Emsal Mahkeme Kararı İzmir 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/35 E. 2022/206 K. 04.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/35
KARAR NO : 2022/206

DAVA : Maddi ve Manevi Tazminat (Hekim Kusuru İddiası ve Vekalet İlişkisinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 11/01/2022
KARAR TARİHİ : 04/03/2022

Yukarıda tarafları yazılı dava dosyasının dilekçeler teatisinin tamamlanması nedeniyle HMK’nun 138(1)maddesi ilk cümlesi uyarınca yapılan incelemesi sonunda;
DAVA:
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili …’ın, 08.02.2017 tarihinde davalı hastanede, müteveffa hekim … tarafından gerçekleştirilen sezeryan operasyonu ile …’ı dünyaya getirdiğini, …’ın bebeğini görmek istediğini dile getirmesi üzerine kendisine “bebeğin üşümüş olduğu için kuvöze alındığı, bir süre sonra bebeğini görebileceği” bilgisinin verildiğini, ardından müteveffa hekim tarafından “bebeğin sırtında bir ben olduğu, … bir operasyon ile bu benin alınacağı”nın beyan edilip … …’ın operasyona alındığını, operasyon sonrası bebeğinin kafasının kazınmış olduğunu ve iğne izlerinin bulunduğunu gören müvekkilinin bu durumun sebebini sorduğunda, kendisine “ameliyat öncesi damar yolu bulunamadığından bahisle ameliyatın ertelendiğinin, bebeği emzirirken dikkatli davranması gerektiği”nin söylendiğini, akabinde ise her iki saatte bir bebeğe pansuman yapıldığını ve bu süre zarfında müvekkiline başkaca herhangi bir bilgi verilmediğini, müvekkilinin ısrarlı sorularına istinaden ve uzunca bir süre sonra davacı anne ve babaya “… …’ın sırtındaki yaranın, spina bifida olarak isimlendirilen ve omurilikteki açıklık olarak tanımlanan doğum öncesi bir anomali ile dünyaya geldiği, bir dizi operasyon geçirmesi gerektiği”nin izah edildiğini, … …’ın dünyaya geldiği tarihten bu yana bir dizi operasyon geçirdiğini ancak sıhhatine kavuşamadığını, İzmir Dr.Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Eğitim Araştırma Hastanesi Özürlü Sağlık Kurulunca durumu değerlendirilen … …’ın, 18.09.2018 tarihli raporla, %84 oranında engelinin olduğunun belirlendiğini ve “ağır özürlü” olması nedeniyle müvekkili anne …’a “evde bakım ücreti” ödentisi bağlandığını, … …’ın tıbbi durumuna ilişkin en son raporun aynı hastane Sağlık Kurulunca tanzim olunan 31.08.2021 tarihli raporda herhangi bir yüzdelik oran belirtilmediğini, rapor içeriğinin önceki oranla birebir aynı olduğunu, … …’ın ve müvekkilleri ebeveynlerinin yaşadığı mağduriyetin her geçen gün artarak devam ettiğini, doğumun gerçekleştiği ve müteveffa hekimin işvereni sıfatıyla davalı şirket hakkında dava açmak gerektiğini, …’ın, 1995 doğumlu olup herhangi bir kalıtsal veyahut kronik hastalığı bulunmadığını, 2015 yılında “adet düzensizliği” yakınması ile davalı şirkete ait hastanede, müteveffa hekime muayene olduğunu, … …’ı dünyaya getirene değin gerek gebelik öncesi gerek gebelik süreci ve doğum/doğum sonrası takip ve tedavilerinin müteveffa hekim tarafından planlanıp uygulandığını, ilk muayene sonrasında müvekkilinin yakınmalarına yönelik tedavi protokolü düzenlendiğini, tedavi planının müvekkili tarafından titizlikle yerine getirildiğini, 2016 senesinde, müvekkilinin hamile kalma çabalarına rağmen hamilelik gerçekleşmediği için yine aynı hekim tarafından bu defa hamile kalması yolunda yeni bir tedavi süreci başlatıldığını, yaklaşık olarak bir yıl boyunca devam eden tedavinin en son 20 Mayıs 2016’da uygulanan ilaç kürü ile son bulduğunu, müvekkilinin 27 Hazirandaki kontrolünde ise hamileliğin gerçekleştiğinin anlaşıldığını, hamilelik süresince de üzerlerine düşen tüm yükümlülükleri eksiksiz olarak yerine getirdiklerini, bebeğin geçirdiği operasyonlar nedeni ile yaşamlarının büyük kısmını hastanelerde geçirmek zorunda kalan müvekkillerinin yaşamının kâbusa döndüğünü, maddi ve manevi manada telafisi imkansız derecede kayıplarla karşı karşıya kaldıklarını, olayda, tıbbi hizmet kusuru/organizasyon kusuru işlendiğinin açıkça orta olduğunu, Spina Bifida; anne karnında oluşan bir anomali olup; etyolojisine bakıldığında kalıtımsal hastalık olarak nitelendirilmediğini, hastalığın, bebeğin omurgasının şekillenme aşamasında tam olarak kapanmaması hali olup; tıp literatüründe bu durumun hamileliğin ilk aylarında ve hatta ilk ayında oluştuğunun kabul edildiğini, anomalinin sebebi olarak gösterilen hallerin, ailede nöral tüp defekti ve folat eksikliği olup, müvekkillerinin aile öyküsünde bu nitelikte tanı alan hiçbir aile bireyinin bulunmadığını, hekim tarafından alınan anamnez/tıbbi öyküde hamilelik öncesi süreçte ön araştırmanın yapıldığını ve … …’ın hastalığının genetik olmadığı/olamayacağının tüm tartışmalardan uzak olması gerektiğini, müteveffa hekimin, hamile kalmak için tedavi gören müvekkiline, folik asit başlamadığını bu nedenle kusurlu eylemiyle … …’ın spina bifidalı doğmasına sebebiyet verdiğini, … …’ın spina bifida anomalisinin açık defekt kapsamında olup, omurilikten dışarıya taşan bir kesenin mevcut olduğunu, bu nedenle doğumun hemen sonrasında ameliyat edilmek istendiğini, damar yolu bulunamadığından bahisle edilemediğini, sonrasında doğumun gerçekleştirildiği hastanede yapılan operasyonla kesenin alındığını, dışarıya taşan bir kese ve açık omuriliğin, teknolojik ilerlemelerle doğru orantılı olarak geliştirilen ultrasonografi cihazları ile görülmemesi/gözden kaçırılmasının mümkün bulunmadığını, gelişmiş bir USG cihazı ile daha ilk haftalarda fark edilebilen bu anomalinin teknolojik gelişmelerin gerisinde kalmış bir cihazla tespitinin ise en fazla 16. ile 18. haftalarda mümkün olduğunu, ancak davalı hekimin bu hali tespit etmeyerek veya edemeyerek vekalet akdinden doğan özen yükümlülüğünü ihlal etmekle birlikte mesleki yetersizliğini de açıkça ortaya koyduğunu, müvekkili …’a gebeliği boyunca yapılan USG kontrollerinin davalı hastanede yapıldığını, davalı hastanenin tespit edilebilecek bir hastalığın bünyesindeki bir doktor tarafından tespit edilememiş olması sebebiyle organizasyon kusurunun olduğunun açık olduğunu, davalı şirketin, hekim seçiminde meslek ve sanattaki yeterliliğini sorgulamak konusunda bilinçli davranması ve gerekli eğitimleri vererek çalışanlarının takibini sağlaması gerektiğini, bu kapsamda hastanenin asıl sorumluluğunun, gebelik takibinde kendi hastanesinin hekimi olan müteveffa hekimin bilgi eksikliği ve doğum sonrası süreç ve doğum sonrasında gerçekleştirilen operasyonla ilgili olduğunu, hamilelik sürecinde yapılması/yaptırılması gereken tarama testlerinden sadece ikili tarama testinin yapıldığını, ısrarlı bir şekilde sorulmasına rağmen, davalı hekimce “üçlü tarama testine gerek olmadığı” yanıtının verildiğini, ayrıca gebeliğin 16. ile 20.haftalarında rutin olarak yapılan/yapılması gereken AFP testinin de yapılmadığını, bu nedenle davalı hekimin anomaliyi teşhis edemediğini, müteveffa hekimin sipina bifida anomalisini teşhis etmemesi/edememesinin müvekkillerlerinin yaşamını maddi ve manevi manada fazlası ile olumsuz etkilediğini, … …’ın ise doğduğu andan bu yana sürekli operasyon geçirmesi nedeniyle fiziksel acı hissetmesine, yaşıtları ile iletişim kuramamasına, oyun oynayamamasına, eğitim yaşamının hiç olamayacak olmasına, geleceğe dair hiçbir hedefi ve hayalinin mümkün olmamasına sebebiyet verip, … …’ın, asla yürüyemeyecek, yaşam süresi boyunca mesane kontrolü olmadığı için alt bezi kullanacak, tek başına yaşamını idame ettiremeyecek, normal eğitim yaşamı olamayacağı için hem eğitim hayatı olumsuz etkilenecek hem de akranlarıyla iletişim kuramayacak, sürekli annesi ve babasının bakımına muhtaç olarak yaşamına devam edecek olduğunu, hiçbir şekilde çalışma yaşamının olmayacağını, kendi ekonomik geçimini sağlayamayacağını, evlenmesine ve çocuk sahibi olmasına bu hastalık sebebiyle imkan bulunmadığını, müvekkilinin “aydınlatılmış onamının” alınmadığını, bu halin Hasta Hakları Yönetmeliği başta olmak üzere, Tıbbi Deontoji Tüzüğü ve sair mevzuat hükümlerine aykırılık teşkil ettiğini, arabuluculuk görüşmelerinde anlaşma sağlanamadığını bildirmiş, şimdilik 2.000,00 TL maddi, … … için 350.000,00-TL, … için 150.000,00 TL, … için 100.000,00 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile beraber, davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:
Davalı … Sigorta AŞ vekili, yasal süreden sonra sunduğu cevap dilekçesinde; sigortalı hekimin ve dolayısıyla müvekkili sigorta şirketinin sorumluluğu için gerekli hukuki şartların oluşmadığını, hekimin hukuken sorumluğundan bahsedebilmek için olguda;hukuka aykırılık, kusur, zarar ve uygun nedensellik bağı şartlarının birlikte bulunmasının zorunlu olduğunu, dava konusu olayda, sigortalı hekimin uygulamalarının güncel tıp kurallarına uygun olup, özen yükümlülüğünün eksiksiz şekilde gerçekleştirilmesi nedeniyle zararın hekim müdahalesinden bağımsız şekilde hastanın ihmali ve kalıtsal faktörler nedeniyle oluşmasına bağlı olarak, davanın reddinin gerektiğini, bebekte tanılanan sipina bifida anomalisi ile doğumunu yaptıran müteveffa hekimin müdahaleleri arasında nedensellik bağı bulunmadığını, meydana gelen neticenin tıbben komplikasyon olarak değerlendirilmesi gerektiğini, meydana gelen durumun kadın doğum müdahaleleri ile bağdaştırılmasının tıbben mümkün olmadığını, tüm tıbbi verilerin sipina bifida gebeliklerde kaçınılmaz bir konjenital rahatsızlığın ortaya çıktığını gösterdiğini, hastanın üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirip getirmediğinin ve bu kapsamdaki sorumluluğun değerlendirilmesi gerektiğini, spina bifidanın gebelik sırasında tespit edilse dahi gebeliğin sonlandırılmasının yasal olarak mümkün olmadığını, spina bifidanın anne karnında iken tespiti kesin olmamakla birlikte; tespit edilmesi halinde dahi bebeğin rahimden tahliye edilmesinin olanaklı olmadığını, bebek anne karnında iken müdahale edilmesi veya düzeltilmesi için uygulanabilecek bilinen bir tıbbi yöntemin de bulunmadığını, kürtaj hakkının yasal sınırlar içerisinde kullanılabildiği göz önünde bulundurulduğunda; hastanın kürtaj hakkının sigortalı hekim tarafından engellenmediğini, kanun koyucu tarafından yasal olarak sınırlandırıldığını, bu nedenle tanı aşamasında sigortalı hekime kusur atfedilmesinin mümkün olmadığını, sigortalı hekimin tıbbi müdahalelerinin hukuk ve tıp kuralları çerçevesinde gerçekleştirilip, görevini layıkıyla yerine getirmesi nedeniyle sigortalı hekime ve davalı hastaneye sorumluluk yüklemenin bilimsel gerçekliğe ve hakkaniyete aykırı olacağının tartışmasız olduğunu, davanın haksız ve hukuki mesnetten yoksun bulunduğunu bildirmiş, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ….. Şirketi cevap dilekçesi sunmamıştır.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Dava, davalı şirketin çalışanı müteveffa hekim tarafından yapılan tıbbi uygulamanın hatalı olduğu iddiası ile davacıların maddi ve manevi zararlarının doğduğu iddiası ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
28/05/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 1. maddesinin “Bu Kanunun amacı; kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri almak, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir.” ve 2. maddesinin “Bu Kanun, her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsar.” hükümlerini içermesi yanında 3(1) maddesinin “k” bendinde ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiler “tüketici”, “ı” bendinde kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye hizmet sunan ya da hizmet sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler “sağlayıcı”, “l” bendinde ise mal ve hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekalet, bankacılık vb. sözleşmeler de dahil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemler “tüketici işlemi” olarak tanımlanmıştır.
Adı geçen Kanunun 73(1) maddesinde tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş, 83(2) maddesinde ise taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olmasının bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu kanunun görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemeyeceği düzenlenmiştir.
Somut olayda, dosyadaki bilgi ve belge örnekleri ile; davaya konu sağlık hizmetinin ve bu kapsamda yapılan tıbbi operasyonların müteveffa hekim tarafından davalı şirkete ait hastanede yapıldığı, müteveffa hekimin davalı şirketin ve hastanenin çalışanı olduğu, davacılara, davaya konu tıbbi hizmetin, davalı şirket tarafından ve bu şirkete ait hastanede verildiği, yapılan işin niteliği ve tarafların konumuna göre davacıların 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 3(1)/k maddesinde tanımlanan “tüketici”, davalı şirketin ise davaya konu tıbbi hizmetlerin verildiği hastanenin bağlı bulunduğu özel hukuk tüzel kişiliği olduğu, müteveffa hekim ile davalı şirketin, tüketici davacılara hizmet sunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişisi sıfatıyla, aynı maddenin “ı” bendinde tanımlanan “sağlayıcı” olması yanında davaya konu tıbbi hizmet faaliyeti nedeniyle taraflar arasındaki hukuki ilişkinin vekalet akdi ilişkisi olması nedeniyle ve buna bağlı olarak uyuşmazlık konusu işlemin ilgili maddenin “l” bendinde tanımlanan “tüketici işlemi” olarak kabul edilmesi açıklanan yasal düzenlemelerin gereğidir.
Davalı şirket ile müteveffa hekim arasındaki ilişkinin vekalet akdi olup, vekalet akdinin 28/05/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Kanun kapsamına alınmasından sonra, tarafı tüketici olan vekalet akdine dayalı uyuşmazlıklarda Tüketici Mahkemeleri görevlidir. Davalılardan birinin sigorta şirketi olması ve sigorta hukukunun TTK’nunda düzenlenmiş olması davacıların tüketici sıfatlarının bulunması karşısında 6502 sayılı yasanın 83(2) maddesinin hükmü gereği davanın ticari dava olarak nitelendirilmesini ve buna bağlı olarak uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesinde çözülmesini gerektirmeyeceği gibi her iki davalı şirketin sorumluluğunun aynı maddi olaydan kaynaklanması ve zararın tek ve aynı olması nedeniyle davalı sigorta şirketi hakkındaki davanın tefrik edilmesi de mümkün olmayıp, davaların birlikte görülmesi usul ve yasa gereğidir.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ışığında somut olayda; davacıların tüketici, davalı sağlık hizmeti sunan şirketin sağlayıcı, davalı şirket ile davacılar arasındaki ilişkinin vekalet akdi ilişkisi olup uyuşmazlık konusu işlemin tüketici işlemi niteliğinde olduğu anlaşılmakla; taraflar arasındaki uyuşmazlığın Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun hükümleri çerçevesinde çözülmesinin gerektiği, davalılar arasında sigorta şirketlerinin bulunmasının ve sigorta sözleşmesine ilişkin hükümlerin Türk Ticaret Kanun’unda düzenlenmiş olmasının 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’nun 83(2) maddesi hükmü gereği davanın ticari dava olarak nitelendirilmesini sağlamayacağı gibi davaya konu işlemin tüketici işlemi sayılmasına engel olmadığı ve buna bağlı olarak Tüketici Mahkemesinin görevli olduğuna ilişkin hükümlerin uygulanmasını engellemeyeceği, tüm davalılar hakkındaki aynı maddi olaydan kaynaklanan ve aynı zarara ilişkin uyuşmazlığın aynı davada daha özel niteliği olan mahkemede birlikte görülmesinin zorunlu olduğu dikkate alınarak; mahkememiz görevsiz olup, görevli mahkemenin Tüketici Mahkemesi olması nedeniyle görevsizlik kararı verilmesinin zorunlu olduğu, görevin HMK’nun 114(1)/c maddesi uyarınca dava şartlarından olup HMK’nun 115(1) maddesi uyarınca davanın her aşamasında resen gözetilmesi gerektiği, dosyanın sürüncemede kalmaması için ön inceleme duruşması yapmaksızın HMK’nun 138(1) maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme ile görevsizlik kararı verilmesinin usul ve yasa ile HMK’nun 115(1) maddesindeki yasal düzenlemenin ruhuna uygun olduğu anlaşılmakla mahkememizin görevsizliği nedeniyle davanın dava şartı yokluğu yönünden HMK’nun 115(2) maddesi uyarınca usulden reddine, dosyanın görevli Tüketici Mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda Açıklanan Gerektirici Nedenlerle:
1-Görevli mahkemenin Tüketici Mahkemesi olması ve Mahkememizin GÖREVSİZLİĞİ nedeniyle HMK nun 114(1)/c maddesinin yollaması ile HMK nun 115(2) maddesi uyarınca davanın, dava şartı yokluğu nedeni ile usulden REDDİNE,
2-HMK’nun 20 (1) maddesi uyarınca karar kesinleştiğinde ve yasal süre içinde istem halinde dosyanın görevli İZMİR TÜKETİCİ MAHKEMESİ’ne GÖNDERİLMESİNE,
3-HMK’nun 331(2) maddesi uyarınca yargılama giderlerinin görevli mahkeme tarafından değerlendirilmesine,
4-HMK’nun 20(1) maddesi uyarınca kararın kesinleşmesinden sonra yasal süre içinde gönderme başvurusunun yapılmaması halinde davanın ve/veya karşı davanın açılmamış sayılmasına karar verilmek üzere dosyanın ele alınmasına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda HMK’nun 343. ve 345. maddeleri uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içerisinde Mahkememize veya Mahkememize gönderilmek üzere bulunulan yer ya da başka bir yer Asliye Ticaret Mahkemesi’ne verilecek bir dilekçe ile başvuru ve istinaf harç ve masraflarını karşılamak koşulu ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesi’ne istinaf yasa yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 04/03/2022

Başkan …
e-imza

Üye …
e-imza

Üye …
e-imza

Katip …
e-imza