Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2021/2234 E. 2022/472 K. 10.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2021/2234
KARAR NO : 2022/472

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 09/11/2021
NUMARASI : 2021/808 Esas 2021/893 Karar
DAVA : KONKORDATO (ADİ KONKORDATODAN KAYNAKLI)
KARAR TARİHİ : 10.03.2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 10.03.2022

İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2021/808 Esas ve 2021/893 Karar sayılı dava dosyasından yapılan yargılama sonucunda davanın derdestlik nedeniyle usulden reddine dair verilen karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya, Dairemize gönderilmiş olmakla HMK’nın 353. maddesi uyarınca dosya üzerinden inceleme yapıldı.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin … Mah. … Sok. NO: …/… … … adresinde merkezinin bulunduğunu, … Sok. … … İzmir adresinde üretim faaliyetinde bulunduğunu, parfüm ve koku verici vb, ürünler sektöründe faaliyet gösterdiğini, sermayesinin 2.000.000,00-TL, tek ortaklı olup, ortağının … olduğunu, ödeme güçlüğü içine düştüğünü, bu nedenle İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2019/487 Esas sayılı adi konkordato davasını açtıklarını, 25.10.2019 tarihinde geçici mühlet, 19.02.2020 tarihinde kesin mühlet kararı verildiğini, 03.11.2021 tarihinde konkordatonun reddine karar verildiğini, tasdik kararının reddi kararı ile birlikte mali yapısı düzelmeye başlayan müvekkili şirketin tasdik kararının reddi kararı ile birlikte yoğun bir şekilde icra takipleri ile karşı karşıya kalacağını, bu suretle tekrar ödeme güçlüğüne düşerek faaliyetlerini yapamaz haline geleceğini, müvekkili şirketin ekonomik bütünlüğünün korunması, faaliyetinin devamını sağlaması ve kalan alacaklıların da alacaklarına kavuşması bakımından yeniden konkordato başvurusunda bulunmak zorunda kaldıklarını, konkordatonun tasdiki prosedürünün bir dava olmayıp çekişmesiz yargı işi olduğunu, HMK 388/1 maddesine göre kanunda aksi hüküm bulunmayan hallerde çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğini, buna ilişkin derdestliğe ilişkin HMK 114 maddesinin konkordato taleplerinde uygulama olanağının bulunmadığını, Ankara Bölge Adliye Mahkemesinin 23. Hukuk Dairesinin 04.06.2020 tarihile 2020/722 Esas 2020/662 Karar sayılı kararının da aynı yönde olduğunu, müvekkilinin borçlarını ön proje teklifinde ortaya koyduğu üzere % 20 faiz uygulanmak sureti ile tasdiki takip eden bir yıl ödemesiz ve sonraki 4 yılda eşit taksitlerle 5 yılda ödemeyi teklif ettiğini ileri sürerek, geçici mühletin kabulüne, ihtiyati tedbire, devamında kesin mühlet kararı ile konkordatonun tasdikine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI:

Mahkemece dosya üzerinde yapılan yargılama sonucunda ”…İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2019/487 Esas sayılı dosyasının incelenmesinden, …, … A.Ş ile … Şti. ‘nin 22.10.2019 tarihinde konkordato talebinde bulundukları, haklarında geçici mühlet kararı, sonrasında kesin mühlet kararı verildiği, en son 03.11.2021 tarihli duruşmada, davacı borçlular … Şti.’ ile …’ın konkordato talebinin reddine, tüm tedbirlerin kaldırılmasına ve … A.Ş.’nin konkordatonun kabulüne, konkordatonun İİK 306 maddesine göre tasdikine karar verildiği, dosyanın incelendiği tarih itibarı ile henüz gerekçeli kararın yazılmadığı, kararın davacımız şirkete tebliğ edilmediği ve davacımız şirket yönünden söz konusu kararın kesinleşmediği anlaşılmıştır.
Dava şartlarından konunun irdelenmesi gerekmiştir.
HMK 382 maddesine göre konkordatonun tasdikinin çekişmesiz yargı işi olup, HMK 385/1 maddesine göre çekişmesiz yargı işlerinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı, HMK 322 maddesine göre bu kanunda ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm olmayan hallerde yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlerin uygulanacağı, bu anlamda konkordato talebine ilişkin yargılama işlemlerinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde HMK 114 maddesindeki dava şartlarının (örneğin; yargı yolu, görev, kesin yetki, temsil yetkisi, vekilin davaya vekalet yetkisi, vekalet ehliyeti ve usulüne uygun vekalet sunulması ve gider avansının yatırılması, hukuki yarar, derdestlik gibi) uygulanacağı kanaatine varılmıştır. Bu değerlendirme ile derdestlik dava şartının iş bu konkordato talebinde de dikkate alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Her ne kadar davacı vekili Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesinin 03.06.2020 tarihli 2020/722 Esas 2020/662 Karar sayılı kararına dayanılarak HMK 114 maddesindeki derdestliğe ilişkin dava şartının çekişmesiz yargı işinde uygulanamayacağını ileri sürmüş ve söz konusu kararda derdestlik dava şartının niteliğine uygun düşmediğinden, dava niteliğinde olmayan konkordato talebinde uygulama olanağının bulunmadığı kabul edilmiş ise de, konkordato müessesinin amacı dikkate alındığında bu karara ve bu düşünceye katılma olanağı bulunmamaktadır. Zira bu durum konkordato talebi reddedilen borçlunun, henüz önceki karar kesinleşmeden yeniden, yeniden istediği sayıda yeni konkordato talepli davaları açmasının yolunu açar ki, bu durum İİK Konkordato hükümlerine uygun düşen bir yorum değildir. Örneğin; konkordato talebi reddedilen ve sonrasında iflasına karar verilen borçlu şirket bu karar kesinleşmeden derdestlik dava şartı uygulanamayacağını ileri sürerek, yeni bir konkordato talebinde bulunursa hukuki durumu ne olacaktır. Veya borçlu şirket derdestlik uygulanamayacağını ileri sürerek aynı anda birden fazla sayıda konkordato talebinde bulunduğunda ve her birinden farklı kararlar (mühlete ilişkin veya tedbire ilişkin) verildiğinde lehine olanı uygulayacak, bu durumda alacaklıların durumu ne olacaktır. Kaldı ki, davamıza konu olayda 22.10.2019 tarihinde İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde konkordato talebinde bulunan ve en son iki yılı aşkın bir süreçten sonra 03.11.2021 tarihinde konkordato talep eden şirketin yeniden konkordato ve bu kapsamda tedbir talep edebileceği kabul edildiğinde, konkordatonun kesin nitelikteki süreleri ihlal edilmiş olmayacak mıdır. Alacaklılar böylece muhtemel bir tedbir kararı ile zararlandırılmış olmayacak mıdır. Dolayısı ile yukarıda belirtilen tüm bu örnekler karşısında konkordato müessesinin amacı; İİK ‘ndaki kesin ve takdire bağlı olmayan konkordato süreleri dikkate alındığında derdestlik dava şartının konkordato talebinde uygulanması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Davacı şirket hakkında İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2019/487 Esas sayılı davasında 22.10.2019 tarihinde konkordato talebinde bulunulduğu, kesin mühlet içerisinde 03.11.2021 tarihinde konkordato tasdiki talebinin reddine karar verildiği, bu kararın henüz davacı şirkete tebliğ edilmediği ve kesinleşmediği, davacının mahkememizin 2021/808 Esas sayılı konkordato talebinde bulunduğu, HMK 114/1-ı maddesindeki derdestlik halinin söz konusu olduğu, HMK 115/2 maddesi uyarınca davanın usulden reddine karar vermek gerektiği…” gerekçesi ile davacı şirket tarafından aynı konudaki davanın İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/487 Esas sırasında açılmış ve derdest olması nedeni ile HMK 114/1-ı ve 115/2 maddeleri uyarınca konkordato talebine ilişkin davanın derdestlik nedeni ile USULDEN REDDİNE karar verilmiş, verilen bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ:
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Konkordatonun tasdiki prosedürü bir dava olmayıp, çekişmesiz bir yargı işi olduğunu, HMK md. 388/1’de “Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde çekişmesiz yargı kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez” hükmünün düzenlendiğini, buna göre derdestliğe ilişkin HMK’nın 114’üncü maddesinin konkordato taleplerinde uygulanma olanağının bulunmadığını, Nitekim Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesinin 04/06/2020 tarih ve E:2020/722 – K:2020/662 sayılı kararının da aynı yönde olduğunu, diğer yandan derdest olduğu iddia olunan davaların da aynı dava olmadığını, zira İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/808 Esas sayılı dosyada tasdiki talep olunan konkordato projesi ile İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/487 Esas sayılı dosyada bulunan konkordato projelerinin birbirlerinden farklı olduğunu, yerel mahkemece verilen kararın konkordato müessesinin konuluş amacına aykırı olduğunu, müvekkili şirketin işletmesinin devamlılığı ve alacaklıların menfaati ilkesi uyarınca mahkemece verilmesi gereken geçici mühlet kararı ve ihtiyati tedbir taleplerinin karşılanmamasının müvekkili şirket yönünden telafisi imkansız zararlara uğramasının kaçınılmaz olduğunu ileri sürerek yerel mahkeme kararının kaldırılması istemiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

DELİLLERİN TARTIŞILMASI, HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE:

Dava, konkordato istemine ilişkindir.
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme gereğince, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.
”…Konkordato, vadesi gelmiş borçlarını ödeyemeyen veya ödeyememe tehlikesi bulunan borçlunun, kanunda öngörülen şartlarla mahkemenin denetim ve gözetimi altında, alacaklıları ile anlaşmak suretiyle borçlarını tasfiye etmesine veya işletmesinin mali durumunu düzeltmesine imkan veren bir cebri icra hukuku müessesesidir (Murat Atalı / İbrahim Ermenek / Ersin Erdoğan, İcra ve İflas Hukuku, s.617).
Konkordatonun asıl amacı, zor durumda olan borçlunun, borçlarını ödeyerek ticari faaliyetine devam etmesidir. Bu amacın gerçekleşmesi için kanun koyucu çeşitli imkanlar tanımıştır (İİK m.287, 294, 295, 296, 297). Konkordato başvurularında göz önünde bulundurulması gereken en önemli husus konkordatonun amacıdır. Kanun hükümleri, borçlunun faaliyetleri, komiserin işlemleri bu amaç doğrultusunda yorumlanmalıdır.
Konkordato mühletinin verilmesine ilişkin işler, çekişmesiz yargı işlerindendir (HMK m.382/1-f-6).
Derdestlik Dava Şartı
HMK’nın 114/1-ı hükmü gereğince “Aynı davanın, daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmaması” dava şartıdır. Burada önem arz eden husus daha önce açılmış bir davanın bulunması ve bu davaların aynı olmasıdır.
Aynı dava, tarafları, dava sebebi ve talep sonuçları aynı olan davalardır (Yargıtay 11.HD 2019/5348 E, 2020/2524 K). Dava sebebi ise dava konusunun temelini oluşturan hayat olayları, yani maddi vakıalardır (Yargıtay HGK 2017/(22)9-1293 E, 2020/588 K).
HMK’nın 114/1-ı hükmündeki derdestlik dava şartından bahsedebilmek için tarafları, talep sonucu ve dayanılan maddi vakıaların aynı olduğu ve halen görülmekte olan iki davanın bulunması zorunludur. Bu şartlardan birinin sağlanmaması halinde dava şartı yokluğundan bahsedilemez.
Çekişmesiz Yargı İşlerinde Derdestlik
Çekişmesiz yargı işlerinde, kanunda aksine hüküm olmadıkça, verilen karar maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez (HMK m.388). Dolayısıyla çekişmesiz yargı işleri ile ilgili daha önce verilip kesinleşen bir kararın bulunması, aynı davanın tekrar açılmasına (HMK m.114/1-i) engel değildir. Ancak henüz kesinleşmeyen ve dolayısıyla derdest olan çekişmesiz yargı işleri ile ilgili aynı davanın açılıp açılmadığına ilişkin kanunda açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu noktada (I) HMK m.388’in kıyas yoluyla uygulanıp uygulanmayacağının ve (II) HMK m.385/1 gereğince davanın niteliğine uygun düşüp düşmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekecektir.
(I) HMK’nın 388. maddesi, sadece çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararların maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceğini düzenlemiştir. Bu hüküm dava şartına (HMK m.114/1-i) ilişkin değildir. Ancak burada çekişmesiz yargı işlerinde HMK’nın 114/1-i hükmünde düzenlenen dava şartının uygulanmayacağı sonucuna varılmaktadır. HMK m.388’de HMK m.114/1-i hükmünün uygulanmayacağı dahi doğrudan düzenlenmemişken, bunun HMK m.114/1-ı hükmünün uygulanmayacağı şeklinde yorumlanması mümkün değildir. Dolayısıyla HMK’nın 388. maddesindeki düzenlemeden hareketle çekişmesiz yargı işlerinde derdestlik dava şartının (HMK m.114/1-ı) aranmayacağı söylenemez.
(II) HMK’nın 385/1 hükmüne göre niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulüne ilişkin hükümler, çekişmesiz yargı işlerinde de uygulanır. Bu durumda dava şartlarına ilişkin hükümlerin de HMK’nın 385/1 ve 322/1 hükümleri gereğince çekişmesiz yargı işlerine uygulanması yasal olarak mümkündür. Bunun için işin niteliğine uygun düşüp düşmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Derdestlik dava şartında amaç, tarafları, talep sonucu ve dava sebebi aynı olan birden fazla davanın açılmasını engellemektir. Kanun gerekçesinde “Açılmış ve görülmekte olan bir davanın davacısı, hukukî korunma sürecini başlatmıştır. Artık onun aynı davayı yeniden bir başka mahkeme önüne getirmesinde hukuken korunmaya değer güncel bir yararı kalmamıştır; bu bağlamda hukuken korunma ihtiyacı içerisinde bulunmamaktadır ve onun yapacağı tek iş, davanın sonucunu beklemekten ibarettir.” ifadesi ile bu durum dile getirilmiştir. Derdestlik dava şartının bir başka amacı da aynı konuda açılan davalarda çıkması muhtemel farklı hükümlerin ve dolayısıyla hukuki istikrarın sağlanmasıdır.
Çekişmesiz yargı işleri ile ilgili derdest iki davanın yürütülmesi halinde çelişkili kararların çıkma ihtimalinin bulunması, böyle bir durumda üçüncü bir uyuşmazlığın doğacak olması ihtimal dahilindedir. Bu durumda çekişmesiz yargı işlerinde derdestlik dava şartının aranmasının işin niteliğine uygun düşmeyeceği söylenemez. Kaldı ki ilgiliye aynı konuda birden çok dava açma hakkının tanınmasında ilgilinin hukuki yararının bulunduğu söylenemeyeceği gibi, bu durum usul ekonomisi ilkesine de aykırıdır.
Bu değerlendirme neticesinde çekişmesiz yargı işlerinde, HMK’nın 114/1-ı hükmünde düzenlenen derdestlik dava şartının uygulanmasının işin niteliğine uygun ve HMK’nın 385/1 hükmü gereğince mümkün olduğu sonucuna varılmaktadır.
Konkordatonun Amacı Kapsamında Derdestlik
Konkordato çok yönlü bir kurum olup, çeşitli amaçlarla kabul edilmiştir. Bu amaçlar arasında en önemlisi zor durumda olan borçlunun, ekonomik durumunu düzelterek ticari faaliyetini devam ettirmesidir. Bu sayede, hem borçlu, hem alacaklı, hem de ülke ekonomisi kazançlı çıkmaktadır.
Konkordatonun amacına ulaşması için, borçlunun rahat hareket etmesi, alacaklıların baskısı altında kalmadan hareket etmesi amacıyla İİK’nın 294 vd hükümleri uyarınca çeşitli kısıtlamalar getirilmiştir. Bu kısıtlamaların amacı, borçlunun tamamen konkordatoyu başarıya ulaştırmaya odaklanmasıdır.
Konkordato başvurularında derdestliğin dava şartı olarak kabul edilmemesi halinde, konkordato talebi ret edilen veya ret edilme ihtimali yüksek olan borçlular derhal ikinci bir başvuru yaparak, İİK’nın 294 vd hükümlerin korumasından faydalanacaktır. Bu ise hakkın kötüye kullanılmasına zemin hazırlayacak uygulamalara yol açacaktır.
Esas olan, konkordatonun başarıya ulaşmasını arzulayan borçlunun, yaptığı tek başvuru üzerinden, kendisine düşen tüm yükümlülüğü yerine getirerek, uygulanabilir bir projenin tasdikini sağlamaktır. Konkordato sürecinin dinamik olması, borçlunun projesini revize etme imkanının bulunması, komiserin veya mahkemenin projeye müdahale edebilecek olması, süreç içerisinde borçlunun mevcudunu arttırmaya veya borçlarını azaltmaya yönelik faaliyetlerde bulunmasının mümkün olması da dikkate alındığında, derdest bir başvuru varken borçlunun yeniden konkordato talep etmesinde hukuki yararının olduğu söylenemez. Zira borçlunun yeni başvuruda ileri sürebileceği her iddia ve talebini, derdest dosyada da ileri sürme imkanı vardır.
Aynı anda iki konkordato başvurusunu görülmesi halinde, birbirine aykırı kararlar verilebileceği gibi, farklı projelerin onaylanmasına ilişkin kararların da ortaya çıkma ihtimali vardır. Bu durum, hukuki güvenilirliği zedeleyeceği gibi, yeni uyuşmazlıkların doğmasına da yol açacaktır.
Bu değerlendirmeler karşısında, konkordato başvurusunda derdestlik dava şartının uygulanması gerektiği, derdest bir başvuru varken yeni başvuru yapılmasında borçlunun korunmaya değer bir hukuki yararından bahsedilmeyeceği sonucuna varılmaktadır.
Somut Olay Değerlendirmesi
Eldeki dosyada, davacıların Rize 3.Asliye (Ticaret) Hukuk Mahkemesi’nin 2018/486 E, 2020/349 K sayılı dosyasında da konkordato talep ettiği, mahkemece gerekli nisabın sağlanmadığı gerekçesiyle konkordato talebinin reddine 24/11/2020 tarihinde karar verildiği, davacıların bu sefer 03/12/2020 tarihinde eldeki davada konkordato talebinde bulunduğu anlaşılmıştır.
Her iki davanın da davacısının aynı olması, her iki davada da konkordato talep edilmiş olması ve her iki davada da dayanılan maddi vakıaların (dava sebebinin) aynı olması sebebiyle, her iki davanın aynı olduğu ve ilk dava kesinleşmeden ikinci davanın açıldığı, bu haliyle derdestlik ile ilgili şekli şartların sağlandığı anlaşılmıştır.
Öte yandan, UYAP üzerinden yapılan incelemede davacıların ilk karara karşı istinaf yoluna başvurduğu, bu durumda ilk kararın istinaf mahkemesince kaldırılması halinde aynı hususa ilişkin iki ayrı davanın görülecek olması, iki dosyada birbiri ile çelişkili karar verme ihtimalinin bulunması karşısında eldeki davanın görülme olanağı bulunmamaktadır.
Davacılar tarafından açılmış ve henüz sonuçlanmamış bir konkordato başvurusu karşısında aynı taleple ikinci kez başvuru yapılmasında borçlunun korunmaya değer hukuki yararının olmadığı anlaşılmıştır. Bu durum HMK’nın 385/1 hükmü gereğince uygulanması gereken HMK’nın 114/1-ı hükmüne aykırı olup ilk derece mahkemesince verilen kararda isabetsizlik görülmemiştir…” (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 31.01.2022 tarih ve 2021/2585 Esas 2022/365 Karar sayılı İlamı ile onanan Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi’nin 15.01.2021 tarih ve 2021/9 Esas 2021/59 Karar sayılı Kararı)
Ayrıca ”…Konkordatonun hukukî niteliği ve tanımına ilişkin doktrinde farklı görüşler olmakla birlikte, İsviçre Federal Mahkemesi, İsviçre doktrini ve Türk hukukunda ağırlıklı olarak savunulduğu üzere, konkordato iflasa nazaran hafifletilmiş bir cebri icra prosedürü olup, tek başına bir maddi hukuk kurumu veya bir usul hukuku sözleşmesinden ziyade kollektif bir cebri icra hukuku müessesesidir (Altay, Sümer/Eskiocak, Ali; Konkordato ve Yeniden Yapılandırma Hukuku, 5. Bası, İstanbul, 2019, s. 15 vd).
2004 sayılı İcra İflas Kanunu (İİK)’nda konkordatonun bir tanımı verilmemekle birlikte, Kanun’un “Konkordato Talebi” başlıklı 285’inci maddesinde; “borçlarını vadesi geldiği halde ödeyemeyen veya ödeyememe tehlikesi altında bulunan herhangi bir borçlu vade verilmek veya tenzilat yapılmak suretiyle borçlarını ödeyebilmek veya muhtemel bir iflastan kurtulmak için konkordato talep edebilir.” hükmü yer almaktadır. Gerek bu yasal düzenleme, gerekse de konkordatonun tüm özelliklerini mümkün olduğunca kapsayan bir tanımla, ”herhangi bir borçlunun veya borçlunun iflasını isteyebilecek alacaklıların ödeme projesinin alacaklıların iflastan daha verimli pay almaları ve borçlunun işletmesinin devamı ile istihdam olanaklarının korunması amacıyla, konkordatoya tâbi alacaklıların belirli bir çoğunluğu tarafından kabulü ve mahkemenin onayı ile gerçekleşen ve borçlunun, borçlarının bir kesiminden kurtulmasını veya ödeme şeklinin değişmesini sağlayan iflâsa nazaran yumuşatılmış, alacaklıların eşit olarak tatminine yönelik kollektif bir cebri icra kurumu” olarak konkordatoyu tanımlamak mümkündür.
Konkordato, yasada bir dava olarak belirtilmediği gibi, bir geçici hukuki koruma kurumu da değildir. Kuşkusuz konkordato talebi sırasında İİK’nın 287’nci maddesi gereğince geçici mühlet kararıyla birlikte komiser tayini, İİK’nın 307’nci maddesi gereğince rehinli malların muhafaza ve satışı ile finansal kiralama konusu malların iadesinin ertelenmesi, İİK’nın 298’inci maddesi gereğince borçlunun mevcudunun defterinin tutulması ve malların kıymetlerinin takdir edilmesi gibi muhafaza tedbirleri yanında, geçici ve kesin mühlet kararıyla birlikte icra takiplerinin ertelenmesi, borçlunun tasarruf yetkisinin sınırlandırılması ve yapacağı işlemlerin komiser ve mahkeme onayına tâbi tutulması gibi çeşitli geçici hukuki koruma tedbirleri de alınabilmektedir. Dolayısıyla konkordato talebi içeriğinde salt geçici hukuki korumalar bulunmayıp, muhafaza tedbirleri de yer almaktadır.
Ayrıca geçici hukuki koruma kararları, niteliği itibariyle nihai hukuki koruma sağlayan nihaî karar kavramına girmemektedir. Geçici hukuk koruma kararlarının temel özelliklerinden olan yaklaşık ispatın aranması, geçici hukuki koruma kararlarının değiştirilip, ortadan kaldırılabilmesi nihaî kararlardan ziyade ara karar niteliğinde olmasının sonucudur. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 21.02.2014 tarih, 2013/1 Esas ve Karar sayılı içtihadı birleştirme kararının gerekçesinde de belirtildiği üzere, geçici hukuki korumalar nihaî karar niteliğinde olmamasına karşılık önemi dolayısıyla ve hak arama özgürlüğü kapsamında bu kararlara karşı kanun yolu açılmıştır. Geçici hukukî koruma kararlarının maddi hukuk bakımından herhangi bir sonuç doğurmaması, geçici nitelikte olması ve dava niteliğinde bulunmaması gibi temel özellikleri bakımından, konkordato talebi, geçici hukuki korumalardan ayrılmaktadır. Bu kapsamda konkordato talebinin reddi ile birlikte iflâsa karar verilmesi veya konkordatonun tasdikine karar verilmesi, üçüncü kişileri de bağlayıcı nitelikte olan ve maddi hukuk bakımından da sonuç doğuran esasa ilişkin nihaî kararlardandır. Konkordato talebi, temel nitelikleri itibariyle yukarıda belirtilen geçici hukuki koruma kararlarından tamamen farklı ilke ve kurallara tabidir.
Çekişmesiz yargı işine ilişkin yasal düzenlemeler gözönünde bulundurulduğunda, kanun koyucu doğrudan bir çekişmesiz yargı işi tanımı yapmamakla birlikte, çekişmesiz yargıya ilişkin temel ilkeleri ortaya koyarak, HMK’nın 382’nci maddesinde ”çekişmesiz yargı, hukukun mahkemelerce, aşağıdaki üç ölçütten birine veya birkaçına göre bu yargıya gelen işlerin uygulanmasıdır. a-ilgiller arasında uyuşmazlık olmayan haller b-ilgililerin ileri sürebileceği bir hakkın bulunmadığı haller c-hâkimin resen harekete geçtiği haller” olmak üzere üç ölçüt koyduktan sonra, aynı madde de çekişmesiz yargı işlerini tek tek sayma yolunu tercih etmiştir. Bu kapsamda 6100 Sayılı HMK’nın 382/2-f-6’ncı bendinde “Konkordato Mühleti Verilmesi ve Komiser Atanması”, 7’nci bendinde ise, “Konkordatonun Tasdiki,” icra ve iflâs hukukundaki çekişmesiz yargı işleri arasında sayılmıştır.
Öğreti ve uygulamada her ne kadar konkordato talebinin mahkemeye sunulmasında davalı olarak herhangi bir kimse gösterilmemekle birlikte, talep üzerine verilen geçici mühlet kararının ilanından sonra, İİK’nun 288/2’nci maddesine göre, alacaklıların 7 gün içinde dilekçeyle itiraz ederek konkordato mühleti verilmesini gerektiren bir hâl bulunmadığını ileri sürerek, konkordato talebinin reddini istemeleri hâlinde, bu talebin çekişmesiz yargı işinden çıkıp, çekişmeli yargı işine bir başka ifade ile davaya dönüştüğü savunulmakta ise de; konkordato talebinin reddini isteyen alacaklılar, klasik dava teorisine göre, davalı ya da aslî müdahil olarak değerlendirilemeyeceğinden yasanın tâbiriyle bu kişilerin hukuki durumu, davalı olmayıp, “itiraz eden alacaklı” konumundadır. Bu kişilerin istinaf ve temyiz kanun yoluna başvurma yetkisinin bulunması, konkordato kurumunun mâhiyetinden kaynaklanmakta olup, alacaklıların davalı olarak ya da müdahil olarak kabulü de yasal düzenlemelere uygun değildir.
Diğer yandan çekişmesiz yargı işleri bakımından öngörülen, HMK’nın 383’üncü maddesindeki “görevli mahkeme” 384’üncü maddedeki “yetkili mahkeme,” 387’nci maddesinde düzenleme altına alınan kararlara karşı başvurulacak kanun yolları bakımından, konkordato talebi, çekişmesiz yargı işlerinden farklı kendine özgü düzenlemeler de içermektedir. Dolayısıyla konkordato talebine tam olarak çekişmesiz yargı işine ait tüm kuralların uygulanma olanağı da yukarıda açıklandığı üzere bulunmamaktadır. Dolayısıyla bir hukukî kuruma uygulanacak kuralların belirlenmesinde o hukukî kurumun kendine özgü niteliğininin gözönünde bulundurulması ve bu hukukî kuruma uygulanacak tüm kurallar bütünün birlikte değerlendirilmesi gerekir.
Bu nedenle, HMK’nun 385’inci maddesindeki çekişmesiz yargı işlerinde, tıpkı davalarda olduğu gibi, aksine hüküm bulunmayan hallerde çekişmeli yargı işine ait kurallar kıyasen uygulanmaktadır. Konkordato talebinde, çekişmesiz yargı işine ait uygulanacak kurallar, konkordato kurumunun hukukî niteliğine uygun olan ve yasada düzenlenen konkordato tasdik koşullarının emredici olarak düzenlenmesi nedeniyle re’sen araştırma ilkesi ve konkordato talebinin inelenmesi sırasında diğer bir külli cebri icra yöntemi olan iflâsta olduğu gibi basit yargılama usulünün uygulanmasıdır. Bu nedenle kanun koyucu çekişmesiz yargı işleri bakımından sadece yukarıda sayılan konularda farklı düzenleme öngördüğünden sair bütün konularda, çekişmeli yargı için öngörülen kurallar çekişmesiz yargı bakımından da niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulanacaktır. (Pekcanıtez, Hakan; Pekcanıtez -Usul, Medeni Usul Hukuku, 3. Cilt, 15. Bası. s. 2147).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 20’nci maddesindeki düzenlemeye göre “Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde dava açılmamış sayılır ve görevsizlik ve yetkisizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen karar verilir.” hükmü yer almaktadır. Bu maddede düzenlenen dosyanın görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesi kararının verilmesi zorunlu olup, talep sadece yargılamanın belirsiz ve sürüncemede kalmaması bakımından öngörülmüştür. Bir başka ifade ile gönderme kararı verilmediği sürece ilgilinin dosyanın gönderilmesini talep etmesinin bir anlamı olmayacaktır. Zira gönderme kararı verilmeyen bir halde talep de hukukî bir sonuç doğurmayacaktır. Bu konuda talep aranması, yargılamaya hâkim olan ilkelerden, HMK’nın 24’ncü maddesindeki “Tasarruf İlkesi” ve 26’ıncı maddesindeki “Taleple Bağlılık İlkesi” ile yakından ilgilidir. HMK’nın 24’üncü maddesine göre; ”hakim iki taraftan birinin talebi olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz”, yine aynı maddenin 2’nci fıkrasında belirtildiği üzere, “kanunda açıkça belirtilmediği sürece hiçkimse kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz” tasarruf ilkesinin temel unsurlarıdır. Bunun yanında, yargılamaya hâkim olan bu ilkeler niteliğine uygun düştüğü ölçüde, çekişmesiz yargı işinde de uygulanmalıdır. Bu açıdan çekişmesiz yargı işinde, HMK’nun 24’ncü maddesindeki tasarruf ilkesi ve 26’ncı maddesindeki taleple bağlılık ilkesi geçerli olup, bu konuda tek farklılık yukarıda açıklandığı üzere konkordato tasdik koşulları, yasa tarafından emredici olarak düzenlendiğinden ve tasdik kararı üçüncü kişileri de ilgilendirdiğinden re’sen araştırma kuralı uygulanmasıdır. Bu kuralı HMK’da düzenlenen ve talebin niteliğine aykırı diğer kurallara teşmil etmek yasal düzenlemelere aykırıdır.
…Ayrıca konkordato talebinin incelenmesi aşamasında kanun koyucu, çok kısa ve kesin süreler öngörmüştür. Kanun koyucunun amacı konkordato sürecini bir an önce sonuçlandırmaktır. Konkordato uyuşmazlıklarında mahkemelerin yetkisi kanun koyucu tarafından kesin yetki olarak belirlenmiş olmasına rağmen yetkisiz mahkemenin bu durumunu gözeterek vermemesi gereken ihtiyati tedbirleri kaldırmaması, yetkisizlik kararına karşı kanun yollarına başvurulması halinde süreci uzatacak, alacaklıları mağdur edecek, borçluya kanunun tanıdığı sürelerin çok üzerinde bir hukukî koruma sağlayacaktır. Bu durumun kanun koyucunun konkordato sürecindeki amacına uygun olmadığı açıktır…” (Bknz. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 25.11.2021 tarih ve 2021/4808 Esas 2021/1790 Karar sayılı İlamı)
Yukarıdaki açıklamalar ışığında; dosyadaki belgelere, kararın dayandığı delillerle, usul ve yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle davacı şirket tarafından 22.10.2019 tarihinde açılan konkordato davasının yapılan yargılamasında kesin mühlet içerisinde İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 03.11.2021 tarih ve 2019/487 Esas 2021/930 Karar sayılı kararı ile konkordato tasdik talebinin reddine karar verilmesine ve verilen bu kararın kesinleşmesi beklenilmeden aynı davacı şirket tarafından 09.11.2021 tarihinde konkordato talepli ikinci davanın açılarak HMK’nın 385/1 ve 322/1. madde hükümleri de dikkate alınarak konkordato davasında uygulanması gereken HMK’nın 114/1-ı maddesindeki derdestlik dava şartına aykırı davranılmasına, kararda kamu düzenine ilişkin bir aykırılık bulunmamasına göre; kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, inceleme konusu kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından, davacı vekilinin yerinde bulunmayan istinaf kanun yolu başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/(1)-b-1. maddesi gereğince esastan reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 09/11/2021 tarih ve 2021/808 Esas, 2021/893 Karar sayılı hükmü usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davacı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/(1)-b-1. maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
2-İstinaf başvurusu sırasında alınması gereken 80,70.TL maktu karar harçtan peşin olarak alınan 59,30.TL harcın mahsubu ile bakiye 21,40.TL harcın davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3-İstinaf kanun yolu başvurusunda bulunan davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadan karar verildiğinden ve dava hasımsız olduğundan vekalet ücreti hususunda karar ittihazına mahal olmadığına,
5-Kararın kesinleştirme, harç ikmali ve gider avansı iadesi işlemlerinin yerel mahkemece yerine getirilmesine,
6-Kararın Dairemizce davacı vekiline tebliğine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde HMK’nın 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on gün içerisinde Yargıtay’a temyiz yolu açık olmak üzere 10.03.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.