Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2019/464 E. 2022/386 K. 24.02.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/464
KARAR NO : 2022/386

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 05/06/2018
NUMARASI : 2018/130 Esas 2018/671 Karar
DAVA : MENFİ TESPİT
KARAR TARİHİ : 24/02/2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 24/02/2022

Taraflar arasında görülen menfi tespit davasına ilişkin olarak yapılan açık yargılama sonucunda davanın reddine dair verilen karara karşı yasal süresi içerisinde davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya, Dairemize gönderilmiş olmakla HMK’nın 353. maddesi uyarınca dosya üzerinden inceleme yapıldı.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Mahkemece yapılan açık yargılama sonucunda; ”…DAVA: Davacı taraf vekili duruşmada tekrar ettiği dava dilekçesi ile özetle; Davacı asil ile Davalılardan … evli olup bu evlilikleri Kemalpaşa Asliye Hukuk ( Aile Mahkemesi sıfatıyla ) Mahkemesinin 2017/204 E.–2017/213 K. sayılı ilamı ile boşandıklarını, davalılardan …’un davacı ile arasındaki evlilik birliğinin devamı sırasında, davacı asile uyguladığı maddi cebir, psikolojik baskı, şantaj ve iftira sonucu zorla imzalattığı senetle bu ilişkinin içine sokan, dava konusu senet ile ilgili olarak hakkında tehdit, şantaj, iftira suçlarından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 2016/60181 sayılı dosyasından yapılan soruşturma sonrasında hakkında İzmir 36. Asliye Ceza Mahkemesinde 2017/1045 E. sayılı dosyasında hakkında şantaj ve iftira suçlarından sanık sıfatıyla yargılanan, dava açılan ve Kemalpaşa Cumhuriyet Başsavcılığınca 2017/4529 nolu dosyasında hakkında soruşturma yapılan kişi olduğunu, diğer davalı … ‘nun, …’un emir ve talimatları ile hareket eden, icra takibi açılmadan önce dava konusu senet ile ilgili soruşturma başlatıldığını bilen ve buna rağmen dava konusu senede ilişkin başlatılan icra takibini kötü niyetli olarak açan ve böylece ceza soruşturması sonucu iptale konu olacak senedin tahsilini sağlamak amacıyla hareket eden kişi olduğunu , davacı asil ile Davalılardan … arasında 2010 yılında daha evlilik birliği kurulmadı önce Davalılardan …’un yapmış olduğu asılsız ithamları ve iftiraları nedeniyle İzmir 20. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/533 Esas ceza davası açılmış olup açılan davada Davacı asil hakkında beraat kararı verildiğini, daha sonra Davalılardan …, Davacı asil ve annesinden özür dilediğini, taraflar 03.08.2014 tarihinde evlendiklerini, evlendikten sonra İzmir 20. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/533 E. 2012/212 K. sayılı dosyasında verilen Beraat kararı yapılan temyiz başvurusu sonucunda Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 2015/9545 K. nolu ilamı Bozma olarak döndüğünü, davalılardan … evlilik birliğinin sürdüğü 2015 yılı içerisinde, asılsız ithamlar ve iftiralar ile yapmış olduğu şikayet sonrasında Davacı asil hakkında İzmir 20. Asliye Ceza mahkemesi 2015/482 E. Sayılı dosyasından ceza davası açıldığını, davalılardan … ” İzmir 20. Asliye Ceza mahkemesinin 2010/533 E. 2012/212 K. sayılı dosyasında verilen bozma kararı ve yargılaması devam etmekte olan İzmir 20. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/482 E. sayılı dava dosyası ile her iki davanın herhangi birinden ceza alması durumunda diğerinde sabıkalı görüneceği ve hapse gireceğini ” söyleyerek Davacı asille görüşmek amacıyla 13.01.2016 tarihinde İzmir Adliyesine çağırdığını, yapılan bu görüşmede Davalılardan … ‘un “ kendisine 30.000,00 TL vermez ise gerçekleri asla anlatmayacağını, bu nedenle de sabıkası olacağını, ceza alarak hapse düşmesi için elinden gelen her şeyi yapacağını “ beyan ettiğini, yapılan bu görüşme sonrasında Davacı asilin, banka müdürü olması nedeni ile sicilinde böyle bir suçtan dolayı mahkumiyet hükmünün olumsuz sonuçlar oluşturacağı ve bunun sadece davalılardan …’un gerçek olmayan ithamları nedeniyle gerçekleşeceği yönünde ciddi bir endişe duyduğunu, diğer taraftan Davalılardan …’un tarafından gerçekleri söylemesi karşılığında istenen paranın ödenmemesi halinde “ sonuçlarına katlanırsın ” şeklindeki kişi hürriyetine yönelik tehdidi ve uygulanan psikolojik baskı sonucunda Davacı asilin iradesi sakatlanarak dava konusu senet Davacı asil tarafından keşide edilmek zorunda kalındığını, tarafların görüşmek için bir araya geldikleri İzmir Adliyesinde bulunan kafeteryada, Davalılardan …’un çantasından çıkardığı senedi davacı asilin önüne koyarak “ imzala ” , “ imzalamassan mahkemeye gerçeği anlatmam hapse attırırım ” şeklindeki tehdidi ile önüne konulan senedi imzalaması için baskı yaptığını, davacı asil önüne konulan boş senedi sadece ödeyecek kişi kısmındaki yazı ve imzayı attığını, senet metnindeki diğer kısımların davalılardan …’un tarafından doldurulduğunu, senedin düzenlenmesi sırasında olayın görgü tanıklarının ifadesi İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma dosyasında yer aldığını, görgü tanıklarından… ‘ın vermiş olduğu yazılı ifadesinde davacı asil ve davalılardan …’un bir arada oturdukları masadaki konuşmalarına tanık olduğunu, bu nedenlerle davanın kabulüne, izmir 9. İcra Müdürlüğünün 2016/11547 Esas sayılı dosyası ile takibe konulmuş olan senedinin davacının iradesi sakatlanarak ( maddi cebir, tehdit ve baskı sonucu ) alınmış olduğundan, senedin bedelsizliği nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine ve senedin hükümsüzlüğüne takibe konu senedin davacının elinden maddi cebir ve şantaj sonrasında alınmış olması nedeniyle ileride telafisi imkansız zararlara uğramaması için; Savcılık makamı huzurunda görgü tanıklarının vermiş oldukları ifadeler kesin delil olduğundan öncelikle HMK 392 maddesi uyarınca teminatsız olarak aksi halde uygun görülecek teminata karşılık ihtiyati tedbir kararı verilerek takibin yargılama sonuna kadar durdurulmasına, takibin haksız ve kötü niyetli olarak yapılmış olması ve temlik alan kişi tarafından ihtara rağmen haksız ve kötü niyetli olarak devam edildiğinden, davalıların ayrı ayrı haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın %20 den aşağı olmamak koşuluyla tazminata mahkum edilmelerine, yargılama giderlerinin davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı … vekili duruşmada tekrar ettiği cevap dilekçesi ile özetle; davanın hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını, 6100 s.hmk,6102 s.ttk ve 6098 s.tbk gereğince senetler sebeğpten mücerret olup senedin aksinin yazılı delil ile ispatının yasa ve yerleşik yargıtay içtihatları gereği olduğunu, şayet takine konu senedin iradesinin sakatlanarak alındığı yönünde bir iddası var ise(hata/hile/ihrah vs..) iptal hakkının kullanılmasının 1 senelik hak düşürücü süreye tabi olduğunu, takibe konu senet tanzim tarihi 01.03.2016 dava tarihi ise 30.01.2018 olmakla dava 1 senelik hak düşürücü süreden çok sonra ikame edildiğinden davanın bu nedenle reddinin gerektiğini, bonolar sebepten mücerret olup herhangi bir borç ilişkisine dayanmadığının ispat yükünün ancak yazılı delil ile iddia eden tarafta olduğunu, 6102 s.ttk gereğince bonodan kaynaklı kendsine başvurulan kişi,bile bile zararına hareket etmediği sürece düzenyelen yada önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya var olan ilişkilere dayanan def’ileri başvuran hamile karşı ileri süremeyeceğini, def’i öne süren tarafından bu iddiası ancak ve ancak yazılı,somut deliller ile mümkün olduğunu, Müvekkilinin karı-koca arasında yaşandığı iddia edilen ve bu nedenle de özel hayata ilişkin,mahrem olan konular hakkında herhangi bir bilgisinin olmadğını, bu senet diğer davalı tarafından baskı,şantaj tehdit ile mi yoksa taraflar arasında yapılan bir anlaşma gereğince midir müvekkilin herhangi bir bilgisi yoktur.esasen bu konu müvekkili de ilgilendirmediğini, müvekkilinin takibe konu senet ile ilgili olarak iyiniyetli 3.kişi konumundadır.aksinin ispatı ancak somut yazılı delil ile mümkündür.davacının tanık dinlenmesine muvafakatinin olmadığını, bu nedenlerle davanın reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı aleyhine yükletilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
CEVAP: Davalı … cevap dilekçesi ile özetle; Davacı … …. hakkımdaki tüm iddialarının gerçek dışı olduğunu, (şantaj,korkutma,iftira,maddi cebir,psikolojik baskı,tehdit ve diğer) şeklindeki iddialarına bakıldığında, herhangi bir kadının herhangi bir adama karşı bu kadar suçu birden işlemiş olmasının mümkün olamayacağı gibi …ın psikolojisi hakkında da kesin bir fikir verdiğini, aldatma,korkutma,şantaj gibi irade bozukluğuna sebep olacak nedenlerden dolayı kendisine vermiş olduğu senedin iptalini istediğini, dava konusu senedin verildiği tarih ile bu davanın açıldığı tarih arasında yaklaşık 2 sene bulunduğunu, 1 yıl geçmiş olduğundan davacının sözleşmenin yani senedin geçerli olduğunu onamış olduğunun kabulünün gerektiğini, davacı …’ın aynı gerekçeler ile İzmir 8.İcra Hukuk Mahkemesinin 2016/712 Esas sayılı davasını açmış olup bu dava 19.09.2016 tarihinde açılmıştır.Bu dava davacı … tarafından takip edilmeyerek müracaata bırakıldığı ve açılmamış sayıldığını, etkilerinin bu tarihte (yani 19.09.2016 tarihinde) ortadan kalkmış sayılması durumunda bile 1 yıl geçmiş olduğundan bu davanın ikame edileceğini, davacının 1 yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmemesi ve verdiği şeyi geri istememesi nedeniyle sözleşmeyi yani senedi onamış sayılacağından, bu davanın reddinin gerektiğini, ayrıca iş bu davanın zamanaşımı/hakdüşürücü süre yönünden reddinin gerektiğini, bu nedenlerle işbu davanın zamanaşımı/hakdüşürücü süre yönünden reddine, işbu davanın “davacının 1 yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığmı bildirmemesi ve verdiği şeyi geri istememesi nedeniyle sözleşmeyi yani senedi onamış sayılacağından” reddine, işbu davanın esastan reddine, yargılama giderlerinin davacıya yüklenmesine, karar verilmesini talep etmiştir.
CEVABA CEVAP: Davacı taraf vekili duruşmada tekrar ettiği cevaba cevap dilekçesi ile özetle; İş bu davanın konusu, Davacı asilin iradesinin tehdit ve şantaj suretiyle sakatlanması sonucunda imzalamak zorunda kalınan senetten dolayı açılan menfi tespit davası olduğunu, açılan bu davanın amacı davacı asilin dava konusu senetten dolayı borçlu olmadığının tespiti bir başka ifadeyle borçtan kurtulma davası olduğunu, menfi tespit davaları niteliği itibariyle belli bir süre içerisinde açılma zorunluluğu olmayan davalar olduğunu, niteliği itibariyle her daim açılabileceğini, İİK madde 72 de belirtilen süre borcu ödeyen borçlunun borcu ödediği tarihten itibaren 1 sene içinde ödediği parayı geri almak amacıyla açacağı istirdat davasındaki hak düşürücü süre olduğunu, diğer taraftan, dava konusu senet hakkında İzmir 36 Asliye Ceza Mahkemesinin 2017/1045 E. Sayılı dosyasında yürütülmekte olan olan bir ceza yargılaması ve Kemalpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/4529 hazırlık sayılı dosyasında yürütülen bir soruşturma dosyası olduğunu, davacı asil, dava konusu senedi keşide ederken iradesi sakatlanmış olduğundan, aynı gün savcılık makamına başvurarak suç duyurusunda bulunduğunu, dolayısıyla yürütülmekte olan soruşturma dosyaları itibariyle de zamanaşımı itirazının yerinde olmadığını, davalı … …’un vermiş olduğu dilekçede esasa ilişkin beyanlar altında yazmış olduğu hususlar ceza soruşturmasında bilgisine başvurulan tanık ifadeleri göz önünde tutulduğunda gerçekten uzak olup tamamen yanıltıcı nitelikte olduğunu, davalı … … senedin boşanma davasındaki maddi manevi tazminat taleplerine karşılık olarak verildiği beyan ettiğnii, bu beyanı ile senedin düzenlenme nedeni değiştirildiğini ve çarptırıldığını, dava konusu senet yapılan tehdit ve şantaj suretiyle alındığını,davalılardan …, Davacı asille görüşmek amacıyla 13.01.2016 tarihinde İzmir Adliyesine çağırdığını, Yargıtay tarafından İzmir 20. Asliye Ceza mahkemesinin 2010/533 E.2012/212 Kararı 2015/1114 ilamı ile verilen bozma kararı ve devam eden 2015/482 esas dava dosyası ile her iki davanın herhangi birinden ceza alması durumunda diğerinde sabıkalı görüneceği için hapse gireceğini söylemesi doğrultusunda “ kendisine 30.000,00 TL vermez ise gerçekleri asla anlatmayacağını, bu nedenle de sabıkası olacağını, ceza alarak hapse düşmesi için elinden gelen her şeyi yapacağını “ beyan ettiğini, yapılan bu görüşmede Davalılardan … ‘un “ kendisine 30.000,00 TL vermez ise gerçekleri asla anlatmayacağını, bu nedenle de sabıkası olacağını, ceza alarak hapse düşmesi için elinden gelen her şeyi yapacağını “ beyan ettiğini, yapılan bu görüşme sonrasında Davacı asilin, banka müdürü olması nedeni ile sicilinde böyle bir suçtan dolayı mahkumiyet hükmünün olumsuz sonuçlar oluşturacağı ve bunun sadece davalılardan …’un gerçek olmayan ithamları nedeniyle gerçekleşeceği yönünde ciddi bir endişe duyduğunu, diğer taraftan Davalılardan …’un tarafından gerçekleri söylemesi karşılığında istenen paranın ödenmemesi halinde “ sonuçlarına katlanırsın ” şeklindeki kişi hürriyetine yönelik tehdidi ve uygulanan psikolojik baskı sonucunda Davacı asilin iradesi sakatlanarak dava konusu senet Davacı asil tarafından keşide edilmek zorunda kalındığını, tarafların görüşmek için bir araya geldikleri İzmir Adliyesinde bulunan kafeteryada, Davalılardan …’un çantasından çıkardığı senedi davacı asilin önüne koyarak “ imzala ” , “ imzalamassan mahkemeye gerçeği anlatmam hapse attırırım ” şeklindeki tehdidi ile önüne konulan senedi imzalaması için baskı yaptığını, davacı asil önüne konulan boş senedi sadece ödeyecek kişi kısmındaki yazı ve imzayı attığını, senet metnindeki diğer kısımların davalılardan …’un tarafından doldurulduğunu, senedin düzenlenmesi sırasında olayın görgü tanıklarının ifadesi İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma dosyasında yer aldığını, görgü tanıklarından… ‘ın vermiş olduğu yazılı ifadesinde davacı asil ve davalılardan …’un bir arada oturdukları masadaki konuşmalarına tanık olduğunu, bu nedenlerle davanın kabulüne, izmir 9. İcra Müdürlüğünün 2016/11547 Esas sayılı dosyası ile takibe konulmuş olan senedinin davacının iradesi sakatlanarak ( maddi cebir, tehdit ve baskı sonucu ) alınmış olduğundan, senedin bedelsizliği nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine ve senedin hükümsüzlüğüne takibe konu senedin davacının elinden maddi cebir ve şantaj sonrasında alınmış olması nedeniyle ileride telafisi imkansız zararlara uğramaması için; Savcılık makamı huzurunda görgü tanıklarının vermiş oldukları ifadeler kesin delil olduğundan öncelikle HMK 392 maddesi uyarınca teminatsız olarak aksi halde uygun görülecek teminata karşılık ihtiyati tedbir kararı verilerek takibin yargılama sonuna kadar durdurulmasına, takibin haksız ve kötü niyetli olarak yapılmış olması ve temlik alan kişi tarafından ihtara rağmen haksız ve kötü niyetli olarak devam edildiğinden, davalıların ayrı ayrı haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın %20 den aşağı olmamak koşuluyla tazminata mahkum edilmelerine, yargılama giderlerinin davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
İzmir 36.Asliye Ceza Mahkemesinin 2017/1045 Esas sayılı dosyası incelendiğinde; müştekisinin … sanığının … olduğu, suçnun şantaj, iftira, suç tarihinin 13/01/2016-3-26/06/2010 olduğu, dava konusunun 13/01/2016 tarihinde şüphelinin müşteki ile temasa geçerek “kendisine 30.000,00 TL vermez ise gerçekleri anlatacağını bu sebeple ceza alacağını sabıkısanın olacağını söylereyerek müştekinin endişe duyarak , şüpheli ile Adliye Kantininde buluştuğu bu buluşmada şüphelinin müştekiye mahkemede doğruları söylemesi karşılğında kendisine senet vermesi gerektiğnii, aksi taktirde şikayetini devam ettirip mahkum edeceğini belirterek yanında getirdiği seneti şüphelinin imzalamasını istediği, bu şekilde atılı suçu işlediği iddiasıyla ile kamu davası açıldığı, davanın halen derdest olduğu anlaşılmıştır.
İzmir 20.Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/482 Esas sayılı dosyası incelendiğinde; İzmir C. Başsavcılığının 2015/43539 Soruşturma sayılı dosyası ile müştekisinin …, şüphelisinin … olduğu, suçunun tehdit, suç tarihinin 20/03/2015 olduğu, iddianameye göre: müşteki … ile şüpheli … ‘ın resmi evli oldukları ve geçimsizlik endeniyle boşanma aşamasında oldukları, müşterini suç tarihinden 1 ay önce eşini terk ederek annesinin evine gittiği, şüpelinin olay günü müşteki ile konuşmak için müştekinin annesi ile birlikte yaşadığı eve gittiği, müştekinin kapıyı açmadığı, bunan sinirlenen şüphelinin müştekiye hitaben evine döneceksin, sen de kendini öldürürüm , rezillik çıkmasın, aç kapıyı diye tehdit ettiği, bu şekilde atılı suçu işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı, 27/01/2016 tarihli karara göre sanığın tehdit suçundan beraatine karar verildiği, kararın temyiz edilmeden 26.02.2016 tarihinde kesinleştiği görülmüştür.
İzmir 20.Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/60 Esas sayılı dosyası incelendiğinde; İzmir 20. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/533 Esas 2012/282 Kararsayılı kararı ile sanık … hakkınad kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve tehdit suçlarından açılan kamu davasının yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesi ile ayrı ayrı beraatine karar verildiği, katılan … vekili tarafından kararın temyiz edildiği, Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 2013/8721 Esas sayılı kararı ile sanığnı cebir , tehdit kullanmak sureti ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan mahkumiyeti yerine oluşa uygun düşmeyen şekilde beraatine karar verilmesi gerekçesi ile bozulduğu, İzmir 20. Asliye Ceza Mahkemesinde 2016/60 Esasını aldığı, 24/05/2016 tarihli karara göre Yargıtay 14. CEza Dairesinin 20/10/2015 tarih 2013/8721 Esas 2015/9545 Karar sayılı bozma ilamının usul ve yasaya uygun olmadığı anlaşılmakla 06/03/2012 tarihli 2010/533 Esas 2012/282 Karar sayılı hükümde direnilmesine, sanığın beraatine karar verildiği görülmüş, karar 02/06/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
Dava, davalı tarafından takibe konulan senedin şantaj, tehdit ile imzalatıldığından, senet nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine ilişkindir.
Davalı, davanın 6098 sy TBK’nun 39. Maddesindeki yasal hak düşürücü süre içerisinde açılmadığın iddia etmiştir.
Toplanan delillere göre, davacı iddialarının ikrah sebebine dayandığı, 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 37-39 maddesi gereğince davanın korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı günden itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılabileceği, davalı … tarafından, davacı hakkında tehdit, kişiyi hürriyetin yoksun kılma suçlarından açılan kamu davalarında verilen beraat kararlarının 02.06.2016 ve 26.02.2016 tarihlerinde kesinleştiği, eldeki davada korkunun ortadan kalktığı gün olarak davacı vekilinin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na dava konusu olay ile ilgili olarak intikal ettirdiği 30.06.2016 havale tarihli şikayet dilekçesinin tarihinin esas alınması gerektiği, bu tarihden itibaren iş bu menfi tespit davasının açıldığı 30.01.2018 tarihine kadar 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği anlaşılmakla davacının davasının hak düşürücü süre içerisinde açılmaması nedeniyle reddine karar vermek gerektiği…” gerekçesi ile Davacının menfi tespit davasının, TBK.nun 39. maddesinde belirtilen hak düşürücü süre içinde açılmadığı anlaşıldığından REDDİNE, karar verilmiş, verilen bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

İSTİNAF NEDENLERİ:

Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; menfi tespit davalarının niteliği itibariyle belli bir süre içerisinde açılma zorunluluğu olmadığını, İİK’nun 72. maddesine dayalı olarak açılan menfi tespit davasında, istirdat davası hükümleri ayrık olmak üzere zamanaşımı için herhangi bir düzenleme öngörülmediğini, 6098 sayılı TBK’nun 39/1. maddesine göre sözleşmesi ile 1 yıllık süre içerisinde bağlı olmadığını bildirmesi için illa dava açılmasının gerekmediği gibi beyana ilişkin bir şekil şartı da öngörülmediğini, 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, def’i yahut dava yoluyla da bu hakkın kullanabileceğini, müvekkili davacının olayın meydana geldiği 2016 yılı içerisinde zorla senet imzalatıldığı iddiası ile Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulunduğu ve yapılan soruşturma sonrasında İzmir 36. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2017/1045 Esas sayılı ceza davası açıldığını ve yine İzmir 8. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2016/712 Esas sayılı dosyasında şikayet yoluyla takibin iptalini talep ettiğinden TBK’nun 39. maddesinde öngörülen 1 yıllık süre içerisinde hiçbir şekle bağlı olmayan iptal beyanında bulunduğunun kabulü gerektiğini ayrıca davalılardan … hakkında tehdit ve hakaretten dolayı Kemalpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2017/4529 Esas sayılı soruşturma dosyasında soruşturmanın devam ettiğini ileri sürerek yerel mahkeme kararının kaldırılması istemiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

DELİLLERİN TARTIŞILMASI, HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE:

Dava, tehdit ve şantajla verildiği ve bedelsiz kaldığı iddiasına dayalı icra takibine konu bonodan dolayı borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme gereğince, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.
”…Türk hukuk öğretisinde kambiyo senetlerinin içerdiği hakkın doğumu konusundaki baskın görüş sözleşme teorisi ile açıklanmakta bu da güven ilkesi ile desteklenmektedir. Bu teoriye göre kambiyo senedinin düzenlenmesi ile içerdiği hak derhal vücut bulmaz, borcun doğumu için ayrıca senedin borç altına girmek kastıyla lehdara da verilmesi yani teslime ilişkin bir de ayni sözleşmenin mevcudiyeti gerekir (Bozer, A./Göle, C.: Kıymetli Evrak Hukuku, 7.b., Ankara 2017, s.21; Yılmaz, A.L.: Kambiyo Senetlerinde Def’iler, İstanbul 2007, s.51; Öztan, s.106; Kınacıoğlu, s.30 vd.). Bu sözleşmenin kurulması Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri gereği karşılıklı ve aynı yöndeki iradelerin açıklanması ile mümkündür. İradelerin açıklanması ve sakatlanması konusunda da aynı Kanunun hükümleri dikkate alınır.
Bir hukuki işlemin ve bu kapsamda bir sözleşmenin kuruluşunda ortaya konulan iradelerin bozulmamış, bir diğer ifade ile fesada uğramamış olması gerekir. İradedeki bozulmanın, sözleşmenin diğer tarafının ya da üçüncü bir kimsenin tehdidi (korkutması) sonucu ortaya çıkması hâlinde beyan sahibi, sözleşmeyle bağlı tutulamaz (bonoların düzenlendiği 27.01.2004 günü yürürlükte bulunan 818 s. BK m.29; TBK m.37). …’e göre taraflardan birinin, karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir irade beyanında bulunması ya da sözleşme yapması hâlinde korkutmadan söz edilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s.419 vd.; aynı yönde Kocayusufpaşaoğlu, N./Hatemi, H./Serozan, R./Arpacı, A.: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.I, 6.b., s.471 vd.; Oğuzman, M.K./Öz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3.b., İstanbul 2000, s.97 vd.).
Korkutma fiili maddi bir vakıa niteliğindedir ve kanun koyucu, bu vakıanın senede bağlanmasının mümkün olmadığını öngörerek, ispat vasıtası olarak senet dışındaki delillere başvurulmasına cevaz vermiştir. 6100 sayılı HMK m.203/ç. Bu düzenleme, özellikle yazılı sözleşmeler bakımından, senede karşı senetle ispat kuralının (HMK m.201) önemli istisnalarından birisini oluşturmaktadır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, 6.b., İstanbul 2001, s.2297; Postacıoğlu, İ.E.: Şehadetle İspat Memnuiyeti ve Hudutları, İstanbul 1952, s.208 vd.; Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku, C.II, 15.b., s.).
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında kambiyo senetleri ile bunların düzenlenmesine temel teşkil eden asıl borç ilişkisinden soyut bir borç oluşturulduğu, senedi elinde bulunduran kişinin ayrıca alt ilişkiyi ispatlamak zorunda olmadığı; kambiyo senetlerinin de korkutma suretiyle elde edilebileceği ve korkutma vakıasının da tanıkla ispatlanabileceği sonuçlarına varılmaktadır.
İkrah (korkutma), Türk Borçlar Kanunu 37, 38 ve kısmen 39. maddelerinde belirtildiği üzere bir kimsenin başka bir surette yapmayacak olduğu bir hukuki muameleyi, bir kötülüğün başına geleceği korkusuyla yapmak zorunda bırakılmasıdır. Bu muameleyi yaptığı takdirde aslında irade ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktur, fakat iradenin meydana gelmesi sırasında bir sakatlık (fesad) söz konusu olmaktadır. Korkutma akdin karşı tarafınca yapılabileceği gibi, üçüncü bir şahıs tarafından da yapılabilir. Neticesi bakımından fark yoktur.
İkrah, doktrin ve uygulamada haksız fiilin bir türü olarak kabul edilmektedir. Yapılış tarzına göre ikrah, maddi yada manevi olabilir.
Her korkutma, ikrah olmaz. İkrahın meydana gelmesi için birtakım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Öncelikle ikrahın ciddi olması gerekir. Başka bir anlatımla ikraha uğrayan kişinin (mükrehin) yapılan tehdit sonucu bir zarara uğrayacağı endişesini taşıması ve gerçek bir tehlikenin varlığı hususunda şüphesinin olmaması gerekir. Çünkü her tehdit korkuyu doğurmaz. İkrahın ciddi olup olmaması durumu objektif olarak değil, subjektif yani mükrehin durumuna bağlı olarak değerlendirilir. Normalde bir insan için korku yaratmayan bir durum mağdur bakımından korku yaratabilir. Her somut olayda korkutulanın yaradılışı, kültürü, cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi sosyal ve ekonomik durumu vs. gibi özellikleri göz önüne alınarak değerlendirme yapılmalıdır.
Korkutmanın muameleyi yapana veya yakınlarına karşı olması gerekir. Sadece yakın akrabalar değil kendisine yakından bağlı olan kimselere karşı yapılan korkutma da yasa hükmünün kapsamında yer alır. Hısımlar, dost ve arkadaşlar, sevinci ve tasayı paylaşanlar kişinin yakın çevresini oluşturur. Hizmetçi veya işyerinde çalışan emekli bir müstahdeme yapılan tehdit, ikraha uğrayan şahısta esaslı bir korkunun oluşmasında etkili olabilir. Kuşkusuz bunu belirleme yetkisi hâkime aittir. Bu bağlamda tehlike kişilik haklarına (hayat, sağlık, vücut bütünlüğü, şeref, namus gibi) yönelmiş olabileceği gibi, malvarlığı değerlerine de yönelmiş olabilir.
Söz konusu hukuki muameleyi yaptıracak tehdit hukuka aykırı ve haksız olmalıdır. Mesela hayata veya vücut bütünlüğüne zarar vermeye yönelik tehditleri içerdiği takdirde bu şart gerçekleşmiş sayılır. Buna karşılık tehdit bir hakkın elde edilmesi amacıyla yapılmış ise ikrah söz konusu değildir. Alacağını elde etmek isteyen bir şahsın, borçlusunu, bütün mallarını haciz ettirip sattıracağına yönelik beyanları için bir tehdit bu kapsamdadır.Ancak aşırı çıkar sağlamaması söz konusu durumda yapılan tehdit yine hukuka aykırıdır.
İkrah hemen meydana gelecek ağır bir tehlikeyi içeriyor olmalıdır. Tehlikenin ağırlığı, korkutulan kişinin öznel (subjektif) durumuna göre değerlendirilmelidir, tehdit edilen hukuksal varlığın değerine bağlı olarak, hâkim, korkutmanın ağırlığını belirler. Bu belirleme yukarıda da açıklandığı gibi her somut olayda korkutulanın kişinin karakteri cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi gibi sosyal ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak hâkim tarafından yapılır.Diğer yandan korkutmada kullanılan aracın elverişli olup olmadığı da, önemli olup, bu hususun belirlenmesinde de korkutulanın özel durumu göz önüne alınır.
İkrah cana mala ve hürriyete yöneltilmiş olmalıdır. Maddi ve manevi varlık, TBK’nun 38. maddesinde “kişilik hakları ve malvarlığı” şeklinde ifade edilmiştir. Kanunda belirtilmemiş olsa da hürriyet de diğerlerine dâhildir.
İlliyet bağlantısı (nedensellik) bulunmalıdır, Korkutma ile yapılan hukuksal işlem arasında nedensellik (neden-sonuç) bağı bulunmalıdır. Öyle ki, korkutma, korkutulan kişinin iradesi üzerinde doğrudan doğruya etkili olmalıdır. Diğer bir ifadeyle korkutulan taraf, böyle bir tehdit olmasaydı da hukuki işlemi aynı şartlar altında yapacaksa artık ikrahtan bahsedilemez.
Ayrıca ikrah hak düşürücü süreye tabi olup, TBK.nun 39.maddesine göre,“Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.” denilmek suretiyle korkutulanın korkutma etkisi ortadan kalktıktan sonra 1 yıl içerisinde sözleşmeden dönebileceği hüküm altına alınmıştır.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikli olarak üzerinde durulması gereken bir diğer hususta korkutma hukuksal nedenine dayalı davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığına ilişkindir.
Bilindiği gibi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 37. maddesine göre, bir kimse karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin kendisi veya yakınlarının maddi veya manevi varlığına yönelik hukuka aykırı ve esaslı korkutması sonucu yaptığı sözleşme ile bağlı sayılamaz. TBK’nin 38. maddesinde belirtildiği gibi, korkutmadan (ikrah-tehdit) söz edilebilmesi için, korkutmanın sözleşmeyi yapan kimsenin veya yakınlarının kişilik haklarına veya mal varlıklarına yönelik olması, korkutmaya maruz kalanın sübjektif durumuna göre ağır ve derhal meydana gelebilecek nitelik taşıması, haksız (hukuka aykırı) sayılması, illiyet bağının bulunması yani sözleşmenin korkunun yarattığı etki sonucu yapılması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde iradesi sakatlanan taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili(makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir.
Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildiriminin, 6098 sayılı TBK. 39. maddesinde belirtilen bir yıllık süre içinde karşı tarafa ulaştırılması gerekir. Bildirimde, geçersizlik sebebi tam olarak açıklanamasa dahi, sözleşmeden dönüldüğü, sözleşmeyle bağlı kalınmayacağı, sözleşmenin feshedildiği, sözleşmenin iptal edildiği gibi açıklamaları mutlaka içermelidir.
Öte yandan, sözleşmeyle bağlı olmama bildirimi (iptal beyanı) hiçbir şekle tabi değildir. Şekle bağlı bir sözleşmede de, örtülü irade beyanıyla iptal bildirimi yapılabilir.
Sözleşmeyle bağlı olmama bildiriminde (iptal hakkı) bir yıllık kısa süre, iradeyi sakatlayan sebeplerin öğrenilmesi veya korkunun etkisinin ortadan kalkmasıyla başlar. Bir yıllık hak düşürücü sürenin, daha uzun bir süre ile de sınırlandırılıp sınırlandırılmayacağı doktrinde tartışmalıdır. İradesi bozulan kimse, sözleşmeyi yaptıktan 5, 10 veya 30 yıl sonra yanılma veya aldatmayı öğrenmişse, öğrenme tarihinden bir yıllık süre içerisinde sözleşmeyi iptal edip edemeyeceği konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Bir görüş, sözleşme tarihinden itibaren 10 yıl geçmesi halinde, iptal hakkının son bulacağını ileri sürmekte, diğer görüşe göre ise, TBK’nun 39. maddesinde kanun koyucunun daha uzun bir süreyi bilerek koymadığı, kanunun açık hükmü karşısında yorum yoluyla yeni kural konulamayacağı, böyle bir süre konulmasının kanun koyucunun amacına aykırı olacağı ve anılan maddenin açık hükmüne aykırı olacağı belirtilmektedir (Eraslan Özkaya, Yanılma, Aldatma Korkutma Davaları, sf, 437-438).
Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildirimi, sözleşmeyi kesin olarak geçersiz hale getiren bozucu yenilik doğurucu “inşai” bir haktır (Eraslan Özkaya, Yanılma, Aldatma Korkutma Davaları, sf, 436-437). Bu niteliği itibariyle de şarta bağlı tutulamaz ve bu bildirimden dönülemez. İrade açıklaması, karşı tarafın hakimiyet alanına ulaştığı anda istenen sonucu kendiliğinden doğurmaya yeterlidir. Ayrıca bir iptal davası açmaya, dolayısıyla iptali dava yoluyla ileri sürmeye gerek yoktur (Prof. Dr. Fikret Eren Borçlar Hukuku Genel Hükümler 18.Baskı. 412 vd. Sayfalar).
Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 11.07.2012 tarih ve 2012/6338 Esas, 2012/11554 Karar sayılı ilamında da “BK 31. madde hükmü uyarınca ikrah ile akit yapmak zorunda kalan kişi, iptal hakkını bir yıllık hak düşürücü süre içinde kullanmak zorunda olup, bu beyanın bir yıllık hak düşürücü süre dolmadan karşı tarafın hakimiyet alanına ulaşması gerekir. İptal beyanının bir şekle tâbi olduğu konusunda kanunda açık bir hüküm bulunmadığından, hukuki niteliği itibariyle bozucu yenilik doğuran bu hakkın kullanılmasının dava açma gibi belirli bir usulde ileri sürülmesi zorunlu değildir.” görüşü kabul edilmiştir.
Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre hata, hile, ikrah her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildirimi (iptal hakkı), irade bozukluğunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, def’i yahut dava yoluyla da kullanılabilir. (Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 18.09.2014 tarih ve 2014/11612 Esas 2014/14462 Karar, 13.01.2014 tarih ve 2013/21405 Esas, 2014/50 Karar, 22.01.2003 tarih ve 2003/52 Esas, 2003/762 Karar sayılı ilamları)
Bu durumda gerek akademik görüşler, gerekse Yargıtay’ın “..bir yıllık hak düşürücü süre içinde karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı sarih veya zımni bir irade açıklaması ile sözleşme feshedilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da iptal hakkı kullanılabilir.” şeklindeki yerleşik uygulamaları nazara alındığında, iptal hakkının ileri sürülmesinin hiç bir şekle tabi bulunmadığı, hele hele dava açmanın zorunlu olmadığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, korkutma iddiası her türlü delille ispat edilebileceği gibi, iptal hakkının kullanılması da hiçbir şekle bağlı olmayıp korkunun kalktığı tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı sarih veya zımni bir irade açıklaması ile feshedilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir (TBK’nin 39. m.). Sözleşme iptal edilmekle yapıldığı andan itibaren ortadan kalkacağı için yerine getirilen edim, istihkak davası, bunun mümkün olmadığı hallerde sebepsiz zenginleşme davası ile geri istenebilir.
Kabul edilmelidir ki, TBK’nın 39. (BK’nın 31.) maddesindeki sürenin işlemeye başlamasında, iradeyi sakatlayan nedenin (korkutma) önem derecesi ancak iradesi sakatlanan kimse tarafından doğru şekilde takdir edilebilir. Olaya bu açıdan bakıldığında ikrahın (korkutmanın) önemini yitirdiği an, iradesi sakatlanan kişi için korkunun silindiği, diğer bir deyişle korkutan kişi ya da kişilerin yarattığı korkutmadan kaynaklanan zarar görebilme yönündeki endişenin ortadan kalktığı, kendisini psikolojik açıdan güven içerisinde hissettiği andır…”(Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi’nin 29.11.2019 tarih ve 2018/1352 Esas 2019/1934 Karar sayılı Kararı)
”…Davacı, dava konusu bononun dava dışı şirkete verdiği zarar sebebiyle tehdit altında alındığını ve söz konusu zarardan işe iade davası sonucunda davacının sorumlu olmadığının ortaya çıktığı böylece bononun bedelsiz kaldığını iddia etmiş, bölge adliye mahkemesince davacının tehdite yönelik iddiasının hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmiş ancak bedelsizlik iddiası üzerinde durulmamıştır. Bu durumda bölge adliye mahkemesince davacının bedelsizlik iddiası yönünden araştırma ve inceleme yapılarak toplanan tüm deliller hep birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir…”(Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18.10.2021 tarih ve 2020/4435 Esas 2021/6065 Karar sayılı İlamı)
Ayrıca, Türk Ticaret Kanunu’ nun 687. maddesine göre; “Poliçeden dolayı kendisine başvurulan kişi, düzenleyen veya önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya var olan ilişkilere dayanan def’ileri başvuran hamile karşı ileri süremez; meğerki, hamil, poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun. Alacağın temliki yoluyla yapılan devirlere ilişkin hükümler saklıdır.”
Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut uyuşmazlıkta, icra takibine dayanak 01.03.2016 tanzim tarihli 30.000.00.TL bedelli senedin davalılardan …’un tehdit ve şantajı ile imzalanıp verildiği iddiası ile ilgili davacı hakkında tehdit ve kişi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarından açılan ceza kamu davalarında verilen beraat kararlarının 26.02.2016 ve 02.06.2016 tarihinde kesinleşmesinden sonra davacı tarafından davalılardan … hakkında davaya dayanak olay ile ilgili tehdit, şantaj ve iftira suçlarından 30.06.2016 tarihinde suç duyurusunda bulunduğu ve dayanak takibin iptali için 2016 yılı içinde İzmir 8. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2016/712 Esas sayılı dava dosyasında dava açtığı, böylece davacının korkutma sonucunda korkutmanın etkisinin azalmasından sonra 1 yıllık hak düşürücü süre içinde sözleşme ile bağlı olmadığı yönündeki yenilik doğurucu hakkını kullanarak bildirdiği ayrıca davacının bedelsizlik iddiası yönünden TBK’nun 39. maddesindeki hak düşürücü sürenin uygulanmasının mümkün olmadığı dikkate alınarak işin esasına girilip hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken mahkemece TBK’nun 39. maddesi gereğince hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla, davacı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun kabulü ile 6100 sayılı HMK’nın 353/(1).a.4.ve 6. maddeleri gereğince kararın kaldırılmasına karar verilmiştir.
HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davacı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun KABULÜ ile, İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 05/06/2018 tarih ve 2018/130 Esas 2018/671 Karar sayılı hükmünün HMK’nın 353/(1).a.4. ve 6. maddeleri gereğince KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın HMK 353/(1)-a maddesi gereğince Dairemiz kararına uygun şekilde yeniden bir karar verilmek üzere MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE,
3-Kararın kaldırılması nedeniyle başvuru sırasında alınan peşin harcın başvuru sahibi davacıya iadesine,
4-İstinaf başvurusu aşamasında başvuru sahibi davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin mahkemesince verilecek nihai kararla hüküm altına alınmasına,
5-Kararın taraflara tebliği, kesinleştirme ve harç iadesine ilişkin işlemlerin yerel mahkemesince yerine getirilmesine,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde HMK’nın 353/(1)-a maddesi uyarınca kesin olmak üzere 24.02.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.