Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi 2019/2767 E. 2023/841 K. 04.05.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/2767
KARAR NO : 2023/841

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 13/09/2019
NUMARASI : 2019/40 Esas 2019/1 Karar
DAVA : MENFİ TESPİT
KARAR TARİHİ : 04/05/2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 04/05/2023

İzmir 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/40 Esas ve 2019/1 Karar sayılı dava dosyasından yapılan yargılama sonucunda dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine dair verilen karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya, Dairemize gönderilmiş olmakla HMK’nın 353. maddesi uyarınca dosya üzerinden inceleme yapıldı.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Mahkemece yapılan açık yargılama sonucunda; ”… Davacı vekili, dava dilekçesinde; davalı bankanın müvekkiline hesap kat ihtarı tebliğ ettirdiğini, müvekkilinin genel kredi sözleşmesinin borçlusu olmadığını, sözleşmeyi şirketi temsilen imzaladığını, aynı zamanda şahsi olarak da müteselsil kefil olduğunu, borçlu şirketi de diğer borçlulara devrettiğini bu nedenle davalı bankaya karşı herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını, davalı bankanın hisse devrinden sonra şirketin yeni ortakları ile yeni bir genel kredi sözleşmesi yaptığını, alacaklarını bu yeni sözleşmeye dayandırdığını anlaşıldığını, kötü niyetli olarak eski tarihli genel kredi sözleşmesine dayanarak hukuki bir kurnazlıkla müvekkilini sorumlu tuttuğunu, şirket ortaklığının sona ermesi ile birlikte kefalet sözleşmesinin TBK’nın 584(3) maddesine aykırı hale geldiğini, davalı bankanın eyleminin TMK’nın 2. Maddesi uyarınca açıkça hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, davanın konusunun bir miktar tahsili olmayıp müvekkilinin borçlu olmadığının tespitinin talep edilmesi nedeniyle arabuluculuğa başvurunun zorunlu bulunmadığını bildirmiş, kat ihtarı ile talep edilen alacaktan müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine, başlatılacak icra takibinin ihtiyati tedbir kararı ile durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :Dava, davalı bankanın kat ihtarı ile talep ettiği, genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacak nedeniyle davacının davalı bankaya borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Davanın konusu davalı bankanın davaya konu ve davalıyı sorumlu tuttuğu genel kredi sözleşmesine bağlı olarak hesap kat ihtarnamesi ile talep ettiği 60.516,94-TL asıl alacak, 1.294,41-TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 61.811,35-TL alacak olup dava konusu bir miktar para alacağıdır.
6235 sayılı hukuk uyuşmazlıklarında Arabuluculuk kanununun üçüncü maddesinin birinci fıkrasında davacının arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağı aslını veya onaylanmış örneğini dava dilekçesine eklemek zorunda olduğu, eklenmemesi halinde verilecek bir haftalık kesin süre içerisinde sunulması gerektiği, aksi taktirde dava dilekçesi tebliğ edilmeksizin ve arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması halinde herhangi bir işlem yapılmaksızın dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verileceği düzenlenmiştir.
Davacı vekili, dava dilekçesinde davanın menfi tespit davası olması nedeniyle arabuluculuğa başvuru zorunluluğu bulunmadığından, bu yola gitmediğini doğrudan dava açtığını bildirdiğinden usul ekonomisi ve dosyanın sürüncemede kalmaması açısından, mahkememizce davacı tarafa 6325 s. Kanunun 18A/2 fıkrası uyarınca arabuluculuk son tutanağını sunması konusunda 1 haftalık kesin süre verilmesi yoluna gidilmemiştir.
Her ne kadar menfi tespit davalarının arabuluculuğa tabi olup olmadığı konusunda doktrin ve uygulamada farklı düşünce ve kararlar bulunsa da, davanın konusunun davacının davalı tarafa bir miktar para borcunun bulunmadığının tespitine yönelik olup, alacaklı yönünden alacaklı olduğu iddia edilen bir miktar paranın tamamı ya da bir kısmının davacıdan talep edilememesi sonucunu doğuracak nitelikte dava olması nedeniyle davanın aynı zamanda eda davasının hukuki sonuçlarını da doğuran niteliği göz önünde tutulduğunda 6325 sayılı yasa ile yasa koyucunun ticari davaların konusunun bir miktar para ile ilgili olması halinde arabuluculuğa başvuru zorunluluğu öngörmesindeki temel amacın; yargının iş yükünün azaltılması, uyuşmazlıkların usul ekonomisine uygun ve en hızlı şekilde mahkemeye taşınmadan tarafların karşılıklı rızaları ile çözümlenmesi olduğu göz önünde tutulduğunda menfi tespit davalarının zorunlu arabuluculuğa tabi olduğu, arabuluculuk kapsamı dışında kalmasını gerektirir yasal bir gerekliliğin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Davanın bir miktar para nedeniyle borçlu olunmadığının tespiti istemli menfi tespit davası olup, yukarıda açıklanan nedenlerle arabulucuya başvurulmuş olmasının dava şartı olmasına rağmen davacı tarafın arabuluculuk başvurusu yapmadan doğrudan dava açmış olması nedeniyle TTK’nın 5/A 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18/A-2 ve HMK’nın 114 (2 ) ve 115 (2) maddeleri uyarınca davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar vermek gerekmiştir.
Davanın doğrudan reddine karar verilmiş olması nedeniyle ihtiyati tedbir talebi konusunda karar vermek mümkün bulunmadığından bu istem hakkında karar oluşturulmamıştır. ” gerekçesi ile, 1-7155 Sayılı Kanunun 20. Maddesi ile 6102 Sayılı TTK’na eklenen 5/A maddesi ve 7155 Sayılı Kanunun 23. Maddesi ile 6325 Sayılı Hukuk uyuşmazlıklarında Arabulucuk Kanununa eklenen 18/A-2 maddesi uyarınca arabuluculuğa başvurulmadan dava açılması nedeniyle , TTK’nın 5/A 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18/A-2 ve HMK’nın 114 (2 ) ve 115 (2) maddeleri uyarınca davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiş, verilen bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ:
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; menfi tespit davasında arabulucuya başvurmanın dava şartı zorunluluğu bulunmadığını ileri sürerek yerel mahkeme kararının kaldırılması istemiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI, HUKUKİ SEBEP VE GEREKÇE:
Dava, genel kredi sözleşmesindeki kefaletin geçersiz olduğundan bahisle borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme gereğince, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.
Somut uyuşmazlıkta çözümlenmesi gereken esas sorun, ticari dava niteliğindeki menfi tespit davalarının açılmadan önce TTK’nun 5/A maddesi uyarınca zorunlu olarak arabulucuya başvuru koşulunun bulunup bulunmadığı ve bunun bir dava şartı olup olmadığına ilişkindir.
Yargıtay 19.Hukuk Dairesi’nin Bölge Adliye Mahkemeleri Hukuk Daireleri’nin kesin nitelikteki kararları arasındaki uyuşmazlığın giderilmesine ilişkin verdiği 13.02.2020 tarih 2020/85 Esas-2020/454 Karar sayılı ilamında “…. Başvuru ve başvuru üzerine verilen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri Başkanlar Kurulu’nun kararı gereğince, ticari nitelikteki menfi tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olup olmadığına ve arabulucuya gitmiş olmanın bir dava şartı olup olmadığına ilişkin Dairemizce kesin bir karar verilmesi gerekmektedir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri Başkanlar Kurulu’nun kararı 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 35/3-4 maddelerine uygun olarak verildiğinden ve incelenen evrakın kapsamından söz konusu uyuşmazlığın ticari nitelikteki menfi tespit davalarından kaynaklandığı anlaşılmış olup bu tür davaların temyiz incelemesini yapma görevi Dairemize ait olduğundan, talebin Dairemizce görüşülüp değerlendirilmesine karar verilmiştir.
TTK’nun konuyla ilgili madde metni şöyledir:
“3. Dava şartı olarak arabuluculuk
MADDE 5/A- (Ek:6/12/2018-7155/20 md.)
(1) Bu Kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.
(2) Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren altı hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla iki hafta uzatılabilir.”
Madde metni her hangi bir tereddüde ve yanlış anlamaya yer vermeyecek şekilde açık yazılmıştır. TTK’na bu maddenin eklenmesini sağlayan 7155 sayılı kanunun genel gerekçesinin bu konuyla ilgili kısmı ve madde için özel olarak yazılan gerekçe de bu açık anlamı desteklemektedir.
Bir ticari davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olmasının dava şartı olabilmesi bazı koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre; (a) Öncelikle konusu, bir miktar paranın ödenmesi olmalı, (b) Sonra dava konusu olan bir miktar paranın ödenmesi için yapılan talep, bir alacak veya tazminat talebi olarak ileri sürülmelidir. Bu koşulların bulunması halinde dava açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olacaktır. Bu koşulların gerçekleşmediği ticari davalarda davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olarak kabul edilmeyecektir.
Kanun maddesinin metni ve gerekçesi bu kadar açık ve net olup zorlamayla da olsa genişletici bir yorum yapılmasına elverişli değildir. Zaten ileri ve özgürlükçü hukuk düzenlerinde zorunlu ve emredici kuralların dar yorumlanması esastır.
Hal böyle olunca, yukarıda mahiyeti açıklanan menfi tespit davalarının ticari bir dava olduğu için TTK’nun 5/A maddesi kapsamına alınması ve böyle bir davayı açmak isteyen kişinin önce arabulucuya başvurmaya zorlanması, kanuna aykırı olduğu gibi sayısız hukuki sakıncalara da neden olacaktır.
Yukarıda doktrinden yapılan alıntılarda da bu sakıncalara önemle işaret edilmektedir.
Bu itibarla kanun hükmünde öngörülen açık ifadelere rağmen dava şartı arabuluculuğun uygulama alanının genişletilmesi doğru değildir.
Böyle bir yaklaşım, özel bir dava şartı olan arabuluculuğa başvuru halini genel bir dava şartı haline getirecektir.
HMK’nın 106. maddesinde düzenlenen tespit davasının özel bir şekli olan menfi tespit davası, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davası olarak nitelendirilemez. Bu dava sonucunda, borçlunun borçlu olmadığının anlaşılması halinde borçlu olunmayan kısım belirtilmek suretiyle olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştüğü hâllerde dahi olumsuz tespit hükmü kurulması gerekmektedir. Başka bir deyişle, menfi tespit davasının niteliği gereği verilen kararlarda, yalnızca davacının borçlu olup olmadığı belirlenmekte, borçlu olmadığı kısma ilişkin olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Bu hüküm, herhangi bir alacağın tahsilini gerektirir nitelikte bir ilam olmadığından esasa yönelik olarak İİK m. 32 uyarınca doğrudan ilamların icrası yolu ile takibe konulamaz. Oysa arabuluculuk sonucu verilen kararlar ilam hükmünde olup, cebri icra yoluna başvurulabilecek niteliktedir. Ancak yukarıda açıklandığı gibi menfi tespit davaları sonucunda verilen hükümler esasa yönelik olarak cebri icraya konu edilip infaz edilemeyeceğinden, ticari davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan Yasa Koyucu’nun bilinçli olarak menfi tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, ticari nitelikteki menfi tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olmadığı ve arabulucuya gidilmiş olmasının bir dava şartı olmadığı kanaatine varıldığından aşağıda açıklandığı şekilde uyuşmazlığın giderilmesine karar vermek gerekmiştir.” şeklindeki gerekçeyle 7155 sayılı kanunun 20. maddesi ile 6102 sayılı TTK’na eklenen 5/A maddesi gereğince TİCARİ NİTELİKTEKİ MENFİ TESPİT DAVALARINDA DAVA AÇILMADAN ÖNCE ARABULUCULUĞA GİDİLMESİNİN ZORUNLU OLMADIĞINA VE ARABULUCUYA GİDİLMİŞ OLMASININ BİR DAVA ŞARTI OLMADIĞINA, uyuşmazlığın bu şekilde giderilmesine” karar verilmiştir.
Somut olayda, davacı, davalı bankaya genel kredi sözleşmesindeki kefaletinin geçersiz olduğundan bahisle borçlu olmadığını ileri sürerek menfi tespit davası açmıştır.
Her ne kadar 5 Nisan 2023 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan 7445 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair Kanun’un 31. maddesi ile ticari nitelikteki menfi tespit davalarının da zorunlu arabaluculuk kapsamına alınmasına rağmen yapılan bu yasal değişikliğin 01.09.2023 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek olması ile eldeki davanın 04.09.2019 tarihinde açılmış olması dikkate alınarak Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin yukarıda açıklanan uyuşmazlığın giderilmesi kararı ile ticari nitelikteki menfi tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olmadığına ve arabulucuya gidilmiş olmasının bir dava şartı olmadığına karar verildiğinden; Mahkemece işin esasına girilerek ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu nedenle, davacı vekilinin istinaf itirazının kabulü ile 6100 sayılı HMK.’ nın 355 ve 353/(1)-a-4 ve 6. maddeleri uyarınca kararın kaldırılmasına karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun KABULÜ ile, İzmir 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 13/09/2019 tarih ve 2019/40 Esas 2019/1 Karar sayılı hükmünün, 6100 sayılı HMK.’ nın 355 ve 353/(1)-a-4 ve 6. maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın HMK 353/(1)-a maddesi gereğince Dairemiz kararına uygun şekilde yeniden bir karar verilmek üzere MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE,
3-Kararın kaldırılması nedeniyle başvuru sırasında alınan peşin harcın başvuru sahibi davacıya iadesine,
4-İstinaf başvurusu aşamasında başvuru sahibi davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin mahkemesince verilecek nihai kararla hüküm altına alınmasına,
5-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından istinaf kanun yoluna başvuran davacı yararına vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
6-Kararın taraflara tebliği, kesinleştirme ve gider avansı iadesi işlemlerinin yerel mahkemece yerine getirmesine,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, HMK’nın 353/(1)-a maddesi uyarınca kesin olmak üzere 04/05/2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.