Emsal Mahkeme Kararı İzmir 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/188 E. 2021/1106 K. 02.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/131 Esas
KARAR NO : 2021/1117

DAVA : Alacak (Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 01/03/2021
KARAR TARİHİ : 07/12/2021

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA :
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı müvekkili ile dava dışı idare … ile … İkmal İşine ait 18/11/2016 tarihli sözleşmenin imzalandığını, davacı müvekkilinin 18/11/2016 tarihli sözleşme ile aldığı yapım işini, … sayılı ihale kayıt numarası ile aldığını, söz konusu ihale ile aldığı … için davalı … Sanayi Ticaret Limited Şirketi ile yüklenici alt yüklenici ilişkisi çerçevesinde 25/11/2016 tarihli sözleşme imzaladığını, iş bu sözleşmenin anahtar teslimi götürü bedel sözleşmesi olduğunu, ihale dökümanın da yer alan uygulama projeleri ve bunlara ilişkin mahal listelerine dayalı olarak işin tamamı için alt yüklenici tarafından teklif edilen 5.710.200,00-TL toplam bedel üzerinden düzenlendiğini, davalı alt yükleniciye sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 10 gün içinde yapım işleri genel şartnamesi hükümlerine göre yer tesliminin yapıldığını, sözleşmeye göre alt yüklenici taahhüt ettiği yapım işini iş yeri teslimi tarihinden itibaren 275 gün içinde geçici kabule hazır hale getirerek işi teslim etmek zorunda olduğunu, davalının sözleşme kapsamında taahhüt ettiği işi yerine getirmediğini, davacı müvekkile davaya konu yapım işini süresinde teslim etmediğini, ilgili sözleşme ve Yapım İşleri Genel Şartnamesinde süre uzatımı ile ilgili hususların belirlendiğini, davalının bu konu ile ilgili olarak süre uzatım talebinde bulunmadığını, işin süresinde yerine getirilmemesine dayanak herhangi bir neden sunmadığını, fazlaya ilişkin hakları saklı kalması kaydıyla taraflar arasında düzenlenen 25/11/2016 tarihli sözleşme gereğince, müvekkil tarafından yapılan fazla ödemeler ve sözleşmenin 12.2 maddesi gereğince uygulanan gecikme cezası olmak üzere toplam şimdilik 50.000,00-TL’nin dava tarihi itibariyle işleyecek reeskont faizi ile tahsiline, yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP :
Davalı tarafından davaya cevap verilmemiştir.
DELİLLER :
1-İzmir Arabuluculuk Bürosunun …/… Dosya …/… Arabuluculuk numaralı Arabuluculuk Son Anlaşamama Tutanağı,
2-Taraflar arasında 25/12/2016 tarihli sözleşme,
3-… Sulh Hukuk Mahkemesinin …/… D.İş ve …/… D.İş esas sayılı dosyaları,
4-12/06/2019 tarihli banka dekontu,
5-… Başkanlığı nezdinde davacı … Adi Ortaklığı ile …İkmal İşine ait olarak imzalanan 18/11/2016 tarihli sözleşmeye ilişkin kayıtlar,
6-Fatura ve irsaliyeler,
7-Cari Hesap Tablosu,
8-Ödeme dekontları,
9-Tespit dosyaları,
10-İhtarnameler,
11-Sair deliller.
DAVA KONUSU :
Açılan dava, davacı ile dava dışı … Başkanlığı arasında ‘…’ne ilişkin olarak imzalanan 18/11/2016 tarihli sözleşme çerçevesinde yapılacak iş açısından davacı şirket ile davalı şirket arasında imzalanan 25/12/2016 tarihli sözleşme ile işi alt yüklenici sıfatıyla yüklenen davalı şirketin işi zamanında teslim etmemesi üzerine, dava dışı idare tarafından davacı şirkete 827.979,50-TL tutarında gecikme cezası tahakkuk ettirilmesi sebebiyle, davacı şirketin 25/12/2016 tarihli sözleşme kapsamında davalı şirkete toplamda 5.509.297,99-TL olmak üzere fazladan 1.028,217,19-TL ödeme yaptığı iddiası çerçevesinde, davacı şirket tarafından fazla yapılan ödemeler ile sözleşmenin 12.2. maddesi gereğince uygulanan gecikme cezasının davalı şirketten tahsili taleplerine ilişkindir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Taraflar arasında sözleşmenin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 470. ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi bulunduğu uyuşmazlık konusu değildir. Davacı ile davalı arasındaki sözleşmenin niteliği itibariyle rüzgar enerji santrali kulelerinin imalatı kapsamında olduğu ve eser sözleşmesi hükümlerinin uygulanması gerektiği anlaşılmaktadır. Eser sözleşmesini düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 470. maddesi uyarınca yüklenicinin edimi bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin edimi ise, karşılığında bedel ödemeyi üstlenmesidir. Eser sözleşmesinin niteliği gereği yüklenici sonucu garanti etmektedir. Burada sözleşme yapılmasının nedeni belli bir sonucun ortaya çıkmasıdır. Eser yüklenicinin sanat ve becerisini gerektiren bir emek sarfı ile gerçekleşen sonuç olup, yüklenici eseri iş sahibinin yararına olacak şekilde ve ona hiçbir zarar vermeden meydana getirmek yükümlülüğü altındadır.
Diğer yandan yüklenicinin borçları 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 471. maddesinde; ”Yüklenici, üstlendiği edimleri iş sahibinin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle ifa etmek zorundadır. Yüklenicinin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alandaki işleri üstlenen basiretli bir yüklenicinin göstermesi gereken mesleki ve teknik kurallara uygun davranışı esas alınır.” şeklinde düzenlenmiş olup, yüklenici olan hekimin de bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere edimini sadakat ve özenle ifa etmek yükümlülüğü bulunmaktadır. Yüklenicinin özen borcundan doğan sorumluluğunda benzer alanlardaki işleri üstlenen basiretli bir yüklenicinin göstermesi gereken mesleki ve teknik kuralların esas alınacağı da açıklanmıştır. Yine eser sözleşmesinin niteliği gereği yüklenici sonucu garanti etmiş sayılmalıdır.
Dava dilekçesinde, davacı ile dava dışı … Başkanlığı arasında ‘…’ne ilişkin olarak imzalanan 18/11/2016 tarihli sözleşme çerçevesinde yapılacak iş açısından davacı şirket ile davalı şirket arasında imzalanan 25/12/2016 tarihli sözleşme ile işi alt yüklenici sıfatıyla yüklenen davalı şirketin işi zamanında teslim etmemesi üzerine, dava dışı idare tarafından davacı şirkete 827.979,50-TL tutarında gecikme cezası tahakkuk ettirilmesi sebebiyle, davacı şirketin 25/12/2016 tarihli sözleşme kapsamında davalı şirkete toplamda 5.509.297,99-TL olmak üzere fazladan 1.028,217,19-TL ödeme yaptığı iddiası ile davacı şirket tarafından fazla yapılan ödemeler ile sözleşmenin 12.2. maddesi gereğince uygulanan gecikme cezasının davalı şirketten tahsilinin talep edildiği görülmektedir.
Bu kapsamda davacı şirket tarafından davalı şirkete fazla ödendiği belirtilen bedelin iadesi talebi yönünden, davanın sebepsiz zenginleşme hukuki sebebine dayandığı anlaşılmakla, sebepsiz zenginleşme kurumuna dair düzenlemelere değinmekte fayda görülmüştür.
Sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (818 sayılı BK)’nun konuya ilişkin 61 ve devamı maddelerindeki (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (Benzer hüküm 6098 sayılı TBK)’nun m. 77 vd.yer almıştır.) düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir.
Bu genel açıklamadan sonra sebepsiz zenginleşmenin gerçekleşmesi için aranan şartların açıklanmasında yarar görülmüştür.
Birinci şart; taraflardan birisinin malvarlığında bir eksilmenin vukubulmasına karşı, diğerinin malvarlığında bir çoğalmanın gerçekleşmiş olmasıdır. Bir malvarlığındaki eksilme, aktifin azalması ya da pasifin çoğalması şeklinde olabileceği gibi, aktifin çoğalmasına ya da pasifin azalmasına engel olma yoluyla da gerçekleşebilir.
İkinci şart; sözü edilen eksilme ile çoğalma arasında bir illiyet bağının bulunmasıdır.
Üçüncü şart, yine sözü edilen azalma ile çoğalmanın haklı bir sebebe dayanmamasıdır. Taraflardan biri, diğerine hükümsüz bir sözleşme gereğince misli mahiyette bir şey vermişse muteber olmayan sebebe dayanan bir iktisap söz konusudur. Sözleşmedeki şekil noksanlığı, fiil ehliyetsizliği, imkansızlık, hukuka veya ahlaka aykırılık, muvazaa gibi sebepler, butlan nedeniyle kazandırmayı geçersiz kılan sebepler olduğundan bu durumlarda kazandırma geçerli hukuki sebebe dayanmamaktadır.
Dördüncü şart; vukubulan iktisabın (çoğalmanın) sebepsiz iktisap kuralları dışında, özel bir hukuk kuralına dayanılarak iadesi mümkün olmamalıdır. Zira böyle bir imkan varsa artık sebepsiz iktisap kuralları değil, sözü edilen özel kurallar uygulanır. İadenin; istihkak davası, haksız inşaat sebebiyle tazminat davası, sözleşmenin ifası davası, sözleşmeden dönme sebebiyle iade davası, vekaletsiz iş görmeye dayanan iade davası gibi yollarla gerçekleştirilmesi mümkünse, artık sebepsiz iktisap kurallarına başvurulamaz (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7.Baskı, İstanbul 1993, s. 734-738).
Bu tür işlemlerde amaç; davalının edindiği çoğalma sonucu, tüm malvarlığında meydana gelen artışın iadesinden ibarettir.
14/10/2021 tarihli duruşmanın 5 numaralı ara kararında davacı vekilince sunulan dava dilekçesinin netice-i talep kısmında taraflar arasında düzenlenen 25/12/2016 tarihli sözleşme gereğince davacı şirket tarafından yapılan fazla ödemeler ve sözleşmenin 12.2. maddesi gereğince uygulanan gecikme cezası olmak üzere toplamda 50.000,00-TL’nin davalıdan tahsilinin talep edildiği, ancak her bir alacak kalemi açısından talep edilen bedelin dava dilekçesinde ayrı ayrı ve açık bir şekilde belirtilmediği anlaşılmakla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31. maddesi uyarınca davacı vekiline dava dilekçesinin netice-i talep kısmında belirttiği alacak kalemlerine binaen talep edilen alacak miktarlarını ayrı ayrı ve açık bir şekilde mahkememize bildirmek üzere iki haftalık kesin süre verilmesine karar verilmiş olup, aynı zamanda kendisine verilen iki haftalık kesin süre içerisinde her bir alacak kalemi açısından talep edilen alacak bedellerinin davacı vekilince mahkememize bildirilmemesi durumunda, davacı şirket tarafından yapılan fazla ödemeler açısından 25.000,00-TL ile gecikme cezası açısından 25.000,00-TL talep edildiği kabul olunarak yargılamaya devam olunacağı ihtar edilmiş, davacı vekilinin 26/10/2021 havale tarihli dilekçesi ile dava dilekçesinin netice-i talep kısmında, davacı şirket tarafından yapılan fazla ödemeler açısından 25.000,00-TL ile gecikme cezası açısından 25.000,00-TL talep edildiğini mahkememize bildirmiş olduğu görülmüştür.
Davacı vekilince yapılan açıklamalar üzerine, davanın mahiyeti ile dava dilekçesine konu edilen talepler dikkate alınarak 09/11/2021 tarihli duruşmanın 2 numaralı ara kararı ile davacı vekiline, davanın belirsiz alacak davası olarak mı yoksa kısmi dava olarak mı ikame edildiğini açıklamak üzere iki haftalık kesin süre verilmesine karar verilmiş, davacı vekilinin 18/11/2021 havale tarihli dilekçesi ile davanın belirsiz alacak davası mahiyetinde olduğunu ve belirsiz alacak davası mahiyetinde açıldığını mahkememize bildirmiş olduğu görülmektedir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (1086 sayılı HUMK) yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle dava konusu edilen alacakların belirsiz alacak olup olmadığı hususu tartışılıp değerlendirilmiştir.
Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde yer alan;
“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
1-Davacının kendisinden beklenememesi,
2-Bunun olanaksız olması,
3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.
Bir talep konusunun belirli olup olmadığının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E.-2015/1598 K., 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E.-2016/824 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2177 E.-2018/29 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E.-2018/24 K, 07.03.2018 tarihli ve 2014/22-2350 E.-2018/439 K., 14.03.2018 tarihli ve 2015/22-186 E.-2018/479 K. ile 28.03.2018 tarihli ve 2015/22-127 E.-2018/559 K.; 16.04.2019 tarihli ve 2017/17-1099 E., 2019/460 K.,02.07.2019 tarihli ve 2016/22-1610 E., 2019/841 K.;16.05.2019 tarihli ve 2016/22-1166 E., 2019/576 K.; 19.12.2019 tarihli ve 2018/22-1122 E., 2019/1413 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Belirsiz alacak davası, 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle değişik 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde; ” Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
(Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)” şeklinde düzenlenmiştir.
Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı yada bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
Hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilir. Özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan tazminat taleplerinde böyle bir durumla karşılaşılabilmesi söz konusudur.
Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek alacak davası açabilmesi belirsiz alacak davası ile mümkündür. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak belirlemesi gerçekten mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Belirsiz alacak davası veya tespit davası açılması hâlinde, alacaklı, tüm miktarı belirtmese dahi, davanın başında hukukî ilişkiyi somut olarak belirtmek ve tespit edebildiği ölçüde de asgarî miktarı göstermek durumundadır.
Belirsiz alacak davası açılabilen durumlarda, miktar ya da değerin tespit edildiği anda, alacaklı iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeksizin talebini artırabilir (HMK m. 107/2). Kural olarak, bir davada başlangıçta belirtilen miktar veya değerin artırılması, iddianın genişletilmesi yasağına tâbidir. Bunun amacı, davacının dava açarken hakkını kötüye kullanmaması, daha özenli davranması, yargılamayı gereksiz yere uzatmamasıdır. Oysa baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacak için, davacının böyle bir ihmal ya da kusurundan söz edilemez. Bu sebeple, belirsiz alacak davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilmesi mümkündür. Davacı, sınırlama ve yasağa tâbi olmadan, sadece talepte bulunmak suretiyle yeni miktar üzerinden yargılamaya devam edilmesini isteyebilecektir. Şüphesiz, alacağın belirli hâle gelmesini müteakip ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilmişse, bundan sonra yeni bir artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü, bu hâlde belirsizlik değil, davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum söz konusudur.
Belirsiz alacak davası, sadece para alacakları için söz konusu olur. Konusu para olmayan eda davaları için belirsiz alacak davası açılamaz.
Aslında maddî hukukta belirsiz alacak davası açılabilmesinin dayanakları mevcuttur. Örneğin, Borçlar Kanunu’nun 42. maddesinin ikinci fıkrasına göre, ”Zararın miktarını ispat etmek mümkün olmadığı takdirde hâkim, halin mutat cereyanına ve mutazarrır olan tarafın yaptığı tedbirleri nazara alarak onu adalete tevfikan tayin eder.” Bu düzenleme ile davacının dava açarken alacağını tam olarak dava dilekçesinde göstermesinin mümkün olamayacağı kabul edilmiştir.
Bu düzenleme 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 50. maddesinde; ”Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” şeklinde aynı doğrultuda düzenlenmiştir.
Belirsiz alacak davası öncelikle maddî hukuka hizmet etmektedir. Zira alacaklının alacağını dava açarken belirleyemediği hallerde belirsiz alacak davası açmasına izin verilmezse, bu öncelikle maddî hukuka aykırı olacak ve zarar görenin zararını karşılayamamasına neden olacaktır. Belirsiz alacak davası usûl hukuku bakımından öncelikle davacının yargılama giderlerine ilişkin riskini azaltmayı amaçlamaktadır. Davacı belirsiz alacak davası sayesinde yanlış olarak eksik ya da fazla miktarda talep sonucunu belirleme zorunluluğundan da kurtarılmaktadır.
Yukarıda yer verilen açıklamalar dahilinde, iş bu davanın belirsiz alacak davası olarak ikame edildiği, ancak dava dilekçesi ve içeriği ile netice-i talep kısmında yer verilen ibarelerden anlaşıldığı üzere davacı şirket tarafından davacı ile dava dışı … Başkanlığı arasında ‘…’ne ilişkin olarak imzalanan 18/11/2016 tarihli sözleşme çerçevesinde yapılacak iş açısından davacı şirket ile davalı şirket arasında imzalanan 25/12/2016 tarihli sözleşme ile işi alt yüklenici sıfatıyla yüklenen davalıya fazla yapılan ödemeler ile sözleşmenin 12.2. maddesi gereğince uygulanan gecikme cezasının davalı şirketten tahsilini talep ettiği, davacı şirket tarafından fazla ödendiği iddia edilen bedelin davacı şirket tarafından tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu, kaldı ki bu bedellerin basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğü bulunan davacı şirket tarafından tam ve kesin olarak bilinmesi gerektiği, ayrıca fazla ödenen bedelin dava dilekçesinde net olarak belirtildiği, yine sözleşmenin 12.2. maddesi gereğince uygulanan gecikme cezasının ne kadar olduğunun da basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğü altında bulunan ve tüm gelir ve giderlerini ticari defterlerine işleyerek tüm kazanç ve kayıplarını kayıt altına almak zorunda bulunan davacı şirket tarafından sözleşme maddeleri çerçevesinde tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu, açıklanan sebepler dahilinde davacı şirket tarafından tam ve kesin olarak belirlenebilir alacak kalemlerine konu iş bu davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasında davacı tarafın hukuki yararının bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartlarıdır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi). Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan da denir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür. Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.
Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m.303) (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s.3005).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h. maddesinde davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması dava şartları arasında sayılmıştır.
Yine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 115. maddesinde ise; ”Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.” hükmü yer almaktadır.
Tüm dosya kapsamı, tarafların iddia ve savunmaları, İzmir Arabuluculuk Bürosunun …/… Dosya …/… Arabuluculuk numaralı Arabuluculuk Son Anlaşamama Tutanağı, taraflar arasında 25/12/2016 tarihli sözleşme, … Sulh Hukuk Mahkemesinin …/… D.İş ve …/… D.İş esas sayılı dosyaları, 12/06/2019 tarihli banka dekontu, … Başkanlığı nezdinde davacı … Adi Ortaklığı ile …İkmal İşine ait olarak imzalanan 18/11/2016 tarihli sözleşmeye ilişkin kayıtlar, fatura ve irsaliyeler, cari hesap tablosu, ödeme dekontları, tespit dosyaları, ihtarnameler ve sair deliller birlikte değerlendirildiğinde; davaya konu uyuşmazlığın davacı ile dava dışı … Başkanlığı arasında ‘…’ne ilişkin olarak imzalanan 18/11/2016 tarihli sözleşme çerçevesinde yapılacak iş açısından davacı şirket ile davalı şirket arasında imzalanan 25/12/2016 tarihli sözleşme ile işi alt yüklenici sıfatıyla yüklenen davalı şirketin işi zamanında teslim etmemesi üzerine, dava dışı idare tarafından davacı şirkete 827.979,50-TL tutarında gecikme cezası tahakkuk ettirilmesi sebebiyle, davacı şirketin 25/12/2016 tarihli sözleşme kapsamında davalı şirkete toplamda 5.509.297,99-TL olmak üzere fazladan 1.028,217,19-TL ödeme yaptığı iddiası çerçevesinde, davacı şirket tarafından fazla yapılan ödemeler ile sözleşmenin 12.2. maddesi gereğince uygulanan gecikme cezasının davalı şirketten tahsili taleplerine ilişkin olduğu, davacı vekilinin 18/11/2021 havale tarihli dilekçesi ile davanın belirsiz alacak davası mahiyetinde olduğunu ve belirsiz alacak davası mahiyetinde açıldığını mahkememize bildirmiş olduğu, iş bu davanın belirsiz alacak davası olarak ikame edildiği, ancak dava dilekçesi ve içeriği ile netice-i talep kısmında yer verilen ibarelerden anlaşıldığı üzere davacı şirket tarafından davacı ile dava dışı … Başkanlığı arasında ‘…’ne ilişkin olarak imzalanan 18/11/2016 tarihli sözleşme çerçevesinde yapılacak iş açısından davacı şirket ile davalı şirket arasında imzalanan 25/12/2016 tarihli sözleşme ile işi alt yüklenici sıfatıyla yüklenen davalıya fazla yapılan ödemeler ile sözleşmenin 12.2. maddesi gereğince uygulanan gecikme cezasının davalı şirketten tahsilini talep ettiği, davacı şirket tarafından fazla ödendiği iddia edilen bedelin davacı şirket tarafından tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu, kaldı ki bu bedellerin basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğü bulunan davacı şirket tarafından tam ve kesin olarak bilinmesi gerektiği, ayrıca fazla ödenen bedelin dava dilekçesinde net olarak belirtildiği, yine sözleşmenin 12.2. maddesi gereğince uygulanan gecikme cezasının ne kadar olduğunun da basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğü altında bulunan ve tüm gelir ve giderlerini ticari defterlerine işleyerek tüm kazanç ve kayıplarını kayıt altına almak zorunda bulunan davacı şirket tarafından sözleşme maddeleri çerçevesinde tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu, açıklanan sebepler dahilinde davacı şirket tarafından tam ve kesin olarak belirlenebilir alacak kalemlerine konu iş bu davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasında davacı tarafın hukuki yararının bulunmadığı, bu çerçevede davacı şirketin uğradığı zarar miktarının tam olarak belirlenebileceği ve davanın belirlenecek zarar miktarı üzerinden açılabileceğinin ortada olduğu, ancak davacı vekilinin dava dilekçesinde de açıkça belirttiği üzere davanın belirsiz alacak davası olarak ikame edildiği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile girmiş ve Kanun’un 107. maddesinde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceğinin düzenlendiği, davanın açıldığı tarih itibariyle dava konusu olan alacağın tam ve kesin olarak belirlenebildiği durumlarda ise yerleşik Yargıtay içtihatları ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları çerçevesinde davacının davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararının bulunmadığının değerlendirildiği, belirtilen sebepler dahilinde davacı tarafından davacı şirkete ait iş yerinde meydana gelen zarar miktarını tam ve kesin olarak belirleyebileceği dikkate alındığında iş bu davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararının bulunmadığı, dava şartlarının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde düzenlendiği, aynı maddenin 1-h. fıkrasında davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmasının dava şartları arasında sayıldığı, aynı Kanun’un 115. maddesinde ise Mahkemenin dava şartlarının varlığını yargılamanın her aşamasında re’sen gözeteceğinin ve dava şartlarının bulunmaması durumunda davanın usulden reddine karar verileceğinin belirtildiği anlaşılmakla, açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Açılan davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h. maddesi atfıyla aynı Kanun’un 115/2. maddesi gereğince hukuki yarar yokluğu sebebiyle USULDEN REDDİNE,
2-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken harç peşin olarak alındığından, başkaca harç alınmasına yer olmadığına,
3-Davacı tarafça yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 333. maddesi uyarınca kullanılmayan gider avansının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacı tarafa iadesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalı vekilinin yokluğunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 345. maddesi gereğince gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içerisinde mahkememize veya mahkememize gönderilmek üzere bulunulan yer ya da başka bir yer Asliye Ticaret Mahkemesine verilecek bir dilekçe ile başvurmak ve istinaf harç ve masraflarını karşılamak koşulu ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesine istinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıldı. 07/12/2021

Katip …
(e-imzalıdır)

Hakim …
(e-imzalıdır)

Bu belge 5070 sayılı kanun kapsamında DYS üzerinde hazırlanmış ve e-imza ile imzalanmıştır.