Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.
T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2019/2532
KARAR NO : 2023/950
KARAR TARİHİ : 24/05/2023
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 04/07/2019
NUMARASI : 2018/1503 Esas 2019/860 Karar
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan)
BAM KARAR TARİHİ : 24/05/2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 24/05/2023
Davacı vekili tarafından yukarıda belirtilen karara karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesi uyarınca yapılan ön inceleme sonucu eksiklik bulunmadığı anlaşılmakla; inceleme aşamasına geçildi. İncelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Mahkemece yapılan açık yargılama sonucunda ” DAVA: Davacı vekili mahkememize verdiği dilekçe ile; müvekkili şirket ile davalı arasında tanzim ve imza olunan 01/09/2014 tarihli sözleşme gereğince davalı tarafın adresindeki işletmede yalnızca müvekkiline ait ürünleri satmayı, bulundurmayı vs.kabul ve işbu sözleşme hükümlerinden herhangi birisine aykırı hareket ettiğinde müvekkili şirketten almış olduğu 10.000,00.- TL tutarındaki mali katkıyı iade ile birlikte 10.000,00.-TL cezai şartı müvekkili şirkete ödemeyi kabul ve taahhüt ettiğini, ancak davalının sözleşme hükümlerine aykırı hareket ederek sözleşmeyi ihlal ettiğini,bu durumun Antalya 2.SHM nin 2015/34 D.iş sayılı dosyası ile tespit olunduğunu, bu nedenlerle 10.000,00.-TL tutarındaki mali katkı ve 10.000,00.- TL cezai şartın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
GEREKÇE: Davalı tarafa usulüne uygun olarak dava dilekçesinin tebliğ edildiği, ancak davaya herhangi bir yanıt vermediği görülmüştür.
Antalya 2.SHM nin 2015/34 D.iş sayılı dosyası uyap üzerinden celp edilmiştir. İncelendiğinde tespit konusu yerde … adlı bir iş yerinin faaliyet gösterdiği, iş yeri açma ve çalışma ruhsatı ile vergi levhasının … isimli bir kişiye ait olduğunun bildirildiği görülmüştür.
Taraflar arasındaki sözleşmenin incelenmesinde, 01/09/2014 tarihli sözleşme gereğince 31.08.2015 tarihine kadar davalı tarafın Antalya belirtilen adresindeki işletmede yalnızca müvekkiline ait ürünleri satmayı, bulundurmayı vs.kabul ve işbu sözleşme hükümlerinden herhangi birisine aykırı hareket ettiğinde müvekkili şirketten almış olduğu 10.000,00.- TL tutarındaki mali katkıyı iade ile birlikte 10.000,00.- TL cezai şartı müvekkili şirkete ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği anlaşılmıştır.
Davacının ticari defterlerinin de incelenerek davacının davaya konu istemlerinin yerinde olup olmadığı, sözleşmenin ihlal edilip edilmediği, davacı tarafça istenen mali katkı tutarının davalıya ödenip ödenmediği hususlarında bilirkişi incelemesi yaptırılmış, SMMS Bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, sözleşme gereği davacının üzerine düşen maddi yükümlülükleri yerine getirdiği,davalının ise sözleşme süresi içerisinde iş yerinin faaliyetine son vererek sözleşme hükümlerine aykırı hareket ettiği, bu nedenle de davalının davacıdan aldığı 10.000,00 TL nakdi katkı payı ile hakkaniyet gereği davalının cezaevinde bulunduğu anlaşılmakla ekonomik olarak mahvına sebebiyet vermemek için yalnızca 1000 TL cezai şart bedelinin dava tarihinden itibaren en yüksek ticari faizi ile birlikte ödemesi gerektiği vicdani kanaat ve sonucuna varılmıştır.
Mahkememiz kararı istinaf edilmekle dosya İstinaf Mahkemesine gönderilmiş, İstinaf Mahkemesince davalının tacir olup olmadığının araştırılarak görevli mahkemenin belirlenmesi gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verilmiş,halbuki davalının bozma öncesi yapılan ticari defterlerinin incelenmesinde tacir olduğu belirlenmiş,ayrıca vergi dairesinden gelen yazı cevabında da dava tarihi öncesinde bilanço usulüne göre vergilendirilen tacir olduğu, ancak 31.12.2014 tarihi sonrası vergi mükellefiyetinin sona erdiği,sözleşme tarihine göre ticari faaliyetinin bulunduğu ve tacir olduğu anlaşılmasına göre Mahkememiz davaya bakmaya görevli olduğundan davanın aşağıdaki gibi kabulüne karar vermek gerektiği kanaat ve sonucuna varılmıştır. ” şeklinde davanın kısmen kabulü ile; 1.000,00.-TL cezai şart bedeli ile 10.000,00.-TL katkı bedeli toplamı 11.000,00.-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile davalıdan tahsiliyle davacıya verilmesine, dair karar verilmiştir.
İSTİNAF BAŞVURU :
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; sözleşmenin 15. maddesinde cezai şartın tenkis edilemeyeceğinin yazılı olduğunu, TTK 22. maddesi gereğince de cezai şartın tenkisinin mümkün bulunmadığını, kararlaştırılan cezai şartın 1.000 TL olarak belirlenmesinin adaletsiz olduğunu, davanın konusunun işletmenin sözleşme hükümlerine aykırı kapatılması olduğunu mahkemece yapılan hatalı özetlemeyi kabul etmediklerini beyanla davanın kabulünü talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE :
Dava, kapalı sözleşmesine istinaden katkı payı ve cezai şart alacağına ilişkindir.
HMK’nun 355. maddesi gereğince istinaf incelemesi istinafa başvuran vekilinin dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine ilişkin hususlarda res’en gözetilerek yapılmıştır.
Davacı tarafça, iş yerinin sözleşme hükümlerine aykırı olarak kapatılması nedeniyle cezai şart ve katılım payı alacağı talep edilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/(19)11-943 Esas karar 2021/984 sayılı ilamında “
Türk borçlar hukuku kural olarak “sözleşme serbestîsi” ilkesini benimsemiştir. Kişiler serbest iradeleri ile meydana getirdikleri sözleşmeye aynen uymak zorundadırlar. Sözleşmenin taraflardan yalnız birinin isteğiyle değiştirilebilmesi veya ortadan kaldırılabilmesi mümkün değildir. Fakat “ahde vefa (pacta sund servanda)” adı verilen bu esas bilhassa modern hukuklarda birçok yönlerden sınırlanmıştır. Bu sınırlamalardan bir kısmı, sonradan değişen şartların sözleşme üzerindeki tesiriyle ilgili iken ikinci gruptaki sınırlandırmalarda ise kural olarak sözleşmenin yapılması anında mevcut sebepler yüzünden sözleşme tamamen ortadan kalkmakta veya değişikliğe uğramaktadır. Bu sonuç ya kendiliğinden veya taraflardan yalnız birinin irade beyanı ile doğmakta yahut da taraflardan birinin talebi üzerine verilecek hâkim kararıyla meydana gelmektedir.
Hâkim, kanunun muhtelif yerlerinde kendisine tanınmış bulunan özel yetkiye dayanmak suretiyle bazı sözleşmeleri ya baştan veya karar anından itibaren hüküm doğurmak üzere kısmen değiştirebilmektedir. Buna hukuk dilinde “akitlerin düzeltilmesi(Vertragskorrektur) adı da verilmektedir (Tunçomağ, K: Türk Hukukunda Cezai Şart, İstanbul, 1963, s., 129, 130 ).
Sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun (BK) 19 ve 20. maddelerinde sözleşme serbestisi ilkesinin sınırları çizilmiş ve 19. madde;
“Bir akdin mevzuu, kanunun gösterdiği hudut dairesinde, serbestçe tayin olunabilir. Kanunun kat’i surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna muhalefet; ahlâka (adaba) veya umumi intizama yahut şahsi hükümlere müteallik haklara mugayir bulunmadıkça, iki tarafın yaptıkları mukaveleler muteberdir”
Şeklinde düzenlenmiştir.
BK’nın 20. maddesinde ise;
“Bir akdin mevzuu gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka (adaba) mugayir olursa o akit batıldır.
Akdin muhtevi olduğu şartlardan bir kısmının butlanı akdi iptal etmeyip yalnız şart, lağvolur. Fakat bunlar olmaksızın akdin yapılmıyacağı meczum bulunduğu takdirde, akitler tamamiyle batıl addolunur.” hükmüne yer verilmiştir.
Cezai şart ise [Türk Borçlar Kanunu’ndaki (TBK) terimi ile ceza koşulu] aynı Kanun’un 158 i1â 161. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Cezai şart, mevcut borcun ifa edilmemesi veya eksik ifası hâlinde ödenmesi gereken malî değeri haiz ayrı bir edimdir. Cezaî şartın unsurlarını bu tariften kolaylıkla çıkarmak mümkündür. Bu unsurlar; gerçekten bir asıl borcun bulunması, bunun yanında ayrı ve bağımsız bir edimin yer alması, bu ikisinin birbirine bağlı olması ve bu ayrı ve bağımsız edimin sağlıkta hüküm doğuran bir muamelede tespit olunmasından ibarettir (Tunçomağ, s.6).
Cezai şart asıl borcun fer’îsidir; ona bağlı fakat ondan ayrı bir edim niteliği taşır ve cezai şartın gerçekleşebilmesi için zararın gerçekleşmesi şart değildir.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 158. maddesi birbirinden farklı üç nevi cezai şart düzenlemektedir. Bunlar, seçimlik cezai şart, ifaya eklenen cezai şart ve ifayı engelleyen cezai şarttır.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Cezanın Butlanı ve Tenkisi” başlıklı 161. maddesinde ise;
“Akitler, cezanın miktarını tayinde serbesttirler.
Ceza, kanuna veya ahlâka (adaba) muğayir bir borcu teyit için şart edilmiş veya hilafına mukavele olmadığı hâlde borcun ifası borçlunun mesuliyetini icap etmeyen bir hal sebebiyle gayri mümkün olmuş ise, şart olunan cezanın tediyesi talep edilemez.
Hâkim, fahiş gördüğü cezaları tenkis ile mükelleftir.”
Hükmüne yer verilmiştir.
Hâkim, cezanın aşırı olup olmadığını, hakkaniyet ölçülerini aşıp aşmadığını araştırırken, özellikle, borca aykırı davranış nedeniyle alacaklının uğradığı zararı, borçlunun kusur derecesini, alacaklının ortak kusurunu ve tarafların (özellikle borçlunun) ekonomik durumunu dikkate alır. Bu unsurlar dikkate alındığında, alacaklının uğradığı zarar ile kararlaştırılan ceza arasında hakkaniyet ölçüleri ile bağdaşmayan açık bir nispetsizlik varsa ceza indirilir. Cezaî şartın aşırı olup olmadığı değerlendirilirken, cezaî şartın amacının alacaklının durumunu iyileştirmek olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Cezaî şartla ilgili BK’nın 161. maddesinin birinci fıkrası hükmü, (Akitler cezanın miktarını tayinde serbesttirler) prensibini kabul ettikten sonra, üçüncü fıkrası hükmü ile, hâkimi, fahiş gördüğü cezayı tenkis etmekle yükümlü tutmuştur. Hâlbuki, sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olay bakımından uygulanması gereken mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 24. maddesi hükmü, tacir sıfatını haiz olan tarafların (cezaî şart) miktarını serbestçe tayin edebilecekleri ilkesini kabul ettikten sonra, bu tayin edilen cezanın indirilmesini yani tenkisini talep edemeyeceklerini benimsemiş bulunmaktadır.
Mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 24. maddesi;
“Tacir sıfatını haiz bir borçlu, Borçlar Kanununun 104 üncü maddesinin 2 nci fıkrasiyle 161 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında ve 409 uncu maddesinde yazılı hallerde, fahiş olduğu iddiasiyle bir ücret veya cezanın indirilmesini mahkemeden istiyemez.”
Hükmünü içermektedir.
Ticaret hukukumuzda cezaî şart, miktarı yönünden sadece, BK’nın 20. maddesindeki “ahlâka aykırılık” kavramı ile sınırlanmış bulunmaktadır. Mülga TTK’nın 24. maddesi uyarınca tacirin, borçlu olduğu cezai şartın tenkisini istemesi mümkün değildir, ancak bahsi geçen madde ile tacir olan şahsa ve onun âkidine tanınmış olan sözleşme serbestisi ilkesi, bütün sözleşmeler için sınırlayıcı bir hüküm mahiyetinde olan BK’nın butlan düzenlemesini içeren 20. maddesi hükmü ile sınırlandırılmıştır.
Taraflarca sözleşme ile tespit edilmiş olan cezaî şart miktarı, borçlu durumda olan tacirin, iktisaden mahvına neden olacak ve onun eskisi gibi ticarî faaliyetini devam ettirmesine imkân tanımayacak derecede ağır ve yüksek ise, o zaman, böyle bir cezaî şartı ahlâk ve adaba aykırı bir şart olarak kabul ederek, kısmen veya tamamen iptali cihetine gitmek mümkündür. Çünkü, ahlâk ve adaba aykırılık dolayısıyla sözleşmede yer alan cezaî şartın butlanı, hukukun genel bir ilkesidir. Mülga TTK’nın 24. maddesi hükmünün, bu genel müeyyidenin dışında kalacağını düşünmek mümkün değildir. Bir borçlunun, iktisadi ve ticari faaliyet ve mevcudiyetinin tehlikeye girmesini veya yıkılmasını mucip olacak bir nisbete ulaşan her cezaî şart, ahlâk ve adaba aykırıdır. ” açıklamalarına yer verilmiştir.
Dosya kapsamındaki yazı, belge ve bilgilere, yasaya uygun gerektirici nedenlere, ilk derece mahkemesi kararının gerekçesinde dayanılan delillerle, delillerin tartışılması sonucu maddi olay ve hukuki değerlendirmede usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına; incelemenin istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılıp, kamu düzenine herhangi bir aykırılığın da bulunmamasına; gerekçeli, tarafların ve mahkemenin denetimine elverişli, oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenmiş olmakla mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporu uyarınca karar verilmiş bulunmasına; göre davacı vekilinin tüm istinaf itirazları yerinde görülmediğinden 6100 Sayılı HMK m. 353/1-b-1 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 04/07/2019 tarih, 2018/1503 Esas ve 2019/860 Karar sayılı kararına karşı davacı vekilinin istinaf başvuru sebeplerinin HMK’nın 353/1-b-1. maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
İstinaf kanun yoluna başvuran davacı taraftan alınması gereken 179,90 TL istinaf harcından başlangıçta alınan 44,40 TL’nin mahsubu ile bakiye kalan 135,50 TL’nin davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
Davacı tarafından yapılan istinaf masrafının üzerinde bırakılmasına,
Artan gider avansının karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
İstinaf yargılamasında duruşma açılmadığından karşı taraf yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Kararın taraflara tebliği, kesinleştirme, harç ikmali ve gider avansı iadesi işlemlerinin yerel mahkemece yerine getirilmesine,
Dair, dosya üzerinde HMK’nın 353/1-b-1. maddesi uyarınca yapılan inceleme sonucunda; HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince oy birliği ile kesin olmak üzere karar verildi. 24/05/2023