Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2019/522 E. 2022/499 K. 17.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/522
KARAR NO : 2022/499

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 25/12/2018
NUMARASI : 2017/1209 Esas 2018/1472 Karar
DAVA : TAZMİNAT (TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLANAN)
KARAR TARİHİ : 17/03/2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 17/03/2022

Taraflar arasında görülen tazminat davasına ilişkin olarak yapılan açık yargılama sonucunda davanın reddine dair verilen karara karşı yasal süresi içerisinde davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya, Dairemize gönderilmiş olmakla HMK’nın 353. maddesi uyarınca dosya üzerinden inceleme yapıldı.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; 09/01/2016 tarihinde dava dışı sürücü …’ın sevk ve idaresinde bulunan … plakalı otobüs ile Balıkesir istikametinden Edremit istikametine seyir halinde iken direksiyon hakimiyetini kaybetmesi sonucu yaralamalı ve ölümlü trafik kazası meydana geldiğini ve kazada otobüs yolcusu olan müvekkillerinin murisi …’nın vefat ettiğini, bu vefat sonucunda müvekkillerinin murislerinin gerçek ve farazi desteğinden yoksun kaldıklarını, otobüsün taşımacılık sigorta poliçesi ve ferdi kaza koltuk sigorta poliçesi bulunmadığından sorumluluğun davalı …’nda olduğunu ileri sürerek şimdilik toplam 2.000.00.TL maddi tazminatın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacılar vekili tarafından yargılama sırasında verilen ıslah dilekçesi ile taleplerini davacı … yönünden 18.843.65.TL, davacı … yönünden 5.206.56.TL ve davacı … yönünden 191.508.37.TL olmak üzere toplam 215.558.58.TL’ ya yükseltmişlerdir.
CEVAP :
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; dava konusu kaza sebebiyle sigorta kapsamında müvekkil kurumun sorumluluğu 5684 sayılı Sigortacılık Kanunun 14.maddesi ve yönetmelik kapsamında olduğunu, kuruma karşı açılan dava Can Sigortası poliçesi gereği özel yetki kuralları geçerli olduğunu, davacıların yerleşim yerinin İzmir olduğundan yetkili mahkemenin İzmir Asliye Ticaret Mahkemesi olması nedeniyle davada yetki itirazının kabulünü, esasa ilişkin olarak da aracın … A. Ş nezdinde ZMMS poliçesi ile sigortalı olduğunu bu nedenle husumet yokluğundan davanın reddi gerektiğini ayrıca kazaya karışan … plakalı aracın kaçak yolla ülke dışına gitmek isteyen şahısları taşımak amacıyla taşımacılık yapmakta olduğunu, yapılan taşımacılığın kanunun 17. maddesinde öngörülen şehirlerarası ticari bir yolculuk kapsamında olmadığını bu sebeple yolcu taşımaları ile ilgili mevzuat gereği Zorunlu Ferdi Koltuk Sigortasına tabi bulunmadığını, nitekim zorunlu koltuk ferdi kaza sigortası genel şartları A.4 ve Taşımacılık Sigortası Genel Şartları A.5 i maddeleri gereği cürüm işlerken doğan zararların teminat dışı haller arasında sayıldığını olayında sabit olduğu üzere insan kaçakçılığı sırasında bir suç işlerken meydana geldiğini bu nedenle genel şartlar gereği sigorta teminatı dışında kaldığını ve TMK.’ nun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı ile bağdaşmadığını, kazanın meydana gelmesinde davacıların murisinin de kusuru bulunduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI:
Mahkemece yapılan açık yargılama sonunda, ”…Edremit CBS’nın 2016/191 hazırlık sayılı dosya aslının dosyamız içerisinde bulunduğu, incelendiğinde; 09/01/2016 tarihinde meydana gelen trafik kazasında davacıların ve murisinin de içerisinde bulunduğu 7 kişinin vefat ettiği ve birden fazla kişininde yaralandığı, yapılan hazırlık soruşturması sonucu taksirle ölüme neden olmak suçundan dolayı takipsizlik kararı verildiği görülmüştür. Mahkememizce dosya sigortacı bir bilirkişiye tevdi edilmiş ve meydana gelen olay, davacı iddiası ve davalı savunması ile Edremit CBS’nın 2016/191 hazırlık sayılı dosyasındaki beyanlar ve deliller ile birlikte değerlendirilmek üzere meydana gelen olayın sigorta kapsamında olup olmadığı yönünden rapor hazırlanması istenmiş olup, 31/10/2018 tarihli bilirkişi raporunda; davalı …nın, dava konusu kazaya karışan … plaka sayılı aracın kaçak yolla ülke dışında gitmek isteyen şahısları taşımak amacıyla taşımacılık yaptığını, yapılan taşımacılığın Karayollar Taşımacılık kanunun 17.maddesinde öngörülen şehirler arası ticari bir yolculuk kapsamında olmadığı iddiası ile “TMK.nın 2.maddesinde herkes haklarını kullanırken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. HMK.’nın 29.Maddesinde (1) Taraflar, dürüstlük kuralarına uygun davranmak zorundadırlar.” maddelerinde istinaden itirazında yer alan iddialara ilişkin hukuki bir süreç söz konusu olur ise; TTK’nın 1404.Maddesi gereği-(1) “Sigorta ettirenin veya sigortalının, kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı bir fiilden doğabilecek bir zararını teminat altına almak amacıyla sigorta yapılamaz.” bilgisinin dikkate alınması gerektiği, teminat altına alınamayacak olan riskin ise poliçe teminatları çerçevesinde de değerlendirilmesinin uygun olmayacağı hususları belirtilmiştir.
Dosya içerisinde bulunan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, bilirkişi raporu denetime ve hüküm kurmaya elverişli görülmüş olup Edremit CBS’nin 2016/191 Esas sayılı dosyası içerisinde bulunan tüm belgeler ile aynı araçta kazaya karışan yaralıların olayın sıcağı sıcağına vermiş oldukları ifadelerinde kendilerinin yurt dışına kaçak yollarla geçmek amacıyla İstanbul ilinde buluştukları ve buradan kazanın olduğu yere kadar geldikleri buradan da yasa dışı yollarla yurt dışına çıkış yapacaklarını bildiren ve birbirini doğrulayan ifadeleri ile her nekadar davacılar İstanbul’dan İzmir’e gezmek için geldiklerini ve otobüste insan kaçakçılığı yapıldığını bilmediklerini beyan etmişler ise de, kendilerinin şehirler arası yolcu taşıyan otobüste yolcu bileti almalarının zorunlu olduğu bu yönde herhangi bir belge ibraz etmedikleri gibi kalkış yeri, varış yeri, güzergahı belli olmayan otobüsta gezmek için İzmir’e gidiyorduk yönündeki beyanın samimi ve hayatın olağan akışına uygun olmadığı, kazanın yasa dışı yollardan yurt dışına çıkmak isterken cürüm işleme aşamasında meydana geldiği ve sigorta genel şartlarına göre sigorta kapsamında olmadığı…” gerekçesi ile davanın REDDİNE karar verilmiş, verilen bu karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ:
Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; mahkemeye ibraz edilen son bilirkişi raporundaki taleplerinin teminat dışında olduğuna dair görüşünü kabul etmediklerini, taleplerinin teminat dışı olduğu iddiasını davalının ispatlaması gerektiğini, suç olduğu iddia edilen kaçak yolla ülke dışına gitmek isteyen şahısların taşındığı yönündeki iddia ile alakalı kesinleşmiş bir ceza dosyasının bulunmadığını, davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek yerel mahkeme kararının kaldırılması istemiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI, HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE:
Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme gereğince, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.
”…Dava, trafik kazası sonucu oluşan cismani zarar nedeniyle, işgücü kaybı tazminatı istemine ilişkindir.
Uyuşmazlık Hakem Heyetince; uyuşmazlık konusu kazanın göçmen kaçakçılığı yapıldığı esnada meydana geldiği, göçmenlerin taşındığı araç işleteninin araçta kaçak göçmen olarak bulunan başvuru sahibine karşı sorumluluğunun sigorta teminatı kapsamında olmadığı gerekçesiyle başvurunun reddine, karara karşı davacı vekilinin yapmış olduğu itirazın reddine karar verilmiş ise de; varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmemektedir.
Türk Hukukunda kişilerin hak arama özgürlüklerini kullanmaları herhangi bir sınırlandırmaya tâbi tutulmamıştır. Ancak bazı istisnai durumlarda dava açan veya takip hakkını kullananın önceden belirlenen bazı özel yükümlülükleri yerine getirmesi şart koşulabilir. Bu istisnai şartlardan biri de teminat gösterme yükümlülüğüdür.
5718 sayılı MÖHUK madde 48/1’e göre; “Türk mahkemesinde dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı gerçek ve tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek zorundadır”. MÖHUK’ta teminat gösterme yükümlülüğü konusunda “yabancılık” ölçütü esas alınmıştır. Buna karşın davalının veya kendisine karşı takibe girişilen karşı tarafın vatandaşlığı, bu madde kapsamında da bir öneme sahip değildir. Bu maddeye göre hakim tarafından verilen kesin süre içinde teminat gösterilmezse, dava, dava şartı eksikliğinden HMK’nun 114/1-ğ maddesi uyarınca reddedilir.
MÖHUK madde 48/2’de ise; “Mahkeme, dava açanı, davaya katılanı veya icra takibi yapanı karşılıklılık esasına göre teminattan muaf tutar” hükmü yer almaktadır.
Buna göre Türk hâkimi, yabancı davacının, davaya katılanın veya icra takibinde bulunanın vatandaşı olduğu ülke ile Türkiye arasında karşılıklılık (mütekabiliyet) var ise, bu kişiyi teminattan muaf tutacaktır. Karşılıklılık, iki devlet arasında imzalanan (iki taraflı) anlaşma veya iki devletin de taraf olduğu uluslararası (çok taraflı) anlaşma ile sağlanabileceği gibi, kanuni veya fiili karşılıklılık şeklinde de sağlanabilir. Az yukarıda belirtilen anlaşmalardan biri de 1954 tarihli Hukuk Usulüne Dair Lahey Sözleşmesi olup, anılan sözleşmenin 17. maddesinde; âkit devletlerden birinde ikamet eden ve diğer bir devletin mahkemeleri huzurunda davacı veya müdahil olarak bulunan âkit bir devletin vatandaşlarından yabancı olmaları sebebi ile herhangi bir teminat istenemeyeceği düzenlenmiştir.
Davacı Afganistan uyruklu olup, Hakem Heyetince şikayetçinin teminat muafiyetinin bulunup bulunmadığı hususunda, hükme dayanak oluşturacak nitelikte bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır.
5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanun’un 48/2. maddesinde dava açanın karşılıklılık esasına göre, teminattan muaf tutulabileceği düzenlendiğinden öngörülen teminat hususu Mahkemece re’sen gözetilmelidir.
Bu sebeple İtiraz Hakem Heyetince, öncelikle davacının teminattan muaf olup olmadığı hususunun Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü’nden sorularak alınacak yazı cevabına göre, davacının teminat göstermesi gerektiği sonucuna varılırsa, teminatın yatırılması için davacıya kesin süre verilmesi, anılan sürede belirtilen teminatın yatırılmaması halinde istemin usulden reddine, yatırılması halinde ise, dava şartı eksikliği süresinde giderilmiş olacağından işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken doğrudan işin esasına girilmesi doğru olmamış, hükmün bu yönden re’sen bozulmasına karar vermek gerekmiştir…” (Bknz. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 25.10.2021 tarih ve 2021/14874 Esas 2021/7380 Karar sayılı, 30.11.2021 tarih ve 2021/4159 Esas 2021/9380 Karar sayılı İlamları)
Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartlarıdır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi). Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan da denir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür. Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.
Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m.303) (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s.3005).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/2. maddesinde; ”Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” hükmüne yer verilmiş olup, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuk Hakkında Kanun’un 48. Maddesinde düzenlenen yabancı ülke vatandaşının teminat yatırması dava şartı bu madde kapsamına girmektedir.
Yine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 115. maddesinde ise; ”Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.” hükmü yer almaktadır.
5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 48/1. maddesinde “Türk mahkemesinde dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı gerçek ve tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek zorundadır.” hükmü düzenlenmiştir. 5718 sayılı Kanun’da teminat gösterme yükümlülüğü konusunda “yabancılık” ölçütü esas alınmıştır.
5718 sayılı Kanun’un 48/2 maddesinde ise “Mahkeme, dava açanı, davaya katılanı veya icra takibi yapanı karşılıklılık esasına göre teminattan muaf tutar.” hükmü yer almaktadır. Buna göre Türk hakimi, yabancı davacının, davaya katılanın veya icra takibinde bulunanın vatandaşı olduğu ülke ile Türkiye arasında karşılıklılık (mütekabiliyet) var ise, bu kişiyi teminattan muaf tutacaktır. Karşılıklılık, iki devlet arasında imzalanan (iki taraflı) anlaşma veya iki devletin de taraf olduğu uluslararası (çok taraflı) anlaşma ile sağlanabileceği gibi, kanuni veya fiili karşılıklılık şeklinde de sağlanabilir. Az önce belirtilen anlaşmalardan biri de 1954 tarihli Hukuk Usulüne Dair Lahey Sözleşmesi olup, anılan sözleşmenin 17. maddesinde; akit devletlerden birinde ikamet eden ve diğer bir devletin mahkemeleri huzurunda davacı veya müdahil olarak bulunan akit bir devletin vatandaşlarından yabancı olmaları sebebi ile herhangi bir teminat istenemeyeceği düzenlenmiştir.
5718 sayılı Kanun’da öngörülen teminat yükümlülüğü dava açmanın ön koşulu olup, mahkemece re’sen gözetilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesini ihtirazı kayıtla onaylamış, mülteci tabirinin tanımlanması noktasında tarih ve coğrafi bakımından sınırlandırma getirerek sözleşmeye taraf olmuştur. 1967 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna dair Protokole de, ihtirazi kayıt ve coğrafi sınırlama bakımından yapılan deklarasyon baki kalmak şartıyla katılmıştır.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 61. maddesinde “mülteci” tanımlamasına yer verilmiştir. Madde metnindeki tanımlama karşısında, davacıların mülteci statüsünde bulunmadığı sabittir. Bu halde, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesinin 16. maddesinin somut olayda uygulanma kabiliyeti yoktur.
Suriye Arap Cumhuriyeti, 1954 tarihli Hukuk Usulüne Dair Lahey Sözleşmesinin tarafı olmadığından, bu sözleşmenin 17. maddesinin de eldeki davada uygulanması mümkün değildir.
Ancak 2010 yılından sonra Suriye`deki iç karışıklıklar ve çatışmalar nedeniyle yaşanan insani krizin büyümesi sonucunda 29/04/2011 tarihinde bu ülkeden Türkiye’ye yönelik ilk toplu nüfus hareketinin gerçekleştiği, ülkeye gelen Suriyelilerin önce “misafir” şeklinde tanımlandığı, Ekim 2011 tarihinden itibaren ise İçişleri Bakanlığı’nın 1994 sayılı Yönetmeliği’nin 10. maddesi gereğince “geçici koruma statüsüne” alındığı, sonrasında 30/03/2012 tarih ve 62 sayılı “Yönerge” ile Suriyelilerin “geçici koruma” altında olduğu kabul edilmiştir.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 88. maddesinde, uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler, karşılıklılık şartından muaf tutulmuştur. Aynı Kanun’un 61, 62 ve 63. maddelerindeki hükümler dikkate alındığında, uluslararası koruma çeşitlerinin “mülteci”, “şartlı mülteci” ve “ikincil koruma” statüleri olarak tanımlandığı görülmektedir.
6458 sayılı Kanun’un “geçici koruma” başlıklı 91. maddesinde ise, “(1) Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.” düzenlemesi vardır. Gerek 6458 sayılı Kanun’da gerekse Geçici Koruma Yönetmeliği’nde, geçici koruma sağlananların teminat gösterme yükümlülüğünden ya da karşılıklılık şartından muaf olduklarına dair bir düzenleme yoktur. O halde, geçici koruma sağlananlar, teminat gösterme yükümlülüğünden ve karşılıklılık şartından muaf değildir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, davacıların “mülteci” statüsünde olmadıkları sabittir. Ancak, 6458 sayılı Kanun’un 88. maddesinin uygulanma kabiliyetinin bulunup bulunmadığı noktasında, davacılara “şartlı mülteci” veya “ikinci koruma” statüsünün verilip verilmediği araştırılmalıdır. Bu itibarla, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne veya İl Valiliği’ne yazı yazılarak, davacılara 6458 sayılı Kanun kapsamında “şartlı mülteci” veya “ikincil koruma” statüsü verilip verilmediği sorulmalıdır. Yapılacak araştırma neticesine göre 6458 sayılı Kanun’un 88. maddesinin uygulanmasının mümkün olup olmadığı değerlendirilmelidir.
6458 sayılı Kanun’un 88. maddesinin davacılar hakkında uygulanamayacağının anlaşılması halinde ise; Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü’ne yazı yazılarak, Ülkemiz ve Suriye Arap Cumhuriyeti arasında, teminattan muafiyete ilişkin yürürlükte olan bir sözleşmenin ya da fiili karşılıklılığın (uygulamanın) bulunup bulunmadığı sorulmalı, yazı cevabına göre, 5718 sayılı Kanun’un 48/2. maddesinin uygulanmasının mümkün olup olmadığı belirlenmelidir. 5718 sayılı Kanun’un 48/2. maddesinin de uygulanamayacağı sonuca ulaşılması durumunda; aynı Kanun’un 48/1. maddesi uyarınca, davacılara, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek üzere, gerekli ihtarat yapılarak kesin süre verilmeli, verilecek kesin süre içerisinde teminatın gösterilmesi halinde davanın esasına girilmeli, aksi halde ise dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken ilk derece mahkemesi tarafından yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler doğrultusunda gerekli araştırmalar yapılmadan eksik inceleme ile 09.10.2018 tarihli celsede Suriye uyruklu davacıların teminat gösterme yükümlülüğünde olmadıkları kabul edilerek davanın esası hakkında karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla, mahkemece verilen kararın 6100 sayılı HMK’nun 355., 353/(1).a.4 ve 6. maddeleri uyarınca re’sen kaldırılmasına, kaldırma sebep ve şekline göre davacılar vekilinin istinaf itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 25/12/2018 tarih ve 2017/1209 Esas, 2018/1472 Karar sayılı hükmünün 6100 sayılı HMK’nın 355., 353/(1).a.4. ve 6. maddeleri uyarınca RE’SEN KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın HMK 353/(1)-a maddesi gereğince Dairemiz kararına uygun şekilde yeniden bir karar verilmek üzere MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE,
3-Kararın kaldırılma sebep ve şekline göre davacılar vekilinin istinaf itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına
4-İstinaf başvurusuna konu kararın re’sen kaldırılması nedeniyle başvuru sırasında alınan peşin harcın başvuru sahibi davacılara iadesine,
5-İstinaf başvurusu aşamasında başvuru sahibi davacılar tarafından yapılan yargılama giderlerinin mahkemesince verilecek nihai kararla hüküm altına alınmasına,
6-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından istinaf kanun yoluna başvuran davacılar yararına vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
7-Kararın taraflara tebliği, kesinleştirme, harç ve gider/delil avansı iadesi işlemlerinin yerel mahkemece yerine getirmesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda HMK’nın 353/(1)-a maddesi gereğince kesin olmak üzere 17.03.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.