Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2020/525 E. 2022/1911 K. 17.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2020/525
KARAR NO : 2022/1911
KARAR TARİHİ : 17/11/2022

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/11/2019
NUMARASI : 2018/1003 Esas 2019/1232 Karar
DAVANIN KONUSU : Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
BAM KARAR TARİHİ : 17/11/2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 17/11/2022

Davacı vekili tarafından yukarıda belirtilen karara karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesi uyarınca yapılan ön inceleme sonucu eksiklik bulunmadığı anlaşılmakla; inceleme aşamasına geçildi. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; adli yardım taleplerinin olduğunu, müvekkillerinin fakirlik belgesinin ekte sunulu olduğunu, bu sebeple davacıların adli yardımdan faydalanarak dava harç ve masraflarından muaf tutulmalarını, icra takibine konu bononun, davacı borçlulardan Türk Ceza Kanunu 148/2 maddede belirtilen yağma suçu işlenerek zorla alındığını ve İzmir 22.İcra Müdürlüğü 2014/32 E.dosyasından icra takibine konduğunu, icra takibine konu bononun “bir senedi vermeye mecbur edilmesi suretiyle” yağma suçu işlenerek irade ikrah ile fesada uğratılarak alındığını, davacı müvekkillerinin borçlanma iradesinin bulunmadığını, aksine müvekkillerinin davalıdan alacaklı olduğunu, takibe konu bononun yağma suçu işlenerek alındığı için davalı hakkında Söke Cumhuriyet Başsavcılığının 2018/2649 soruşturma nolu dosyadan şikayette bulunulduğunu, 2018/343 Karar numarası ile yetkisizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Didim (Yenihisar) Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine karar verildiğini, Yenihisar (Didim) Cumhuriyet Başsavcılığına konu suç hakkında yapılacak ceza yargılamanın bu dava için bekletici mesele yapılması halinde takibe konu bonodan müvekkillerinin borçlu olmadıklarının anlaşılacağını, dinletilecek tanıklardan yağma yolu ile bononun alındığının ortaya koyacaklarını belirterek, davacının İzmir 22. İcra Müdürlüğü’nün 2014/32 esas sayılı dosyasında borçlu olmadığının tespiti ile, davalının %20 den aşağıda olmamak üzere kötüniyet tazminatı ödemesine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; öncelikle açılan davayı kabul etmediklerini, müvekkilinin yurtdışında olduğunu, tarafına davayı vekil olarak talep etmek adına 23.11.2018 tarihinde UYAP sisteminden harçlandırmak suretiyle vekaleti göndermekle iki üç sefer telefonla ulaştıklarını ve en son da bizzat gelerek vekil kaydının yaptırılabildiğini, öncelikle usul açısından verilen adli yardım talebine itiraz ettiklerini, davacıya ait 9 adet hisseli gayrimenkul bulunduğunu ve bunları işleyerek gelir elde ettiğini, İzmir 22.İcra Müdürlüğü 2014/32 syl dosyası ile açılan takip 23.01.2014 tarihinde kesinleştiğini, davacı adına kayıtlı bulunan hisseli gayrimenkullerin satışı için tarafına Ünye Sulh Hukuk Mahkemesinin 2018/229 dosyası ile ortaklığın giderilmesi açılması sebebi ile sözkonusu dava ikame edildiğini, adli yardımla ilgili hiçbir araştırma yapmadan sadece fakirlik belgesi ile talebin kabul edildiğini, öncelikle talebin kabulüne itiraz ettiklerini, esas açısından da davacı tarafın aynı iddialarla Didim Cumhuriyet Başsavcılığı 2013/426 soruşturma dosyası ile şikayette bulunmuş olmasına karşın yapılan inceleme sonucu takipsizlik kararı verildiğini, bu kararın da kesinleşmiş olduğunu, aynı hususta yeniden şikayette bulunulduğunu belirterek, açılan davanın reddini talep etmiştir.
MAHKEMECE:
“Dava; İİK 72 uyarınca açılmış menfi tespit davasıdır.
İzmir 22. İcra Müdürlüğünün 2014/32 esas sayılı takip dosyası getirtilmiş, Didim C. Başsavcılığı’nın 2013/426 sayılı soruşturma dosyası ve ekleri incelenmiştir.
Ünye SHM nin 2018/229 esas sayılı dosyasında, taraflar arasında ortaklığın giderilmesi davasının olduğu görülmüştür.
İncelenen Savcılık hazırlık dosyalarında, davacının şikayeti üzerine takipsizlik kararı verildiği, takipsizlik kararının kesinleştiği, Didim C. Başsavcılığı’nca verilen takipsizlik kararına müştekilerin soyut beyanı dışında, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kamu davası açmaya yeterli somut delil elde edilemediği için itiraza konu kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile ve Didim C. Başsavcılığı’nın söz konusu kararında ve gerekçesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla itirazın reddine dair Söke Sulh Ceza Hakimliği’nin 03/04/2019 tarihli kararı da dosya içinde hazır edilmiş,
Davacı tarafın 78.000,00-TL bedelli dava değerine ilişkin borçlu olmadıklarına ilişkin dosyaya herhangi bir yazılı belge, delil sunmadıkları anlaşılmakla,
Soruşturma dosyalarında verilen ve kesinleşen takipsizlik kararı ve tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde; ispatlanamayan davanın reddine” şeklinde karar verilmiştir.
İSTİNAF BAŞVURU SEBEPLERİ:
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davanın ispatlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verildiğini, kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, davaya dayanak Didim Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2018/3973 nolu soruşturma dosyasındaki karar kesinleşmeden mahkemenin davanın reddine karar verdiğini, söz konusu karara karşı kanun yararına bozma yoluna gidildiğini, bu hususta henüz verilmiş bir karar olmadığını, bu hususun 01.10.2019 tarihli delil dilekçesinde belirtilmesine rağmen karar verildiğini, savcılığa yeni deliller bildirildiği halde araştırma yapmadığı için ayrıca Anayasa Mahkemesi’ne gidileceğini, tanıkların dinlenmeden davanın reddine karar verildiğini, ayrıca yemin delili hususunun da hatırlatılmadan ve bu hususta süre verilmeden davanın reddedilmesinin de usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, istinaf başvurusunun kabulü ile yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini istinaf başvuru sebebi olarak ileri sürmüştür.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, zorla verildiği iddiasına dayalı icra takibine konu bonodan dolayı borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir.
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme gereğince, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.
Davacı vekili, davalı tarafından icra takibine konu edilen bononun yağma ile müvekkilinden alındığını belirterek müvekkilinin bu bonolardan dolayı borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
”…Türk hukuk öğretisinde kambiyo senetlerinin içerdiği hakkın doğumu konusundaki baskın görüş sözleşme teorisi ile açıklanmakta bu da güven ilkesi ile desteklenmektedir. Bu teoriye göre kambiyo senedinin düzenlenmesi ile içerdiği hak derhal vücut bulmaz, borcun doğumu için ayrıca senedin borç altına girmek kastıyla lehdara da verilmesi yani teslime ilişkin bir de ayni sözleşmenin mevcudiyeti gerekir (Bozer, A./Göle, C.: Kıymetli Evrak Hukuku, 7.b., Ankara 2017, s.21; Yılmaz, A.L.: Kambiyo Senetlerinde Def’iler, İstanbul 2007, s.51; Öztan, s.106; Kınacıoğlu, s.30 vd.). Bu sözleşmenin kurulması Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri gereği karşılıklı ve aynı yöndeki iradelerin açıklanması ile mümkündür. İradelerin açıklanması ve sakatlanması konusunda da aynı Kanunun hükümleri dikkate alınır.
Bir hukuki işlemin ve bu kapsamda bir sözleşmenin kuruluşunda ortaya konulan iradelerin bozulmamış, bir diğer ifade ile fesada uğramamış olması gerekir. İradedeki bozulmanın, sözleşmenin diğer tarafının ya da üçüncü bir kimsenin tehdidi (korkutması) sonucu ortaya çıkması hâlinde beyan sahibi, sözleşmeyle bağlı tutulamaz (bonoların düzenlendiği 27.01.2004 günü yürürlükte bulunan 818 s. BK m.29; TBK m.37). EREN’e göre taraflardan birinin, karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir irade beyanında bulunması ya da sözleşme yapması hâlinde korkutmadan söz edilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s.419 vd.; aynı yönde Kocayusufpaşaoğlu, N./Hatemi, H./Serozan, R./Arpacı, A.: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.I, 6.b., s.471 vd.; Oğuzman, M.K./Öz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3.b., İstanbul 2000, s.97 vd.).
Korkutma fiili maddi bir vakıa niteliğindedir ve kanun koyucu, bu vakıanın senede bağlanmasının mümkün olmadığını öngörerek, ispat vasıtası olarak senet dışındaki delillere başvurulmasına cevaz vermiştir. 6100 sayılı HMK m.203/ç. Bu düzenleme, özellikle yazılı sözleşmeler bakımından, senede karşı senetle ispat kuralının (HMK m.201) önemli istisnalarından birisini oluşturmaktadır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, 6.b., İstanbul 2001, s.2297; Postacıoğlu, İ.E.: Şehadetle İspat Memnuiyeti ve Hudutları, İstanbul 1952, s.208 vd.; Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku, C.II, 15.b., s.).
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında kambiyo senetleri ile bunların düzenlenmesine temel teşkil eden asıl borç ilişkisinden soyut bir borç oluşturulduğu, senedi elinde bulunduran kişinin ayrıca alt ilişkiyi ispatlamak zorunda olmadığı; kambiyo senetlerinin de korkutma suretiyle elde edilebileceği ve korkutma vakıasının da tanıkla ispatlanabileceği sonuçlarına varılmaktadır.
İkrah (korkutma), Türk Borçlar Kanunu 37, 38 ve kısmen 39. maddelerinde belirtildiği üzere bir kimsenin başka bir surette yapmayacak olduğu bir hukuki muameleyi, bir kötülüğün başına geleceği korkusuyla yapmak zorunda bırakılmasıdır. Bu muameleyi yaptığı takdirde aslında irade ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktur, fakat iradenin meydana gelmesi sırasında bir sakatlık (fesad) söz konusu olmaktadır. Korkutma akdin karşı tarafınca yapılabileceği gibi, üçüncü bir şahıs tarafından da yapılabilir. Neticesi bakımından fark yoktur.
İkrah, doktrin ve uygulamada haksız fiilin bir türü olarak kabul edilmektedir. Yapılış tarzına göre ikrah, maddi yada manevi olabilir.
Her korkutma, ikrah olmaz. İkrahın meydana gelmesi için birtakım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Öncelikle ikrahın ciddi olması gerekir. Başka bir anlatımla ikraha uğrayan kişinin (mükrehin) yapılan tehdit sonucu bir zarara uğrayacağı endişesini taşıması ve gerçek bir tehlikenin varlığı hususunda şüphesinin olmaması gerekir. Çünkü her tehdit korkuyu doğurmaz. İkrahın ciddi olup olmaması durumu objektif olarak değil, subjektif yani mükrehin durumuna bağlı olarak değerlendirilir. Normalde bir insan için korku yaratmayan bir durum mağdur bakımından korku yaratabilir. Her somut olayda korkutulanın yaradılışı, kültürü, cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi sosyal ve ekonomik durumu vs. gibi özellikleri göz önüne alınarak değerlendirme yapılmalıdır.
Korkutmanın muameleyi yapana veya yakınlarına karşı olması gerekir. Sadece yakın akrabalar değil kendisine yakından bağlı olan kimselere karşı yapılan korkutma da yasa hükmünün kapsamında yer alır. Hısımlar, dost ve arkadaşlar, sevinci ve tasayı paylaşanlar kişinin yakın çevresini oluşturur. Hizmetçi veya işyerinde çalışan emekli bir müstahdeme yapılan tehdit, ikraha uğrayan şahısta esaslı bir korkunun oluşmasında etkili olabilir. Kuşkusuz bunu belirleme yetkisi hâkime aittir. Bu bağlamda tehlike kişilik haklarına (hayat, sağlık, vücut bütünlüğü, şeref, namus gibi) yönelmiş olabileceği gibi, malvarlığı değerlerine de yönelmiş olabilir.
Söz konusu hukuki muameleyi yaptıracak tehdit hukuka aykırı ve haksız olmalıdır. Mesela hayata veya vücut bütünlüğüne zarar vermeye yönelik tehditleri içerdiği takdirde bu şart gerçekleşmiş sayılır. Buna karşılık tehdit bir hakkın elde edilmesi amacıyla yapılmış ise ikrah söz konusu değildir.
İkrah hemen meydana gelecek ağır bir tehlikeyi içeriyor olmalıdır. Tehlikenin ağırlığı, korkutulan kişinin öznel (subjektif) durumuna göre değerlendirilmelidir, tehdit edilen hukuksal varlığın değerine bağlı olarak, hâkim, korkutmanın ağırlığını belirler. Bu belirleme yukarıda da açıklandığı gibi her somut olayda korkutulanın kişinin karakteri cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi gibi sosyal ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak hâkim tarafından yapılır.Diğer yandan korkutmada kullanılan aracın elverişli olup olmadığı da, önemli olup, bu hususun belirlenmesinde de korkutulanın özel durumu göz önüne alınır.
İkrah cana mala ve hürriyete yöneltilmiş olmalıdır. Maddi ve manevi varlık, TBK’nun 38. maddesinde “kişilik hakları ve malvarlığı” şeklinde ifade edilmiştir. Kanunda belirtilmemiş olsa da hürriyet de diğerlerine dâhildir.
İlliyet bağlantısı (nedensellik) bulunmalıdır, Korkutma ile yapılan hukuksal işlem arasında nedensellik (neden-sonuç) bağı bulunmalıdır. Öyle ki, korkutma, korkutulan kişinin iradesi üzerinde doğrudan doğruya etkili olmalıdır. Diğer bir ifadeyle korkutulan taraf, böyle bir tehdit olmasaydı da hukuki işlemi aynı şartlar altında yapacaksa artık ikrahtan bahsedilemez.
Ayrıca ikrah hak düşürücü süreye tabi olup, TBK.nun 39.maddesine göre,“Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.” denilmek suretiyle korkutulanın korkutma etkisi ortadan kalktıktan sonra 1 yıl içerisinde sözleşmeden dönebileceği hüküm altına alınmıştır.
Davacı tarafın dayandığı ilk vakıa olan bononun iradeyi sakatlayan hallerle alındığı iddiası ile ilgili TBK’nın 39. maddesine göre iradeyi sakatlayan hallerin ortadan kalkmasından itibaren bir yıllık hak düşürücü sürede sözleşme ile bağlı olunmadığı bildirilmez ise sözleşme onanmış sayılır. Onanmış sayılan sözleşme için mahkemede bu sebebe dayalı olarak dava açılamaz. Somut olayda davacının, kefil olduğu 15/01/2013 tarihli senedin zorla alındığına ilişkin dilekçeyi 18/01/2013 tarihinde Ünye Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği, bu nedenle bahsi geçen irade açıklamasının yapıldığının kabulü gerekmektedir. Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 2021/1423 esas 2021/11630 karar sayılı kararı da bu yöndedir.
Dava konusu senet ile ilgili olarak davacı ve dava dışı Emrah Ateş’in şikayeti üzerine Didim Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/426 sayılı soruşturması sonucu 2013/1074 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği, yine Didim(Yenihisar) Cumhuriyet Başsavcılığının 2018/3973sayılı soruşturması sonucu 2019/708 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği, bu karara yapılan itirazın Söke Sulh Ceza Hakimliğinin 2019/1305 d.iş sayılı kararı ile reddine karar verildiği görülmüştür.
Dosya kapsamındaki yazı, belge ve bilgilere, yasaya uygun gerektirici nedenlere, ilk derece mahkemesi kararının gerekçesinde dayanılan delillerle, maddi olay ve hukuki değerlendirmede usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına; incelemenin istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılıp, kamu düzenine herhangi bir aykırılığın da bulunmamasına, sözleşme gereği çalıştıkları teknede meydana geldiği iddia olunan olayın tüm aşamalarda davacının yanında olduğu ve olay yerinde olduğu belirtilen …’in soruşturma aşamasında tanık olarak dinlendiğinin görülmesine, dava korkutma iddiası ile irade sakatlığı hukuksal nedenine dayalı olup, konusu suç oluşturan hususta yemin teklif edilemeyeceğinden davacıya yemin delilinin hatırlatılmasının gerekli olmadığının anlaşılmasına göre davacı vekilinin tüm istinaf itirazları yerinde görülmediğinden 6100 Sayılı HMK’nın 353/1,b.1 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 14/11/2019 tarih ve 2018/1003 Esas 2019/1232 Karar sayılı hükmü usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davacı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/(1)-b-1. maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
2-İstinaf başvurusu sırasında alınması gereken 80,70.TL maktu karar harcından peşin olarak alınan 54,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 26,30.TL harcın davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına
3-İstinaf başvurusu sırasında davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından davalı lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
5-Kararın tebliği, kesinleştirme ve gider avansı iadesi işlemlerinin yerel mahkemece yerine getirilmesine,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde HMK’nın 362/(1)-a maddesi uyarınca kesin olmak üzere 17/11/2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.