Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
11. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2020/639
KARAR NO : 2023/104
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KARŞIYAKA ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 02.12.2019
NUMARASI : 2016/685 E. 2019/740 K.
BİRLEŞEN KARŞIYAKA ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN 2018/258 E.
2019/143 K. SAYILI DOSYASINDA
ASIL VE BİRLEŞEN DAVADA
DAVANIN KONUSU : İtirazın İptali
KARAR TARİHİ : 20.01.2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 20.01.2023
Taraflar arasındaki davadan dolayı Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 02.12.2019 gün ve 2016/685 E. 2019/740 K. sayılı hükmün istinaf yoluyla Dairemizce incelenmesi asıl ve birleşen davada davacı vekili ile asıl ve birleşen davada davalılar vekili tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için üye … tarafından düzenlenen rapor dinlenip ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
ASIL DAVA : Davacı vekili, davacının … Şti’nin % 60 hissedarı olduğunu, şirket ortaklığının yanında uzun yıllar boyunca şirketin mali müşavirlik görevini de ifa ettiğini, şirketin % 40 hissedarı olan davalı ile aralarında düzenlenen sözleşme ile hissesinin tamamını davalıya devredilmesi hususunda anlaşamaya varıldığını, hisse devrini gerçekleştirilmesine rağmen davalının kararlaştırılan aracın mülkiyetini devretme yükümlülüğünü yerine getirmediğini belirterek; belirsiz alacak davası olarak, protokol tarihi itibariyle aracın piyasa değerinin ve kredi borcunun tespit ile bakiye kısmının davacıya ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
ASIL DAVADA CEVAP: davalı vekili, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını, aracın davalının bilgisi dışında davacının şirketteki mevcut görev ve yetkilerini kötüye kullanmak suretiyle alındığını, bu konuda suç duyurusunda bulunduklarını, davalının hisselerini devretmek istediğini, taraflar arasında hisse devir protokolü imzalandığını, davacının dürüstlük kuralına uygun davranmadığını, şirketi zarara uğrattığını, davalının iradesi fesata uğratılmak suretiyle ibraname imzalatıldığını, protokol gereğince teslim edilmesi gereken şirkete ait tüm defter ve evrakların teslim edilmediğini, aracın borcunun ödenmediğini, ödenen taksitlerinde de şirket tarafından ödendiğini, davacının protokoldeki yükümlülüklerine uymadığını, belirterek; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
BİRLEŞEN DAVA : Davacı vekili, davalı şirketin kullandığı krediye kefil olduğunu, borcun süresinde ödemesi üzerine toplam 3.218,40-TL borcun kefil sıfatı ile davacı tarafından ödendiğini, ödenen miktarın davalıdan tahsili istemi ile yapılan takibe davalının haksız yere itiraz ettiğini, belirterek; itirazın iptaline takibin devamına ve inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
BİRLEŞEN DAVADA CEVAP : davalı vekili, davacının şirketin % 60 hissedarı ve mali müşaviri olduğunu, şirket müdürünün tüm yetkilerini vekaleten kullandığını, diğer şirket ortaklarının bilgi ve onayı dışında dava konusu kredi sözleşmesini şirket yetkilisi ve kefil olarak imzalayarak dava konusu aracın satın aldığını, aracın davacının eşinin özel kullanımına tahsis edildiğini, kefil sıfatı ile yapılan ödeme iddiasının doğru olmadığını, belirterek; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : Mahkemece iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, asıl ve birleşik davacının davalı … Şti’nde hissedar ve ortak olduğu, hisse devir protokolü yapıldığı, hisse devir protokolü uyarınca …’in % 60 hissesini…’a vermeyi kabul ve taahhüt ettiği, karşılığında …’ın 16.500,00-TL ödeme yapacağı ve şirket adına kayıtlı olan … plakalı aracın da …’e tesliminin kararlaştırıldığı, protokol uyarınca 16.500,00-TL’nin davacı …’e nakit olarak verildiği, davaya konu araç devrinin ise yapılmadığı, aracın şirket tarafından dava dışı şahsa satıldığı, araç kredisi için yapılan kredi geri ödemelerinin davacı tarafından ödendiği konusu ispatlanamadığından, aracın 26/01/2016 tarihi itibariyle rayiç değerinin 71.000,00-TL olduğunun ve güncel kredi borcunun 58.886,57-TL olduğunun tespitine, kalan bakiyesinin davalıdan tahsili isteminin reddine, birleşen davada; davacının kredi borcuna kefil olduğu, bilirkişi tarafından yapılan incelemede, kefil olarak yapmış olduğu ödemenin 3.167,30-TL olduğu, bu miktarı icra takibine koymakta haklı olduğundan itirazın iptali ile takibin devamına, alacak likit olmadığından tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
Karara karşı asıl ve birleşen davada davacı vekili ile asıl ve birleşen davada davalılar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ : Asıl ve birleşen davada davacı vekili, hisse devri sözleşmesi kapsamında davacının hissesini devretmesine rağmen davalının … plakalı aracın mülkiyetini devretme yükümlülüğünü yerine getirmediğini, aracın kredi borcunun davacı tarafından ödendiğinin ispat edilememesinin sonuca etkisi bulundurmadığını, birleşen davada icra inkar tazminatı koşullarının oluştuğunu, alacak likit olup davalının kötü niyetli olduğunu, dava değerini üzerinden davanın kabulüne karar verilmesine rağmen davalı lehine vekalet ücreti takdir edilemeyeceğini, belirterek; kararın kaldırmasını talep etmiştir.
Asıl ve birleşen davada davalılar vekili, taraflar arasında hisse devri sözleşmesi imzalandığını, davacının vergi dairesi ve banka hesabı şifreleri yanı sıra şirkete ait ticari defter – kayıtlarını da teslim etmediğini, bu nedenle haklı olarak davalı … ve diğer hissedarlar aracın mülkiyetinin devrinden imtina ettiğini, davacının vergi hukuku anlamındaki usulsüzlüklerinin yanı sıra şirkete ait ödendiği iddia edilen vergi borçlarının ödenmediğini ve yapılandırmaya konu edildiğini, diğer hissedarların muvafakati olmaksızın şirket kazançlarından şahsi harcama yaptığını, araç alımından davalının haberi olmadığını, kullanılan krediye davacının kefil olduğunu, aracın kredi taksitlerinin şirket tarafından ödendiğini, aracın davacının eşinin şahsi kullanımına tahsis edildiğini, davacının protokol hükümlerine riayet etmediğini, sözleşme öncesi görüşmelerde dürüstlük kuralına aykırı davrandığını, şirketi zarara uğrattığını, asıl davada dava red edilmesine rağmen tespit hükümü nedeniyle davacı lehine vekalet ücreti ve yargılama giderine hükmedilemeyeceğini, davacının asıl davada kısmen de olsa haklı çıkmadığını, davacı tarafından araç devralacağı için 2016 Şubat ve Mart aylarına ilişkin kredi taksitlerinin ödendiğini, şirketin kredi taksitlerini ödemede aczine düşmediğini, şirkete ya da kefil sıfatı ile davacıya hiçbir borç bildirimi yapılmadığını, davacının kefil sıfatı ile ödediğini iddia ettiği iki kredi taksit tutarını talep edemeyceğini, belirterek; kararın kaldırmasını talep etmiştir.
GEREKÇE : Asıl dava hisse devri sözleşmesi nedeniyle alacak, birleşen dava kefalet nedeniyle asile rücu istemine ilişkin olup, ilk derece mahkemesince yukarıda yazılı gerekçeyle asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Dairemizce HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf nedenleriyle ve resen kamu düzenine ilişkin sebeplerle sınırlı olarak istinaf incelemesi yapılmıştır.
6100 Sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun 341. maddesi uyarınca 2019 yılı için ilk derece mahkemeleri tarafından verilen miktar veya değeri 4.400,00-TL’yi geçmeyen malvarlığına ilişkin kararlar kesin olup, istinaf yoluna başvurulamaz. Kesinlik sınırı kamu düzenine ilişkin olup sınırın belirlenmesinde dava konusu alacağın değeri dikkate alınır. Eş söyleyişle alacak davalarında istinaf kesinlik sınırı belirlenirken, yalnız alacağın aslı yani asıl talep nazara alınır; faiz, icra tazminatı, ihtarname, delil tespiti ve yargılama gideri gibi giderler hesaba katılmaz. Birleşen dava dosyasında dava değeri 3.167,30-TL olup, anılan Kanun hükmü uyarınca istinaf sınırının altında kaldığından kararın istinafı kabil değildir. Bu nedenle, tarafların birleşen dava dosyasına yönelik istinaf dilekçesinin ayrı ayrı reddi gerekir.
Asıl davada; taraflar arasında düzenlenen hisse devri sözleşmesi ile davalının şirket nezdindeki % 60 hissesinin 16.500,00-TL nakit para ile şirket adına kayıtlı araç karşılığında davacıya devredileceği kararlaştırılmıştır. Protokol gereğince şirket hisselerinin tamamı davalıya devredilmiş, davalı tarafından da davacıya 16.500,00-TL ödeme yapılmıştır. Uyuşmazlık, şirket adına kayıtlı aracın devri noktasında toplanmaktadır. Zira, protokol ile hisse devri karşılığında şirket adına kayıtlı söz konusu aracın da davalı tarafından davacıya bila bedel devredileceği ve aracın mevcut kredi borçlarından da davacının sorumlu olduğu hüküm altına alınmıştır. Bilirkişi raporu ile aracın devir tarihindeki değerinin 71.000,00-TL, ödenmemiş kredi borcunun ise 55.788,57-TL olduğu tespit edilmiştir. Taraflarca ek bilirkişi raporuna itiraz edilmiş ise de İDM tarafından tarafların rapora itirazları hakkında bir değerlendirme yapılmaksızın tahkikat bitirilmiştir. Davalı, aracın bilgisi dışında alındığını, protokolde kararlaştırıldığı gibi şirket defterlerinin teslim edilmediğini ve şirketin borca batık hale getirildiği savunmaktadır. Ancak, 27.01.2016 tarihli ibraname ile davacının şirket müdürü ve mali müşavir olarak yaptığı işlemlerden dolayı davalı tarafından ibra edildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar davalı tarafından bu hususta iradesinin sakatlandığı ileri sürülmüş ise de bu savunması ispat edilememiştir.
Sözleşme hukukunda sözleşmeye bağlılık (Ahde Vefa-Pacta Sund Servanda) ve sözleşme serbestliği ilkeleri benimsenmiştir. Bu ilkeler çerçevesinde, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Başka bir anlatımla, sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, kural olarak borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Taraflar arasındaki hisse devri sözleşmesine göre, davacının asli ediminin hisse devrini yapmak, davalının asli ediminin ise, hisse devri karşılığı olan bedeli ödemektir. Davacı ana edimini yerine getirerek hisse devrini gerçekleştirmiş ise de davalı hisse devri karşılığı olarak belirlenen yükümlülüğünü tam olarak ifa etmemiştir. TBK’nın 97. maddesi çerçevesinde, kendi edimini tam olarak yerine getirmeyen davalı, sözleşmenin karşı tarafı olan davacıdan sözleşmede belirtilen diğer edimlerini yerine getirmesini talep edemeyeceğinden; davalı tarafın, davacının şirket defter ve kayıtlarının ibraz etmediğini ileri sürerek kendi ediminini yerine getirmekten kaçınması mümkün değildir. Zira, davacı ana edimini eksiksiz şekilde yerine getirmiştir. Bu nedenle, davacının ifayı eksiksiz talep etme hakkı bulunmaktadır. Lakin; sözleşme gereğince aracın mevcut kredi borçlarından davacı sorumlu tutulmuştur. Dolayısıyla, aracın davacıya devri için borçlarının ödenmiş olması gerekir. Ancak, davacının talebi aracın devrinden ziyade aracın protokol tarihindeki piyasa değeri ve kredi borcunun ayrı ayrı tespiti ile bakiye miktarın tahsiline ilişkindir. Bu itibarla, her ne kadar davacının protokol kapsamında aracı talep etmesi için aracın borcunu ödediğini ispat etmesi gerekir ise de aracın piyasa değeri ile kredi borcunundan arta kalan bakiye miktarı talep edebilmesi için aracın ödenmiş olması gerekmez. Araç kendinde kalan davalının, aracın piyasa değeri ile kredi borcunundan arta kalan bedel kadar davacı aleyhine zenginleşeceği için protokol kapsamında davacının aracın devrinden vazgeçip, aracın piyasa değeri ile kredi borcunundan arta kalan bakiye miktar yönünden davacıya karşı sorumluğu olduğunun kabulü gerekirken, aksi yönde varılan hukuki kabulde isabet görülmemiştir.
Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Hukukî yarar dava şartlarından olup davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bir davada, menfaat (hukukî yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukukî menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır. Bilindiği üzere mahkemeden istenen hukukî korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır. Eda davalarında bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken, inşai (yenilik doğuran) davalar ile var olan bir hukukî durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukukî durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukukî durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar. Tespit davaları ise bir hukukî ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup konusunu hukukî ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukukî ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukukî ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukukî yararının) bulunması gerekir. Bu sebeple, tespit davası ile istenen hukuki koruma eda davası ile tamamen elde edilebilecekse, o zaman davacının ayrı bir tespit davası açmakta hukuki yararı olamaz. Eldeki dava yönünden iddianın ileri sürülüş şekline göre davacının tespitini talep ettiği hususlar eda davası içerisinde belirlenebilecek olup ayrı bir tespit davasının konusu oluşturmamaktadır.
6100 sayılı HMK’nın 27. maddesine göre davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptir. Bu hak; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını,
mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir.7101 sayılı Kanun ile değişik 6102 sayılı TTK’nın 4/2. Maddesi gereğince miktar veya değeri beş yüz bin Türk lirasını geçmeyen ticari davalarda basit yargılama usulü uygulanacağı belirtilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 322. maddesine göre basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hallerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanacağı amirdir. HMK’nın 31. Maddesine göre hakim uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir. Yine belirsiz alacak davalarında HMK’nın 107/2. maddesine göre karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır. Bu itibarla, davacının talep sonucu tam olarak somutlaştırılması, tespit talepleri yönünden ayrı bir davası, bu dava yönünden hukuki yararı ve dolayısıyla dava şartının bulunup bulunmadığını tartışılması, belirsiz alacak davası olarak açılan eda davası yönünden de davacıya dava değerini belirleme imkanı tanınması gerekirken aksi şekilde karar verilmesi usul ve yasaya akırıdır.
Açıklanan tüm bu hukuki ve maddi vakıalar karşısında; İDM tarafından dava dilekçesindeki davacının tespit talepleri yönünden ayrı bir davası bulunup bulunmadığı usulüce sorulup davacının talebi netleştirildikten sonra, tarafların bilirkişi raporuna itirazları hususunda bir değerlendirme yapılarak, rapora itirazlar yerinde görülmez ise belirsiz alacak davası şekilde açılan asıl davada eda istemi yönünden alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin sağlanmasını müteakip usulüne uygun şekilde tahkikatın tamamlanması suretiyle, tespit ve eda istemleri yönünden oluşacak sonuca göre tarafların usuli kazanılmış haklar da gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve incelemeyle yazılı biçimde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu durumda, ilk derece mahkemesince uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış ve değerlendirilmemiş olması nedeniyle istinaf istemine konu karara yönelik denetim yapılması mümkün değildir. O halde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-6 maddesi uyarınca tarafların asıl davya yönelik istinaf başvurusunun esasa ilişkin hususlar incelenmeksizin kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, kaldırma kararının sebep ve şekline göre tarafların diğer istinaf taleplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir.
H Ü K Ü M :Yukarıda açıklanan nedenenlerle;
1-Birleşen dava yönünden tarafların istinaf başvurusunun kesinlik nedeniyle REDDİNE,
2-Asıl davada esas yönünden tarafların istinaf başvurularının HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca ayrı ayrı ESASA İLİŞKİN SEBEPLER İNCELENMEKSİZİN KABULÜNE,
3-Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 02.12.2019 gün ve 2016/685 E. 2019/740 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA,
4-Dairemizin kararına uygun şekilde yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın mahal mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
5-Kaldırma kararının sebep ve şekline göre sair istinaf itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
6-İstinaf yoluna başvuran tarafından yatırılan istinaf karar harcının istek halinde istinaf yoluna başvurana iadesine,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-6 maddesi gereğince kesin olmak üzere 20.01.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.