Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/228 E. 2022/414 K. 22.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2020/228
KARAR NO : 2022/414

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2015/802
KARAR NO : 2019/1106
DAVA TARİHİ : 06.07.2015
KARAR TARİHİ : 15.10.2019
DAVA : Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan İtirazın İptali
KARAR TARİHİ : 22.03.2022
KARARIN YAZ. TARİH : 24.03.2022

İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 15.10.2019 tarih ve 2015/802 Esas, 2019/1106 Karar sayılı kararının, istinaf başvurusu yoluyla incelenmesinin davalı avukatı tarafından istenilmesi üzerine, dairemize gönderilen dosya incelendi, dosya içeriğine göre incelemenin duruşmasız olarak yapılması uygun görülmekle, gereği konuşulup düşünüldü.
İSTEM:
Davacı avukatı tarafından verilen 06.07.2015 tarihli dava dilekçesinde özetle; davalı şirket ile müvekkili şirket arasında … Alışveriş Merkezi Proje işi inşaatında kullanılmak üzere sözleşmede yer alan emtiaya karşılık 150.000,00 TL bedelli sözleşme akdedildiğini, sözleşmenin akdedilmesine müteakip davalı şirkete sözleşmede , müvekkiline yükletilen 150.000,00 TL edime ilişkin ödeme amacıyla … bank Küçükesat Şubesine ait 31/09/2014, 31/10/2014, 31/11/2014 ve 31/12/2014 keşide tarihli 37.500,00 TL bedelli , keşidecisinin davacı müvekkili, lehtarının ise davalı şirket oldğu, davacı müvekkilince kaşe ve imza altına alınan dört adet çek verildiğini, çeklerin davalı tarafça tahsil edildiğini, ihale makamının sözleşme konusu … Alışveriş Merkezi projesinde tadile gitmesi sonucu alımı kararlaştırılan ürün miktarında değişiklik olduğunu ve hususun haricen davalı şirkete bildirildiğini, projenin tadilini müteakip davalı şirket tarafından yeni projeye uygun 64.341,29 TL bedelli emtianın müvekkili şirket tarafından teslim edildiğini ve ve davalı şirketin fatura kestiğini, , davalı taraftan 150.000,00 TL ödemeye rağmen 34.341,29 TL ürün verilmesi neticesinde davalı şirketin sebepsiz zenginleşmesine sebep olan 84.658,71 TL talep edildiğini ancak davalıdan herhangi bir sonuç elde edemediklerini, bu nedenle icra takibi başlattıklarını, davalı tarafın itiraz ettiğini ve takibin durduğunu bu nedenlerle davalı tarafın İzmir 25 İcra Müdürlüğünün 2015/7232 Esas sayılı dosyasına vaki itirazlarının iptali ile takibin devamına, davalı tarafa % 20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatı yükletilmesine, yargılama gideri ve vekalet ücretinin davalı şirketten tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
YANIT :
Davalı avukatı tarafından verilen 31.08.2015 tarihli yanıt dilekçesinde özetle; taraflar arasındaki eser sözleşmesi genel birim fiyat esasına ve ihtiyaç miktarına göre ürün imalini ve teslimini içeren bir çerçeve sözleşme olmadığını, sözleşmede açık açık hangi ürünlerin imal edileceği ve satın alınacağı miktarı ve fiyatı ile belirlendiğini, davacının alımından vazgeçtiği ürünlerin işin hem büyük kısmını hemde müvekkili şirket açısından en karlı kısmını oluşturduğunu, ortada sebepsiz bir zenginleşme olmadığını, sözleşmenin feshedilmediğini ve halen yürürlükte olduğunu, davacı şirketin sözleşmede kararlaştırılan ürünlerin alımından haksız yere vazgeçtğinden alacaklı ve aynı zamanda karşılıklı edimleri havi sözleşme gereği borçlu temerrüdüne düştüğü gözönünde bulundurularak montaja hazır yarı mamul ve malzeme olan bulunan malların ifa anlamında belirlenen tevdi yerine teslim etmek suretiyle edimlerine yerine getirmelerinin sağlanmasına, bu şekilde tamamen haksız olan davanın reddi ile davacının kötüniyet tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:
İlk derece mahkemesi 15.10.2019 tarih ve 2015/802 Esas, 2019/1106 Karar sayılı kararında özetle; “…Somut olayda; davacı asıl yüklenici ile davalı alt yüklenici arasında, … AVM inşaat projesi kapsamında yangına dayanıklı kapı, sac panel kapı ve otomatik sürme kapı imalat ve montajına ilişkin olarak 17/07/2014 tarihli eser sözleşmesinin imzalandığı, sözleşme bedelinin 150.000,00 TL olduğu, davacının sözleşmenin 6. maddesi uyarınca 4 adet 37.500,00 TL bedelli çekleri sözleşme bedeline mahsuben davalıya teslim ettiği, söz konusu çeklerin davalı tarafından tahsil edildiği, dava dışı iş sahibinin projede değişikliğe gitmesi nedeniyle alımı kararlaştırılan yangına dayanıklı kapı, sac panel kapı ve otomatik sürme kapı miktarında azalma olduğu, davalının yapılan proje değişikliğine uygun sayıda ürettiği kapıların montajını yaparak teslim ettiği, teslimi gerçekleştirilen iş miktarına uygun olarak 64.341,29 TL bedelli faturayı düzenleyerek davacıya verdiği, davalı tarafından tahsil edilen 150.000,00 TL çek bedellerinden fatura değeri mahsup edildiğinde bedelsiz kalan 85.658,71 TL’nin davacıya iade edilmediği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir.
Davalı taraf, davacının alımından vazgeçtiği kapılar için bir kısmı yurt dışından olmak üzere yarı mamül malzeme satın aldığını, bu nedenle çok masraf yaptığını kendisinin kusuru olmaksızın davacı tarafın sözleşme kapsamındaki bir kısım kapıları almaktan vazgeçtiğini, sözleşmenin feshedilmediğini, davacı ürün alımından haksız yere vazgeçtiğinden davacının temerrüde düştüğünü, ifa yerine geçmek üzere kapı üretimi için alınan yarı mamül malzemenin tevdi mahalli belirlenerek ifa anlamında edimlerini yerine getireceklerini ve davanın davanın reddini savunmuştur. Davalı tarafından, davacının dava tarihinden önce TBK’nun 106. Vd maddelerindeki alacaklının temerrüdü hükümlerine göre davacıyı temerrüde düşürmediği, mahkememizce davalı savunmasının değerlendirilmesi için davalı tarafça yarı mamül ürünlerin bulunduğunu iddia ettiği adreste ve davalı şirketin dosyada mevcut vekaletnamede gösterilen adresinde yapılan keşifte, davalının bu adreslerde bulunmadığı ve davalıya ait ürünlerin de mevcut olmadığının tespit edildiği, davalı vekiline keşif günü usulüne uygun şekilde tebliğ edildiği halde keşif mahallinde hazır olmadığı görülmüştür. Dolayısıyla ispat yükü kendisinde olan davalı, sözleşeme uyarınca üretimini yaptığı ve satın aldığı yarı mamül ürünlerin elinde kaldığı savunmasını kanıtlayamamıştır.
Davalı kar kaybı ve sözleşmenin haksız feshi nedeniyle uğradığı zararının bilirkişilerce hesaplanmasını talep etmiş ise de; davalının cevap dilekçesinde takas-mahsup defini ileri sürmediği, mahkememizce sözleşmenin haksız feshedilip edilmediği, bu nedenle davalının kar kaybı ve maddi zararı oluşup oluşmadığının ve bu zararın takas mahsup edilip edilemeyeceğinin resen gözetilemeyeceğinden bilirkişi heyetinden bu yönde rapor alınmamıştır.
Gerek davacı gerekse davalıya ait ticari defterler üzerinde yapılan bilirkişi incelemesine göre taraflar arasındaki eser sözleşmesi kapsamında düzenlenen tek faturanın 64.341,29 TL bedelli fatura olduğu, bu faturanın ve davacı tarafından verilen 4 adet çekin her iki tarafın ticari defterlerinde kayıtlı olduğu, bizzat davalı şirket kayıtlarına göre davalının davacıya 85.658,71 TL borçlu olduğu, takip tarihinden önce davalının temerrüde düşürülmediği bu nedenle davacının işlemiş faiz isteminin yerinde olmadığı anlaşılmakla, davacının davasının kısmen kabulüne, davalının itirazının 85.658,71-TL asıl alacak için iptaline, takibin devamına ve alacak likit olup, İKK nın 67/2 maddesindeki şartlar gerçekleştiğinden % 20 icra inkar tazminatınn davalıdan tahsiline…” şeklindeki gerekçelerle davanın kısmen kabulüne, fazlaya ilişkin talebin reddine dair karar verilmiştir.
İSTİNAF NEDENLERİ:
Davalı avukatı tarafından verilen 09.12.2019 tarihli istinaf kanun yoluna başvuru dilekçesinde özetle; “…USUL YÖNÜNDEN
Davacının 02.11.2016 tarihinde uyap üzerinden gönderdiği dilekçesi ile talep ettiği bilirkişi incelemesi ve keşif talebi sonucunda 30.05.2017 tarihli duruşmada “yeterli keşif vebilirkişi delil avansının bulunmaması halinde, davacı vekiline bakiye bilirkişi ve keşif delil avansını yatırmak üzere iki haftalık kesin süre verilmesine, kesin süre içinde delil avansı yatırılmadığı taktirde bilirkişi deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağının ihtarına, (ihtarat yapıldı)” kararı verilmiş ve bu karar davacı tarafın yüzüne tefhim olunmuş olmasına rağmen iki haftalık süre içerisinde bilirkişi ücreti yatırılmamıştır. 03.07.2017 tarihli dilekçemiz ile davacı yanın bilirkişi deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilmesini talep etmemize rağmen bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve buna dayalı hüküm verilmiş olması açıkça usul ve yasaya aykırıdır.
ESAS YÖNÜNDEN
Davamız niteliği itibarıyla TBK 484 anlamında iş sahibi davacının sözleşmeden dönmesinden kaynaklanmaktadır. Sözleşmeden dönmede ise yüklenici olan müvekkil şirketin hiçbir kusuru bulunmamaktadır. TBK 484. maddesinde “İş sahibi, eserin tamamlanmasından önce yapılmış olan kısmın karşılığını ödemek ve yüklenicinin bütün zararlarını gidermek koşuluyla sözleşmeyi feshedebilir.” Bu düzenleme iş sahibine sözleşmeden dönme hakkı vermekle birlikte böyle bir dönme/fesih halinde iş sahibini yüklenicinin olumlu zararlarını da ödemekle yükümlü kılmaktadır. (Yargıtay 15. HD. 09.05.2013 Tarih E: 2012/7521 K: 2013/3029) Bilirkişi tarafından ticari defter incelemesi sonucunda düzenlenen raporda da “153 Ticari Mallar hesabında; 153.99.001 Alt hesabında 720/155 Cm Otomatik Sürme Kapı hesabında “4 Adet Depoda Bekletilen” açıklamalı 25.600,00 TL, 153.99.002 Alt hesabında 940/155 Cm Otomatik Sürme Kapı hesabında “4 Adet Depoda Bekletilen” açıklamalı 30.500,00 TL, tutarlarında ticari malların davacı ile yapılan sözleşme gereği alınarak bekletildiği incelemede tarafımıza beyan edilmiştir. Söz konusu işleme ait muavin defter kayıtları (EK-1C) sunulmuş olup takdir Yüce Mahkeme’nindir.” denilmek suretiyle müvekkil şirket sözleşmenin ifa edileceğine güvenerek toplam 56.100.TL harcama yaptığı da tespit edilmiştir. Sonuçta müvekkil şirket bu iş için harcama yapmakta ve kar amaçlı yapmaktadır. İş sahibinin sözleşmeden dönmesiyle hem zarara uğraması hem de bu kardan mahrum kalacağı muhakkak olduğuna göre iş sahibi bu zararları ve kar kaybını ödemekle yükümlüdür. Yanı sıra sözleşmenin sona erdirilmesinde müvekkil şirketin bir kusuru yoktur.
SONUÇ:
Davacının dayanmaktan vazgeçmiş sayıldığı bilirkişi raporuna istinaden karar verilmiş olması ve esasen sözleşmeden dönen davacı iş sahibinin müvekkilin tüm zararlarını karşılamakla yükümlü olduğu göz ardı edilerek kurulan hüküm açıkça usul ve yasaya aykırıdır.
Talep: Arz edilen nedenlerle; İstinaf talebimizin kabulü ile usul ve yasaya aykırı İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 15.10.2019 tarih ve 2015/802 E. 2019/1106 K. sayılı kararın kaldırılmasına ve davacının davasının reddine…” karar verilmesi istemiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
YANIT:
Davacı avukatı tarafından verilen 14.01.2020 tarihli istinafa yanıt dilekçesinde özetle; “…1-) Usule İlişkin İtirazlara Beyanlarımız :
Davalı yan tarafımızca bakiye bilirkişi ücreti ve keşif için delil avansının kesin süre içerisinde yatırılmadığından bahisle deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılmamız gerekirken hakimin buna rağmen bilirkişi incelemesi yaptırdığını, bu durumun usul ve yasaya aykırı olduğunu iddia etmiştir. 6100 sayılı HMK’da öngörülen kesin sürelerin niteliği yargılamanın uzamasını önlemektir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da kabul edilen görüş eğer yargılamanın uzamasına sebebiyet vermeyecek tarzda ise kesin süreden sonra verilmiş olan delillerinde değerlendirilmesi yönündedir. Kesin süre içerisinde sunulmayan fakat duruşma gününe kadar sunulan delilleri mahkeme incelemek zorundadır. Çünkü burada mahkemenin verdiği kesin süre usul ekonomisi yönünden davanın daha seri ilerlemesine bir fayda sağlamamaktadır. Nitekim Yargıtay 3. H.D. 28.06.2012 2012/11825 E., 2012/16385 K. sayılı kararında da; “Yasa koyucunun temel amacı, eksik kalan giderin yatırılmasını ve davaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3. maddesi hükmüne göre makul sürede sonuçlandırılmasını sağlamaktır.Somut olayda, celse talikine uğramadan harç yatırılmıştır. Davanın uzamasının engellenmesi ile ve davaların ucuz, basit ve çabuk sonuçlandırılması prensibi de kabul edilerek yatırılan avansa göre, kesin sürenin amacına da ulaştığı belirlendiğinden, toplanacak delillere göre davanın sonuçlandırılması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.” denilmek suretiyle bu husus vurgulanmıştır. Tarafımızca gerekli delil avansı bir sonraki duruşma gününden önce yatırılmış olup delil avansının geç yatırılmasının yargılamanın gecikmesine sebebiyet vermediği açıktır. Kabul anlamına gelmemekle beraber davalının iddiasının doğru olduğu varsayımında, mahkemenin verdiği kesin sürenin geçerli olması için mahkemenin, belirlediği gider avansına yönelik ara kararında gider avansını oluşturan harç, tebligat gibi gider gerektiren işlemleri kalem kalem açıklamalı, her kalemin miktarını ayrı ayrı göstermeli, dava şartına yönelik gider avansı ile ilgili olarak verilen kesin sürede yatırılmamasının sonuçlarını da duruşma zaptına açıkça yazılması gerekmektedir. Bu şartları taşımadığı takdirde ara kararda verilen kesin sürenin yaptırımı söz konusu olmayacaktır. “yeterli keşif ve bilirkişi delil avansının bulunmaması halinde, davacı vekiline bakiye bilirkişi ve keşif delil avansını yatırmak üzere iki haftalık kesin süre verilmesine” şeklinde şarta bağlı bir ara kararın kesin sürenin şartlarını taşımadığı izahtan varestedir. Yukarıda izah edilen sebeplerle davalı yanın usule ilişkin itirazları yersiz olup reddi gerekmektedir.
2-) Esasa İlişkin İtirazlara Beyanlarımız :
Davalı yan sözleşmesinin sona ermesinde kusuru olmadığından bahisle müvekkilin davalının zararlarını ve kar kaybını ödemesi gerektiğini iddia etmiştir. Davalı yan ile müvekkil şirket arasında … Alışveriş Merkezi Proje İşi inşaatında kullanılmak üzere 150.000,00 TL bedelli sözleşme akdedilmiş ve tarafımıza yüklenen 150.000,00 TL edime ilişkin ödeme amacıyla keşidecisinin müvekkil, lehtarının ise davalı şirket olduğu müvekkil tarafından kaşe ve imza altına alınan dört adet çek verilmiş olunup davalı yanca anılan çekler tahsil edilmiştir. İhale makamının sözleşme konusu … Alışveriş Merkezi Projesinde tadile gitmesi sonucu alımı kararlaştırılan ürün miktarında değişiklik olmuş ve bu husus haricen davalı şirkete bildirilmiştir. Projenin tadilini müteakip davalı yanca yeni projeye uygun 64.341,29 TL bedelli emtia tarafımıza teslim edilmiş ve bu emtiaya ilişkin olarak davalı şirketçe fatura kesilmiştir. Ancak davalı taraftan 150.000,00 TL ödeme alınmasına rağmen müvekkile 64.341,29 TL değerinde ürün verilmiştir. Davalının iddiaları haksız ve mesnetsiz olup sebepsiz zenginleştiği, 84.658,71 TL’yi müvekkile iade etmesi gerektiği açıktır. Her ne kadar davalı yanca muavin bilirkişi raporunda muavin defterde “4 Adet Depoda Bekletilen 30500,00 TL” şeklidne bir kayıt geçtiği ifade edilmişse de muavin defter tarafların kendilerinin düzenlemiş olduğu defter olup herhangi bir noter şerhi vs. bulunmadığından huzurdaki davada delil teşkil edecek niteliği haiz değildir. Ayrıca zaten davalının adresinde bekletilen malların tespiti için keşif icra edilmiş anca davalı şirket adresinde bulunamamış olduğundan tespit yapılamamıştır. Şu halde deposunda üretilmiş mal bekletiyor olsa davalının vekili aracılığıyla adresini güncelleyerek keşif esnasında bu malların tespitini yaptıracağı açık olup bu husus davalının beyanlarının gerçek dışı olduğunu ortaya koymaktadır. Açıklanan sebeplerle davalının istinaf başvurusunun reddini talep etme zarureti hasıl olmuştur.
Sonuç ve İstem: Yukarıda izah olunan ve re’sen gözetilecek nedenlerle İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 15/10/2019 T. 2015/802 E. 2019/1106 K. sayılı ilamına karşı yapılmış olan istinaf başvurusunun esastan reddine…” karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
DELİLLER, DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme uyarınca, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı yönü gözetilerek yapılan inceleme sonucunda,
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan itirazın iptali davasıdır.
“…II-Kesin süre yönünden olayın incelenmesine gelince; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki sürelerden bir kısmı taraflara, bir kısmı da mahkemelere hitap etmektedir. Mahkemeler için öngörülen sürelerin taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır. Eş söyleyişle, hakim gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikerek de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur.
Gerçekten de, bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla kamu alanına, yani toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar, toplumun da yararı vardır.
Şu halde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının; başka ifadeyle, diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşülmesinin önlenmesi, ulusalüstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca, davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi; başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması, olarak özetlenebilir.
Yukarıda sayılan amaçların gerçekleşmesi, doğal olarak belli bir yaptırım hükmüyle mümkündür. Nitekim (HUMK.)’nun 163.maddesinin, 1.cümlesinde; kesin sürelerde yapılması gerekli işlemin yapılmaması halinde; işlemin ilişkin olduğu hakkın düşeceği (sakıt olacağı) belirtilmiştir. Benzer hüküm HMK’nun 94/3 maddesi düzanlamasi;“kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar” şeklindedir.
Kural olarak, hakimin verdiği süre kesin değildir. Kesinlik için şu iki koşuldan biri gerçekleşmelidir:
İlk koşul; hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle, ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olmasıdır ki bu kesinlik yasadan kaynaklanmaktadır.(HUMK.m.163, 4.cümle, HMK.m.94/f.2). Bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğunun belirtilmesine gerek bulunmamaktadır.
İkincisi ise, yasaya göre hakimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna karar verilmesidir. (HUMK.m.163/3.cümle, HMK.m.94/f.2) hali olup,bu halde kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihadi hukuk ilkelerine uygun şekilde oluşturulması ve sonuçlarının da ilgili tarafa ihtar edilmiş olması gerekir.
Yargısal kesin süreyle sadece taraflar değil hakim de bağlıdır. Zira kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır; dolayısıyla hakimin bu tür bir ara kararından dönmesi hukuken geçersizdir.
Hakim, tayin ettiği süreyi azaltıp çoğaltabileceği gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir.
Hakimin tayin ettiği, kesin sürede yapılmayan işleme ilişkin hak düşer, (HUMK.m.163/2. cümle, HMK.m.94/f.3). Bu sonuç ise, hakim tarafından resen gözetilmelidir.
İster kanun, ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine olanak yoktur. Böylelikle kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmektedir.
Bu durumda geciken adaletin, adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.
Süreye ilişkin ara kararları da, öteki kazai kararlar gibi kolaylıkla anlaşılabilecek derecede açık olmalıdır. Hakim, ulus adına emir vermek yetkisi olan bir kişi olup; neyi emrettiğini, hangi şeyin yapılmasını istediğini, herkes, özellikle taraflar ve infaza memur edilen kimseler tereddüde düşmeden ve rahatlıkla anlayabilmelidir.
Hakim, gerekirse tarafları dinleyerek, işin özelliğini ve tarafların durumlarını ve çevre koşullarını göz önünde tutarak ilgililerin neleri yapmaları gerektiğini, kendilerini zor duruma düşürmeden tespit etmek üzere süre vermeli, süreye uyulmamasının sonuçlarını açıklayarak ilgili tarafı uyarmalıdır. Hakim tarafından verilen kesin süre amacına uygun ve yetirli uzunlukta olmalı; kesin sürede hangi işlemlerin yapılacağı açıkça belirtilmeli; kesin sürede yapılması öngörülen işlem ilgili tarafça yapılabilecek bir edim olmalıdır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.01.2000 gün ve 2000/1-23 E. 2000/17 E., 28.04.2010 gün ve 2010/2-221 E., 2010/241 K.sayılı kararlarında da aynı ilkelere değinilmiştir) Kesin süre verilmesinin temel amacı; tarafların savsaklayıcı, davayı uzatıcı ve hükmü geciktirici tutum ve davranışlarını önlemektir. Böyle bir yaptırım gücünün olmaması halinde bir davanın, bırakın geç bitirilmesini, bitirilmesinden bile söz etmek kolay olmayacaktır. Hak kaybına yol açmak gibi, ağır hukuki sonuçlar doğuran kesin süre kurumunun, hakim tarafından dikkatli, duyarlı bir şekilde kullanılması gereklidir. Burada tarafların yargılamadaki tutumları, süreye konu işlemin özelliği önem kazanır. Hukuk Yargılamasına ilişkin kurallar, yargılamanın düzenli yapılması ve hakkın olabildiğince çabuk elde edilmesi amacını gerçekleştirmek için getirilmiştir. İşte hakkın elde edilmesi için birer araç olan bu kurallar, amaca uygun somut bir görevin varlığı halinde uygulama alanı bulurlar. Aksi halde, araçla ulaşılması istenilen amaç arasında gerçek ve esaslı bağın bulunmaması anlamsızlığı (şekilcilik) ortaya çıkarır. Mahkemelerin amacı, ne olursa olsun uyuşmazlıkları ortadan kaldırmak değil, pozitif hukukun ölçüsünde, hakkı belirleyerek sonuca ulaşmaktadır. Diğer taraftan, HUMK.’nun 163, (HMK 94.) .maddesinde getirilen kural, davayı uzatmayı önlemek için getirilmiş bir araçtır; bu yoldaki davranışlar, çoğu davalıdan gelir.
Şu halde, tarafların belge ve delillerini sunmaları için onlara gerekli imkanı tanımak amacıyla, usulüne uygun şekilde kesin süre tayin edilmeli, bu suretle yargılamaya hız kazandırmalıdır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2010 gün ve 2010/2-221 E., 2010/241 K.sayılı kararlarında da aynı ilkelere değinilmiştir) Somut olayda; mahkemece, 28.12.2009 tarihli (1) nolu ara kararıyla “davacı vekiline dava dilekçesinin açıklaması, iptalini istediği ödeme emirleri numaralarını tek tek belirtmesinin ve iptali istenilen alacak tutarını açıkça belirtmesi ve eksik harcı yatırması için 10 günlük kesin süre verilmesine, aksi halde davanın açılmamış sayılacağı ihtaratının yapılmasına(yapıldı)…” şeklinde karar verildiği, anlaşılmaktadır.
Mahkemece, davacıya “eksik harcın yatırılması için 10 günlük kesin süre verilmesine” karar verilmişse de eksik harcın miktarı açıkça belirtilmediğinden bu yönde verilen kesin süre usulüne uygun olmadığı gibi, açılan davanın miktarı itibari ile de harcın eksik olduğundan bahsedilemez. Diğer taraftan, somut olayda davacı …nın iş yerleri ile ilgili prim borçlarının 6183 sayılı Yasa’ya göre tahsili için davalı …ğı tarafından takip yapılmış olması, 5393 Sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca davacı Belediye Başkanlığının borçlarının uzlaşma kapsamında, Hazine Müsteşarlığı tarafından ödendiği dikkate alındığında, ödemeye ilişkin belgeler, ile icra takip dosyalarının davalı Kurumda bulunması nedeniyle, Mahkemece davalı Kurumdan, dava dilekçesinde belirtilen iş yeri dosyaları ile ilgili takip dosyaları ve ödeme belgelerini istemesi, bundan sonra davacıya yöntemine uygun süre verilerek sonucuna göre işlem yapılıp, dava konusu edilen 1.000,00 TL lik kısım yönünden karar vermekten ibarettir. Hukuk Genel Kurulu’nca da yukarıda açıklanan ilave nedenlerle benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20212/1577 Esas, 2013/634 Karar sayılı 08.05.2013 tarihli içtihadından alıntı.).
Somut olayda; davacı iş sahibi şirket taraf arasında kapı yapımı – montaj konusunda davaya konu sözleşmenin yapıldığını, sözleşme bedelinin 150.000,00 TL olduğunu, davacının 4 adet 37.500,00 TL’lik çek verdiğini, çeklerin tahsil edildiğini, ihale makamının … Alışveriş Projesi’nde tadilata gittiğini, bu nedenle somut alımı kararlaştırılan 64.341,29 TL’lik emtianın davalı şirketten alındığını, davalının 84.658,71 TL sebepsiz zenginleştiği, bu nedenle icra takibine geçtiğini, davalının da itiraz ettiğini belirtip, İzmir 25. İcra Müdürlüğü’nün 2015/7232 Esas sayılı dosyasındaki itirazın iptaline ve %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatı ödenmesine karar verilmesi talep edilmiştir. Davalı vekili ise sözleşmenin 150.000,00 TL’lik bir sözleşme olduğunu, malların imalatı için alınan malların iadesinin mümkün olmadığını, kar kaybı, malları teslim etmek için tevdi mahalli tayin ettirilmesini belirterek davanın reddine ve kötüniyet tazminatına hükmedilmesini istemiştir.Mahkeme keşif yapmış, keşif için gittiğinde davalı şirketi yerinde bulamamıştır. Mahkeme davanın kısmen kabulü ile, İzmir 25. İcra Müdürlüğü’nde 2015/7232 Esas sayılı dosyada davalının itirazının kısmen iptali ile 85.658,00 TL asıl alacağın takip tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile davalıdan tahsiline olacak şekilde devamına 85.658,71 TL üzerinden %20 oranıyla icra inkar tazminatının davalıdan alınıp, davacıya verilmesine karar vermiş, karar hakkında davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Tarafların ticari defterlerine ve beyanlarına göre 150.000,00 TL’lik çekler tahsil edilmiş olup 64.341,29 TL’lik malın teslim edildiği sabittir . Davalı şirketin keşiften önce yerini değiştirdiği keşif tutanağı ile sabit olmuştur. Davalının imal ettim dediği mallar bulunamamış durumdadır ve davalı vekili keşiften sonra da mahkemeye başvurarak malların nerede olduğuna dair beyanda bulunmamıştır. Şirket adresinde de var olduğu iddia edilen mallar bulunamamıştır. Malların elinde kaldığını iddia eden davalı iddialarını ispatlayamamıştır.Takipteki işlemiş faiz yönünden de dosya kapsamında davalıya gönderilmiş bir ihtarname bulunmadığı bilirkişi raporunda belirtilmiştir. Takip tarihinden önce davalı temerrüde düşürülmemiştir ve davacının ticari defterlerine göre davalı davacıya 85.658,71 TL borçludur.Davalı vekili bilirkişi incelenmesi için kesin süre verildiğini, buna riayet edilmediğini belirtmiş ise de, 30.05.2017 tarihli celsede süre verilişinde ara kararında miktar belirtilmemiştir o nedenle kesin süre özelliği taşınan bir ara kararından bahsedilmesi mümkün değildir.Eser sözleşmesi tek taraflı feshedilebilir. Cevap dilekçesinde de takas mahsup talebi bulunmamaktadır. 64.341,29 TL’lik mal teslimi yapıldığı hususunda ihtilaf bulunmadığından %20 icra inkar tazminatı verilmesi de doğrudur.
64.341,29 TL’lik mal teslim edilmiştir. 150.000,00 TL’lik çekin teslim edildiği de ihtilaf konusu değildir. Sonuç olarak davalı vekilinin istinaf isteminin HMK 353/(1)-b-1 maddesi gereğince esastan reddi gerektiği kanaatine dairemiz tarafından oybirliği ile ulaşılmıştır.Her ne kadar davalı avukatı istinaf dilekçesinde belirtilen nedenlerle ilk derece mahkemesi kararını istinaf etmiş ise de, davalı vekilinin dayandığı istinaf sebepleri, mahkeme tarafından dayanılan hukuksal ve yasal gerekçelere göre, delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemiş olup, ilk derece mahkemesi kararı usul ve yasaya uygun bulunmuş olmakla, davalı avukatının istinaf talebinin HMK’nın 353/(1)-b-1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerekmiş olup, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 15.10.2019 tarih ve 2015/802 Esas, 2019/1106 Karar sayılı kararı, usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan, davalı avukatının bu karara karşı yapmış olduğu istinaf kanun yoluna başvurusunun, 6100 sayılı HMK’nın 353/(1)-b-1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Davalı avukatının istinaf başvurusunun reddine karar verilmiş olması nedeniyle, alınması gerekli 5.851,34 TL istinaf karar ve ilam harcından, peşin alınan toplam 1.462,84 TL harcın mahsubu ile kalan 4.388,50 TL harç bedelinin davalıdan alınarak, Hazine’ye gelir kaydına,
3-Davalı tarafından yatırılan 121,30 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcı ile istinaf kanun yolu giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Kararın, ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK’nın 362/(1)-a maddesi uyarınca dava değeri itibarıyla kesin olmak üzere 22.03.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.