Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi 2021/1959 E. 2022/1406 K. 06.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
11. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/1959
KARAR NO : 2022/1406

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 02.06.2021
NUMARASI : 2019/27 E.. 2021/517 K.
DAVANIN KONUSU : Alacak
KARAR TARİHİ : 06.10.2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 06.10.2022

İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 02.06.2021 tarih 2019/27 E. 2021/517 K. sayılı kararın Dairemizce incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, üye … tarafından düzenlenen rapor dinlenip ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA : Davacı vekili, serbest avukat olan müvekkilinin dava dışı … ‘nin vekili iken, 25.09.2014 tarihli azilname ile vekillikten haksız olarak azledildiğini, haksız azil nedeniyle dava dışı şirket aleyhine Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2015/435 E. sayılı dosyasında vekalet ücreti alacağına ilişkin dava açtıklarını, dava sırasında tüm tebligatların davalı … ‘nin de adresi olarak kullanılan ve aslen davalı …’nun babasına ait dava dışı …’na ait muhasebe bürosuna yapıldığını, yargılama sonucunda 35.365,14 TL vekalet ücreti alacağının yasal faizi ile birlikte dava dışı …’den tahsiline karar verildiğini, kararın kesinleştiğini, İstanbul 31. İcra Müdürlüğü’nün 2017/9428 E. dosyası ile takibe konulduğunu, ödeme emrinin dava dışı şirkete tebliğ edilememesi üzerine ticaret sicil kayıtlarından araştırma yapıldığında şirketin feshine karar verilerek sicilden terkin edildiğinin, dava devam ederken tasfiye işlemlerine de devam edildiğinin anlaşıldığını, yine şirketin son ortağı ve yönetici davalı … ile babası dava dışı …’nun aynı adreste davalı … adı ile başka bir şirket kurduklarının ve tasfiye edilen borçlu şirket ile aynı müşteriler ve aynı iş kolu ile faaliyetlerine devam ettiklerinin tespit edildiğini, her iki şirketin davalı Tanık … ve dava dışı …’nun tasfiye edilen borçlu şirket … şirketinin ortağı olduklarını ve her iki şirketin yöneticisinin de davalı … olduğunu, her iki şirketin adresinin de aynı olduğunu ve aynı zamanda dava dışı …’nun muhasebe bürosu olarak kullanılan adresin kullanıldığını, iki şirketin ünvanları ayrı olmasına rağmen gerçekte tek ve aynı olduklarını, önceki şirket borçlarından kurtulmak için yeni şirket açılışı yaparak borçlu şirketi tasfiye eden her iki şirketin yöneticisi …’nun da şirket mal varlığı ve şahsi mal varlığının birleşmesi ve karışması, şirketi haksız feshederek davacının zararına neden olması gibi sebepler ile TMK’nun 2. maddesi uyarınca sorumlu olduklarını iddia ederek, İstanbul 31. İcra Müdürlüğü’nün 2017/9428 E. sayılı dosyası borcundan davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmalarına ve dosya borcunu davacıya ödemelerine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalılar vekili, davacının bir süre hem müvekkili …’nun, hem de dava dışı … ‘nin avukatlığını yaptığını, taraflar arasında akrabalık ilişkisi bulunduğunu, müvekkili şirketin davalı müvekkili … ve dava dışı … tarafından 22.10.2013 tarihinde kurulduğunu, dava dışı … ‘nin tasfiye olduğunu ve şirketin hiçbir borcunun bulunmadığını, her iki şirketin faaliyet alanlarının farklı olduğunu, … ‘nin 23.11.2015 tarihinde re’sen sicilden terkin ettirildiğini, dava konusu Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 2015/435 E. açılan davanın dava dışı…. ve davalı … tarafından bilinmediğini, cevap dahi verilemediğini, kararın yoklukta verildiğini, bu davadan İzmir 1. Tüketici Mahkemesi’nin 2017/69 E. sayılı dava dosyası sırasında haberdar olunduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DAİREMİZİN KALDIRMA KARARINDAN ÖNCEKİ İLK DERECE MAHKEMESİ KARAR ÖZETİ : İlk derece mahkemesince, davanın Bakırköy 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/435 Esas, 2016/568 Karar sayılı dosyasında hüküm altına alınan ve İstanbul 31. İcra Müdürlüğünün 2017/9428 Sayılı dosyasında takibe konu edilen borçtan davalıların perdenin aralanması-kaldırılması yolu ile davalıların sorumlu olduğundan bahisle açıldığı, davanın dayanağının vekalet ücreti alacağı olduğu, TTK 4. madde kapsamında davanın ticari dava olmadığı, mahkemenin görevsiz olduğu, görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemeleri olduğu gerekçesiyle dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Karara karşı davacı vekilince istinaf yoluna başvurulmuştur.
DAİREMİZİN KALDIRMA KARARI : Dairemizin 24.12.2018 tarihli 2018/2354 E. 2018/1487 K. Sayılı kararı ile uyuşmazlığın, davalı şirketin mahkeme ilamı ile hüküm altına alınan davacının vekalet ücreti alacağının bulunduğu dava dışı şirketin organizasyon ve ortak yapısı bakımından devamı niteliğinde olup olmadığı noktasında toplandığı, bu durumun TTK’da düzenlenen şirketler hukukunu ilgilendirdiğinden bu çerçevede bir inceleme yapılmasını gerektirdiği, davanın TTK’nın 4. maddesi anlamında mutlak ticari dava niteliğinde olduğu, aynı yasanın 5. maddesi gereği uyuşmazlığı çözmekle görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemesi olduğu gerekçesiyle mahkeme kararının HMK’nın 353/1-a-3. maddesi uyarınca kaldırılmasına karar verilmiştir.
DAİREMİZİN KALDIRMA KARARI SONRASI İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : Mahkemece iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacının avukat olarak serbest meslek icra ettiği, dava dışı … ‘ni vekili olarak yargılamalarda temsil ettiği, bu şirket tarafından haksız olarak azledildiği, şirket aleyhinde Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/435 E. sayılı dosyasında vekalet ücreti alacağı talebinde bulunduğu, davanın kabul edildiği, ayrıca ilamda kendisi yararına yargılama gideri ile vekalet ücretine hükmedildiği, ilamın 15.03.2017 tarihinde kesinleştiği, bu ilama istinaden İstanbul 31. İcra Müdürlüğünün 2017/9428 E. sayılı dosyası ile takip başlattığı, takip sırasında söz konusu şirketin ticaret sicilinden terkin edildiğini öğrenildiği, tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisinin ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teori olduğu, mümkün olduğunca dar yorumlanması gerektiği, bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulması gerektiği, perdenin düz aralanmasında şirketin borcu için şirkete ilave olarak ortakların da borçtan sorumlu tutulduğu, perdenin çapraz aralanmasında ise borçlu şirketin yanında aynı ana şirkete bağlı bir kardeş şirketin sorumluluğunun gündeme geldiği, perdenin çapraz aralanmasında sadece ana ve kardeş şirket için değil, aynı zamanda grup veya holding sistemi içinde yer alan kardeş şirketler arasında da söz konusu olabildiği, davacının iş bu davada davalı … yönünden tüzel kişilik perdesinin düz aralanması, diğer davalı … yönünden ise tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması talebinde bulunduğu, davacının iş bu davayı açabilmesi için öncelikle usulüne uygun olarak alacağının varlığını ve hukuki yararını ispat etmesi gerektiği, davacının davaya konu alacağının Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30/12/2016 tarihli kararına dayandığı, dava dışı … ‘nin ise 19/12/2016 tarihinde tasfiye sonunda ticaret sicilinden terkin edildiği, hal böyle iken davacının iş bu davaya dayanak alacağının konu olduğu ilam tarihinde dava dışı … ‘nin tüzel kişiliğinin bulunmadığı, söz konusu ilama konu yargılamada taraf teşkili sağlanmaksızın hüküm kurulduğu ve ilamın usulsüz şekilde kesinleştirildiği, bu sebeple mahkememizce davacının geçerli ve usulüne uygun kesinleşmiş bir alacağı bulunmadığından iş bu davayı açmada hukuki yararının bulunmadığı kanaatine varıldığı, bir an için aksi düşünülse ve davacının hukuki yararının bulunduğu kabul edilse bile, dava dışı … ‘nin 2016 yılında ticaret sicilinden terkin edildiği, davalı şirketin ise 2013 yılında kurulduğu, yine mahkememizce yapılan bilirkişi incelemesine göre, davalı şirket ile dava dışı … arasında iktisadi özdeşlikten bahsedilemeyeceği, yani davalı şirket ile dava dışı … ve ortaklarının, alanlarının organizasyon ve malvarlıklarının birbirine karışması, ortağın kendi fiil ve işlemleriyle üçüncü kişilere karşı sanki tüzel kişilik ile kendisi arasında bir ayrım yokmuşçasına işlemler yapması ya da ortağın kendi malvarlığı ile şirketin malvarlığı birmiş gibi davranması, yetersiz sermaye ile faaliyete devam etmesi, şirketlerden birinin borca batırılması ya da içinin boşaltılıp iş alanının diğerine kaydırılması, özellikle şirket tüzel kişiliğinin bilinçli (kötü niyetli) olarak üçüncü kişileri zarara uğratması gibi hallerin söz konusu olmadığı, bu halde asıl borçlu dava dışı …. ‘nin tasfiyesinden 3 yıl önce kurulan davalı … ’nin asıl borçlu dava dışı şirketin alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla ve kötü niyetle kurulduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, yine tasfiye edilen asıl borçlu şirketin ortağı olan davalı … yönünden de bu kişinin şirketin alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla ve kötü niyetli hareket ettiğine dair davacının soyut iddiaları dışında somut herhangi bir delil bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karara karşı davacı vekilince istinaf yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ : Davacı vekili, mahkemenin gerekçeli kararında, dava dayanağı ilamın 30.12.2016 tarihinde verildiği, dava dışı şirketin ise 19.12.2016 tarihinde yani, karar verilmesinden 11 gün önce tasfiye olarak ticaret sicilden terkin edildiği, buna göre de taraf teşkilinin sağlanmadığı ve geçerli bir ilamın ve usulüne göre kesinleşmiş bir alacağın bulunmadığı ileri sürülmüşse de, söz konusu alacak davasının Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde 20.11.2014 tarihinde, yani henüz tasfiye işlemi başlamadan açıldığını, tasfiye işlemine dava açıldıktan ve tebligatlar yapılarak taraf teşkili sağlandıktan sonra başlandığını, davalı ve dava dışı her iki şirketin de tek ortağı, yöneticisi ve tasfiye memurunun davalı … olduğunu, hem davalı şirketin, hem dava dışı şirketin adreslerinin aynı yer olduğunu, tasfiye memuru olan ve her iki şirketin de ortağı olan davalı …’ın, şirket aleyhinde devam eden dava varken, mahkemeye bu konuda hiçbir bilgi vermeksizin ve davaya da cevap vermeksizin dava dışı şirketi tasfiye etmesinin kötü niyetli olduğunu gösterdiğini, davalı …’nun davacının takip ettiği davadan dolayı olan alacağını şirket kayıtlarına almak yerine uhdesinde tuttuğunu, davalı …’nun ve dava dışı şirketin vekalet ücreti ödemekten kurtulmak için 2014 yılı Eylül ayında davacıyı vekillikten azlettiklerini, davalı şirketin kurulduğu 2013 yılından 2016 yılına kadar kayda değer bir ticari faaliyet yürütmediğini, ancak tasfiyeden sonra ticari faaliyete giriştiğini, davalı ve dava dışı şirketlerin BA ve BS formlarının iki şirket arasındaki organik ilişkinin en önemli delili olduğunu, bu formlara göre davalı şirket ile dava dışı şirketin aynı kişi ve şirketler ile aynı işi yaptığını, avukatların müvekkilleri ile cari hesap usulü ile çalışmadıklarını, şirket ya da kişilerin ancak ödeme yaptıktan sonra bu ödemeyi ticari defterlerine yansıttıklarını, avukatlık ücretinin ticari deftere kayıtlı olmasının zorunlu olmadığını, dava dışı şirketin, müvekkilinin azledildiği dava dosyasına dayanan icra takibi dosyasından, azilden sonra 114.635,64 TL tahsil ettiği halde, bu alacakla vekalet ücreti borcunu ödememiş ve nakit varlık olan bu şirket alacağını davalı … ‘nun uhdesinde tuttuğunu, davalıların, davalı … kurduktan sonra, dava dışı şirketi hileli olarak tasfiye etmelerinden kaynaklanan güven nedeniyle bu davanın öncülü ve dayanağı Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesindeki ücret alacağı davasına cevap vermediklerini, alacak talebinden haberdarken ya alacağı depo etmek ya da tasfiyeye gitmemek zorunda olmalarına rağmen davalıların tasfiyeye gittiklerini, tüzel kişilik perdesinin çapraz kaldırılması için, kötü niyetin şart olmadığını, özdeşlik olmasının yeterli olduğunu belirterek kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE : Dava, davacı avukatın mahkeme ilamı ile hüküm altına alınan dava dışı şirketten olan vekalet ücretinin, davalı şirketin dava dışı şirketin devamı niteliğinde olduğu iddiasıyla tüzel kişilik perdesinin aralanması ve TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı gereği davalılardan tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dairemizce HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf nedenleriyle ve resen kamu düzenine ilişkin sebeplerle sınırlı olarak istinaf incelemesi yapılmıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.06.2022 tarih 2019/(19)11-149 E. 2022/894 K. Sayılı ilamında da belirtildiği üzere; tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teoridir. Bu teoriye ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı; istisnai bir teori olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Zira tüzel kişilik perdesinin aralanması, tüzel kişilerin borçlarından dolayı başkalarının sorumlu tutulamayacağı ilkesinin, özellikle şirketlerin sadece sermayeleri ile sorumlu olacakları ve tüzel kişilerin borçlarından dolayı ortakların sorumlu tutulamayacağı kuralının önemli bir istisnasını teşkil etmektedir (Çamoğlu, Ersin: Ticaret Ortaklıkları Bağlamında Perdenin Kaldırılması Kuramı ve Yargıtay Uygulaması, BATİDER, C. 32, S. 2, 2016, s. 12). Anlaşılacağı üzere tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi her somut olayın özelliği gözetilerek değerlendirilmeli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesi gereğince dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı gözetilerek tüzel kişiliğin alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla kullanılıp kullanılmadığı, tüzel kişiliği düzenleyen normların dışına çıkılıp çıkılmadığı incelenmelidir. Borçlu şirketin yanında aynı ana şirkete bağlı bir kardeş şirketin sorumluluğuna gidilebilmesi tüzel kişilik perdesinin aralanması suretiyle mümkün olabilmektedir. Bu durum sadece ana ve kardeş şirket için değil, aynı zamanda grup veya holding sistemi içinde yer alan kardeş şirketler arasında da söz konusu olabilmektedir. Tüzel kişilik perdesinin aralanması genellikle kardeş şirketler arasında söz konusu olduğundan, ana şirket ile kardeş şirket ve ortaklar arasındaki karmaşık ilişkiler zinciri net bir şekilde ortaya konulmalıdır. Bu noktada bu şirketlerin ekonomik anlamda bağımsız şirket vasfında olup olmadığının araştırılması büyük önem taşımaktadır. Çünkü kardeş  şirketler  arasında perdenin aralanması teorisine başvurabilmek için tek bir iktisadi işletmenin yürütüldüğü farklı faaliyetler için birbirinden bağımsız tüzel kişiliklerin kurulmuş olması gerekmektedir. Hukuken iki farklı tüzel kişilik gibi görünen bu şirketler aslında özdeştir, alacaklılardan mal kaçırmak ya da sorumluluktan kurtulmak amacıyla kötü niyetli olarak iki farklı tüzel kişilik gibi kurulmuştur. Ayrıca bunların üretim, pazarlama ve ihracat faaliyetleri birbirini tamamlayıcı nitelikte olup, şirketler aslında tek ve aynı iktisadi işletmeye vücut vermektedir (Öztek, Selçuk/Memiş, Tekin: Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketin Alacaklılarının Hakim Ortağa Karşı Korunması, E. Ulusoy (Editör), I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul 2008, s. 209).
Tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanmasına benzeyen bir başka kavram  organik  bağ  kavramıdır. Tüzel kişilik perdesinin aralanmasında olduğu gibi  organik  bağ  kavramında da bir tüzel kişinin borçlarından bir başka tüzel kişinin sorumluluğuna gidilmektedir. Bu hâliyle  organik  bağ  kavramının da kaynağını TMK’nın 2. Maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı oluşturmaktadır (Öztek/Memiş, s. 210). Ancak  organik  bağ  kavramı, tüzel kişilik perdesinin aralanmasına göre daha geniş bir anlama sahip olsa da organik bağın varlığı, tek başına tüzel kişilik perdesinin aralanmasını gerektirmemektedir. Başka bir deyişle  şirketler  arasında  organik  bağ  tespit edilse dâhi tüzel kişilik perdesinin aralanması ve alacağın perdenin arkasındakinden de istenebilmesi için sırf alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötü niyetli işlemler yapıldığının da somut verilerle ispatlanması gerekmektedir.
Şirketler  ortaklarının akraba olması tek başına şirketler arasında organik bağ  olduğunun kabulü veya tüzel kişilik perdesinin kaldırılması için yeterli olmadığı gibi şirketlerin aynı alanda faaliyet yürütüyor olması da organik bağ için yeterli değildir. Şirketler arasında organik bağ olup olmadığı; şirketlerin adreslerinin aynı olması, ortaklık yapılarının ve yönetim kurullarının benzer olması veya temsilcilerinin aynı olması, faaliyet alanları, hisse devirleri, muvazaalı işlemler gibi hususlar ve somut olayın özellikleri de gözetilerek tespit edilebilir. Ancak tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanmasında her iki şirketin faaliyet alanı, ortaklık yapısı, ortakları gibi konularda öyle büyük ve derin bir kesişme vardır ki; bu şirketlerle iş yapan kişiler nezdinde iktisadi bir bütünlük içerisinde tek bir şirketle iş yapılıyor algısı oluşmaktadır. Ayrıca üçüncü kişiler nezdinde uyandırılan bu algı neticesinde, ticaret yaparken güçlü bir yapıya sahip görüntüsü oluşturularak, şirketlerden birinin borca batırılması ya da içinin boşaltılıp iş alanının diğerine kaydırılması işlemleri tipik bir hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilmelidir.
Somut olayda, davalı …. ve dava dışı … ‘nin usulüne uygun tutulmuş ticari defterleri incelenerek düzenlenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamının incelenmesinde, dava dışı …. ‘nin 2006 yılında kurulduğu ve 2016 yılı başından itibaren ticari faaliyetini sona erdirerek tasfiye sürecine girdiği, dava dışı şirketin ticari defterlerinde davacı adına açılmış herhangi bir hesaba, hesap hareketine veya borç kaydına rastlanmadığı, şirketin tasfiye sürecine girdiği 2016 yılı sonu itibariyle herhangi bir borcunun kalmadığı, 2014 yılında dava dışı … tarafından davalı … adına 11.210,00 TL ve 5.605,00 TL olmak üzere toplam 16.815,00 TL tutarında iki adet fatura düzenlendiği, 2015 yılında ilgili hesabın sıfırlandığı, bu tarihten 2016 yılı sonuna kadar taraflar arasında herhangi bir ticari alışveriş ilişkisi bulunmadığı, davalı şirketin dava dışı …. ‘nin tasfiye sürecine girmesinden yaklaşık üç yıl önce kurulduğu, dava dışı … ‘nin feshine kadar verilerek sicilden terkin edildiği, aynı adreste 22.10.2013 tarihli Resmi Gazetede kuruluş ilanı yapılan davalı şirketin kurulduğu ve dava dışı …’nun %75, davalı …’nun ise %25 paya sahip olduğu, davalı şirket ve dava dışı …. ‘nin aynı adreste faaliyet gösterdiği, her iki şirketin müdürünün davalı … olduğu, tüzel kişilik perdesinin dürüstlük kuralına uygun olarak kullanılmadığı yönünde bir mali tespit yapılmamış olmakla birlikte, tüzel kişilik perdesinin çapraz kaldırılması için aranan iktisadi özdeşliğe ilişkin incelemede davalı şirket ile dava dışı …. ‘nin ortaklık yapısının, müdürlerinin ve merkez adresinin özdeş olduğu görüşü bildirilmiştir. Kardeş şirketler arasında perdenin aralanması teorisine başvurabilmek için tek bir iktisadi işletmenin yürütüldüğü farklı faaliyetler için birbirinden bağımsız tüzel kişiliklerin kurulmuş olması gerektiği gibi, hukuken iki farklı tüzel kişilik taşıyan bu şirketlerin aslında özdeş olması, alacaklılardan mal kaçırmak ya da sorumluluktan kurtulmak amacıyla kötü niyetli olarak iki farklı tüzel kişilik gibi kurulmuş olması gerektiğinden, her ne kadar davalı şirket ile dava dışı … ‘nin adreslerinin aynı olduğu, ortaklık yapılarının ve yöneticilerinin benzer olduğu tespit edilmiş, ayrıca davacı tarafın dayandığı BA ve BS formlarında her iki şirketin aynı kişi ve şirketlerle iş yaptığı iddia edilmekte ise de, az yukarıda değinilen Yargıtay HGK kararı ışığında tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması için her iki şirketin faaliyet alanı, ortaklık yapısı, ortakları gibi konularda bu şirketlerle iş yapan kişiler nezdinde iktisadi bir bütünlük içerisinde tek bir şirketle iş yapılıyor algısı oluşturacak nitelikte büyük ve derin bir kesişme bulunduğu kanıtlamadığından, ilk derece mahkemesince davanın reddine dair kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmamakta olup, davacı vekilinin istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir.
Bu durumda, istinaf kanun yoluna başvuranın dilekçesinde yer verdiği itirazların açıklanan gerekçe ışığında yerinde olmamasına, kararda kamu düzenine ilişkin bir aykırılık bulunmamasına, kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olmasına göre, duruşma açılmasına gerek görülmeyerek Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-1 maddesi gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
2-Davacı yönünden istinaf karar harcı olan 80,70 TL maktu harçtan, peşin alınan 59,30 TL harcın mahsubu ile bakiye 21,40 TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-İstinaf başvurusu nedeniyle davacının yaptığı giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, HMK’nın 362/1-a maddesi uyarınca miktar itibariyle kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.06.10.2022