Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi 2020/748 E. 2023/80 K. 19.01.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
11. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2020/748
KARAR NO : 2023/80

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 10.07.2019
NUMARASI : 2018/160 Esas 2019/126 Karar
DAVANIN KONUSU : Markaya Tecavüzün Men’i, Unvan Terkini
KARAR TARİHİ : 19.01.2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 19.01.2023

İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 10.07.2019 tarih 2018/160 Esas 2019/126 Karar sayılı kararın Dairemizce incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, üye … tarafından düzenlenen rapor dinlenip ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA : Davacı vekili, müvekkillerinin ”…” markasıyla tanınmış olduğunu, geniş bir ürün yelpazesi bulunduğunu, davalı firmanın ise; 2000-2016 döneminde bayii olarak ticari ilişki kurduğunu, Denizli bölgesinde bayilik üstendiğini, 31/01/2016 tarihinde bayilik ilişkinin fesih edildiğini, davalının buna rağmen ticari unvanında kılavuz sözcük kullandığını, uyarıya rağmen … işaretini kullanmaya devam ettiğini, kendisine verilen izni bayilik kapsamında verildiğini ve sonradan geri alındığını, 07/01/2000 tarihli bayilik sözleşmesinin davalı şirketin 29/12/1999 tarihinde korunmasından sonra imzaladığını, sicilde 06/01/2000 da ilan edildiğini, dolayısıyla davalının kötü niyetli olduğunu, müvekkillerinin ”…” seri markalarının bulunduğunu, davalının internet sitesinde reklam ve tanıtımlarında; ”…” ibaresini müvekkillerinin markalarına benzeterek renk seçimi, kaligrafi ile kullandığını, yanaşmaya çalıştığını, eylemlerinin ihlal olduğunu, haksız rekabet oluşturduğunu belirterek marka tecavüzü ve haksız rekabetinin durdurulmasını, bundan böyle önlenmesini, sicilden ticaret unvanın terkinini (değiştirilmesini) unvan kullanımının dürüstlüğe aykırı olduğunun tespiti ile yasaklanmasını ve ilan edilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP : Davalı vekili, öncelikle yetki itirazını ileri sürdüğünü, Denizli Mahkemelerinin yetkili olduğunu, esasen davacı iddialarının doğru olmadığını, davacılardan … A.Ş’nin adına tescilli marka olmadığından davanın adı geçen davalı yönünden husumet yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini, salt bayilik amacıyla kurulmadıklarını, kullanılan unvan veya reklam malzemelerinin bayilik yada davacı markasıyla ilgili olmadığını ve tecavüzde bulunulmadığını, davanın haksız ve kötü niyetli olduğunu ileri sürerek davanın reddini istediğini, ayrıca müvekkilinin 20 yıl önce kurulduğunu, o günden bu yana aynı unvan ve işaretleri kullanarak aynı sektörde faal olduğunu, 20 yıl sonra dava açılması nedeniyle zamanaşımı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : Mahkemece iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, taraf şirketleri arasında bir dönem devam eden bayilik ilişkisi bulunduğunun anlaşıldığını, marka sahibinin hukuki ilişki kurduğu bir şirkete, markasını belirli şartlarda kullanma yönünden hak verebileceği veya işin doğası gereği karşı yanın bu markayı kullanmasının dürüstlük kuralları çerçevesinde mümkün olacağının açık olduğunu, bununla birlikte bayilik ilişkisi bittiğinde, ilgiliye verilen kullanım haklarının da sona ereceğini, davacının tanınmış marka statüsü 14/02/1992’den beri mevcut olduğunu, ki bu tarih davalının ticaret unvan tescil tarihinden öncesine gittiğini, taraflar arasındaki hukuki ilişki, bayilik ilişkisi 21/12/2016 tarihli ihtarnameye konu olmuş bundan önce 21/10/2015 tarihli protokol ile hukuki ilişkinin karşılıklı anlaşılarak 31/01/2016’dan başlamak üzere fesh olduğunun kabul edildiğini, dolayısıyla 31/01/2016’dan itibaren davalının markasal kullanımları hak tecavüzü niteliğinde ve davacının hukuki ilişki devam ederken vermiş olduğu, kullanma iznini her zaman geri alabileceğinin tartışmasız olduğunu, SMK’nın 7. maddesi marka sahibine, 3. kişileri dışlayıcı, tekel mahiyetinde hak ve yetkiler sağladığını, davacı marka sahibi firmanın, markasının başka bir kişi tarafından kullanılmasına yazılı veya sözlü izin verebileceğini, bu kullanımın bir lisans sözleşmesi veya franchise sözleşmesine konu edilebileceğini, ayrıca, tamamen üstü örtülü bir onay dahi söz konusu olabileceğini, nitekim, davalı şirket kurulduktan 1 yıl sonra, 2000 yılından itibaren davacı ile ticari ilişkiye girildiğini, davacı firmanın aralarındaki hukuki ilişkiyi bitirmesi ile davalının “…” şeklindeki markasal kullanımları marka hakkına tecavüz oluşturduğunu, davalının bu tarz kullanımları, ticaret unvan kullanımlarını aştığını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin 2000 ila 2016 yılları arasında devam etmesi nedeniyle davalının kullanımlarının hukuka aykırı değilse de, ilişki bittikten sonra verilmiş olan onay kalktığından, kullanımlar hukuka aykırı hale geldiğini, bu yönden herhangi bir zamanaşımı veya hak düşümünün söz konusu olmadığını ve bugüne kadar aynı ticaret unvanıyla faaliyet gösterdiğini, öte yandan davacının, davalının bu ticaret unvanıyla kurulduğunu bilerek, hukuki ilişki kurduğunu ve kullanıma göz yumduğunu, davalının uzun yıllar davacı şirketin satış ve dağıtımını yapmış olmakla birlikte bağımsız firma olarak 1999’da kurulduğunu, sicil tasdiknamesinin kuruluşundan beri aynı unvan kılavuz sözcüğünün mevcut olduğunu gösterdiğini, davacı şirketin, sonradan bu şirkete bölgesel bayilik hakkı vermesi ve “…” ibaresini kullanmasına göz yumması bayilik hukuki ilişkisinin gereği olmuş ise de tacirin seçtiği ve tescillediği ticaret unvanı kullanması yasa gereği bir zorunlulukta oluşturduğunu, bununla birlikte, “…” ve “…” markalarının sahibi olan firma, artık kullanımlara son verilmesini, marka hakkına dayanarak istediğini, ticari ilişkinin doğası gereği, kullanıma ve unvan tesciline göz yumduğu süre bakımından davacı aleyhine bir hak kaybı kabul edilemeyeceğini, ticaret unvanı seçip kullanmak hak olduğu gibi, TTK 39. maddesi uyarınca, zorunluluk oluşturduğunu, bununla birlikte TTK’nın 52. maddesi de, üstün hak sahibi tarafa kendi ticaret unvan ve markası ile benzeyen veya örtüşen bir unvana karşı koyma, kullanımını yasaklatma ve eğer tescilli ise silinmesini ve tecavüzlü durumun giderilmesini isteme hakkını tanıdığını, dava açılana kadar, unvan işlevi ile gerçekleşen kullanımının engellenemeyeceğinin anlaşıldığını, davacı tarafın bayilik ilişkisini başlatmasıyla 06/01/2000’den itibaren markasal kullanıma ve unvan kullanımına izin vermesi sayesinde ilişki devam ettiği sürece ticaret unvanı ve fiili marka kullanımının devam ettiğini, bununla birlikte davalı tüzel kişilik bağımsız bir yönetime sahip olduğundan TTK’dan kaynaklanan unvan kullanımı görevi ile de yükümlü olduğunu, bununla birlikte davacı tarafın tescilli markalarıyla aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer ticaret unvanı seçimine ve kullanımına bayilik ilişkisi nedeniyle önce onay verdiğini, bu halin sessiz kalma yoluyla hak kaybına neden olup olmayacağı üzerinde durulması gerektiğini, burada davalı tarafın ticaret unvan kılavuz sözcüğü olarak “…” ibaresini seçtiği sabit olup, davacı tarafın bilgisi dahilinde bulunduğunu, davacının tanınmış gıda markası sahibi olarak, gıda ürünlerine bölgesel dağıtımı için sözleşme yaptığı şirketin adına ve isim kullanımına ticari işin doğası gereği onay verdiğinden, bir sessiz kalma söz konusu olmadığı, söz konusu durum ve kullanım tarafların karşılıklı menfaati kapsamında meşru nitelik taşıdığını, bu süre boyunca hak düşümü süresinin işlemiş sayılamayacağını, diğer deyimle bayilik ilişkisinin fesih edildiği, tarafların üzerinde uzlaştığı 31/12/2016’dan itibaren göz yumma halinin hak düşüm süresini işleteceğini, davanın ise 08/06/2018’de açıldığından, hak düşüm gerçekleşmediğini, marka hakkına tecavüz ve unvan terkini talepleri kanıtlandığından davanın kabulü ile, davalının “…” ibaresini diğer unvan sözcüklerine göre ayırt ederek, vurgulamak suretiyle markasal kullanmasını, marka hakkına tecavüz oluşturduğuna, haksız rekabet olduğunun tespitine, bundan böyle önlenmesine, ticaret unvanının kullanımının haksızlığının tespiti yasaklanması ve terkinine (unvanın kılavuz sözcüğün “…” kısmının terkinine), karar kesinleştiğinde hüküm özetinin ulusal çapta yayın yapan gazetede giderleri davalıya yüklenerek ilan edilmesine, ilan için kararın kesinleşmesinden itibaren 3 ay içerisinde başvuru gerektiğini, 3 ay içerisinde başvurulmadığı takdirde ilan hakkını düşeceğine karar verilmiştir.
Karara karşı davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ : Davalı vekili, “…” ibaresine diğer unvan sözcüklerine göre ayırt ederek vurgulamak suretiyle markasal kullanılmasını, marka hakkına tecavüz oluşturduğuna, haksız rekabet olduğunun tespitine ve önlenmesine karar verilmesinin hukuka aykırı olup, marka hakkına tecavüz koşullarının oluşmadığını, davalı şirketin fiilen gıda sektöründe faaliyetlerini durdurduğunu, delil listesinde belirtmiş oldukları delillerin toplanmaksızın eksik incelemeyle karar verildiğini, davanın zamanaşımına uğradığını, zira davalı şirketin 1999 yılından itibaren faaliyetlerine devam ettiğini, davalı şirketin sadece davalı ile iş ilişkisi için kurulmuş bir şirket olmadığını, esasen birçok markalı ürünün bayiliğini yaptığını, davacı şirketin üretim yapmakta iken davalı şirketin üretim yapmayıp sadece dağıtım yaptığını, davacı şirketin gıda ile faaliyet gösterdiği halde davalı şirketin gıda ve temizlik maddeleri alanında faaliyet gösterdiğini, savunmalarının bu nedenle dikkate alınmadan karar verildiğini, unvan değişikliğinin davalının yıllarını vererek edindiği itibar ve prestijin kaybına neden olacağından hakkaniyete uygun olmadığını istinaf nedenleri olarak ileri sürmekle kararın kaldırılmasını istemiştir.
GEREKÇE : Dava, marka ihlali ve ticaret unvan terkini istemine ilişkin olup, ilk derece mahkemesince yukarıda yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dairemizce HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf nedenleriyle ve resen kamu düzenine ilişkin sebeplerle sınırlı olarak istinaf incelemesi yapılmıştır.
Dosyada yapılan tetkikte davacı firmanın “…” unsurlu çok sayıda markasının olduğu, 2004/10216 nolu markasının 5, 16, 21, 35, 41. sınıflarda “…” ibaresiyle kayıtlı bulunduğu, davacının 2011/40770 nolu markasının ise 5, 29, 30, 35, 38, 41.sınıflarda ” …” ibaresiyle kayıtlı olduğu, markanın birçok gıda ürünü bakımından, üretim ve satış hakları sağlamakta olduğu, davacının 1997/017503 sayılı “… …” markasının 5,16,29,30 ve 31.sınıflarda hak sağladığını anlaşıldığı, davalı şirketin ise 29/12/1999’da kurulduğu ve Denizli Ticaret Sicilinde kayıtlı bulunduğu, davacı şirketin ilk tescilinin 21/03/1973 tarihli olduğu, davalı şirketin gıda maddeleri, toptan perakende, pazarlama komisyonculuğu alanlarından faal olmak üzere kurulduğu, tarafların ticari faaliyet alanlarının örtüştüğü, davalı şirketin ticaret unvanı kılavuz sözcüğünü markasal kullanmasının davacı emtiası karşısında marka hakkına tecavüz ve iltibas oluşturduğunun anlaşıldığı, bu bağlamda SMK’nın 7/2-b-c şartlarının gerçekleştiği anlaşılmıştır.
Mahkemece taraf delillerinin toplanılmak suretiyle dosya üzerinden bilirkişi raporu alındığı, uzman bilirkişi tarafından dosyaya ibraz edilen 07.03.2019 tarihli bilirkişi raporunda markasal kullanımların resmedilmek suretiyle Sınai Mülkiyet Kanunu’na göre koruma sağlayan belgelerin ve markaya ilişkin belge ve bilgilerin irdelenerek Ticaret Sicil Müdürlüğü’ndeki kayıtların incelenmek suretiyle tanzim edilen raporun hükme esas almaya elverişli ve yeterli içerikte bulunduğu, bu bağlamda marka sahibi davacı şirket ile davalı şirketin ana sözleşmelerine göre, faaliyet alanlarının aynı olduğu, davacı marka sahibinin 1997/017503 ve 2011/40779 numaralı markaların emtiasının bu kapsamda aynı olduğu, davacının “…” tanınmış markası ile ilgili olarak SMK m.7/2-c kapsamında, mal ve hizmetler açısından ayniyet, benzerlik veya farklılık olmasına bakılmayacağı, emtia benzerliği bulunan davacı marka sahibinin 1997/017503 ve 2011/40779 numaralı markaları ile davalının kullanımlarının, görsel, işitsel ve genel intiba olarak benzer olduğu, markanın kullanıldığı ürünlerin ortalama alıcıları nezdinde davacı markaları ile davalı kullanımları arasında halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimalinin bulunduğu, davacının tanınmış marka statüsünde olan “…” açısından da, davalı şirketin haklı bir sebep olmaksızın yapmış olduğu kullanımlarının davacı markasının itibarından haksız bir yarar elde edecek veya ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikte olduğu, davacının 1997/017503 numaralı markasının başvuru tarihi 19.11.1997 ve “…” ibaresine tanınmış marka statüsünün verilme tarihi 14.02.1992 olup davalının ticaret ünvanının tescil tarihinden öncesine ilişkin olduğu, davalının ticaret ünvanının çekirdek unsurunun “…” ibaresi olduğu ve davacının markalarının esas unsurunun “…” ibaresi olduğu, davalının ticaret ünvanındaki “…” ibaresiyle, davacının markaları arasında görsel, işitsel ve genel intiba olarak benzerlik bulunduğu, marka sahibi davacı şirket ile davalı şirketin ana sözleşmelerine göre faaliyet alanlarının aynı olduğu ve davacı marka sahibinin 1997/017503 numaralı markasının emtiasının bu kapsamda aynı olduğu, davacının “…” tanınmış markası ile ilgili olarak, SMK m.7/2-c kapsamında mal ve hizmetler açısından ayniyet, benzerlik veya farklılık olmasına bakılmayacağı, davalının “… Şti.” ticaret ünvanını davacının bayilik sözleşmesinin akdi amacıyla ve bu sözleşmenin akdinden sonra sözleşmenin ifası süresince kullanılmasına rıza göstermiş olduğunun kabulünün gerekeceği, bu rızanın fesih protokolünün imzalandığı 21.12.2016 tarihinde davalı şirkete yöneltilen “…” markasının ve unvanını kullanılmasına muvafakat etmediklerini bildirmesi karşısında davacı marka sahibi şirketin davalının kullanımına katlanması gerekliliğinden söz edilemeyeceği değerlendirilmiştir.
Davacı ve davalı şirketler arasında bir dönem devam eden bayilik ilişkisi bulunduğu, marka sahibinin hukuki ilişki kurduğu bir şirkete, markasını belirli şartlarda kullanma yönünden hak verebileceği veya işin doğası gereği karşı yanın bu markayı kullanmasının dürüstlük kuralları çerçevesinde mümkün olacağı, bununla birlikte bayilik ilişkisi bittiğinde, ilgiliye verilen kullanım haklarının da sona ermesinin beklenebileceği, davacının tanınmış marka statüsünün 14/02/1992’den beri mevcut olduğu, bayilik ilişkisinin 21/12/2016 tarihli ihtarnameye konu edilereke 21/10/2015 tarihli protokol ile hukuki ilişkinin karşılıklı anlaşılarak 31/01/2016’dan başlamak üzere fesholunduğunun kabul edildiği, bu nedenle 31/01/2016 tarihinden itibaren davalının markasal kullanımlarının hak tecavüzü niteliğinde olduğunun kabulünde herhangi bir isabetsizlik görülmemiş, davalı vekilinin bu yöndeki istinaf istemleri yerinde görülmemiştir.
Uzun süreli sessiz kalma suretiyle hak kaybı TTK’ da düzenlenmemiştir. Bu durum Yargıtay 11. HD uygulaması ile hukukumuza yerleşmiş olup, yasal dayanağı da TMK’nın 2. maddesidir. Sessiz kalma yolu ile hak kaybının oluşması için öncelik hakkı sahibinin kullanımdan haberdar olması gerekmekte ise de sessiz kalmanın kaç yıl sonra hak kaybına yol açacağı ile ilgili kesin bir süre vermek mümkün değildir. Burada önemli olan öncelik hakkı sahibinin sonraki kullanıma bir süre katlanmış olmasıdır. Bu itibarla bu sürenin belirlenmesinde somut olayın özelliklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu sürenin belirlenmesinde de esas alınacak olan dürüstlük kuralıdır. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilirken, öncelik hakkı sahibinin sonraki tescil veya kullanımdan haberdar olduktan sonra izlediği yol ve sergilediği tavır önemlidir. Somut olayda, 21.10.2015 tarihli taraflar arasındaki protokol ile hukuki ilişkinin karşılıklı anlaşılarak 31.01.2016 tarihinden başlamak üzere fesh olunduğu, davanın 08.06.2018 tarihinde açılmış olduğu hususu birlikte değerlendirildiğinde davacının davalının ünvanın terkinini isteme hakkının mevcut olduğu, bu durumun TMK.nın 2. maddesine aykırılık da teşkil etmediği sonucuna varılmakla; mahkemece verilen terkin kararında bir isabetsizlik bulunmamış, davalı vekilinin bu husustaki istinaf itirazları da yerinde görülmemiştir.
Bu durumda, istinaf kanun yoluna başvuranın dilekçesinde yer verdiği itirazların açıklanan gerekçe ışığında yerinde olmamasına, kararda kamu düzenine ilişkin bir aykırılık bulunmamasına, kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olmasına göre, duruşma açılmasına gerek görülmeyerek Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-1 maddesi gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
2-Davalı yönünden istinaf karar harcı olan 179,90 TL’den peşin alınan 44,40 TL’nin mahsubu ile eksik kalan 125,50 TL’nin davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3-İstinaf başvurusu nedeni ile davalının yaptığı giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde Yargıtay ilgili Hukuk Dairesinde temyiz yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 19.01.2023