Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2022/1228 E. 2022/1420 K. 14.09.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2022/1228
KARAR NO : 2022/1420

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 06/04/2022
NUMARASI : 2021/890 Esas 2022/309 Karar
DAVA : ALACAK
KARAR TARİHİ : 14/09/2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 14/09/2022

Taraflar arasında görülen alacak davasına ilişkin olarak yapılan açık yargılama sonucunda davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine dair verilen karara karşı yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya, Dairemize gönderilmiş olmakla HMK’nın 353. maddesi uyarınca dosya üzerinden inceleme yapıldı.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket ile karşı yan arasında imzalanan 23.01.2018 tarihli taşıma sözleşmesi uyarınca ticari ilişki kurulduğunu, söz konusu sözleşmenin 8. maddesinin; “8. Mazot değişim oranı tek seferde %5 artışa ulaştığında aşağıdaki formüle göre fiyatlara mazot askalasyonu yapılacaktır. Km olarak karayollarının resmi internet sitesindeki verileri baz alınacaktır. Şu anki akaryakıt pompa fiyatı 5.070 (beş Lira Yetmiş Kuruştur) TL/Ton için Devletçe uygulanan akaryakıt zammının %65’i hesaplanarak taşıma fiyatlarına yansıtılacaktır.” şeklinde olduğunu, sözleşme başlangıcından bu yana uygulanan akaryakıt zamlarına göre sözleşmenin 8. maddesi uyarınca akaryakıt zamları üzerinden hesaplanan taşıma fiyat farkının KDV dahil yaklaşık 500.000,00 TL dolaylarında olduğunu, müvekkilinin alacağının ödenmesi hususunda karşı yana İzmir 21. Noterliği’nin 13.08.2021 tarih, 33320 yev no sayılı ihtarname keşide edilerek, anılı ihtarnamenin karşı yana 19.08.2021 tarihinde tebliğ edildiğini, ihtara rağmen karşı yanca herhangi ödeme yapılmadığını ve ihtarnamenin tebliği ile iki günlük süre sonunda 22.08.2021 tarihinde temerrüde düştüğünü, bunun üzerine arabuluculuk yoluna başvurulduğunu, ancak uzlaşma sağlanamadığını, taraflar arasında geçerli sözleşme uyarınca karşı yanın müvekkilinden taşıma hizmeti aldığının ihtilaf konusu olmadığını, sözleşme gereğince mazot değişim oranının tek seferde %5 artışa ulaştığında akaryakıt zammının taşıma fiyatlarına yansıtılması gerekmekte olup sözleşmeye aykırılık sebebi ile müvekkilinin ciddi zarara uğradığını, bu nedenlerle müvekkili şirket ile karşı yan arasında imzalanan 23.01.2018 tarihli sözleşme uyarınca ödenmesi gereken akaryakıt zamları üzerinden hesaplanan ve tam miktarı yapılacak taşıma uzmanı bilirkişi incelemesi neticesinde saptandıktan sonra arttırılmak üzere şimdilik 1.000,00.TL fiyat farkından kaynaklanan KDV dahil alacağının karşı yanın temerrüde düştüğü 22.08.2021 tarihinden, olmadığı takdirde dava tarihinden itibaren işleyen avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

CEVAP :

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; taraflar arasında imzalanan 23.01.2018 tarihli sözleşme ile davacı ile taşıma sözleşmesi akdedilmiş olup, işbu edimin ifası için 2020 yılında ne kadar ödeneceğinin sözleşmenin ikinci sayfasında tablo ile gösterildiğini, yeni sözleşme yapmayan davacı tarafın müvekkili şirket ile iyi ilişkilerini sürdürmüş olup, müvekkili şirket başka bir şirket ile taşıma sözleşmesi yapmasına rağmen davacı şirket ile ek iş yapmayada devam ettiğini, davacı şirketin müvekkili şirketin başka bir firma ile anlaştığı ve sadece ek iş yapılması yerine tüm işin kendisine verilmesi konusunda baskı yaparak kötüniyetli olarak müvekkili şirketten geriye dönük mazot değişim oranını talep ettiği, sözleşmenin imzalandığı tarihten sözleşmenin feshine dek mazot değişim oranını talep etmeyen ve mazot fiyat farksız kesilen faturaları itiraz etmeksizin kabul eden davacı yanın, tekrardan tüm işleri alabilme adına müvekkili şirketi güç duruma düşürmeye çalıştığını, ancak kendisiyle sözleşme imzalanmayacağını fark eden davacı şirketin, bu sefer 23.01.2018 tarihli taşıma sözleşmesinin 8. maddesini ileri sürerek taşıma fiyat farkı ödemesi talebiyle İzmir 21. Noterliği 13.08.2021 tarih, 33320 yevmiye numaralı sayılı ihtarname keşide ederek ve taşıma fiyat farkı için toplam 470.441,46 TL si ödeme yapılması için müvekkili şirkete tebliğden itibaren 2 gün süre verildiğini, müvekkili firmanın sözleşmenin uygulandığı zaman kendilerine böyle bir talepte bulunmadıklarını, ödeme planlarını buna göre çıkarıp anlaştıklarını açık şekilde dile getirdiklerini, kabul anlamına gelmemekle birlikte bahse konu borca ait davacı şirket tarafından müvekkili şirkete fatura dahi tanzim edilmemiş olup, söz konusu borcun müvekkili şirketle karşılıklı mutabakat sağlanmadığı ve hesaplanan 470.441,46 TL’nin neye istinaden istendiğinin açıkça belli olmadığını, müvekkili şirkete hitaben kesilen faturaların hepsinin taşıma sözleşmesi gereği verilen hizmete binaen keşide edilmiş olup söz konusu fatura alacaklarının tamamının müvekkili şirket tarafından ödendiğini, ayrıca kabul anlamına gelmemek kaydıyla talep edilen alacak tutarının açıklanması gerektiğini, somutlaştırma yükümlülüğü çerçevesinde kalem kalem gerekli açıklamalar yapılarak ilgili belgelerinin dosyaya ibraz edilmesi gerektiğini, bu bağlamda da beyan haklarını saklı tuttuklarını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI:

Mahkemece yapılan açık yargılama sonunda, ”… Dava; taraflar arasında düzenlenen 23/01/2018 tarihli taşıma sözleşmesinin 8. maddesine dayalı alacağın tahsili istemine ilişkindir.
Davacı davasını belirsiz alacak davası olarak açmıştır. Oysa ki davacı yanca dosyaya ibraz edilen deliller arasında yer alan İzmir 21. Noterliğinden davalı şirkete davacı yanca gönderilen 13/08/2021 tarih 33320 yevmiye numaralı ihtarname ile “keşideci müvekkil Şirket ile aranızda akdedilen 23.01.2018 tarihli taşıma sözleşmesi uyarınca ticari ilişki kurulmuştur. Söz konusu sözleşmenin 8. Maddesi; “8. Mazot değişim oranı tek seferde 965 artışa ulaştığında aşağıdaki formüle göre fiyatlara mazot askalasyonu yapılacaktır. Km olarak karayollarının resmi internet sitesindeki verileri baz alınacaktır. Şuanki akaryakıt pompa fiyatı 5.070 (beş Lira Yetmiş Kuruştur) TL/Ton için Devletçe uygulanan akaryakıt zammının 9465’i hesaplanarak taşıma fiyatlarına yansıtılacaktır. Sözleşme başlangıcından buyana uygulanan akaryakıt zamlarına göre sözleşmenin maddesi uyarınca akaryakıt zamları üzerinden hesaplanan taşıma fiyat farkı 398.679,20 TL + 71.762,26-TL KDV olmak üzere toplam 470.441,46-TL’dir.” şeklinde ihtarname gönderildiği, ihtarname ve sözleşme içeriğinden de anlaşılacağı gibi davacının talep edebileceği alacak belirlenebilir durumdadır.
6100 sayılı HMK’nun 115/2. maddesinde “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir.
HMK’nun 107.maddesinde belirsiz alacak davasının “…davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde alacaklının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktarı yada değeri belirtmek sureti ile…” açılabileceği düzenlenmiştir.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gerekir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır. Ancak davacı yanca taraflar arasındaki 23/01/2018 tarihli taşıma sözleşmesinin 8.maddesine dayalı olarak talep edilen taşıma fiyat farkı bedelinin bilinebilecek durumda olduğu, davacı yanca davalı yaya gönderilen ihtarnamede de bedelin açıkça belirtildiği, davacının limited şirket olup basiretli tacir olarak işbu bedeli belirleyebileceği, davacının dava konusu ettiği alacağın belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği, bu nedenle işbu davada dava şartları içerisinde yer alan hukuki yararın mevcut bulunmadığından HMK 114-115 maddelerine nazaran davacının davasının dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar vermesi gerektiği…” gerekçesi ile davanın dava şartı yokluğu nedeniyle USULDEN REDDİNE karar verilmiş, verilen karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

İSTİNAF NEDENLERİ:

Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Yerel Mahkemenin kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, hukuki koruma talep eden bir kimsenin bu amacına ulaşabilmesinin yollarından birinin de mahkemeye müracaat ederek dava açması olduğunu, Anayasa’nın “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine göre “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”, alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceğinin kabul edilmekte olduğunu, ülkemizin ekonomik şartları içerisinde EPDK müdahalesi ve benzeri sebeplerle akaryakıt fiyatlarının gün ve gün farklılık gösteren bir durum arz ettiğinden yapılacak uzman bilirkişi marifeti ile detaylı ve ince hesaplar neticesinde müvekkilin net alacağının ortaya çıkacağını, zira taraflar arasında varılan bir mutabakat bulunmadığından ve tüm sözleşme konusu iş sebebi ile hukuki ihtilafın ortaya çıktığı dikkate alındığında alacağın tam miktarının saptanmasının ticari kayıtlar üzerinde yapılacak inceleme ile hesaplanabilir hale geleceği gözetilmeksizin tek başına salt bir ihtarname ile gösterilen bir miktar bulunduğundan bahisle davanın niteliğinin değerlendirilmesinin hukuka aykırı olduğunu, belirli – belirsiz alacak kavramı birçok yönüyle değerlendirilmesi gerekmekte olup taraflar arasında mutabaakat bulunmadığı ve taşıma sayısının ve hesaplama unsurlarının sözleşme ile birlikte incelenerek fiyat farklarının hesaplanmasının uzmanlık gerektirdiği nazara alındığında Yerel Mahkeme kararının hukuka ve dosya kapsamına uygun düşmediğini ayrıca aksi düşünülse bile T.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2016/22-1166 Esas- 2019/576 Karar ve 16.05.2019 tarihli kararında kabul anlamına gelmemesi kaydı ile ”koşulları yokken belirsiz alacak davası açılması halinde davanın hukuki yarar yokluğundan ret edilmeyeceği’nin hüküm altına alındığını, öte yandan kısmi dava açılabilmesi için, kanunda da belirtildiği üzere bütün alacağın aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve bölünebilir nitelikte olması gerektiğini oysa dava konusu uyuşmazlıkta bir taşıma sözleşmesi kurulmuş olup dava konusu alacağın bölünebilir nitelikte olmadığını ileri sürerek yerel mahkeme kararının kaldırılması istemiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

DELİLLERİN TARTIŞILMASI, HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE:

Dava, alacak istemine ilişkindir.
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme gereğince, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.
Uyuşmazlık, eldeki davanın HMK’nın 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmiş olması karşısında davanın belirsiz alacak mı yoksa kısmi dava olarak mı açıldığı, buradan varılacak sonuca göre davacının bu davayı açmada hukukî yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
”…Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan HMK’nın 107. maddesinde (7251 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâlinde) yer alan; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacının kendisinden beklenememesi, bunun olanaksız olması ve açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Bir talep konusunun belirli olup olmadığının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K., 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2177 E., 2018/29 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24 K, 07.03.2018 tarihli ve 2014/22-2350 E., 2018/439 K., 14.03.2018 tarihli ve 2015/22-186 E., 2018/479 K. ile 28.03.2018 tarihli ve 2015/22-127 E., 2018/559 K.; 16.04.2019 tarihli ve 2017/17-1099 E., 2019/460 K., 02.07.2019 tarihli ve 2016/22-1610 E., 2019/841 K., 16.05.2019 tarihli ve 2016/22-1166 E., 2019/576 K., 19.12.2019 tarihli ve 2018/22-1122 E., 2019/1413 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Mevcut durum itibariyle 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 7. maddesi ile HMK’nın 107. madde başlığı “Belirsiz alacak davası”; 2. fıkrası “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş; maddenin 3. fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.
Uyuşmazlığın niteliği itibariyle üzerinde durulması gereken diğer hususlar ise kısmi dava, dava şartları, dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar, hukukî yarar, hâkimin davayı aydınlatma ödevi, hâkimin Türk hukukunu re’sen uygulama ödevi, usul ekonomisi ve mahkemeye erişim hakkı kavramları üzerinde kısaca durmak gerekir.
Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukukî ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, C. II, İstanbul 2017, s. 1000).
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) açıkça kısmi dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, HMK’nın 109. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrasında ise, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmişti. Ancak dava tarihinden sonra 109. maddenin ikinci fıkrası 01.04.2015 tarihli ve 6444 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığından artık talep konusunun taraflar arasında tartışmasız veya belirli olması hâlinde de kısmi dava açılması mümkün hâle gelmiştir.
Mevcut durum itibariyle HMK’nın 109. maddesi “(1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.
Dava şartları ise, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.
Dava şartları HMK’nın 114. maddesinde; “Dava şartları şunlardır:
a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.
b) Yargı yolunun caiz olması.
c) Mahkemenin görevli olması.
ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.
d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.
e) Dava takip yetkisine sahip olunması.
f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.
g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.
ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.
h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.
ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.
i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.
(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” şeklindeki hükümle düzenleme altına alınmıştır. Bu hükme göre, dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli), bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 115. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Bu düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir
Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre ise; dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.
Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar HMK’nın 119. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda maddenin birinci fıkrasının 1. bendi uyarınca dava dilekçesinde;
a) Mahkemenin adı.
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası bulunması gerekir.
Bu unsurların bir kısmı dava dilekçesinde mutlaka bulunması gereken zorunlu unsurlardır. Bazıları ise dava dilekçesinde bulunması zorunlu olmayan, ihtiyari niteliktedir. Zorunlu unsurlar davanın temelini oluşturur; bunlar hukukî güvenlik ve açıklığı sağladığından kamu yararı amacı taşır. Hâkimin tarafların talebine ve uyuşmazlığın esasına uygun inceleme yaparak karar vermesini temin etmesi yanında davalının da etkili savunma yapmasına hizmet etmek sureti ile onun menfaatini korur.
Öte yandan HMK’nın 119/2. maddesi uyarınca “Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır”. Şu hâlde mahkemenin adı, dava konusu ve değeri, vakıalar, deliller ve hukukî sebepler dışında kalan unsurlardan herhangi birinin eksik bırakılmış, yazılmamış olması durumunda, hâkim tarafından verilen bir haftalık kesin süre içerisinde eksikliğin tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir.
Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. HMK’nın sözü edilen maddesinin gerekçesinde de “…Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir…” yönünde açıklamalar yer verilmiştir. Öte yandan bu yararın “hukuki ve meşru”, “doğrudan ve kişisel”, “doğmuş ve güncel” olması da gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 135).
Hukukî yarar, dava şartlarından olup HMK’nın 114. maddesine göre, davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan, olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s. 19-21). Bir davada, menfaat (hukukî yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukukî menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, s.946-949). Nitekim aynı görüş Hukuk Genel Kurulunun 24.11.1982 tarihli ve 1982/7-1874 E., 1982/914 K., 05.06.1996 tarihli ve 1996/18-337 E., 1996/542 K., 10.11.1999 tarihli ve 1999/1-937 E., 1999/946 K., 25.05.2011 tarihli ve 2011/11-186 E., 2011/352 K. ve 01.02.2012 tarihli 2011/10-642 E., 38 K. sayılı kararları ve yukarıda emsal olarak gösterilen diğer kararlarda da benimsenmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için usul ekonomisine de değinmek gerekmektedir. Usul hukuku biçimsellik (şekilcilik, formalizim) üzerine kurulmuştur ve bu nedenle “şeklî (biçimsel) hukuk” olarak adlandırılır. Davalarda biçimsellik tarafların yargılamanın sonucunu hesaplayabilmesi, yasa yolları ile bunu denetleyebilmesi, keyfilikten korunma, eşit davranılma gibi güvenceler sağlamakla birlikte; sıkı sıkıya şekle bağlılık olarak görülmemeli, maddi gerçeği bulmak ve adaletli karar vermek adına hakkaniyete uygun olarak değerlendirilmelidir. Biçimselliğin bu doğrultuda yorumlanmasında usul ekonomisi ilkesi devreye girmektedir. HMK’nın 30. maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi, Anayasal dayanağı olan bir ilke olup 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141. maddesinin 4. bendinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir.
Türk hukuk öğretisinde dava ekonomisi olarak da anılan usul ekonomisi ilkesi, genel olarak boş yere dava açılmasını, yargılama sırasında gereksiz işlemlerin yapılmasını ve zor yöntemlerin seçilmesini önlemeye hizmet eder. Bunun yanı sıra anılan ilke, yargılamada emekten, zamandan ve masraftan mümkün olduğu ölçüde tasarruf edilmesine yönelik bir işlevi de yerine getirir. Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, ihlâl edilen hukuk düzeninin en az giderle, en kısa sürede ve en az zorlukla gerçekleştirilmesini ve boş yere davalar açılmasının önüne geçilmesini sağlamaya yönelik bir yargılama hukuku ilkesidir (Hanağası, s. 32). Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, yasalarda öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler (Yılmaz, Ejder, Usul Ekonomisi, AÜHFD, 2008, s. 243). Usul ekonomisi adaletin ucuz, çabuk ve isabetli olarak sağlanmasının temel kurallarındandır (HGK’nın 10.4.1991 tarihli ve 1991/15 E., 1991/202 K. sayılı kararı).
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31. maddesine göre, “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukukî açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.”
Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez, Hakan/ Atalay, Oğuz / Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, 2011, 11. Bası, s. 248 vd). Görüldüğü üzere, hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukukî açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Öte yandan HMK’nın 33. maddesi uyarınca hâkim Türk hukukunu re’sen uygular. Bu nedenledir ki, dava dilekçesinde davacının talebini dayandırdığı vakıalara uygun hukukî sebepleri dava dilekçesinin zorunlu unsurları arasında sayılmamıştır. Zira davacının dayandığı vakıalara uygun hukukî sebepleri hâkim kendiliğinden bulup uygulamakla yükümlüdür.
Yine Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Anayasa Mahkemesinin B. No: 2013/8896, 23/2/2016 tarihli Mohammed Aynosah kararından, § 33).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da; “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar …konusunda karar verecek olan,…bir mahkeme tarafından davasının …görülmesini istemek hakkına sahiptir…” yönünde düzenleme bulunduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin başka bir kararında da “…Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilir (Anayasa Mahkemesinin 07.11.2013 tarihli ve 2012/791 B.N. kararı, § 52)” şeklinde tespitlere yer verilmiştir.
Dava çeşitleri HMK’nın 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukukî yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukukî yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukukî sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.
Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukukî yarar olmadığından söz edilemeyecek, alacağın istenmesinde hukukî yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.
Bu açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği hususunda; talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukukî yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukukî yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukukî yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukukî yararı ortadan kaldırmaz.
Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmi davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.
Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda mahkemece, açılmış olan dava, kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tarafından açılan davada, davalı şirkette görev aldığı tüm süreç boyunca kendisinin veya ekibinin devre mülk satışının miktarı ve bu satışların her birinden ne miktarda komisyon alması gerektiği dava dilekçesinde açıkça belirtilmiştir. Bu çerçevede yapılan devre mülk satış miktarı ile bu satışların her biri için ödenecek komisyon toplamı ile dava tarihinden önce ödenen bedel arasındaki farkın iş bu dava konusunu oluşturması sebebiyle somut olayda davalıdan tahsili talep edilen miktarın belirlenebilir nitelikte olması uyuşmazlık kapsamı dışında olup davacının dava açarken dava konusu alacakların miktarını belirleyebilmesi için uhdesinde gerekli veri ve bilgilerin bulunduğunun kabulü zorunludur. Hâl böyle olunca dava konusu edilen alacakların belirsiz alacak olmadığı açıktır.
Dava dilekçesinde davacı, davalı şirkette görev aldığı dönem boyunca kendisinin ve ekibinin gerçekleştirdiği devre mülk satışlarından bölge koordinatörü olduğu dönem için 1.600TL prim ödenmesi, 05.02.2011 tarihinden itibaren ise koordinatör görevi verilmesi sebebiyle her bir devre mülk satışı için 1.750TL prim ödenmesi hususunda anlaşıldığı, davacının ve ekibinin yapmış olduğu satışların neticesinde hak edilen primlerin bir kısmının ödenmesine rağmen asgari olarak 250.000TL prim alacağının ödenmediği belirtilerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 50.000TL bedel üzerinden belirsiz alacak davası açtığını bildirerek talepte bulunmuş, davasını belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiştir.
Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasına rağmen alacakların belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de; alacağının ödenmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki davayı açmakta hukukî yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukukî yararı vardır. Zira davacı davalıdan olan alacağını istemektedir.
Bu itibarla alacağın tartışmasız veya belirli olması hâlinde kısmi dava açılamayacağına ilişkin HMK’nın 109. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olmasından, yeni düzenleme ile dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılmasında, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmeyeceğinin belirtilmiş olmasından dolayı belirli alacaklar için de artık kısmi dava açılması mümkün hâle geldiğine ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmasına, başka bir anlatımla davanın kısmi dava olarak görülmesi için gerekli koşulların somut olayda bulunmasına göre, davanın hukukî yarar yokluğundan reddedilmeyerek bir ara karar ile kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılması gerekir.
Bu yöndeki kabulün Anayasa’nın 141 ve HMK’nın 30. maddelerinde düzenlenen davaların en az giderle ve mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını öngören “usul ekonomisi” ilkesine de uygun olacağı, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hak arama özgürlüğüne ve mahkemeye erişim hakkına da hizmet edeceği açıktır…” (Bknz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.03.2022 tarih ve 2019/11-220 Esas 2022/376 Karar sayılı İlamı)
Bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlıkta, belirsiz alacak davasının niteliği gereği istisnai bir dava türü olmakla davasını belirsiz alacak davası olarak açan kişinin bunu açıkça dava dilekçesinde belirtmesi gerekirken davacının dava dilekçesinde bu durumu açıkça belirtmediği gibi davacının dava açarken dava konusu alacakların miktarını belirleyebilmesi için uhdesinde gerekli veri ve bilgiler bulunmasına yani dava konusu edilen alacakların belirsiz alacak olmadığı açıkken davacının alacaklarından bir kısmını dava ettiği kabul edilerek davanın bir ara karar ile kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılması gerekirken mahkemece yanlış gerekçe ile davanın hukukî yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmesi usul ve yasaya aykırı olup, doğru görülmemiştir.
Bu itibarla, davacı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK’nın 355 ve 353/(1)-a-4. maddeleri gereğince kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın HMK’nın 353/(1)-a maddesi uyarınca kararı veren mahkemeye gönderilmesine, kararın kaldırılma sebebine göre davacı vekilinin sair istinaf itirazlarının reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davacı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun KISMEN KABULÜ ile İzmir 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 06/04/2022 tarih ve 2021/890 Esas 2022/309 Karar sayılı hükmünün, HMK’nın 355 ve 353/(1).a.4. maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın HMK 353/(1)-a maddesi gereğince Dairemiz kararına uygun şekilde yargılama yapılarak yeniden bir karar verilmek üzere MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE,
3-Kararın kaldırılma sebebine göre davacı vekilinin sair istinaf itirazlarının REDDİNE.
4-İstinaf başvurusuna konu kararın kaldırılması nedeniyle istinaf başvurusu sırasında alınan peşin harcın başvuru sahibi davacıya iadesine,
5-İstinaf başvurusu aşamasında başvuru sahibi davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin mahkemesince verilecek nihai kararla hüküm altına alınmasına,
6-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından istinaf kanun yoluna başvuran davacı yararına vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
7-Kararın taraflara tebliği, kesinleştirme, harç ve gider avansı iadesi işlemlerinin yerel mahkemece yerine getirmesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda HMK’nın 353/(1)-a maddesi gereğince kesin olmak üzere 14.09.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.