Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi 2018/2409 E. 2021/1230 K. 21.10.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
11. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/2409
KARAR NO : 2021/1230
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İZMİR 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 28/06/2018
NUMARASI : 2015/258 Esas 2018/792 Karar
DAVANIN KONUSU : Tazminat
KARAR TARİHİ : 21.10.2021
KARAR YAZIM TARİHİ : 21.10.2021

İzmir 4.Asliye Ticaret Mahkemesinin 28.06.2018 tarih 2015/258 Esas 2018/792 Karar sayılı kararın Dairemizce incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, üye … tarafından düzenlenen rapor dinlenip, dosya içerisindeki tüm belgeler okunup, incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA : Davacı vekili, davalı şirket tarafından zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalanan … plakalı aracın, müvekkiline ait … plakalı araca 04.10.2013 tarihinde arkadan çarparak maddi hasara sebep olduğunu, kazada karşı aracın sürücüsünün %100 oranda kusurlu olduğunu, hasarın davalı sigorta şirketine 23.10.2016 tarihinde ihbar edildiğini, hasar dosyasının açıldığını, ancak ödeme yapılmadığını, müvekkilinin aracın onarımı için 5.553,62 TL harcama yaptığını, araçta değer kaybı oluştuğunu iddia ederek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 3.500,00 TL hasar bedeli ve 750,00 TL değer kaybı tazminatının davalıdan reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili, 30.09.2015 tarihinde davasını ıslah ederek, dava değerini 5.500,00 TL hasar bedeli ve 1.500,00 TL hasar bedeli olmak üzere toplam 7.000,00 TL’ye yükseltmiştir.
CEVAP : Davalı vekili, müvekkilinin yerleşim yeri olan İstanbul mahkemelerinin yetkili olduğunu, müvekkili şirketin sorumluluğunun sigortalı araç sürücü kusuru oranında ve azami 22.500,00 TL ile sınırlı olduğunu, değer kaybı zararının dolaylı zarar olması nedeniyle müvekkili şirketten değer kaybı nedeniyle tazminat talep edilemeyeceğini, davacının kaza tarihinden itibaren faiz ve faiz türü olarak ticari faiz istemesinin mümkün olmadığını, müvekkili şirkete başvuru yapılmadığını, dolayısıyla davanın açılmasına müvekkilinin sebep olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : Mahkemece, davalı şirket tarafından sigortalanan … plakalı aracın sürücüsünün seyir halindeyken temlik edene ait araca arkadan çarparak hasarlanmasına neden olduğu, davalı sigortalısına ait aracın sürücüsünün meydana gelen kazada %100 oranda kusurlu olduğu, temlik edene ait araçta İstanbul ATK Trafik İhtisas Dairesi tarafından düzenlenen hesap raporu uyarınca KDV dahil 5.553,00 TL hasar meydana geldiği, davacıya ait aracın kaza öncesi hasarsız ikinci el piyasa rayiç değerinin 41.000,00 TL, kaza meydana geldikten ve tamir edildikten sonraki ikinci el piyasa rayiç bedelini 39.800,00 TL olduğu, buna göre dava konusu araçta (41.000,00 TL – 39.800,00 TL) = 1.200,00 TL değer kaybı meydana geldiği, değer kaybının gerçek zarar içerisinde değerlendirilmesi gerektiği, kazanın poliçe süresi içerisinde gerçekleştiği ve değer kaybı-hasar bedeli miktarının poliçe limiti dahilinde kaldığı gerekçesiyle, 5.500,00 TL hasar bedeli ve 1.200,00 TL değer kaybı bedeli olmak üzere toplam 6.700,00 TL maddi tazminatın 4.250,00 TL’lık kısmına 12.11.2013 temerrüt tarihinden, bakiye 2.450,00 TL’lık kısmına ıslah tarihi olan 30.09.2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Karara karşı, davalı vekilince istinaf yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ : Davalı vekili, davaya konu tüm alacakların dava devam ederken davacı … tarafından davacı …’e temlik edildiğini, mahkemece temlik sözleşmesinin hukuki niteliğinin ve geçerliliğinin incelenmediğini, TBK’nın 183. maddesi gereğince devrin kanun, sözleşme veya işin niteliğinin engel olmaması gerektiğini, davacının tıpkı bir sigortacı gibi davrandığını, sigorta alacakları bakımından halefiyetin açıkça ve sadece sigorta şirketlerine özgülendiğini, savunarak davanın akttif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini savunarak kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE : Dava, trafik kazasında hasarlanan aracın onarım bedeli ile araçta oluşan değer kaybının tahsili istemidir.
Dairemizce HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf nedenleriyle ve resen kamu düzenine ilişkin sebeplerle sınırlı olarak istinaf incelemesi yapılmıştır.
Kazaya karışan araç sürücülerinin kaza sonrası kendi aralarında tanzim etmiş oldukları trafik kazası tespit tutanağının incelenmesinde; kazanın 04.10.2013 günü, sigortalı … plakalı araç sürücüsü dava dışı …’ın sevk ve idaresindeyken Simav Sındırgı Karayolu 1. km’de seyir halinde olan temlik eden-davacı şirkete ait … plakalı araca arka tarafından çarpması suretiyle gerçekleştiği yazılarak, tutanağın sürücüler tarafından birlikte imza altına alındığı anlaşılmaktadır.
Yargılama sırasında davacı şirket vekili Av…. tarafından mahkemeye sunulan 14.07.2015 tarihli dilekçe ile, dava konusu alacağın tamamının …’e temlik edildiği bildirilerek, temlik sözleşmesinin bir örneği ile …’in vekaletnamesinin dosyaya sunulduğu anlaşılmaktadır.
İlk derece mahkemesince alınan 06.04.2016 tarihli bilirkişi raporunda, davaya konu kazada, davacı-temlik edene ait … plakalı aracın arka bagaj kapağı, arka tampon, park sensörü ve amblem kısımlarında hasar oluştuğu, kazanın oluşumuna göre davalı sigortalı araç sürücüsünün %100 oranında kusurlu olduğu belirlenmiş olup, Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi’nce düzenlenen 18.05.2018 tarihli raporda araçta meydana gelen hasar tutarının KDV dahil 5.553,00 TL olduğu, oluşan değer kaybının ise aracın kaza tarihindeki ikinci el fiyatı ile kazadan sonra onarılmış haldeki ikinci el fiyatı arasındaki farka göre belirlenerek 1.200,00 TL olduğu tespit edilmiş olup, mahkemece bu tutarlar esas alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 183. maddesinde “Kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça alacaklı, borçlunun rızasını aramaksızın alacağını üçüncü kişiye devredebilir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Alacağın temliki, mevcut bir alacağın alacaklısının değişmesi işlemidir. Kanunun 183. maddesindeki unsurlara göre, alacaklının bir borç ilişkisinden doğan alacağını borçlunun rızasına gerek olmadan bir sözleşmeye dayanarak üçüncü bir kişiye devretmesine alacağın temliki adı verilir.
Alacağın temliki ile artık borçlu, yeni alacaklıya karşı ifa yükümlülüğü altına girmektedir. Ancak, alacaklısının değişmesinde hiçbir söz hakkı olmayan ve temlik işleminden de habersiz olan borçlunun bu kadar çaresiz bırakılmaması, korunması gerektiği düşünülmesi gerekir. Bu nedenle de Borçlar Kanununda, borçlunun borcunu önceki alacaklıya ifa etmesi bazı şartlarla geçerli sayılmış hatta edimi tevdi etmek suretiyle borcundan kurtulması imkanı tanınmıştır.
Borçluyu korumak amacıyla devredene karşı sahip olduğu savunma araçlarını devralana karşı da ileri sürme imkanı tanınmıştır. Borçlu kendisinden ifayı talep edecek olan alacaklıya karşı çeşitli savunma imkanlarına sahip olabilir. Bunların bazıları genel hükümlerden çıkarılırken bazıları da temlik işleminde borçlunun durumunun ağırlaşmaması ilkesinden dolayı getirilen özel hükümlerden kaynaklanır. Borçlu, şayet temlik işlemi geçersiz ise devralan şahsa karşı bu geçersizliği ileri sürerek ifadan kaçınabilecektir. Temlik işleminde taraflardan birinin fiil ehliyetinin olmadığı, temliki yapan alacaklının tasarruf yetkisinin olmadığı, şekle uygun hareket edilmediği, temlik edilen alacağın temlik edilemez türden bir alacak olduğu yolundaki savunmalar geçersizlikle ilgili savunmalardır.
Alacağın temliki, borçlunun durumunu ağırlaştıramayacağından, alacak, devredenin mal varlığında ne halde ise devralanın mal varlığına da o hali ile intikal eder. Devredilen alacağın borçlusu, devredene karşı sahip olduğu def’ileri (savunmaları) devralana karşı da ileri sürebilir. Buradaki def’i kavramını itirazları da kapsayacak şekilde geniş anlamak gerekmektedir. Alacakla ilgili itirazlar genellikle alacağın doğmadığına veya sona erdiğine ilişkindir.
Alacağın temliki işleminin üçüncü kişi yani devralan açısından doğurmuş olduğu sonuç, temlik işlemi ile birlikte üçüncü kişinin, alacağın asli ve ferileri ile birlikte alacağa bağlı rüçhan haklarına da sahip olmasıdır. Üçüncü kişinin devir ile birlikte bu haklarını kullanabilmesi için borçlunun onayına ihtiyaç bulunmamaktadır. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2018/1582 E. 2020/849 K. sayılı ilamında belirtildiği üzere)
Somut olayda davacı şirket tarafından dava konusu alacağın …’e TBK’nın 184. maddesine uygun şekilde yazılı temlik sözleşmesi ile devredildiği, temlik edilen alacağın malvarlığı haklarına ilişkin olmakla temlike uygun olduğu, temlik eden alacaklının tasarruf yetkisinin bulunmadığının usulüne uygun şekilde ileri sürülüp kanıtlanamadığı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik bulunmamakla, davalı sigorta vekilinin davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği yönündeki istinaf itirazı yerinde değildir.
Bu durumda, istinaf kanun yoluna başvuranın dilekçesinde yer verdiği itirazların açıklanan gerekçe ışığında yerinde olmamasına, kararda kamu düzenine ilişkin bir aykırılık bulunmamasına, kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olmasına göre, duruşma açılmasına gerek görülmeyerek Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-1 maddesi gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
2-Davalı yönünden istinaf karar harcı olan 457,68 TL’den peşin alınan 299,80 TL’nin mahsubu ile eksik kalan 157,88 TL’nin davalıdan tahsiline,
3-İstinaf başvurusu nedeni ile davalının yaptığı giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, HMK’nın 362/1-a maddesi uyarınca miktar itibariyle kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.21.10.2021