üç konteyner mal sipariş edildiğini, taraflar arasındaki sözleşme uyarınca davacı tarafından … Bankası Torbalı Şubesinin 1117Z00242 referans nolu akreditif açma talebinde bulunulduğunu, sipariş verilen akrilik yüzeylerden ilk konteyner olan 4800 adedinin müvekkili tarafından gümrükten çekildiğini, inceleme yapıldığında, ürünlerin yüzeylerinde sivilcelenme tabir edilen noktalanmalar, çöküntüler, üretimden kaynaklı yüzeylerde aralarda kalan toz, pislik, kıla benzer maddelerin etkisi ile oluşan noktalanmaların görüldüğünü, ayrıca üretimde kullanılan ürünlerde baskı sonrası kapak yüzeylerinde kabarmaların olduğunun gözlemlendiğini, e-mail yolu ile davalıya malların ayıplı olduğunun ihbar edildiğini, ayrıca Ege Bölge Sanayi Odası tarafından 11.05.2016 tarihli ekspertiz raporu hazırlandığını, raporda 4800 adet malzemenin evsafına uygun olmaması nedeni ile mahrecine iade edilmesinin uygun olduğunun tespit edildiğini, Torbalı İlçesinde bulunan ayıplı ürünler için Torbalı Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/27 D. İş sayılı delil tespitinde bulunulduğunu, alınan bilirkişi raporunda malların ayıplı olduğunun tespit edildiğini, davalı şirket yetkilisinin İngiltere’den İzmir’e gelerek malların ayıplı olduğunun kontrolünü yaptığını, müteaddit defalar akreditif işleminin durdurulmasının talep edilmesine rağmen bunun sağlanmadığını, davada 07.04.2010 tarihinde resmi gazetede yer alan Milletler Arası mal satımına ilişkin sözleşmeler hakkında Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin (Viyana Satış Sözleşmesinin) uygulanması gerektiğini, bu sözleşme hükümlerine göre satılan malın örnek ya da model olarak sunduğu malın kalitesine sahip olmadığını, anlaşmanın 49. Maddesine göre davacı tarafından satım sözleşmesinin ortadan kalktığının beyan edildiğini ve sözleşmeden dönme hakkının kullanıldığını, yapılan akreditif işleminin yerine getirilmesinin davacının ticari faaliyetini olumsuz etkileyeceğini, onu mağdur duruma sokacağını ileri sürerek, … Bankası Torbalı Şubesinin 1117Z00242 ref.nolu akreditif işleminin tedbiren durdurulmasına, sözleşmenin ortadan kalktığının, müvekkilinin davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili birleşen İzmir 4. ATM’nin 2016/876 Esas sayılı dosyasına sunduğu dava dilekçesinde; davacının davalı şirketten Hıg Glass Akrilik Yüzey Kaplama Malzemesi satın alınmak istendiğini ve yapılan anlaşma gereğince davalının numune örnekleri gönderdiğini, gönderilen numune örneklerinin onaylanması ile beraber toplamda üç konteyner mal sipariş edildiğini, taraflar arasındaki sözleşme uyarınca davacı tarafından … Bankası Torbalı Şubesinin 1117Z00242 referans nolu akreditif açma talebinde bulunulduğunu, daha sonraki sipariş nedeniyle … Bankası Torbalı Şubesinin 1117Z00259 referens numaralı ve … Karabağlar Şubesinin 0613M6VA0000291 referens nolu akreditiflerin açıldığını, verilen akrilik yüzeylerden ilk konteyner olan 4800 adedinin müvekkili tarafından gümrükten çekildiğini, inceleme yapıldığında, ürünlerin yüzeylerinde sivilcelenme tabir edilen noktalanmalar, çöküntüler, üretimden kaynaklı yüzeylerde aralarda kalan toz, pislik, kıla benzer maddelerin etkisi ile oluşan noktalanmaların görüldüğünü, ayrıca üretimde kullanılan ürünlerde baskı sonrası kapak yüzeylerinde kabarmaların olduğunun gözlemlendiğini, e-mail yolu ile davalıya malların ayıplı olduğunun ihbar edildiğini, ayrıca Ege Bölge Sanayi Odası tarafından 11.05.2016 tarihli ekspertiz raporu hazırlandığını, raporda 4800 adet malzemenin evsafına uygun olmaması nedeni ile mahrecine iade edilmesinin uygun olduğunun tespit edildiğini, Torbalı İlçesinde bulunan ayıplı ürünler için Torbalı Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/27 D. İş sayılı delil tespitinde bulunulduğunu, alınan bilirkişi raporunda malların ayıplı olduğunun tespit edildiğini, davalı şirket yetkilisinin İngiltere’den İzmir’e gelerek malların ayıplı olduğunun kontrolünü yaptığını, kalan iki konteyner malın da gümrükten çekildiğini Kemalpaşa İlçesinde bir antrepoya alındığını, buradan alınan numunelerde de mallarda aynı ayıpların çıktığını, Kemalpaşa Sulh hukuk Mahkemesinin 2016/22 D. İş sayılı dosyasında malların ayıplı olduğunun tespit edildiğini, müteaddit defalar akreditif işleminin durdurulmasının talep edilmesine rağmen bunun sağlanmadığını ileri sürerek, menfi ve müspet tüm zararlarını talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydı ile … Bankası Torbalı Şubesinin 1117Z00259 ref.nolu 68.388-USD bedelli akreditif işlemine konu ve … Karabağlar Şubesinin 64.656-USD bedelli 0613M16VA0000291 referans nolu akreditif işlemine konu TGK 1600 Ticari faturaya konu mal alımı nedeniyle taraflar arasındaki sözleşmenin ortadan kalktığını ve bu nedenle müvekkili şirketin akreditif işlemi gereği kendi üzerine düşen edimi yerine getirmekle yükümlü olmadığının tespiti ile akreditif işleminin iptali ve dava konusu satım faturaları ve akreditifler nedeni ile müvekkilinin karşı tarafa borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Aralarındaki bağlantı nedeni ile İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/876 Esas sayılı dava dosyası mahkememizin 2016/807 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir.
Asıl dava ve birleşen dava yönünden davalı vekili mahkememize sunduğu cevap dilekçesinde ve duruşma sırasındaki beyanlarında; uyuşmazlığa Güney Kore hukukunun uygulanması gerektiğini, taraflar arasında bir sözleşme imzalanmadığını, taraflar arasındaki ticari ilişkinin talep üzerine müvekkili tarafından gönderilen numunelerin davacı tarafından beğenilmesi ile başladığını, daha sonra davacıya gönderilen numunelerden 16 ton ağırlığındaki ilk siparişin müvekkiline e-posta ile iletildiğini, siparişin verilmesi üzerine … Şirketi tarafından 23.02.2016 tarihinde … Bankası Torbalı Şubesinde müvekkili lehine 1117Z00242 referans numaralı gayri kabile rücu akreditif açıldığını, akredifin açılması üzerine müvekkilenin siparişi ürettiğini, zamanında ve eksiksiz, anlaşıldığı gibi … Şirketine gönderildiğini, 18.03.2016 ve 21.03.2016 tarihinde ikinci ve üçüncü siparişlerin de … Şirketi tarafından e-posta ile iletildiğini, bu siparişlere istinaden … Bankası Torbalı Şubesinde müvekkili lehine 1117Z00259 referans numaralı ve … karabağlar Şubesinin 0613M16VA0000291 referans numaralı gayri kabili rücu akreditiflerin açıldığını, akreditiflerin açılmasının ardından,müvekkili şirketin bu siparişleri zamanında eksiksiz ve anlaşıldığı gibi … Şirketine gönderdiğini, taraflar arasında sözleşme değil, sözleşmesel bir ilişkinin mevcut olduğunu, malların ayıplı olmadığını, taraflar arasında ödeme yöntemi olarak belirlenen gayri kabile rücu akreditifin taraflar arasındaki ilişkiden kaynaklanan bir sebeple durdurulmasının mümkün olmadığını, UCP 600 kurallarına göre akreditif ilişkisinin satıcı ve alıcı arasındaki temel ilişkiden soyut bir nitelik taşıdığını, temel ilişkideki geçimsiz aksaklıkların akreditif ilişkisini etkileyemeyeceği, bu sebeple hata, hile ikrah, gabin veya ehliyetsizlik gibi konular dışında akreditifin tedbiren durdurulması da dahil olmak üzere iptaline yönelik hiç bir talebin dinlenemeyeceğini, mahkemece tedbiren akreditifin durdurulması kararının isabetli olmadığını, ayıp ihbarının süresinde yapılmadığını, ürünlerin ayıplı olduğuna ilişkin … şirketinin iddiası öğrenildiğinde,müvekkilinin ayıpları kabul etmediğini, ancak müşteri memnuniyeti için ürünlerin derhal değişime hazır olduğunu belirttiğini, müvekkili satış yetkilisinin … Şirketinin deposunda ilk gönderilen örnekler ile konteynerlerde bulunan ürünleri karşılaştırmak istediğinde, … Şirketi yetkilisinin örnekleri sunmaktan imtina ettiğini, örneklerin başka mağazalarda olduğunu belirttiğini, temsilciye akreditif işleminin iptali için dilekçe imzalatılmaya çalışıldığını, örnekler sunulamadığından Viyana Sözleşmesinin 45. Maddesi uyarınca müvekkilinin yükümlülüğünü yerine getirmediği hususunun davacı tarafça ispat edilemediğini, mahkeme nezdinde yapılacak asıl inceleme konusu olan ürünlerin … Şirketi tarafından …’a gönderildiğini, ne şartlarda düzenlendiği belirsiz olan bilirkişi raporlarının tek delil olarak kaldığını, davacının ürünleri iade ederek mahkemece incelenme imkanını ortadan kaldırdığını, davacının kötü niyetli olduğunu, kaldı ki ikinci ve üçüncü parti ürünlerin ne kadarlık kısmının ayıplı olduğunun hiç bir şekilde tespit edilemediğini, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Taraflarca bildirilen deliller toplanmış, bilirkişi görüşüne başvurulmuş, delil tespiti yolu ile alınan bilirkişi raporları ve EBSO’nun görevlendirdiği uzman tarafından hazırlanan rapor değerlendirilmiştir.
Davacı tarafından davalıya sipariş edilen mal nedeniyle davalının düzenlediği 18 – FEB – 2016 tarihli TGK 16-001 nolu 64.656-USD bedelli faturaya ilişkin olarak … Bank Torbalı Şubesinin 1117Z00242 referans numaralı akreditifin açıldığı, bunun mahkememizin 2016/807 Esas sayılı ana davasının konusu olduğu, yine aynı ticari ilişki kapsamında davalı tarafından keşide edilen 14 – MAY – 2016 tarihli TGK 16-002 nolu 68.388,00 USD bedelli faturaya ilişkin olarak … Bank Torbalı Şubesinin 1117Z00259 referans nolu 68.388,USD bedelli akreditifin açıldığı, davalı tarafından keşide edilen 21 – MARCH – 2016 tarihli TGK 16-003 nolu 64.656,00 USD bedelli faturaya ilişkin olarak … Karabağlar Şubesinin 0613M16VA0000291 referans numaralı akreditifin açıldığı, son iki faturalı akreditifin birleşen 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/876 Esas sayılı davasının konusu olduğu anlaşılmıştır.
Torbalı Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/27 D. İş sayılı dosyasının … Şti. Tarafından …. Şti. aleyhine davalının sipariş üzerine gönderdiği 4800 adet malın gümrükten çekildiği, ancak davamızın konusu olan ayıpların olduğu, kalan iki adet konteynerin limana ulaşması ile bu konteynerden çekilen ve diğer ayıplı ürünler ile birlikte Torbalı Fabrikasında bulunan 1200 adet üründe de aynı problemlerin görüldüğü belirtilerek bilirkişi aracılığı ile ayıplı olduğu konusunda tespit yapılması istendiği, 02.06.2016 tarihinde yapılan tespit keşfi sonrasında bilirkişi Ağaç İşleri Teknisyeni … tarafından sunulan 15.07.2016 tarihli raporda, tespite konu olan olay yerinde paletler üzerinde bulunan parlak Hig Glas akrilik yüzey kaplamaların yüzeylerinde bulunan kabarıklık sivilcelenme sebebi ile defolu olduğundan dolayı bu ürünlerin gizli ayıplı olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
Kemalpaşa Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/22 D. İş sayılı delil tespiti dosyasında … Şti. tarafından … Şti.’ne karşı, davalının sipariş üzerine gönderdiği kalan iki konteynerden çekilen 1200 adet üründe davanın konusu ayıpların meydana geldiği ileri sürülerek, Kemalpaşa’da bulunan depoda bulunan ürünler üzerinde delil tespiti ile ayıpların tespitinin talep edildiği, 10.06.2016 tarihinde yapılan tespit keşfi sonrasında, bilirkişi …’un sunduğu gerekçeli raporunda; tespit isteyen vekilince gösterilen akrilik yüzey kaplama malzemelerinin antrepolar içersinde kapalı halde oldukların gözlemlendiği, paletlerden rast gele seçilen birkaç tanesinin açılması sonucunda yapılan incelemede, ithal edilen akrilik yüzey kaplamalarında imalat hatalarının olduğunu, beyaz olan yüzeylerde siyah noktaların olduğu, kabarıklıkların ve çizgilerin olduğunu, düz olan yüzeylerde gözle görülür şekilde çukurlukların oluştuğu, dalgalı yüzeylerin olduğu, bu şekilde malzemenin kullanılamayacağı, tüketiciye birinci sınıf malzeme olarak verilmesinin mümkün olmadığı, hatalı ve kusurlu malzemeler olduğunun tespit edildiği ortaya konulmuştur.
Mahkememizce görevlendirilen bilirkişiler Kimya Mühendisi Dr. …., Ege Üniveristesi Mobilya ve Dek. Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. … ve Gümrük Müşaviri …. 06.09.2017 tarihli raporlarında, asıl ve birleşen dava konusu eşyaların ayıplı olup olmadığı konusunda fiziki muayene ve tespit yapılamadığı ancak asıl ve birleşen dosyaya sunulan bilirkişi raporları ve EBSO tarafından onaylanan ekspertiz raporu dikkate alındığında, dava konusu ürünlerin tamamının açık ayıplı olduğunu, ayıp ihbarının süresinde yapılıp yapılmadığının mahkemenin takdirinde olduğunu, ayıbın ürünlerin yüklenmesi ya da nakliyesinden kaynaklanmasının mümkün olmadığını, üretimden kaynaklandığını, bahse konu sorununun rast gele açılan paletlerde olduğunu, diğer ürünlerde olan ayıbın tespitinin yapılamadığını, diğer paletlerin de tek tek açılarak ürünlerin tespit edilmesi gerektiğini, eşyaların ayıplı olduğu yönündeki iddiaya dayanılarak akreditiflerin iptal talebinin MTO’nun akreditiflere ilişkin yeknesel kuralları içerir cari broşür hükmüne uygun olmadığını, akreditiflerin iptal edilemeyeceğini ortaya koymuşlardır.
Bilirkişi raporuna taraflarca itiraz edilmekle, başka bir bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar verilmiştir.
Bilirkişiler Kimya Yüksek Müh. …, Hukukçu …, Gümrük Müşaviri … 16.04.2018 tarihli raporlarında; malzemelerin birebir inceleme olanağı olmamakla birlikte raporlarda tanımlanan dalgalanma, sivilcelenme gibi yüzeysel kusurların imalat sürecinde meydana geldiği kanaatini verdiğini, dava açısından ülkemizin de taraf olduğu Milletler Arası mal satımına ilişkin sözleşmeler hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşmasının hükümlerinin uygulanması gerektiğinin mahkemece benimsendiği takdirde, davacının akreditife konu malları anlaşmanın 39. Maddesi uyarınca makul sürede kontrol ve ihbar ettiğinin değerlendirilebileceğini, akreditif ilişkisinin incelenmesinde, salt gayri kabili rücu akreditifin şekli yönünden varlık ve talep koşullarının doğduğunu saptayarak bedellerinin hak sahiplerine ödenmesi gerektiğini ortaya koymuşlardır.
Toplanan tüm deliller karşısında; davalı tarafından gönderilen numunenin, davacı tarafından beğenilmesi üzerine, davalıya Hıg Glas akrilik yüzey kaplama malzemesi sipariş edildiği, sipariş edilen ilk parti için davalı tarafından düzenlenen 18 FEB 2016 tarihli TGK 16-001 nolu 64.656-USD bedelli fatura için … Bank Torbalı Şubesinin 1117Z00242 referans numaralı akreditifin açıldığı, diğer iki parti mala ilişkin olarak davalı tarafından keşide edilen 14 – MAY – 2016 tarihli TGK 16-002 nolu 68.388,00 USD bedelli faturaya ilişkin olarak … Bank Torbalı Şubesinin 1117Z00259 referans nolu 68.388,USD bedelli akreditifin ve davalı tarafından keşide edilen 21 – MARCH – 2016 tarihli TGK 16-003 nolu 64.656,00 USD bedelli faturaya ilişkin olarak … Karabağlar Şubesinin 0613M16VA0000291 referans numaralı akreditifin açıldığı, ilk parti malın geldiği, gümrükten çekildiği, davacı tarafından davalıya ayıplı olduğu yönünde e-mail yazışmalarında bulunulduğu, daha sonra iki parti malın da geldiği, davacı tarafından gümrükten çekilen mallar üzerinde ayıplı olduğunun tespiti bakımından Torbalı Sulh hukuk Mahkemesinin 2016/27 D. İş sayılı dosyasında ve Kemalpaşa Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/22 D. İş sayılı dosyasında delil tespiti yapılmasının talep edildiği, delil tespit dosyalarında alınan bilirkişi raporlarında, ürün yüzeylerinde sivilcelenme diye tabir edilen üretimden kaynaklanan ayıp halinin tespit edildiği, bu arada davalı şirkete yapılan ihbar sonucunda davalı şirket pazarlama ekibince Torbalı – İzmir – Türkiye’de bulunan mallar üzerinde incelemede bulunulduğu, dosyaya sunulan denetleme raporuna göre malların iyi durumda ve farklı kusurlara sahip olduğunun kabul edildiği, gümrükten çekilen malların davalıya iade edildiği anlaşılmıştır.
Delil tespiti yolu ile elde edilen bilirkişi raporları ile davalı şirket pazarlama ekibinin denetim raporu karşısında, satıma konu malzemenin yüzeyinde sivilcelenme diye tabir edilen üretimden kaynaklı ayıbın bulunduğu, bu ayıbın açık ayıp niteliğinde olduğu, e-mail yazışmaları, davalı şirket pazarlama elemanının ayıbı kabul eder nitelikteki raporu dikkate alındığında, ayıbın süresi içersinde davalıya ihbar edildiği kanaatine varılmış, ayıplı malların davalıya iade edildiği de dikkate alınarak davacının dava ve birleşen dava konusu faturalara konu bedelden dolayı davalıya borçlu olmadığının tespitine, karar vermek gerekmiştir.
Davacı her ne kadar sözleşmenin ortadan kalktığının tespitin talep etmiş ise de, satım sözleşmesi kurulduktan sonra ayıbın sözleşmeyi ortadan kaldıran bir hal olmadığı, ayıba bağlı olarak alıcının bir takım haklarının doğabileceği, bunun baştan kurulan sözleşmeyi ortadan kaldırmayacağı değerlendirilmiş, sözleşmenin ortadan kalktığının tespiti talebi reddedilmiştir.
Birleşen İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/876 Esas sayılı davasında davaya konu iki akreditif işleminin iptali talep edilmiş ise de, UCP 600 kuralları gereğince gayri kabili rücu olarak düzenlenen akreditifin varlığı halinde, ibrazı şart koşulan belgelerin ibrazı halinde bankanın ödeme yapmakla yükümlü olduğu, satıma konu malın ayıplı olmasının ödemeyi engeller bir durum olmadığı değerlendirilerek, akreditifin iptali talebi reddedilmiştir.
Asıl davada ve birleşen davada, davaların kabul edilen ve reddedilen kısmı dikkate alınarak, takdiren davanın % 50 oranında kabul ve reddedildiği kabul edilerek taraflar yararına avukatlık ücreti ve yargılama giderine hükmolunduğu…” gerekçesi ile 1-Asıl davanın KISMEN KABULÜ ile, a-Dava konusu davalı tarafından keşide edilen 18 – FEB – 2016 tarihli TGK 16-001 nolu 64.656 USD bedelli fatura konusu malların ayıplı olması ve iade edilmesi nedeni ile davacının bu faturaya konu bedelden davalıya borçlu olmadığının tespitine, -Sözleşmenin ortadan kalktığının tespiti talebinin reddine, -İhtiyati tedbirin karar kesinleşinceye kadar devamına, 2-Birleşen İzmir 4. ATM’nin 2016/876 Esas sayılı davası yönünden, davanın KISMEN KABULÜ ile, a-Dava konusu davalı tarafından keşide edilen 14 – MAY – 2016 tarihli TGK 16-002 nolu 68.388,00 USD bedelli fatura konusu malların ve davalı tarafından keşide edilen 21 – MARCH – 2016 tarihli TGK 16-003 nolu 64.656,00 USD bedelli fatura konusu malların ayıplı olması ve iade edilmesi nedeni ile davacının bu faturalara konu bedelden davalıya borçlu olmadığının tespitine, -Sözleşmenin ortadan kalktığının tespiti ve bu faturalara konu akreditif işleminin iptali talebinin reddine, -İhtiyati tedbirin karar kesinleşinceye kadar devamına, karar verilmiş, verilen bu karara karşı asıl ve birleşen dosyalarda davacı vekili ile davalı vekili tarafından ayrı ayrı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

İSTİNAF NEDENLERİ:
Asıl ve birleşen davada davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı arasında yapılan satışa ilişkin uygulanacak hukuk olarak Anayasanın 90. maddesi gereğince onaylanarak kanun hükmü haline gelen ülkemizin ve karşı yan şirketinin bağlı olduğu ülkenin tarafı olduğu 07.04.2010 yılında Resmi Gazetede yayınlanan 2010/247 Karar sayılı Milletlerarasi Mal Satımına Ilişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması( Viyana Satım Sözleşmesi CISG) olduğunu, yapılan yargılama sonucunda dosyada alınan her iki bilirkişi raporlarında da müvekkili şirketin malların ayıplı olduğu yönünde ki iddialarını doğrular yönde rapor tanzim edildiğini ve malların ayıplı olduğunun tespit edildiğini, müvekkili şirketin malların ayıplı olması ile beraber derhal bu durumu satıcı yana bildirildiğini ve sözleşmeye devam etmeyeceğini, sözleşmenin ortadan kaldırıldığını açıkladığını ve ayıplı malların satıcıya iade edildiğini ancak satıcı tarafından akreditiflerin iptal edilmemesi üzerine bu davayı açmak zorunda kaldıklarını, Viyana Sözleşmesinin Sözleşmenin Ortadan Kaldırılmasının Sonuçları başlıklı 81. maddesinde: “(1) Sözleşmenin ortadan kaldırılması, tazminat yükümlülüğü saklı kalmak kaydıyla her iki tarafı da sözleşme ile üstlendikleri yükümlülüklerden kurtarır. Sözleşmenin ortadan kaldırılması, uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin sözleşme hükümlerini veya sözleşmenin ortadan kaldırılması sonrasında tarafların haklarını ve borçlarını düzenleyen diğer sözleşme hükümlerini etkilemez. (2) Sözleşmeyi tamamen veya kısmen ifa eden taraf, sözleşme uyarınca ifa ettiklerinin veya ödediklerinin iadesini karşı taraftan talep edebilir. Her iki taraf da iade borcu altında ise, edimlerin aynı anda ifa edilmesi gerekir.” hükmü de dikkate alınarak sözleşmenin ortadan kaldırılmasına ve akreditiflerin iptaline karar verilmesi gerekirken bu taleplerin reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek yerel mahkeme kararının kaldırılması istemiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
Asıl ve birleşen davada davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacı tarafın malların ayıplı olduğu iddialarının kendilerince hiçbir şekilde kabul edilmediğini ayrıca malların ayıplı olduğu bir an için kabul edilse dahi söz konusu ayıpların açık ayıp olarak değerlendirilmesi gerektiğini, ürünlerin 02/05/2016 tarihinde ithalinin gerçekleştiği belirtilerek ürünlerin ayıplı olduğuna ilişkin Ege Bölge Sanayi Odası’na yapılan başvurunun teslimattan 9 gün sonra 11/05/2016 tarihinde ancak yapıldığını ardından da Torbalı Sulh Hukuk Mahkemesi’ndeki 2016/27 değişik iş numaralı delil tespiti başvurusunun da ancak 31/05/2016 tarihinde ihbardan neredeyse bir ay sonra yapıldığını, ikinci ve üçüncü parti ürünler için de Kemalpaşa Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2016/22 değişik iş numaralı delil tespiti başvurusunun da 07/06/2016 tarihinde yapıldığını, ikinci ve üçüncü parti ürünlerin hangi tarihte gümrüğe geldiğinin tespit edilemediğini, davacının, tespit dilekçesinde ikinci ve üçüncü parti ürünlerin yalnızca 1200 adetinde aynı ayıpların olduğunu beyan ve ikrar ettiğini, ikinci ve üçüncü parti ürünlerin toplam adetinin ise 9600 olduğunu, düzenlenen bilirkişi raporunda da ürünlerin ne kadarlık bir kısmının ayıplı olduğunun hiçbir şekilde belirtilmediğini, ayrıca kabul etmemek üzere 1200 adet ürün yönünden 9600 adet ürünün ayıplı olduğuna karar verilemeyeceğini, ürünlerin, akreditif metinleri üzerinde de belirtildiği üzere International Chamber of Commerce (Uluslararası Ticaret Odası) (“ICC”) tarafından Kasım 2010’da yayınlanan INCOTERMS 2010’da (International Commerce Terms – Uluslararası Ticaret Terimleri) belirlenen FOB (Free on Board – Gemi Güvertesine Teslim) usulüne göre taşındığını, FOB satışlar kapsamında ürünlerin gemiye yüklenmesi ile birlikte satıcının sorumluluğunun sona ermekte, bir başka deyişle risk ve hasar alıcıya geçmekte olduğunu, davacı tarafın uyuşmazlığa uygulanmasını talep ettiği Viyana Sözleşmesi’nin 36. Maddesi’nde de satıcının yalnızca hasarın alıcıya geçtiği anda mevcut olan sözleşmeye aykırılıktan sorumlu olacağının düzenlendiğini, davacının ürünlerin gemiye yüklendiğinde iddia ettikleri şekilde kusurlu olduğunu hiçbir şekilde ispat edemediğini, ayıplı olduğu iddia edilen ürünlerin ayıplarının üretimden kaynaklandığı hususunun belirsiz olduğunu, ürünlerde ortaya çıkan hasarların, gemiyle veya kara nakliyesiyle taşıma esnasında ortaya çıkabileceği gibi, davacının depolarındaki koşullar, uygunsuz depolama koşulları, ezilme ve toz sebebiyle de ortaya çıkmış olabileceğini, bu hallerde sorumluluğun davacıda olduğunu, ürünlerin ayıplı olduğu kabul edilse dahi davacının, ürünlerin Güney Kore’de gemiye yüklendiğinde ayıplı olduğunu ispat edemediğini, davacının böyle bir iddiada da bulunmadığını, inceleme konusu olacak sözde ayıplı ürünler davacı tarafından müvekkili davalıya geri gönderildiği için ürünlerin mahkeme tarafından incelenmesinin önüne geçtiğini, davacının sözde ayıp iddiaları ile ilgili olarak uygulanacak hukuk ve yetkili mahkemenin tespiti konusunda MÖHUK hükümleri gereğince davacının karakteristik edim borçlusu olan davalının ikametgah yeri olan Güney Kore’de davanın açılmış olması gerektiğini, hem asıl dava da hem de birleşen davada ihtiyati tedbirlerin devamına karar verilmesinin de usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek yerel mahkeme kararının kaldırılması istemiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

DELİLLERİN TARTIŞILMASI, HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE:

Asıl davada ayıp iddiasına dayalı uluslararası mal alım sözleşmesinin ortadan kalktığının ve borçlu olmadığının tespiti, birleşen davada ise, ayıp iddiasına dayalı uluslararası mal satım sözleşmesinin ortadan kalktığının ve borçlu olmadığının tespiti ile akreditiflerin iptali istemine ilişkindir.
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme gereğince, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.
Tarafların tacir olduğu, uyuşmazlığın ise ticari nitelikteki satım sözleşmesinden kaynaklandığı hususu tartışmasızdır.
Tarafların tacir olup, uyuşmazlığın ise ticari nitelikteki satım sözleşmesinden kaynaklanması nedeniyle olaya dava tarihi itibariyle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Bununla birlikte satım sözleşmesinde malın ayıplı olması halinde özel hükümler öngörülmüştür (TTK m. 23/1, a-c). Dolayısıyla tacirler arası satım sözleşmelerine Türk Borçlar Kanunu hükümleri ile birlikte TTK m. 23/1, a-c hükmü de uygulanacaktır.
Bu noktada uyuşmazlığın temelini oluşturan “ayıp ve ayıba karışı tekeffül” kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:
Satıcının ayıptan sorumluluğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 219-231. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Ayıp kavramının tanımı kanunda tam olarak bulunmamakla birlikte, ayıptan sorumluluk halleri bu maddelerde hüküm altına alınmıştır. Ayıp kavramı hakkındaki genel tanım, sözleşme gereği edimin taşıması gereken nitelik ile mevcut nitelik arasındaki fark şeklindedir.
TBK. m. 219’da sözleşmeye aykırılık halinde iki ayrı durum mevcuttur. Bunların ilki, satıcının alıcıya birtakım nitelikler bildirmesi ve bu niteliklerin söz konusu şeyde bulunmamasıdır. İkincisi ise sözleşme konusu şeyden beklenen faydayı azaltan veya ortadan kaldıran durumların mevcut olmasıdır. Buna dürüstlük kuralı çerçevesinde karar verilmektedir. Alıcının beklediği faydanın dürüstlük kuralı çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Burada objektif değer baz alınır.
Satıcının ayıptan sorumluluğunun doğması için aranan şartlar:
a) Ortada bir ayıp bulunmalıdır
Ayıp; maddi, ekonomik veya hukuki olabilir. Satılanın yırtık, bozuk, kırık, lekeli olması gibi haller maddi ayıp teşkil eder. Hukuki ayıp ise, satılanın değerini ve ondan beklenen faydaları etkileyen eksikliklerdir. Satıcının bildirimi yoksa fakat eşyanın niteliği gereği, eşyadan beklenen bir fayda varsa, dürüstlük kuralı çerçevesinde beklenen bu faydanın sağlanamaması durumunda ayıptan bahsedilebilir.
b) Satılandaki ayıp önemli olmalıdır.
Ayıp sonucunda, söz konusu şeyin değerinin veya elverişliliğinin önemli şekilde azalması veya tamamen ortadan kalkması gereklidir. Bu gibi durumlarda, satılan şeydeki ayıp önem kazanmış olur. Önemsiz ayıplardan dolayı satıcı sorumlu tutulamaz.
c) Alıcı malın ayıplı olduğunu bilmiyor olmalıdır.
Bu konu, TBK. m. 222’de düzenlenmiştir. Buna göre, “Satıcı, satış sözleşmesinin kurulduğu sırada alıcı tarafından bilinen ayıplardan sorumlu değildir. Satıcı, alıcının satılanı yeterince gözden geçirmekle görebileceği ayıplardan da, ancak böyle bir ayıbın bulunmadığını ayrıca üstlenmişse olur.” Böylece alıcı, sözleşmenin kurulması esnasında ayıpları biliyorsa, bunları kabul etmiş sayılır ve satıcı ayıptan sorumlu olmaz. Ancak bunların gerçekleşebilmesi için, alıcının sözleşmeden önce, satın aldığı şeyi gözden geçirme imkânını bulabilmesi gereklidir . Burada gözden geçirmeden kasıt, olağan bir muayenedir.
Alıcının satın aldığı şeyde, dikkatli özeni gösterseydi fark edebileceği ayıplardan da satıcı sorumlu değildir. Alıcının, malın ayıplı olduğunu bilmiyor olması gerekmektedir. Gizli ayıplarda, alıcının malın ayıplı olduğunu bilmesi mümkün değildir. Olağan gözden geçirme, malın alınırken kabaca gözden geçirilmesidir. İlk bakışta görülebilecek olan ayıplar mevcutsa, satıcının ayrıca bunu üstlenmesine gerek yoktur. Bu gibi durumlarda, sorumluluk aranmaz.
d) Ayıptan sorumluluk sözleşme ile kaldırılmıyor olmalıdır
e) Alıcı ayıbı kabul etmemiş olmalıdır
f) Alıcı ayıptan doğan sorumluluk hükümlerinden yararlanabilmek için kanunun kendisine yüklediği külfetleri yerine getirmiş olmalıdır
Alıcıya kanunen yüklenen külfetler, satılanı gözden geçirme ve varlığı iddia edilen ayıpları satıcıya bildirme külfetleridir. Alıcı, satın aldığı malı gözden geçirmek ve herhangi bir ayıp halinde de bunu satıcıya bildirmek zorundadır . Bu zorunluluklar TBK. m. 223’te düzenlenmiştir. TBK. 223’e göre, “Alıcı, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorundadır.” Burada kesin bir süre belirlenmemiştir, ancak alıcı ayıbı en kısa sürede bildirmekle yükümlüdür.
Tacirler arası ticari satımlarda, satılanın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli değilse, alıcı teslimden itibaren 8 gün, diğer hallerde ise 2 gün içinde satılanın gözden geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu hüküm 6102 Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiştir. TTK. m. 23/1.c’ye göre, “Malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde durumu satıcıya ihbar etmelidir. Açıkça belli değilse alıcı malı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde incelemek veya incelettirmekle ve bu inceleme sonucunda malın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını korumak için durumu bu süre içinde satıcıya ihbarla yükümlüdür. Diğer durumlarda, Türk Borçlar Kanunu’nun 223’üncü maddesinin ikinci fıkrası uygulanır.” Bu durumda, TBK. m. 223 burada da uygulama alanı bulacaktır. TBK. m. 225’e göre, satıcının ağır kusurlu olması halinde ayıbın kendisine zamanında bildirilmediğini ileri sürerek sorumluluktan kurtulamayacaktır. Aynı hüküm, satıcılığı meslek edinmiş kişiler için de geçerlidir.
Alıcı, satılanın durumunu gecikmeksizin usulüne göre tespit ettirmekle yükümlüdür. Bunu yaptırmazsa, ileri sürdüğü ayıbın, satılanın kendisine ulaştığı zamanda var olduğunu ispat yükü alıcıya düşer.
Bir sözleşmede ayıbın şartları mevcut ise ve alıcı da kendisinden beklenen külfetleri yerine getirmişse, bu durumda alıcı TBK. m. 227’de kendisine tanınan haklardan birini kullanabilir. Bu haklar;
-Sözleşmeden dönme, bedelde indirim talebi, satılanın ücretsiz onarımı talebi, imkân varsa, satılanın ayıpsız bir benzeri ile değiştirilmesi talebi (Kaynakça: ARAL, Fahrettin, Borçlar Hukuku (Özel Borç İlişkileri), 8. Baskı, Ankara, 2009- AVUZ, Cevdet, Borçlar Hukuku Dersleri (Özel H, 9. Baskı, İstanbul, 2011)

Diğer yandan; milletlerarası alanda yapılan ticaretin öneminin artmasıyla, farklı ülkelerde bulunan taraflar arasında yapılan satım sözleşmelerinin sayısı da artmış olup, bu sözleşmelerde ortaya çıkan problemlerde,hukuk sistemlerinin farklılığından kaynaklı bir takım sorunların giderilebilmesi için yapılan sözleşmelerden en önemlisi 11 Nisan 1980 tarihli Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (CISG), başka bir ifadeyle Viyana Satım Sözleşmesi’dir.
Anılan sözleşme milletlerarası satım hukukunun yeknesaklaştırılması amacıyla gündeme getirilmiş olup, Şubat 2012 tarihi itibariyle, 78 ülke taraftır. Söz konusu sözleşme çerçeve sözleşme niteliğinde olup, Türkiye’nin katılmasına ilişkin 11/3/2010 tarihli Bakanlar Kurulu kararı 7 Nisan 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Güney Kore’nin de sözleşmeye 2005 yılından beri taraf olduğu anlaşılmaktadır.
Sözleşmenin taraflar arasındaki satım sözleşmesine uygulanabilmesi için, sözleşmenin milletlerarası niteliğinin açık olması, tarafların iş yerlerinin farklı ülkelerde bulunması ve satım sözleşmesinin milletlerarası niteliğinin açık olması gerekmektedir. (Milletlerararası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin -Viyana Satım Sözleşmesi- Uygulama Alanı, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XVII, Y.2013, Sa. 1-2 Zeynep YILDIRIM,1094) Bahsi geçen sözleşmede:
”Malların Sözleşmeye Uygunluğu ve Üçüncü Kişilerin Hak veya Talepleri ile ilgili olarak
Madde 35
(1) Satıcı, miktarı, kalitesi ve türü sözleşmede öngörülen malları, sözleşmede belirtilen paket veya muhafaza içinde teslim etmek zorundadır.
(2) Taraflarca aksi kararlaştırılmadığı takdirde, mallar ancak aşağıdaki hallerde sözleşmeye uygun sayılırlar:
(a) aynı türden malların mutat olarak tahsis edildiği kullanım amacına uygun iseler;
(b) sözleşmenin kurulması esnasında açıkça veya zımnen satıcıya bildirilen her türlü özel kullanım amacına uygun iseler; meğerki koşullardan, alıcının, satıcının bilgisine ve değerlendirmesine güvenmediği veya güvenmesinin makul olmadığı anlaşılsın;
(c) satıcının alıcıya örnek veya model olarak sunduğu malların kalitesine sahip iseler;
(d) ilgili türden mallar için mutat sayılan şekilde veya böyle mutat bir şeklin var olmadığı hallerde, malın muhafazası ve korunmasına uygun olan şekilde paketlenmiş iseler.
(3) Alıcının sözleşmenin kurulması anında bildiği veya bilmemesinin mümkün olmadığı sözleşmeye aykırılıklardan satıcı, fıkra 2’nin (a) ilâ (d) bendleri çerçevesinde sorumlu değildir.
Madde 36
(1) Satıcı, hasarın alıcıya geçtiği anda mevcut olan sözleşmeye aykırılıktan, sözleşmeye aykırılık bu andan sonra belirgin hale gelmiş olsa dahi, sözleşme ve bu Antlaşma uyarınca sorumludur.
(2) Satıcı, fıkra 1’de belirtilen andan sonra ortaya çıkan ve malların belirli bir süre için, mutat amaçlarına veya belirli bir amaca elverişli kalacağı veya belirli nitelikleri veya özellikleri muhafaza edeceği konusundaki garantinin ihlâli de dahil olmak üzere herhangi bir yükümlülüğünün ihlâline dayanan sözleşmeye aykırılıktan sorumludur.
“Madde 38
(1) Alıcı, malları, koşulların izin verdiği ölçüde kısa bir süre içerisinde muayene etmek veya ettirmek zorundadır.
(2) Sözleşme, malların taşınmasını gerektiriyorsa, muayene, malların varma yerine ulaşması sonrasına ertelenebilir.
(3) Mallar alıcı tarafından, muayene etmek için yeterli imkâna sahip olmaksızın, taşıma halindeyken başka bir yere yönlendirilir veya onun tarafından başka bir yere gönderilirse ve satıcı sözleşme kurulurken böyle bir yönlendirme veya başka yere gönderme ihtimalini biliyor veya bilmesi gerekiyor idiyse, muayene, malların yeni varma yerine ulaşması sonrasına ertelenebilir.
Madde 39
(1) Alıcı, bir sözleşmeye aykırılık saptadığı veya saptaması gerektiği tarihten itibaren makul bir süre içinde satıcıya, sözleşmeye aykırılığı türünü de belirterek bildirmezse, bu sözleşmeye aykırılığa dayanma hakkını kaybeder.
(2) Her halde, alıcı, malların fiilen kendisine verildiği tarihten itibaren en geç iki yıllık bir süre içinde sözleşmeye aykırılığı satıcıya bildirmezse, bu sözleşmeye aykırılığa dayanma hakkını kaybeder; meğerki, bu süre sözleşmesel bir garanti süresiyle bağdaşmıyor olsun.
Madde 40
Sözleşmeye aykırılık, satıcının bildiği veya bilmemesinin mümkün olmadığı ve alıcıya açıklamadığı olgulara dayanıyorsa, satıcı 38 ve 39. madde hükümlerine dayanamaz.”hükümleri yer almakta olup;”
Sözleşmenin Satıcı Tarafından İhlâli Halinde Alıcının Sahip Olduğu Hukukî İmkânlar” bölümünde ise;
“Madde 45
(1) Satıcı, sözleşmeden veya bu Antlaşmadan doğan yükümlülüklerinden herhangi birini yerine getirmezse, alıcı:
(a) Madde 46 ilâ 52’de öngörülen haklarını kullanabilir.
(b) Madde 74 ilâ 77’de öngörülen tazminatı talep edebilir.
(2) Alıcı diğer hukukî imkânlardan yararlanmakla tazminat talep etme hakkını kaybetmez.
(3) Alıcı, sözleşmenin ihlâl edilmesi halinde sahip olduğu hukukî imkânlardan birine başvurduğu takdirde, satıcıya, bir mahkeme veya hakem tarafından ek süre tanınamaz.
Madde 46
(1) Alıcı, satıcıdan yükümlülüklerini ifa etmesini talep edebilir, meğerki bu talebiyle bağdaşmayan bir hukukî imkândan yararlanmış olsun.
(2) Mallar sözleşmeye uygun değilse, alıcı ancak bu uygunsuzluğun sözleşmeye esaslı bir aykırılık oluşturması ve 39. madde uyarınca yapılacak bildirimle veya bildirimden itibaren makul bir süre içinde talepte bulunması halinde ikame mal teslimini isteyebilir.
(3) Mallar sözleşmeye uygun değilse, alıcı, satıcıdan sözleşmeye aykırılığın onarım yoluyla giderilmesini isteyebilir; meğerki tüm koşullar gözönüne alındığında bu, makul olmayan bir talep oluştursun. Onarım talebi 39. madde uyarınca yapılacak bildirimle veya bildirimden itibaren makul bir süre içinde yöneltilmelidir.
Madde 47
(1) Alıcı satıcıya, yükümlülüklerini ifa etmesi için makul uzunlukta ek bir süre tanıyabilir.
(2) Bu süre içinde yükümlülüklerini ifa etmeyeceği konusunda satıcıdan bir bildirim almadıkça, alıcı, bu ek süre içinde, sözleşmeye aykırılık halinde sahip olduğu hukukî imkânlardan hiçbirine başvuramaz. Ancak bu yüzden alıcı, gecikmiş ifa nedeniyle tazminat talep etme hakkını kaybetmez.”
Madde 49
(1) Alıcı aşağıdaki durumlarda sözleşmenin ortadan kalktığını beyan edebilir:
(a) Satıcının sözleşmeden veya bu Antlaşmadan doğan yükümlülüklerinden herhangi birini yerine getirmemesi sözleşmeye esaslı bir aykırılık oluşturuyorsa veya
(b) Teslim etmeme durumunda satıcı, alıcı tarafından 47. maddenin 1. fıkrası uyarınca verilmiş ek süre içinde malları teslim etmez veya verilmiş süre içinde bunları teslim etmeyeceğini açıklarsa.
(2) Ancak, satıcının malları teslim ettiği hallerde alıcı, sözleşmenin ortadan kalktığını beyan etme hakkını yitirir; meğerki
(a) gecikmiş teslim halinde, teslimin yapıldığını öğrendiği andan itibaren makul bir süre içinde sözleşmenin ortadan kalktığını beyan etmiş olsun,
(b) gecikmiş teslimden farklı bir sözleşmeye aykırılık halinde,
(i) bu aykırılığı bildiği veya bilmesi gerektiği andan itibaren;
(ii) alıcı tarafından 47. maddenin 1. fıkrası uyarınca verilmiş herhangi bir ek sürenin geçmesinden sonra veya satıcının bu ek süre içinde yükümlülüklerini yerine getirmeyeceğini açıklamasından sonra; veya
(iii) satıcı tarafından 48. maddenin 2. fıkrası uyarınca belirlenmiş sürenin tamamlanmasından sonra veya alıcının ifayı kabul etmeyeceğini açıklamasından sonra;
sözleşmenin ortadan kalktığını makul bir süre içinde beyan etmiş olsun.
Madde 50
Malların sözleşmeye uygun olmaması durumunda semen ödenmiş olsun veya olmasın alıcı semeni, fiilen teslim edilen malların teslim anındaki değeri ile sözleşmeye uygun malların aynı andaki değeri arasındaki farkla orantılı olarak indirebilir. Ancak satıcı 37. veya 48. maddeler uyarınca yükümlülüklerinin ifasındaki bütün eksiklikleri giderirse veya alıcı, satıcının bu maddelere uygun olarak yaptığı ifayı red ederse, alıcı semeni indiremez.
Madde 51
(1) Satıcı malların yalnızca bir kısmını teslim etmiş ise veya teslim edilmiş malların yalnızca bir kısmı sözleşmeye uygun ise, 46 ilâ 50. maddeler eksik veya sözleşmeye uygun olmayan kısım için uygulanır.
(2) Eksik veya sözleşmeye uygun olmayan ifanın sözleşmeye esaslı aykırılık teşkil etmesi halinde alıcı sözleşmenin tamamının ortadan kalktığını beyan edebilir.” denilmektedir.
Anılan sözleşme hükümleri uyarınca, alıcıya, koşulların elverdiği ölçüde en kısa sürede ihbar yükümlülüğü getirilmiş olup, süresinde ihbarda bulunulmadığı takdirde ayıba dayanılarak talepte bulunma hakkının kaybedileceği hükme bağlanmıştır.

Ayıp ihbarının yasal sürede yapılıp yapılmadığını kimin kanıtlaması gerektiğini bulabilmek için hukukumuzda “ispat yükü”nün nasıl düzenlendiğine bakmak gerekmektedir.
Bir davada çekişmeli olguların kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği konusuna, ispat yükü denir.
Her iki taraf da ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişler ise bu halde hâkimin ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü hâkim, ilk önce tarafların gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür.
İki tarafın (veya bir tarafın) gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli olgular aydınlanmış ise yine ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmakta bir yarar yoktur. Buna karşılık, gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi halinde, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesinde yarar vardır.
Delillerin davayı etkileyecek çekişmeli hususlarda gösterileceği ve ispat faaliyetinin çekişmeli vakıalar için söz konusu olduğu hususu göz önünde bulundurulmalıdır (1086 sayılı HUMK m. 238/1; 6100 sayılı HMK m.187/1).
Türk Medeni Kanunun 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” denilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde ise bu düzenlemeye paralel bir düzenleme getirilmiştir. Anılan maddede “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” denilmiştir.
İspat yükü ilk önce kural olarak davacıya düşer; yani davacı davasını dayandırdığı olguları ispat etmelidir. Hâkimin kendisine ispat yükü düştüğünü bildirdiği taraf, uyuşmazlık konusu olguyu ispat edemezse davayı kaybeder. O taraf davacı ise davası reddedilir, davalı ise mahkûm edilir.
Kendisine ispat yükü düşmeyen taraf, karşı (kendisine ispat yükü düşen) tarafın iddiasını (olguyu) ispat etmesini bekleyebilir. Kendisine ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, diğer (kendisine ispat yükü düşmeyen) tarafın onun iddiasının aksini (hilafını) ispat etmesine gerek yoktur; o olgu ispat edilmemiş (yani dava bakımından yok) sayılır.
”…Akreditif, milletlerarası ticari ilişkilerde ve özellikle mal satışına konu olan sözleşmelerde, alıcı ile satıcının borcunu gereği gibi ifa etmesine, her iki tarafın da alacağını güvence altına almasına hizmet eden bir hukukî ilişkidir. Akreditif ilişkisi milli hukuklarda düzenlenmemiş, Milletlerarası Ticaret Odası tarafından ortaya çıkması muhtemel farklıkların ortadan kaldırılması için Birörnek Kuralları (UCP 600) oluşturularak, uygulamada birlik sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak Birörnek Kuralları balayıcılığı olmayan kurallar niteliğinde olup, sözleşmeye uygulanması, tarafların buları uygulanacak hukuk olarak seçmesine bağlıdır. Uygulamada genellikle akreditif sözleşmelerine bir hüküm koyularak, akreditif sözleşmesine Milletlerarası Ticaret Odası’nın hazırlamış olduğu UCP 600’ün uygulanacağı kararlaştırılmaktadır.
Akreditifte bir temel ilişki (satış sözleşmesi), bir de bu ilişkiden doğan borcu ifa etmeyi amaçlayan akreditif ilişkisi bulunmaktadır. Bu iki ilişki aralarındaki ekonomik bağlılığa rağmen hukuken birbirinden bağımsızdır. Bundan dolayı temel ilişkinin veya akreditif ilişkisinin geçersiz olması diğerinin geçerliliğini etkilemediği gibi, temel ilişkiden doğan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi de kural olarak bankanın ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Diğer bir ifadeyle bir bankanın akreditif bedelini ödeme yükümlülüğü, alıcının (amirin) akreditif bankasıyla veya satıcıyla (lehtarla) olan ilişkilerinden kaynaklanan hak taleplerine veya savunmalarına tâbi değildir.
Ancak akreditif ilişkisinin temel ilişkiden bağımsız olmasına rağmen uygulamada en çok karşılaşılan sorunlardan biri temel ilişkiden doğan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesine (özellikle aliud ve ayıplı ifa) bağlı olarak akreditifin ödemesinin durdurulmasının talep edilmesi ve bu konuda ihtiyati tedbir kararı alınmasıdır.
Gerek yargı uygulaması gerekse öğretide her ne kadar temel ilişki ile akreditif ilişkisi birbirinde bağımsız olsa da temel ilişkiden doğan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi hallerinde akreditif ödemesinin durdurulabileceği kabul edilmektedir.
Bu çalışmada, akreditif ilişkisinde temel ilişkiden doğan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi hallerinin (aliud ve ayıplı ifa) akreditif ilişkisine etkisi ortaya konulmaya çalışılacaktır. Konunun daha iyi ortaya konulabilmesi için temel ilişki ile akreditif sözleşmesi arasındaki ilişkiye, bankaların ibraz edilen belgeleri inceleme yükümlülüğüne de değinilecektir.
I. Temel İlişki İle Akreditif Sözleşmesi Arasındaki İlişki
A.Akreditifin Temel İlişkiden Bağımsızlığı.
Akreditif ilişkisi birden fazla hukukî ilişkiyi bünyesinde barındıran çeşitli ilişkilerden oluşmaktadır. Akreditif ilişkisinden söz edebilmek için öncelikle alıcı (amir) ile satıcı (lehtar) arasında bir satış sözleşmesinin olması ve ödemenin akreditif yoluyla yapılmasına kararlaştırılması gerekir. Taraflar satış sözleşmesine ödemenin akreditif yoluyla yapılmasına ilişkin hüküm koyabileceği gibi bu konuda ayrı bir sözleşme de yapabilirler. Uygulamada genellikle satış sözleşmesine hüküm koyularak ödemenin akreditif yoluyla yapılması kararlaştırılmaktadır.Ödemenin akreditif yoluyla yapılmasının kararlaştırılması, doğrudan akreditif ilişkisinin kurulmasına yol açmaz; bu durum alıcıya akreditifi açma borcu yükler. Buna göre alıcı, bir bankaya başvurarak akreditif açtırmakla yükümlüdür. Alıcı, akreditifi açtırmazsa, sözleşmeye aykırı davranmış olur ve satıcı, borcun ifa edilmemesi hükümlerine dayanarak (borçlu temerrüdü) sahip olduğu hakları kullanabilir. Alıcının akreditifi açtırmasından sonra akreditifi açan banka, satıcının ülkesinde bulunan şubesi, şubesi yoksa başka bir banka aracılığıyla durumu satıcıya bildirir. Satıcı, sözleşme uyarınca kararlaştırılan belgeleri hazırlayarak bankaya ibraz eder; banka belgelerin akreditif şartlarına uygun olduğuna karar verirse ödemeyi yapar. Görüldüğü üzere akreditif ilişkisinin temelini, sebebini taraflar arasındaki temel ilişki oluşturmaktadır. Temel ilişkinin kurulmasına bağlı olarak alıcının akreditif açtırma yükümlülüğü doğmaktadır. Ancak her ne kadar akreditifi açtırma borcu temel ilişkiden doğan bir yükümlülük olsa da akreditif ilişkisinin en önemli özelliklerinden biri temel ilişkiden bağımsız olmasıdır8. Akreditif, temel ilişkiden doğan borcun ifası amacıyla yapılmış olsa bile hukuken bu iki sözleşme arasında bir bağlılık bulunmamaktadır. Akreditif ilişkisinde alıcı, satıcı ile yaptığı sözleşme uyarınca herhangi bir banka ile akreditif açılmasına ilişkin bir sözleşme yapmaktadır. Ancak akreditif sözleşmesinde temel ilişkiye değinilmiş olup olmaması akreditif sözleşmesini etkilememekte, akreditif sözleşmesinin tarafı olan bankalar sadece akreditif sözleşmesiyle bağlı olarak hareket etmektedir.
Diğer bir ifadeyle banka akreditiften doğan borcunu ifa ederken temel ilişkiyi değil, akreditif koşullarını esas almakla yükümlüdür. Bu durum Milletlerarası Ticaret Odası’nın Birörnek Kuralları’nın “Sözleşmeler Karşısında Akreditifler” başlığı altındaki 4/a maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Doğası itibariyle bir akreditif, dayandırılabileceği satış sözleşmesinden veya diğer bir sözleşmeden ayrı bir işlemdir. Akreditifte her ne şekilde olursa olsun bir sözleşmeye değinilmiş olsa bile bankalar böyle bir sözleşmeyle ilgilenmezler ve onunla bağlı değillerdir. Bu nedenle bir bankanın akreditif altındaki ibrazı karşılama, iştira etme veya diğer herhangi bir yükümlülüğünü yerine getirmesine ilişkin taahhüdü, amirin amir bankayla veya lehtarla olan ilişkilerinden kaynaklanan hak taleplerine veya savunmalarına tabi değildir.”.
Buna göre, ibrazı karşılamakla yükümlü olan akreditif bankası, akreditif bankası ile akreditifi açtıran arasındaki karşılık ilişkisinden, akreditif amiri ile akreditif lehtarı arasındaki temel ilişkiden ve bankaların kendi aralarındaki ilişkilerden doğan savunmaları (itiraz ve def’iler), akreditif lehtarına karşı ileri süremez. Bunun tek istisnası akreditif lehtarının ödeme talebini kötüye kullanmasının veya hilesinin açıkça varlığıdır. Akreditif ilişkisinin temel ilişkiden bağımsız olmasının uluslararası ticaretin işleyişi bakımından önemli bir fonksiyonu bulunmaktadır. Taraflar temel ilişkiden doğan savunmalarını ileri sürebilselerdi, borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmesine bağlı olarak çoğu durumda bankanın ödeme yapması engellenerek akreditif ilişkisi uygulanamaz hale gelirdi ve kurum, tarafların alacağını ödeme ve güvenceye alma fonksiyonunu kaybederdi.
Öğretide, akreditif ilişkisinin bağımsızlığı ilkesinin yetersiz de olsa genel olarak TBK m. 557/I’de düzenlendiği belirtilmektedir. TBK m. 557/I’de havale ödeyicisinin borcu şu şekilde düzenlenmiştir: “Havale ödeyicisi, çekince belirtmeksizin havaleyi kabul ettiğini havale alıcısına bildirirse, ifa ile yükümlü olur ve ona karşı, ancak aralarındaki ilişkiden veya havalenin içeriğinden doğan savunmaları ileri sürebilir; havale eden ile kendi arasındaki ilişkiden doğan savunmaları ileri süremez.”. Akreditifte havalede olduğu gibi banka, temel ilişkiden bağımsız olarak belli bir miktarı lehtara ödeme yükümlülüğü altına girmektedir. Temel ilişki veya amir ile banka arasındaki ilişki kural olarak bankanın ödeme yükümlülüğünü etkilememektedir. Temel ilişkiden doğan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmeme ihtimaline karşı taraflar, akreditif şartlarında, varma veya gönderme yerinde bilirkişi tarafından malın kalitesi hakkında hazırlanmış bir belgenin gösterilmesini veya malın kontrolünden ya da alıcı tarafından kabulünden sonra bedelin ödenmesini kararlaştırabilir. Bu halde alıcı, akreditif ilişkinin temel ilişkiden bağımsız olması ilkesine karşı kendisini koruyarak, likit kanıt veya ihtiyati tedbir kararına gerek kalmaksızın lehtarın akreditif bedelini talep etmesini engelleyebilir.
B. Temel İlişkinin Geçersizliği
Temel ilişkinin geçersizliğinin akreditif ilişkisini nasıl etkileyeceği akreditif ilişkisinin temel ilişkiden bağımsız olması ilkesi uyarınca değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Temel ilişki kesin hükümsüzse, bu sözleşmeye dayanarak akreditif açılması istenemez. Geçersiz olan bir sözleşmeden borç doğmayacağı için satıcı bu sözleşmeye dayanarak akreditifin açılmamasından dolayı alıcının sorumluluğuna başvuramaz. Hatta akreditif açma yükümlülüğü asıl sözleşmeden bağımsız bir sözleşmeyle üstlenilmiş olsa bile durum değişmez. Temel ilişki kesin hükümsüz olmasına rağmen alıcı akreditifi açarsa, temel ilişkinin geçersizliğinin akreditif ilişkisinin geçerliliğini etkileyip etkilemeyeceği açıklığa kavuşturulması gereken önemli konulardan biridir. Akreditifte temel ilişkinin geçersiz olması (şekle aykırılık, ehliyetsizlik, irade bozukluğu halleri gibi), kurulmuş olan akreditif sözleşmesi uyarınca ödeme yapma yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Akreditif sözleşmesi geçerli olarak kurulduğu hallerde amir banka, lehtara (satıcıya) akreditifte öngörülen koşullarla ödeme yapmakla yükümlüdür. Çünkü akreditifin açılmasıyla lehtara akreditiften yararlanma hakkı verilmektedir. Bu durumda akreditifi açan banka, temel ilişkinin kesin hükümsüz olmasından bağımsız olarak ödeme yapmakla yükümlüdür. Bunun sebebi yukarıda da bahsetmiş olduğumuz, temel ilişkinin akreditif ilişkisinden bağımsız ve soyut olması, bankanın lehtara öngörülen belgeleri ibraz etmesi halinde ödeme yapmayı vaat etmesidir. Ancak alıcı (amir), lehtara ödeme yapılmasından dolayı akreditif bankasına ödeme yapmak zorunda kalırsa, yapmış olduğu ödemeye sebepsiz zenginleşme hükümlerince lehtardan isteme hakkına sahiptir. Alıcı, temel ilişkinin geçersiz olduğunu bilerek akreditifi açtırmışsa ve akreditif bankası ödemeyi yapmışsa, kanaatimizce bu halde alıcı ödemiş olduğu bedelin sebepsiz zenginleşme hükümlerince iadesini isteyememelidir (TBK m. 78/I). Ancak bazı hallerde temel ilişkinin kesin hükümsüz olması sebebiyle lehtarın ödeme talebinde bulunması dürüstlük kuralına aykırılık olarak değerlendirilmektedir. Buna göre, temel ilişkinin kanuna ve ahlâka aykırı veya suç oluşturan bir nitelik taşımasında hem alıcının hem de satıcının bilgisinin bulunması ve söz konusu sebeplerle sözleşmenin geçersiz olması hallerinde lehtarın ödeme talebi hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir. Özellikle uyuşturucu satışı, insan kaçakçılığı, taklit mal satış, kanuna aykırı silah ticareti, kara para aklanması gibi haller bu duruma örnek gösterilmektedir. Böyle hallerde temel ilişki kesin hükümsüz olup, bu ilişki uyarınca açılan akreditiflere dayanarak ödeme yapılması istenemez. Temel ilişkinin geçersiz olması halinde alıcının (amir) sahip olduğu başka bir imkân ise lehtar aleyhine ihtiyati tedbir kararı alarak banka tarafından ödemenin engellenmesidir. Her ne kadar buna ilişkin açık bir düzenleme olmasa da alıcıların bu yola sıklıkla başvurduğu görülmektedir.
C. Alıcı İle Banka (Amir Banka) Arasındaki Akreditif Açılmasına İlişkin Sözleşmenin Geçersizliği
Alıcı ile satıcı arasında temel ilişkinin (satış sözleşmesinin) kurulması sonrasında alıcı ile banka (amir banka) arasında akreditif açılmasına ilişkin akreditif sözleşmesi yapılmaktadır. Alıcı bankaya başvurarak, satıcı ile aralarında bir satış sözleşmesinin imzalandığını, bu sözleşme ile satıcı lehine akreditifin açılması talimatını verir. Bu sözleşme ile banka, alıcının talimatı üzerine satıcıya karşı, koşula bağlı nitelikte belli bir miktar parayı ödeme taahhüdü altına girmektedir. Akreditif sözleşmesinin kurulması üzerine banka (amir banka) akreditifin lehtarına (satıcıya), lehine bir akreditif açıldığını ve malları yükleyip öngörülen belgeleri ibraz etmesi halinde kendisine ödeme yapacağını bildirir. Satıcı, istenilen belgeleri bankaya ibraz ettiğinde akreditife konu miktarı kendisine ödenmesini isteme hakkını elde eder.
Alıcı ile banka arasındaki akreditif sözleşmesinin geçersiz olması halinde bankanın satıcıya karşı akreditifin açıldığını bildirme ve ödeme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bu halde bankanın herhangi bir işlem yapmaması, alıcıya karşı sorumluluğuna yol açmaz. Ancak banka, geçersiz sözleşmeye rağmen akreditifi lehtara bildirirse, bu halde lehtarın gerekli belgeleri ibrazı halinde, ödeme yapma yükümlülüğü doğar. İbrazı karşılamakla yükümlü olan banka, lehtara karşı amir banka ile akreditif açtıran arasındaki ilişkiden doğan savunmaları ileri süremez. Örneğin, bu ilişkinin şekle aykırılık, ehliyetsizlik veya irade bozukluğu sebebiyle geçersiz olmasına dayanamaz. Bunun sebebi, akreditif bankasının, geri dönülemez nitelikte belli bir miktar bedeli ödemeyi taahhüt etmesidir.
D. Akreditifi Açan Banka İle Akreditif Lehtarı Arasındaki İlişki
Akreditifi açan banka ile akreditif lehtarı arasındaki ilişki, doğrudan, muhabir banka veya teyit bankası aracılığıyla akreditifi açtığını lehtara bildirmesi ile kurulur. Alıcının, akreditif açılmasına yönelik olarak banka ile sözleşme imzalaması,
bankaya akreditif açma talimatı vermesi veya bankanın akreditif açmayı kabul etmesi, banka ile lehtar arasında herhangi bir ilişki kurulmasına yol açmaz. Bankanın akreditif açılmasına ilişkin bildirimi tek taraflı varması gerekli bir irade açıklamasıdır. Bildirim ile bankanın lehtara karşı ödeme yükümlülüğü doğmakta olup, banka ile lehtar arasında ayrıca sözleşme yapılmasına gerek yoktur. Ancak bankanın tek taraflı bildirimi ödeme yükümlülüğünün doğması için yeterli olmayıp, lehtarın da bunu kabul etmesi gerekir.
Akreditif bankası ile lehtar arasındaki ilişkiden bir kısım def’iler doğabilir ve bu durum akreditif bankasına ödeme yapmaktan kaçınma hakkı verir. Takas, belgelerin süresi içinde ibraz edilmemesi, yenileme bu niteliktedir.
Alıcı ile banka arasındaki sözleşme geçerli olsa bile, bankanın lehtara ödeme yapma yükümlülüğünün söz konusu olabilmesi için aralarında geçerli bir hukukî ilişkinin bulunması gerekir. Akreditif bankası ile lehtar arasındaki ilişkinin geçerli bir şekilde kurulmadığı hallerde, akreditif bankası, bu ilişkiden doğan itiraz ve def’ileri ileri sürerek ibrazı karşılamaktan kaçınabilecektir. Çünkü akreditif bankası ile lehtar arasındaki ilişkinin geçerliliği genel hükümlere bağlıdır.
II. Temel İlişkiden Doğan Borcun Hiç veya Gereği Gibi İfa Edilmemesi
(Özellikle ALİUD ve Ayıplı İfa)
Satıcının temel ilişkiden doğan borcunu hiç ifa etmemesi halinde akreditif ilişkisinin taraflarına başvurarak satış bedelini talep edebilmesi çok zordur. Çünkü akreditif ilişkisinde bankalar, ifanın gerçekleştiğini gösteren belgelerle hareket etmekte, ifanın gerçekleşmesine bağlı olarak sözleşmede kararlaştırılan belgelerin ibrazıyla ödeme yapmaktadır.
Akreditif ilişkilerinde en çok karşılaşılan sorunlardan biri satıcının kararlaştırılandan başka bir şey teslim etmesi (aliud ifa) veya gönderilen şeylerin ayıplı olmasıdır. Borçlunun borçlanılan edimden başka bir şey teslim etmesi, öğretide aliud ifa (yanlış edim) olarak adlandırılmaktadır. Aliud ifa, taraflarca kararlaştırılan edimin yerine başka çeşit ve nitelikte bir şeyin verilmesidir. Diğer bir ifadeyle aliud ifada, borçlanılmış olan şeyden başka bir şeyin teslimi söz konusudur. Ayıp ise satılanın satıcının bildirdiği nitelikleri taşımaması veya satılanın nitelik veya niteliğini etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukukî ya da ekonomik eksikliklerin bulunmasıdır (TBK m. 219)41. Uygulamada aliud ifa ile ayıplı ifa ile sıklıkla karıştırılmaktadır. Aliud ifada borçlu sözleşmede kararlaştırılandan başka bir şey verdiğinden bu halde ifa hiç gerçekleşmemekte, borçlu ifa etmemenin sonuçlarından sorumlu olmaktadır. Oysa ayıplı
ifada satıcı, sözleşmede kararlaştırılan şeyi teslim etmekte, ancak teslim edilen şey satıcı tarafından bildirilen veya satılanın objektif olarak taşıması gereken nitelikleri taşımamaktadır.
Aliud ifada borcun hiç ifa edilmemiş olduğu kabul edildiğinden, borçlu TBK m. 112 vd. hükümlerince alacaklıya karşı sorumlu olmaktadır. Ancak akreditif ilişkisinde borcun hiç ifa edilmemesiyle aliud ifası arasında fark bulunmaktadır. Şöyle ki,
hiç ifa etmemede, satıcı ifayı gerçekleştirdiğine ilişkin belgelere sahip olamadığından bankaya başvurup akreditif bedelini alamayacaktır. Oysa aliud ifada, teslim edilen şey, kararlaştırılandan farklı olsa bile, şeklen ifa gerçekleştiğinden, satıcı (lehtar) ifanın gerçekleştiğine ilişkin belgeleri ibraz ederek akreditif bedelini talep edebilecek, bankalar da bu belgeleri şeklen inceleyip, belgelerin akreditif sözleşmesindeki koşulların taşınması halinde ödemeyi yapabilecektir. Ayıplı ifada da benzer durum söz konusudur. Satıcı, malları teslim edip, gerekli belgeleri ibraz ederek bedelin ödenmesini istemekte, bu aşamada yapılan gözden geçirmeyle malların ayıplı olduğu anlaşılmaktadır. Bedelin satıcıya ödenmesi halinde alıcı, satıcıya başvuru hakkını kaybetmemekle birlikte akreditif sözleşmesi gereği bankanın ödemiş olduğu bedeli, komisyonuyla birlikte ödeme yükümlülüğü doğmaktadır. Özellikle alıcı ve satıcının farklı ülkelerde olduu göz önünde bulundurulduğunda, alıcının, borcun gereği gibi ifa edilmemesinden doğan haklarını kullanması zorlaşmaktadır. Bundan dolayı uygulamada, aliud veya ayıplı ifa hallerinde mahkemeye başvurularak ihtiyati tedbir kararı alınarak lehtara ödeme yapılması engellenmektedir. Böylece akreditife hâkim olan akreditifin temel ilişkiden bağımsız ve bankaların sadece belgeleri incelemekle yükümlü olması ilkesi, ihtiyati tedbir kararlarıyla kısmen bertaraf edilmektedir.
III. Bankaların İbraz Edilen Belgeleri İnceleme Yükümlülüğü.
Akreditif ilişkisinde alıcı, akreditif açılmasına ilişkin talebinde ibraz edilecek belgeleri de bildirir. Banka aldığı talimatı satıcıya iletir ve satıcı istenen belgeleri hazırlayarak bankaya ibraz eder. Belgeler akreditif şartlarına uygunsa, banka ödemeyi yapar.
Böylece alıcı belirli koşulları yerine getirmeden satıcıya ödeme yapılmamasından emin olduğu gibi satıcı da akreditif koşullarının yerine getirilmesi halinde alacağına kavuşma güvencesine sahip olur. Ancak satıcının alacağını elde edebilmesi mutlaka akreditif ilişkisinde öngörülen belgeleri teslim etmesine bağlıdır. Aksi halde ödeme talebi yerine getirilmez. Akreditifte bankanın ödeme yükümlülüğü öngörülen belgelerin ibrazına bağlıdır. Ancak bankanın ödeme yapmadan önce ibraz edilen belgelerin akreditif şartlarına uygun olup olmadığını inceleme yükümlülüğü bulunmaktadır44. Banka ibraz edilen belgelerin talimatta belirtilen belgeler olup olmadıklarını, talimatta belirtilen koşulları taşıyıp taşımadıklarını ve zamanında ibraz edilip edilmediklerini inceler.
Satıcının bankaya başvurması tek başına ödeme yükümlülüğünü doğurmaz; ödeme yükümlülüğü ancak akreditife uygun belgelerin akreditifte öngörülen koşullarla ibrazıyla söz konusu olur. Bankanın kendisine ibraz edilen belgeleri inceleme yükümlülüğü, belgelerin şekli anlamda akreditif şartlarına uygunluğunun denetlenmesi olarak ifade edilmektedir. Bankanın inceleme yükümlülüğü amir (alıcı) ile lehtar (satıcı) arasındaki temel ilişkiden bağımsızdır. Akreditifte banka, sadece amir ile lehtar arasındaki ödeme ilişkisine aracılık etmekte, taraflar arasındaki temel ilişkiyle ilgilenmemektedir. Bu durum UCP 600 m. 4’de “Doğası itibariyle bir akreditif, dayandırılabileceği satış sözleşmesinden veya diğer bir sözleşmeden ayrı bir işlemdir. Akreditift her ne şekilde olursa olsun bir sözleşmeye değinilmiş olsa bile bankalar böyle bir sözleşmeyle ilgilenmezler ve onunla bağlı değillerdir. Bu nedenle bir bankanın akreditif altındaki ibrazı karşılama, iştira etme veya diğer herhangi bir yükümlülüğünü yerine getirmesine ilişkin taahhüdü, amirin amir bankayla veya lehtarla olan ilişkilerinden kaynaklanan hak taleplerine veya savunmalarına tabi değildir.” şeklinde ifade edilmiştir. Bankalar ödeme yaparken ibraz edilen belgelerin akreditif şartlarına uygunluğunu değerlendirmeleri gerekir. Bankalar, belgelerin akreditif şartlarına uygun olup olmadıklarını, istenilen şekilde düzenlenip düzenlenmediklerini, istenilen kurumlardan alınıp alınmadıklarını incelerken akreditif talimatındaki şartlara sıkı sıkıya bağlı kalmakla yükümlüdürler. Bankaların akreditif metninde yer alan şartları yorumlama yetkileri bulunmamaktadır. Bankayı akreditif şartlarının lafzı ile bağlayan, ona yorum yapma hakkı vermeyen bu ilkeye “akreditif şartlarına sıkı sıkıya bağlılık” ilkesi denilmektedir.
Değerlendirme sonucunda ibraz edilen belgelerin akreditif şartlarına uygun olduğu belirlenirse, bankanın akreditif bedelini ödeme yükümlülüğü doğar; ancak ibraz edilen belgeler akreditif şartlarını taşımıyorsa banka ödeme yapmaktan kaçınabilir, hatta kaçınmak zorundadır. İbraz edilen belgeler akreditif koşullarını taşımamasına rağmen ödeme yapılırsa, banka amire rücu edemez. Ancak bankanın belgeleri inceleme yükümlülüğü şeklidir; banka belgeleri incelerken borcun hiç veya gereği gibi ifa edilip edilmediğiyle ilgilenmez. Diğer bir ifadeyle inceleme yükümlülüğü belgelerin dış görünüşüyle sınırlıdır. Bankaya ibraz edilen belgeler şekli olarak akreditif koşullarını taşıyorsa banka lehtara ödemeyi yapar. Bu durum UCP 600 m. 5’de, “Bankalar belgelerin ilişkili olabileceği malları, hizmetleri veya yapılan işleri değil, belgeleri göz önünde bulundurarak (belgeler üzerinden) işler yaparlar.” şeklinde düzenlenmiştir. Bankaların belgeleri incelemesi 1974 tarihli 290 sayılı, 1984 tarihli 400 ayılı ve 1994 tarihli 500 sayılı revizyonlarda “makul bir özenle” yapması gerektiği düzenlenmişti. Ancak 01.07.2007 tarihinde yürürlüğe giren UCP 600 revizyonunda “makul özen” ifadesine yer verilmemiştir. Bunun sebebi, uluslararası standart bankacılık uygulaması ölçütünün yeterli olmasıdır. Son düzenlemede makul bir özen ifadesine yer verilmemiş olsa bile ülkemiz hukuku bakımından bankaların ibraz edilen belgeleri özenle inceleme yükümlülüğü devam etmektedir. Hiçbir düzenleme bulunmasa bile TMK m. 2 gereği, bankaların ibraz edilen belgeleri özenle incelemekle yükümlüdür. Çünkü bankaların faaliyeti, idarece verilen bir imtiyaza dayanmakta olup, bankalar hafif kusurlarından bile sorumludurlar. Bankaların belgeleri inceleme yükümlülüğü UCP 600 m. 14/a’da düzenlenmiştir. Bu hükme göre, “Görevi çerçevesinde hareket eden bir görevli banka, varsa bir teyit bankası ve amir banka, belgelerin dış görünüşleri itibariyle uygun bir ibrazı oluşturup oluşturmadığım belirlemek için sadece belgeleri esas alarak ibrazı incelemelidir.”. Hükümden de açıkça anlaşılacağı üzere bankaların inceleme yükümlülüğü, sadece belgelerdeki görünürdeki şekli eksiklik ve yanlışlıklarla, bir belgelenin kendi içerisinden tutarlı olup olmadığını kontrol etmekle sınırlıdır. Bankaların akreditif şartları uyarınca ibraz edilen belgelerin doğruluğunu, geçerliliğini, şeklini, üzerinde değişiklik yapılıp yapılmadığını inceleme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bu durum UCP 600 m. 34’de, “Bir banka belgelerin şekli, yeterliliği, doğruluğu, gerçek/sahte olup olmadığı veya herhangi bir belgenin hukuki etkisi/sonucu veya bir belgede şarta bağlanan veya o belgeye sonradan eklenen genel veya özel şartlar dolayısıyla hiçbir yükümlülük veya sorumluluk üstlenmediği gibi herhangi bir belgenin temsil ettiği malların, hizmetlerin
veya yapılan diğer işlerin mevcut olup olmadığı veya tanımı, miktarı, ağırlığı, kalitesi, durumu, ambalajı, teslimatı ve değerine veya malları gönderenin, taşımacının, navlun komisyoncusunun, alıcının veya malları sigorta edenin veya diğer herhangi bir kişinin iyi niyetine veya eylemine veya ihmallerine, mali durumlarına, icraatına veya ticari itibarına ilişkin olarak hiçbir yükümlülük veya sorumluluk üstlenmez.” şeklinde ifade edilmiştir.
Bankalar, şekli incelemeyle sahte veya geçersiz olduğu anlaşılan belgeler uyarınca ödeme yaparsa sorumlu olur. Ancak sahte olduğu dış görünüşünden anlaşılamayan belge uyarınca yapılan ödemeden sorumlu olmazlar. Örneğin yurt dışından satın alınan bazı malların akreditif uyarınca aranan belgeler arasında teknik analiz raporlarının da bulunması kararlaştırılmaktadır. Lehtar, teknik analiz raporunu ibraz etmekle birlikte banka bu raporun gerçeği yansıtıp yansıtmadığını, usulüne uygun düzenlenip düzenlenmediğini araştırmakla yükümlü değildir. Teknik analiz raporunun sözleşmede öngörülen şekilde ibraz edilmesi ödemenin yapılması için yeterlidir; raporun gerçeği yansıtıp yansıtmaması bankanın ödeme yükümlülüğünü etkilemez. İbraz edilen belge, dış görünüş olarak akreditif koşullarına uygunsa belgelerin geçerli olduğu, yetkili makamlarca düzenlendiği ve belgelerdeki beyanların doğru olduğu varsayılarak ödeme yapılacaktır. Ancak ibraz edilen belgelerde usulsüzlük bulunduğu, imza veya kaşelerin sahte olduğunun açıkça belli olduğu hallerde banka ödeme yaparsa, bu durum özen yükümlülüğünün ihlali olarak değerlendirilecek ve banka amire rücu edemeyecektir. Örneğin ibraz edilecek belgeler arasında sayılan teknik analiz raporu hiçbir imza içermiyorsa, hiçbir kurumun onayını taşımıyorsa, bu belgenin şeklen var olması, bankaya ödeme yapma hakkı vermez. Bu durumda banka ibrazı karşılamamakla yükümlüdür; aksi halde amire rücu edemez.
IV. Bankanın Ödeme Yaparken Kural Olarak Temel İlişkiden Doğan İtiraz ve Def’ileri Dikkate Almaması
Akreditif ilişkisinin temel ilişkiden bağımsız olması ilkesi gereği satıcının aliud veva ayıplı ifası kural olarak bankanın ödeme yükümlülüğünü etkilemez. Lehtarın öngörülen belgeleri şeklen ibraz etmesi, bankanın ödeme yükümlülüğünün doğması için yeterlidir. Alıcı, aliud veya ayıplı ifa sebebiyle bankaya başvurarak ödemeye engel olamaz. Akreditif sözleşmesinde temel ilişkiye değinilmiş olup olmaması akreditif sözleşmesini etkilememekte, akreditif sözleşmesinin tarafı olan bankalar sadece akreditif sözleşmesiyle bağlı olarak hareket etmektedir. Banka akreditif sözleşmesinden doğan borcunu ifa ederken temel ilişkiyi değil, akreditifin koşullarını esas almakla yükümlüdür. Bu durum UCP 600’ün “Sözleşmeler Karşısında Akreditifler” başlığı altındaki 4/a maddesinde “Doğası itibariyle bir akreditif, dayandırılabileceği satış sözleşmesinden veya diğer bir sözleşmeden ayrı bir işlemdir. Akreditifte her ne şekilde olursa olsun bir sözleşmeye değinilmiş olsa bile bankalar böyle bir sözleşmeyle ilgilenmezler ve onunla bağlı değillerdir. Bu nedenle bir bankanın akreditif altındaki ibrazı karşılama, iştira etme veya diğer herhangi bir yükümlülüğünü yerine getirmesine ilişkin taahhüdü, amirin amir bankayla veya lehtarla olan ilişkilerinden kaynaklanan hak taleplerine veya savunmalarına tabi değildir.” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre, temel ilişkinin bankanın akreditif bedelini ödeme yükümlülüğünün hukukî temelini oluşturmaması, temel ilişkiden doğan borcun ayıplı ifası, başka bir mal teslimi (aliud), malın hiç teslim edilmemiş olması, temel ilişkiye ilişkin irade bozukluğuna veya aşırı yararlanmaya dayanarak sözleşmenin iptal edilmiş olması kural olarak ibrazı karşılamaktan kaçınmak için haklı sebep oluşturmaz.
Bankaların akreditif bedelini ödeme konusunda itibar edecekleri kıstas, münhasıran akreditif işlemine konu belgelerdir. Belgeler akreditif şartlarına uygun olarak ibraz edilmiş ise banka ibrazı karşılamakla yükümlüdür59. Banka ödeme yükümlülüğünü ancak “temel ilişkiden bağımsız gerekçelerle” yani bizzat kendisine ait def’i ve itirazlar ile ifa etmeyebilir. Belgeler dışındaki hiçbir husus, alıcı ile satıcı arasındaki sözleşme şartları, taraflar arasındaki uyuşmazlıklar, malın akreditif şartlarına uygun olmaması, ayıplı olması, malın cinsi, miktarı, kalitesi ve hatta mevcut olup olmadığı gibi sebepler bankaların ödeme yapmasına engel olmaz. Lehtar borcunu gereği gibi ifa etmiş olsa bile akreditif şartlarına uygun belgeler ibraz edilmezse yine bankanın ödeme yükümlülüğü yoktur. Görüldüğü üzere borcun gereği gibi ifa edilip edilmemesi bankaya bağlamamakta, banka ibraz edilen belgelere göre ödeme yapmakta veya yapmamaktadır. Amir, kural olarak, borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmediği gerekçesiyle bankaya başvurarak ya da dava açarak ödemeyi engelleyemez veya ihtiyati tedbir kararı alamaz.
V. Temel İlişkiden Doğan Savunmaların İleri Sürülebileceği Haller
A. Genel Olarak Akreditif, avantajlarına rağmen alıcı bakımından bünyesinde önemli bir risk de barındırmaktadır. Bu risk ise “gönderilen malların akreditif belgeleri ile uyumlu olmaması” ihtimalidir. Akreditifte banka, ibraz edilen belgelerin ilgili olduğu “malları” değil, “belgeleri” göz önünde bulundurarak işlem yapar. Bankanın lehtara akreditif bedelini ödemesi için tek şart, satıcı tarafından ibraz edilen belgelerin banka tarafından akreditif koşullarına uygun bulunmuş olmasıdır. Bundan dolayı sözleşmeye konu malların belgelerde belirtilen özelliklerde olmaması (aliud veya ayıplı ifa) riskini akreditif amiri olan alıcı taşımaktadır. UCP 600 m. 4/a’da, her ne kadar akreditifin temel ilişkiden ayrı bir işlem olduğu, bankanın temel ilişkiyle bağlı olmadığı, ibrazı karşılama yükümlülüğünün amirin amir bankayla veya lehtarla olan ilişkilerinden kaynaklanan hak taleplerine veya savunmalarını bağlı olmadığı düzenlense de bazı hallerde bankanın doğrudan ibrazı karşılamaktan kaçınabileceği ya da alıcının ihtiyati tedbir yoluyla ödemenin durdurulması kararı alabileceği gerek öğreti gerekse yargı kararlarında kabul edilmektedir. Bu haller öğretide akreditif ilişkisinde dürüstlük kuralına aykırılık (hakkın kötüye kullanılması) veya akreditifte hile kuralı olarak adlandırılmaktadır.
Lehtarın dürüstlük kuralına aykırı hareket ettiği ve akreditif bankası tarafından bu durumun tespiti halinde banka akreditif bedelini ödemekten kaçınabilir. Dürüstlük kuralına aykırılığın tespit edildiği hallerde bankanın ibrazı karşılamaktan kaçınması için bu yönde alınmış bir mahkeme kararının (ihtiyati tedbir) bulunması zorunlu olmamakla birlikte, uygulamada çoğu durumda ihtiyati tedbir yoluna başvurularak bankanın ödeme yapması engellenmektedir.
Akreditif ilişkisinin temel ilişkiden bağımsız olması ilkesini katı bir şekilde uygulamak bazı hallerde adaletsiz sonuçların doğmasına sebep olabilir. Özellikle akreditif bedelinin ödenmesinden sonra amiri satıcıya başvurması, hem masraflı, hem de taraflar farklı ülkelerde olduğundan zordur. Dürüstlük kuralına aykırılık ilkesi (akreditifte hile kuralı) taraflar arasındaki menfaat dengesini gözetmek ve adaletsiz sonuçların doğmasını engellemek için akreditif ilişkisinin temel ilişkiden bağımsız olmasına getirilmiş bir istisna niteliğindedir. Bu ilke, ödeme talebinin dürüstlük kuralına aykırılık içermesi halinde, belgelerine dayanağı arkasındaki gerçeği görme ve akreditifin ödenmesini durdurma imkânı vermektedir.
Lehtarın ödeme talebinin TMK m. 2 anlamında hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığı lex fori’ye (hâkim ülke hukukuna) tabidir. İbrazı karşılamakla yükümlü olan banka, lehtarın ödeme talebinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu ispatlayabildiği hallerde ödeme talebini geri çevirebilir. Banka yargı merci olmadığından, kendisine ibraz edilen belgelerden hareketle ödeme talebinin haksızlığını ve dürüstlük kuralına aykırılığını açıkça ve tereddüde yer vermeyecek tarzda kanıtlayabilmelidir. Öğretide bunun için likit kanıt deyimi kullanılmaktadır. Likit kanıt ile kastedilen, bankanın, kendi yorumunu, kanaatini, değerlendirmesini eklemeden, lehtarın ödeme talebinin dürüstlük kuralına aykırılığını açıkça ortaya koyan kanıttır. Likit kanıta dayanarak ödemenin engellenebilmesi için temel ilişkiden doğan eksikliğin önemli, belli bir ağırlıkta olması gerektiği kabul edilmektedir. Öğretide bankanın doğrudan ödemeden kaçınabilmesi için likit kanıt kapsamında değerlendirilmesi gereken delillerin belgelerle ispat edilebilir nitelikte olması gerektiği belirtilmektedir. Bankanın ibraz edilen kanıtı likit kabul etmemesi, başka kanıtlar veya ihtiyati tedbir kararı istemesi mümkündür. Ancak bu talebin haksız ve gereksiz olduğunun ispatlanması halinde banka akreditifi açtırana karşı sorumlu olur. Öğretide, resmi dairelerin yazılarının, polis veya gümrük evrakının, malların eksik ve ayıplı olduğunu gösteren bilirkişi veya diğer uzman raporlarının, satıcının veya istihdam ettiği kişilerden bazılarının tutuklanmış olmasının banka tarafından göz önüne alınacak önemli olgular olduğu kabul edilmektedir. Yine öğretide, ibraz edilen belgenin sahte, tahrif edilmiş olduğunun ispatlanması halinde bankanın ödemeden kaçınabileceğini belirtmektedir. Mahkemelerce verilmiş tespit ve ihtiyati tedbir kararları, hakem kararları, uzman bilirkişilerce düzenlenmiş raporlar likit kanıt kapsamında değerlendirilmektedir. Ayrıca öğretide, akreditif belgelerinin veya herhangi birinin sahteliği hakkında ciddi bilgileri olan bankanın, belgelerin sahteliğinin kanıtlamasına kadar akreditif bedelini lehtara ödememesi ve bedeli mahkemeden alacağı karar ile belirlenecek tevdi yerine yatırmasının riske girmemesi yönünden hukuka uygun bir davranış olacağı belirtilmektedir.
Akreditif lehtarının ödeme talebinin hakkın kötüye kullanılması oluşturduğu hallerde akreditif amirinin ödemenin durdurulması konusunda ihtiyati tedbir kararı alabileceği öğretide kabul edilmektir. İhtiyati tedbir kararı lehtara veya ibrazı karşılayacak bankaya karşı icra edilir. Dürüstlük kuralına aykırılık, akreditif ilişkisinin temel ilişkiden bağımsız olması ilkesinin istisnası niteliğindedir. Ancak akreditif ilişkisinde hangi fiillerin dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edeceğinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Dürüstlük kuralına aykırı davranışın sınırlarının iyi belirlenmesi akreditif ilişkisinin temel ilişkiden bağımsızlığı ilkesi açısından önem arz etmektedir. Bundan dolayı akreditif ilişkisinde dürüstlük kuralına aykırılık halinde ödemenin yapılmaması veya engellenmesi, mutlaka istisnai bir yol olarak görülmelidir. Aynı zamanda dürüstlük kuralına aykırı işlemlerin belirlenerek kontrol altına alınması, akreditifin ticari güvenilirliğinin korunması açısından da önem arz etmektedir. Akreditif ilişkisinde amirin malların sözleşmeye uygun olmadığı iddiası ile akreditif bedelinin lehtara ödenmesini engellemek için akreditif alacağı üzerine ihtiyati tedbir konulmasının talep edebilmesi için henüz ibrazın karşılanmaması, akreditif bedelinin ödenmemiş olması gerekir. Bundan dolayı ihtiyati tedbir yoluna ertelenmiş ödemeli akreditiflerde başvurulmaktadır. Ödemenin yapılmasından sonra böyle bir karar alınmasının pratik bir yararı bulunmamakta, banka ibrazı karşıladığı için amire karşı rücu hakkını kazanmaktadır. Ertelenmiş ödemeli akreditifte, önce mal alıcıya (amire) teslim edilmekte, alıcı, malı gözden geçirme imkânına sahip olmakta, ödeme ise sonra yapılmaktadır. Bu süre zarfında alıcı malları gözden geçirerek sözleşmeye uygun olup olmadığını anlayabilmekte, malların sözleşmeye uygun olmaması halinde ise, derhal mahkemeye başvurarak, ihtiyati tedbir yoluyla ödemenin durdurulmasını talep etmektedir. Bu yönüyle ertelenmiş ödemeli akreditif lehtar açısından ödemenin güvence altına alınmış olmasını tehlikeye sokabilmektedir.
İhtiyati tedbire ilişkin dava doğrudan lehtara karşı açılarak akreditif belgelerinin bankaya ibrazı veya ödeme talebinin yasaklanması istenebileceği gibi, tedbir talebinin bankaya yöneltilmesi, belgelerin banka tarafından kabul edilmesinin veya banka tarafından ödeme yapılmasının yasaklanması şeklinde de olabilir. Uygulamada amirin (alıcının) her iki tarafa da aynı anda dava açarak ihtiyati tedbir yoluyla ödemenin durdurulmasına yönelik talepte bulunulduğu görülmektedir.
B. Ödeme Talebinin Hakkın Kötüye Kullanılması Sayılan Haller
Ödeme talebinin hakkın kötüye kullanılması sayılan hallere banka doğrudan ödeme yapmaktan kaçınabileceği gibi, amir (alıcı) ihtiyati tedbir yoluna başvurarak ödemenin durdurulmasını da isteyebilir. Lehtarın ödeme talebinin hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı lex fori’ye tabidir. Ülkemizde açılan bir uyuşmazlıkta hâkim hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını ülke hukukuna göre takdir edecektir. Öğretide, hakkın kötüye kullanılmasının unsurlarını belirlemenin akreditif hukuku açısından hem güç hem de sınırlama tehlikesi doğuracağı için gereksiz olduğu ileri sürülmüştür. Öğreti ve yargı kararlarında hakkın kötüye kullanılmasına, satıcının süprüntü mallarla borcunu ifa etmesi, teslim edilen malların kalitesinin çok düşüp olduğunun belirlenmesi, malların ayıplı olduğunun tespiti, kararlaştırılandan başka bir mal teslim edilmesi, temel ilişkinin kanuna ve ahlâka aykırı veya suç oluşturan bir nitelik taşıması, temel ilişkinin kesin hükümsüz olması veya iptal edilmesi ya da dönmek suretiyle ortadan kalkmış olması ile UCP 600 m. 15 anlamında uygun olmayan ibraz halleri örnek verilmektedir…” (AKREDİTİFTE TEMEL İLİŞKİDEN DOĞAN BORCUN HİÇ VEYA GEREĞİ GİBİ İFA EDİLMEMESİNİN AKREDİTİF İLİŞKİSİNE ETKİSİ (The Impact of the Non-Performance of an Obligation Inflicted from the Ground Relationship to the Contract Letter of Credit – Doç. Dr. Sezer ÇABRİ)
Bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlıkta, Güney Kore’de bulunan davalı şirket tarafından gönderilen numunelerin Türkiye’ de bulunan davacı şirket tarafından beğenilmesi üzerine, davalıya 3 parti halinde Hıg Glass akrilik yüzey kaplama malzemesi sipariş edildiği, sipariş edilen ilk parti için davalı tarafından düzenlenen 18 FEB 2016 tarihli TGK 16-001 nolu 64.656-USD bedelli fatura için … Bank Torbalı Şubesi’nin 1117Z00242 referans numaralı akreditifin açıldığı, diğer iki parti mala ilişkin olarak davalı tarafından keşide edilen 14 – MAY – 2016 tarihli TGK 16-002 nolu 68.388,00 USD bedelli faturaya ilişkin olarak … Bank Torbalı Şubesi’nin 1117Z00259 referans nolu 68.388,USD bedelli akreditifin ve davalı tarafından keşide edilen 21 – MARCH – 2016 tarihli TGK 16-003 nolu 64.656,00 USD bedelli faturaya ilişkin olarak … Karabağlar Şubesi’nin 0613M16VA0000291 referans numaralı akreditifin açıldığı, denizyolu ile gelen 3 parti malın gümrükten çekilmesi üzerine yapılan incelemede malzemenin yüzeyinde sivilcelenme, kullanılan kapak yüzeylerinde kabarmalar oluştuğu, satın alınan mallarda üretimden kaynaklı ayıpların bulunduğu, ayıpların açık ayıp niteliğinde bulunduğu, davacının açık ayıpları davalıya e-mail ile bildirdiği, davalı yetkililerinin Türkiye’ye gelerek yaptıkları inceleme sonucunda satılan mallardaki ayıpları kabul ettikleri ve satılan malların davacı tarafından denizyolu ile Güney Kore’deki davalı şirkete iade edildiği ve davalı şirket tarafından iade edilen malların kabul edildiği, davacının süresi içerisinde sözleşmenin ortadan kalktığını yani sözleşmeden döndüğünü davalıya bildirdiği, herne kadar akreditif ilişkisi satım sözleşmesinden bağımsız ise de, sözleşmenin ayıplı ifa nedeniyle ortadan kalkması nedeniyle davalının ödeme yapılması ve akreditif ilişkisinin devamı talebinin dürüstlük kuralına, hakkın kötüye kullanılması niteliğine aykırılık taşıyacağı ve bu durumun da hukuk düzenince korunamayacağı, (Bknz. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 18.12.2018 tarih ve 2018/2416 Esas 2018/6669 Karar sayılı İlamı) buna göre yerel mahkemece asıl ve birleşen dava yönünden davacının tüm taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerektiği anlaşıldığından davalının asıl ve birleşen dava yönünden istinaf kanun yolu başvurusunun esastan reddine, davacının asıl ve birleşen dava yönünden istinaf kanun yolu başvurusunun kabulü ile HMK’nın 353/(1)-b-2 maddesi uyarınca hüküm kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
I-İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 05/10/2018 tarih, 2016/807 Esas 2018/989 Karar sayılı hükmü usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan asıl ve birleşen dava yönünden davalı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/(1)-b-1. maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
II-Asıl ve birleşen dava yönünden davacı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun KABULÜ ile; İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 05/10/2018 tarih, 2016/807 Esas 2018/989 Karar sayılı hükmün HMK’nın 353/(1)-b-2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA,
III-KALDIRILAN HÜKMÜN YERİNE GEÇMEK ÜZERE
”1-Asıl davanın KABULÜ İLE,
a-Dava konusu davalı tarafından keşide edilen 18 – FEB – 2016 tarihli TGK 16-001 nolu 64.656 USD bedelli fatura konusu malların ayıplı olması ve iade edilmesi nedeni ile davacının bu faturaya konu bedelden davalıya borçlu olmadığının tespitine,
-Sözleşmenin ortadan kalktığının TESPİTİNE,
-İhtiyati tedbirin karar kesinleşinceye kadar DEVAMINA,
b-Harçlar Kanunu gereğince alınması gerekli olan 12.764,13.TL nisbi karar harcından peşin olarak alınan 3.191,19.TL harcın tenzili ile bakiye 9.572,94.TL harcın davalıdan alınarak Hazineye irad kaydına,
c-Davacı bu davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi üzerinden hesap ve takdir olunan 21.529,92.TL ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
2-Birleşen İzmir 4. ATM’nin 2016/876 Esas sayılı dava dosyası yönünden, davanın KABULÜ İLE,
a-Dava konusu davalı tarafından keşide edilen 14 – MAY – 2016 tarihli TGK 16-002 nolu 68.388.00 USD bedelli fatura konusu malların ve davalı tarafından keşide edilen 21 – MARCH – 2016 tarihli TGK 16-003 nolu 64.656,00 USD bedelli fatura konusu malların ayıplı olması ve iade edilmesi nedeni ile davacının bu faturalara konu bedelden davalıya borçlu olmadığının TESPİTİNE,
-Sözleşmenin ortadan kalktığının TESPİTİNE ve bu faturalara konu akreditif işlemlerinin İPTALİNE,
-İhtiyati tedbirin karar kesinleşinceye kadar DEVAMINA,
b-Harçlar Kanunu gereğince alınması gerekli olan 26.174,12.TL nisbi karar harcından peşin olarak alınan 6.543,54.TL harcın tenzili ile bakiye 19.630,58.TL harcın davalıdan alınarak Hazineye irad kaydına,
c-Davacı bu davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi üzerinden hesap ve takdir olunan 35.271,67.TL ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
3-Davacı tarafından asıl dava yönünden yapılan 3.356,48.TL yargılama gideri ile birleşen dava yönünden yapılan 3.828,00.TL yargılama gideri olmak üzere toplam 7.184,48.TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
4-Davalı tarafından asıl ve birleşen dava yönünden yapılan yargılama giderlerinin davalı üzerinde bırakılmasına,
5-HMK.’ nın 333. maddesi gereğince taraflarca yatırılan gider/delil avansının kullanılmayan kısmının karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,” şeklinde HÜKÜM TESİSİNE,
IV-Davacıdan asıl ve birleşen davada alınan istinaf karar peşin harcının davacıya iadesine,
V-İstinaf başvurusu sırasında davalıdan
A-Asıl dava yönünden alınması gerekli olan 12.764,13.TL nisbi karar harcından peşin olarak alınan 3.192,00.TL harcın tenzili ile bakiye 9.572,13.TL harcın davalıdan alınarak hazineye irat kaydına,
B-Birleşen dava yönünden alınması gerekli olan 26.174,12.TL nisbi karar harcından peşin olarak alınan 6.543,00.TL harcın tenzili ile bakiye 19.631,12.TL harcın davalıdan alınarak hazineye irat kaydına,
VI-Davacı vekilinin asıl ve birleşen dava yönünden istinaf itirazı kabul edildiğinden istinaf aşamasında yapılan asıl ve birleşen dava dosyası yönünden alınan toplam 441,40.TL başvuru harcının davalıdan alınarak istinaf kanun yoluna başvuran davacıya verilmesine,
VII-Davalı tarafından asıl ve birleşen dava yönünden istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin davalı üzerinde bırakılmasına,
VIII-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından istinaf kanun yoluna başvuran davacı yararına vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
IX-Kararın kesinleştirme, harç ve gider/delil avansı ikmali/iadesi işlemlerinin yerel mahkemece yerine getirilmesine,
X-Kararın Dairemizce taraf vekillerine tebliğine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içerisinde Yargıtay’a temyiz yolu açık olmak üzere 23/06/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.