Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi 2020/2058 E. 2023/1245 K. 21.09.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
11. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2020/2058
KARAR NO : 2023/1245

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 31.12.2019
NUMARASI : 2018/575 Esas 2019/1505 Karar
DAVANIN KONUSU : İtirazın İptali
KARAR TARİHİ : 21.09.2023
KARAR YAZIM TARİHİ : 21.09.2023

Taraflar arasındaki davadan dolayı İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 31.12.2019 gün ve 2018/575 Esas 2019/1505 Karar sayılı hükmün istinaf yoluyla Dairemizce incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için üye … tarafından düzenlenen rapor dinlenip ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA : Davacı vekili, müvekkili banka ile dava dışı …. San. Tic. Ltd. Şti. Arasında genel kredi sözleşmesi imzalandığını, bu firmaya krediler açıldığını ve kullandırıldığını, davalının kredi sözleşmesini müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığını, kredi borçlarının zamanında ödenmemesi üzerine davalı borçluya 23.02.2015 tarihli ihtarname gönderildiğini, müvekkili banka alacağının 12.06.2015 tarihi itibariyle toplam 243.775,53 TL olduğunu, ihtarname keşide edilmiş olmasına rağmen alacağın ödenmemesi nedeniyle borcun sorumlusu ve müteselsil kefili olan davalı borçlu hakkında İzmir 27. İcra Müdürlüğü’nün 2017/7131 Esas (Eski Dosya No: 2015/8592 Esas) sayılı dosyasında tahsilde tekerrüre sebebiyet vermemek kaydıyla icra takibine başlandığı, davalının itirazı üzerine takibin durduğunu, davalının asıl borçlu şirket lehine verdiği iddia ettiği ipotek ile takip konusunun bir ilgisinin bulunmadığını iddia ederek, davalının icra takibine itirazının iptaline ve takibin devamına, %20’den az olmamak kaydıyla icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP : Davalı vekili, müvekkilinin usulüne uygun alınmış kefilliğinin bulunmadığını, kredi-kefalet sözleşmesinin düzenlendiği 01.03.2013 tarihinde yürürlükte olan 6098 Sayılı TBK’nın 583. maddesi çerçevesinde geçersiz olduğunu, müvekkilinin müteselsil kefil olarak kendi el yazılı beyanının bulunmadığını, kredi sözleşmesinin müvekkiline teslim edilmediğini, TBK’nın 586. maddesi şartlarının yerine getirmediğini, davacı alacaklının öncelikle asıl borçluya veya rehinin paraya çevirmesine başvurması ve şayet bu yolla alacağın tahsili mümkün olmaz ise bu takdirde kefile müracaat edilmesi gerektiğini, kefalet ilişkisinin evvelce verilen ipoteğin kaldırılması sureti ile sonlandırıldığını, müvekkilinin kredi kullananın sözleşmeyi imzalaması döneminde kefalet sözleşmesi yanında kendisine ait … ili, … İlçesi, … Mahallesi, … … Mevkii, … ada, … parseldeki taşınmazını da ipotek olarak verdiğini, ancak kredi kullananın krediyi ödemesinden sonra müvekkilinin davacı bankaya başvurarak müvekkilin taşınmazının üzerindeki ipoteğin kaldırıldığını, müvekkilinin kefil olmadığı sözleşmelerden doğan borçlardan sorumlu tutulmak istendiğini, müvekkilinin sadece 01.03.2013 tarihli kredi sözleşmesini imzaladığını, asıl borçlu şirketin çek yaprağı bedellerinden, kredi kartı borcundan, teminat bedellerinden ve benzeri borçlarından sorumlu olmadığını, talep edilen faizin haksız ve fahiş olduğunu, ihtarnamenin müvekkiline tebliğ edilmediğini, temerrüde düşmeyen müvekkilinden faiz talep edilemeyeceğini savunarak davanın reddine, asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatının davacıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : Mahkemece iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre davanın kısmen kabulüne, davalının icra takibine itirazının kısmen iptali ile 177.137,30 TL asıl alacak, 24.970,25 TL işlemiş temerrüt faizi ve %5 BMSV olmak üzere toplam 202.107,55 TL’lik alacağa yönelik itirazın iptali ile takibin 177.137,30 TL’lik asıl alacağa takip tarihinden itibaren, Kredili mevduat hesabı olan 9.314,35-TL’lik asıl alacağa yıllık %30,24 temerrüt faizi ve faizin %5 gider vergisi, 2.753,44-TL’lik kredi kartından kaynaklanan asıl alacağa yıllık %30,24 temerrüt faizi ve faizin %5 gider vergisi, 165.069,51 TL’lik diğer kredili ürünlerden kaynaklanan asıl alacağa yıllık %39 temerrüd faizi ve faizin %5 gider vergisi uygulanmak suretiyle devamına, hüküm altına alınan alacak likit ve hesaplanabilir olduğundan İİK 67/2 uyarınca %20 icra inkar tazminatı olan 40.421,51 TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacı banka haksız ve kötüniyetli olmadığından, reddedilen miktar yönünden şartları oluşmadığından, davalı lehine kötüniyet tazminatına karar verilmesine yer olmadığına, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Karara karşı davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ : Davalı vekili, müvekkilinin TBK’nın 583. maddesi gereğince müteselsil kefil olarak kendi el yazılı beyanının alınmadığından kefaletin geçersiz olduğunu, kredi sözleşmesinin müvekkiline teslim edilmediğini, TBK’nın 586. maddesi gereğince davacı alacaklının öncelikle asıl borçluya veya rehinin paraya çevrilmesi yoluna başvurması ve şayet bu yolla alacağın tahsili mümkün olmaz ise bu takdirde kefile müracaat etmesi gerektiğini, kefalet ilişkisinin daha önce verilen ipoteğin kaldırılması suretiyle sonlandırıldığını, müvekkilinin sözleşmenin imzalanması döneminde kefalet sözleşmesi yanında kendisine ait … ili, … İlçesi, … Mahallesi, … … Mevkii, … ada, … parseldeki taşınmazını ipotek olarak verdiğini, ancak kredi kullananın krediyi ödemesinden sonra müvekkilinin davacı bankaya başvurarak müvekkilinin taşınmazının üzerindeki ipoteğin kaldırıldığını, müvekkilinin kefil olmadığı sözleşmelerden doğan borçlardan sorumlu tutulmak istendiğini, müvekkilinin sadece 01.03.2013 tarihli kredi sözleşmesini imzaladığını, asıl borçlu şirketin çek yaprağı bedellerinden, kredi kartı borcundan, teminat bedellerinden ve benzeri borçlarından sorumlu olmadığını, ihtarnamenin müvekkiline tebliğ edilmediğini, temerrüde düşmeyen müvekkili aleyhine faize hükmedilmesinin hatalı olduğunu belirterek kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE : Dava, genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili amacıyla başlatılan icra takibine itirazın iptali ve icra inkar tazminatı istemine ilişkin olup, ilk derece mahkemesince yukarıda yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dairemizce HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf nedenleriyle ve resen kamu düzenine ilişkin sebeplerle sınırlı olarak istinaf incelemesi yapılmıştır.
HMK’nın 27. maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir. Bu hak; yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirilmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir. HMK’nın 297. maddesinde kararın kapsayacağı hususlar ayrıntılı biçimde belirtilmiş olup, bu maddenin 1. fıkrasının 3. bendine göre; mahkeme kararlarında iki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşmadıkları hususlar, çekişmeli konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması, ret ve üstün tutulma nedenleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebebin açıkça gösterilmesi zorunludur. Yine, HMK’nın 298/2 maddesine göre; gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı da olamaz.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa’nın 36. maddesine “adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (AYM, Birinci Bölüm, Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017,).
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir, Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz (AYM, Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013). Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Yargılama sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi hak ihlaline neden olabilecektir. Bir davada tarafların hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması gerekçeli karar hakkı yönünden zorunludur.(Anayasa Mahkemesi, Sencer Başat ve diğerleri, B. No: 2013/7800, 18/6/2014)
Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur. Ayrıca, karar aleyhine yasa yollarına başvurulduğunda kanun yolu incelemesi sırasında gerekçe sayesinde kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığı denetlenebilir. Diğer bir anlatımla, kanun yolu incelemesi ancak bir kararın gerekçe taşıması halinde mümkün olabilir. Dolayısıyla gerekçe, bir hükmün olmazsa olmaz unsurudur. Nitekim, 07.06.1976 gün ve 3/4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin, ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği, yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
Somut uyuşmazlıkta dava, genel kredi sözleşmesi kapsamında davacı banka alacağının davalı kefilden tahsili amacıyla başlatılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkin olup, ilk derece mahkemesince çekişmeli vakıalar hakkında toplanan deliller tartışılıp değerlendirilmeksizin ve hüküm sonucuna nasıl ulaşıldığı açıklanmaksızın, “usul, yasa ve mevzuata uygun karar vermemize dayanak teşkil eden rapor doğrultusunda” şeklindeki gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararda hiç ya da yeterli gerekçeye yer verilmemesi veya gerekçenin kendi içinde çelişir olması halinde istinaf incelemesi yapılabilecek usulüne uygun bir karar bulunmadığı için delillerin hiç değerlendirilmemiş olduğunun kabulü gerekir. Denetime elverişli usulün aradığı niteliklere haiz bir kararın bulunması istinaf incelemesinin yapılabilmesinin ön şartı olup, bu nitelikte olmayan bir kararla ilgili olarak istinaf denetim ve yargılaması yapılarak bir hüküm verilmesi de mümkün değildir.
Mahkemenin kabulüne göre de; Türk Borçlar Kanunu’nun 583. maddesinde “Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Somut olayda davalı vekili cevap dilekçesinde ve istinaf dilekçesinde müvekkilinin 01.03.2013 tarihli genel kredi sözleşmesinde müteselsil kefil olarak yükümlülük altına girdiğine dair kendi el yazısıyla yazılmış bir beyanının bulunmadığını, bu nedenle sözleşmenin geçerli olmadığını savunmuştur. Mahkemece, öncelikle davalı tarafa bu savunması açıklattırılarak, açıkça yazı inkarında bulunulması halinde 01.03.2013 tarihli genel kredi sözleşmesinde davalının kefaletine dair bölümdeki yazıların davalının eli ürünü olup olmadığı tespit edilmek suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
Bu durumda, ilk derece mahkemesince uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin değerlendirilmemiş olması nedeniyle istinaf istemine konu karara yönelik denetim yapılması mümkün değildir. O halde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-6 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esasa ilişkin hususlar incelenmeksizin kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve kaldırma kararının sebep ve şekline göre sair istinaf itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir.
H Ü K Ü M :Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca ESASA İLİŞKİN SEBEPLER İNCELENMEKSİZİN KABULÜNE,
2-İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 31.12.2019 tarih 2018/575 Esas 2019/1505 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3-Dairemizin kararına uygun şekilde yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın mahal mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
4-Kaldırma kararının sebep ve şekline göre sair istinaf itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
5-İstinaf yoluna başvuran tarafından yatırılan istinaf karar harcının istek halinde kendisine iadesine,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-6 maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 21.09.2023