Emsal Mahkeme Kararı İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/741 E. 2021/820 K. 20.10.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/741
KARAR NO : 2021/820

DAVA : İtirazın İptali (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 05/02/2021
KARAR TARİHİ : 20/10/2021

Ödemiş…. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09/09/2021 tarih ….. E……..K. sayılı kararı üzerine dosya mahkememize tevzi edilmiş olup, yukarıda belirtilen esasa kaydı yapıldı. Dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili Ödemiş 2. Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu dava dilekçesi ile özetle; Davalının, Beyler Tarım firmasının sahibi olup, müvekkili şirket ile arasında zirai kimyasal ürünler, bitki ilacı, gübre vb. alım satımı alanında ticari ilişki bulunduğunu, müvekkilinin davalıya mal teslim etmiş olup davalıdan para alacağı bulunduğunu, bu alacak karşılığı herhangi bir kambiyo senedi verilmediğini, TBK’nun 89/1 maddesi gereğince para borçlarının, alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde, ödenmesi gerektiği kuralı göz önüne alındığında yetkili icra dairesinin alacaklı müvekkilinin ikametgahı olan Ödemiş İcra Dairesi olduğunun sabit olduğunu, müvekkili şirketin, davalıya fatura konusu malları teslim ettiğini, belgeleri mevcut olduğu gibi, davalının da bu faturayı ticari defterlerine işlemiş olduğunu, müvekkilinin alacağının sabit olduğunu, davalının öncelikle yetki itirazının reddinin gerektiğini, müvekkili şirketin gübre ve zirai kimyasal ürünlerin perakende ticareti konularında hizmet verdiğini, davalının ise zirai faaliyette bulunduğunu, bu hususta ticari defterinin bulunduğunu, tarafların zirai kimyasal ürünler, bitki ilacı, gübre vb. alım satımı hususunda muhtelif zamanlarda alışveriş yaptıklarını, davalının aldığı ürünlerin toplam bedeli olan 214.105,00 TL’sini ödemediği için, ödenmeyen fatura, cari hesap dökümü ve dayanak teslim belgeleri eklenmek suretiyle davalı aleyhine, Ödemiş İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyası ile genel haciz yolu ile icra takibi yapıldığını, davalının borca ve ferilerine, yetkiye itirazları neticesinde takibin durdurulmasına karar verildiğini, arabuluculuğa başvurulmuş olup anlaşma sağlanamadığını, davalının takibi uzatmak ve zaman kazanmak için, haksız ve kötü niyetle takibe itiraz ettiğini, davalının itirazının haksız ve kötü niyetli olup, bu itirazının reddinin gerektiğini, açıklanan nedenlerle; fazlaya ilişkin hak ve alacakları saklı kalmak kaydı ile duruşma icrasıyla; öncelikle davalının yetki itirazının iptaline, davalının icra takibindeki itirazlarının iptali ile, asıl alacak olan 214.105,00 TL ile asıl alacağa icra takip tarihinden itibaren ticari reeskont faizi işletilecek şekilde takibin devamına, müvekkilinin alacağının fatura, cari hesap ve ticari defterler ile likit olduğu sabit olduğundan ve davalı taraf takibi uzatmak maksadı ile kötü niyetle itiraz ettiğinden asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatının davalıdan alınarak müvekkiline verilmesine, Harçlar Kanunu 29/son gereğince icra takibinde peşin alınan harcın, hükmedilecek harçtan mahsubuna, yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı taraf vekili Ödemiş 2. Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu cevap dilekçesi ile özetle; Dava ve davaya konu icra takibinin yetkisiz mahkemede ve yetkisiz icra müdürlüğünde ikame edildiğini, yetkili İcra müdürlüğünün müvekkilinin ikamet ettiği Karşıyaka (İzmir) Asliye Ticaret Mahkemeleri ile İcra Müdürlükleri olduğunu, sadece dava dilekçesi içeriğinden dahi yola çıkarak; dava konusu alacak taleplerinin zamanaşımına uğradığının maddi bir gerçek olduğunu, zira dava konusu olay üzerinden gerek hak düşürücü süre gerekse de zamanaşımı süresinin ayrı ayrı geçtiğini, bu nedenle dava dilekçesinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini, faiz oranının haksız olup, yasal faiz talep edilmesi gerektiğini, davacının ne icra takibi dayanağı olarak ne de dava dilekçesi ekinde ve delillerinde taraflar arasında imzalanmış yazılı bir cari hesap sözleşmesi sunmadığını, varlığından dahi söz etmediğini, kaldı ki şayet alacak cari hesap sözleşmesine bağlı ise icra dosyasına bu sözleşme sunulmadığı gibi cari hesabın da henüz kat edilmediğini, haliyle kanunun emredici hükümlerine aykırı olarak başlatılan cari hesaba dayalı dava ve icra takibinin reddinin gerektiğini, icra takibine konu edildiği kadar malın, teslim alınmadığını, bilindiği üzere itirazın iptâli davasının müddeabihi, takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan bir eda davası olduğunu, bu davanın takip hukuku içinde ve takip talebiyle sıkı sıkıya bağlantılı olarak ele alınması gerektiğini ve sonucu itibarıyla takibin devamına etkili bir dava olduğunu, bu sebeple takip talepnamesinde dayanılan borç ve borcun sebebi ile bağlılığın asıl olduğunu, davada her türlü delille ispat edilecek alacağın da yine takip talepnamesine konu olan ve borçlu yanca itiraza uğrayan alacak olduğunu, bunun sonucu olarak takip ve davaya konu olmayan faturanın bu davada dikkate alınamayacağı hakimin iddia ve savunmayla bağlı olduğu kuralının bir gereği olduğunu, ödeme emri incelendiğinde alacağın faturaya dayanıp dayanmadığı veya hangi faturaya dayandığının belli olmadığını, dava konusunun müphem olduğunu, takibe itirazın kötü niyetli olmadığını, icra inkar tazminatı taleplerinin reddinin gerektiğini, yetki itirazlarının kabulüne ve davanın yetkisizlik nedeniyle reddine, haksız ve yasal dayanaktan yoksun davanın reddine, davacı aleyhine %20 den az olmamak üzere kötü niyet tazminatına hükmedilmesine, işlemiş faize ve fahiş faiz oranlarına dair itirazlarının kabulüne, alacak likit olmayıp takip konusu alacağın varlığı halli muhakemeyi gerektirdiğinden; davacı yanın icra inkar taleplerinin reddine, yargılama giderleri, avukatlık ücretinin karşı tarafa yükletilmesine ve davanın diğer yasal sonuçlarına karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
Dava; alım satım ilişkisi kapsamında cari hesap bakiyesinden kaynaklanan alacağın tahisili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali davasıdır.
Ödemiş .. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin … esas, ……. karar sayılı 09.09.2021 tarihli kararı ile “…görülmekte olan davanın Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevine giren dava ve işlerden olduğu; Asliye Ticaret Mahkemelerinin yargı çevrelerinin belirlenmesine ilişkin Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulu’nun 07/07/2021 tarih ve 608 sayılı kararı gereğince “İzmir Asliye Ticaret Mahkemesi yargı çevresinin İzmir ilinin mülki sınırları” olarak belirlendiğinden dava dosyasının görevli ve yetkili Nöbetçi İzmir Asliye Ticaret Mahkemesine devredilmesine/gönderilmesine, esas hükümle birlikte istinaf kanun yolu açık olmak üzere ” karar verildiği görülmüştür.
Gönderme kararı ile gelen dosya mahkememize tevzi edilmiş ve yukarıdaki esas numarasını almıştır.
08 Temmuz 2021 tarihli 31535 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan, Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulu’nun 07.07.2021 tarihli 608 numaralı kararı ile “İzmir Asliye Ticaret Mahkemeleri yargı çevresi İzmir ilinin mülki sınırları (Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi yargı çevresi hariç)” şeklinde belirlenmiştir. Anılan kararda, halihazırda açılmış davaların yeni kurulan mahkemeye devredileceğine ilişkin bir düzenleme mevcut değildir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/11-10 esas, 2019/401 kara sayılı, 04.04.2019 tarihli emsal kararı “…Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, özel kanunlarına göre kurulmuş olan ihtisas mahkemelerinin yargı alanlarının yeniden belirlenmesi ile ihtisas mahkemesi kurulmayan yerlerde bu mahkemelerin görev alanına giren iş ve davalara hangi mahkemenin bakması gerektiği hususlarında HSYK’nın 24.03.2005 tarihli ve 188 sayılı kararında dava tarihi itibariyle görevli olan mahkemenin davaya bakmaya devam edeceğine dair bir belirleme bulunmadığı ve 551 sayılı KHK’nın 146’ncı maddesi nazara alındığında eldeki davada görevli mahkemenin Manisa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi mi, yoksa 08.07.2013 tarihinde faaliyete geçen Manisa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki genel anlamda bir mahkemenin görevi belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna ait ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından bakılabileceğini belirtir.
Bilindiği üzere, medeni yargılamada ilk derece mahkemeleri genel mahkemeler ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılmışlardır. Hangi davalara özel mahkemelerde, hangi davalara genel mahkemelerde bakılacağı ve genel mahkemelerde bakılacak davalardan hangilerine asliye hukuk mahkemesinde, hangilerine sulh hukuk mahkemesinde bakılacağı hususuna görev, bunu düzenleyen kurallara da görev kuralları denir. Genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğretide ve uygulamada duraksama bulunmamaktadır.
Genel mahkemelerin bakacakları davalar belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olup, aksi belirtilmedikçe medeni yargılama hukukuna giren her türlü işe bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş olan bütün davalar genel mahkemelerin görevine girer (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt 1, s.164).
Buna karşılık özel mahkemeler, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli uyuşmazlıklara bakmakla görevlidir. Diğer bir ifadeyle özel mahkemeler özel kanunlarla kurulmuş olup özel kanunlarda belirtilen davaları yürütür.
Genel mahkemelerin kuruluşunda olduğu gibi özel mahkemelerin (veya ihtisas mahkemelerinin) kuruluşu da mutlaka ayrı (özel) bir kanun hükmü ile düzenlenir. Özel mahkemelerin kuruluşunun tabii hâkim ilkesine aykırı düşmeyeceği 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 37’nci maddesinde belirtilmiştir.
Türk medeni yargılama hukukunda özel kanunlarla kurulmuş özel mahkemeler; kadastro mahkemeleri, icra mahkemeleri, tüketici mahkemeleri, aile mahkemeleri, fikri ve sınaî haklar hukuk mahkemeleri, denizcilik ihtisas mahkemesi ile iş mahkemeleridir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 136. ve 142’nci maddelerinde mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişleri ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır. Mahkemelerin görevi kıyas veya yorum ile genişletilemez ya da değiştirilemez. Kanunda açıklık bulunmayan durumlarda görev genel mahkemelere aittir ( 5.12.1977 tarihli, 1977/4 E., 1977/4 K. sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı).
Usul hukukumuzda mahkemelerin görevi ancak kanunla düzenlenir ve göreve ilişkin kurallar kamu düzenindendir (HMK m.1). Mahkemenin görevli olması aynı zamanda dava şartıdır (HMK m.11/1-c). Bu nedenle taraflarca yargılamanın her aşamasında görev itirazında bulunulabileceği gibi taraflarca ileri sürülmese dahi mahkemenin de yargılamanın her aşamasında görevli olup olmadığını resen gözetmesi ve görevsiz olduğu kanısına varırsa kendiliğinden görevsizlik kararı vermesi gerekir (HMK m.115). Davaya bakan hüküm mahkemesi gibi kanun yolu incelemesini yapan üst mahkemelerin de görev hususunu resen gözetip, hükmü veren mahkemenin görevli olup olmadığını incelemesi gerekir. Hatta bunun için tarafların hükme karşı görevsizlik nedeniyle kanun yoluna başvurmuş olmalarına dahi gerek yoktur.
Bu nedenle, dava açılırken dayanılan hukuki ve maddi olguların göreve etkili olduğu durumda öncelikle hukuki niteleme yapılmalı ve sonucuna göre mahkemenin görevsiz olduğu kanısına varılırsa dava dilekçesinin görev nedeniyle reddine karar verilmelidir. Davanın görev nedeniyle reddi kararında görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğu belirtilmeli ve dava dosyasının bu görevli mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir (HMK m.20).
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kanunî hâkim güvencesi” başlığını taşıyan 37’nci maddesi; “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.” hükmünü öngörmektedir.
Bilimsel çevrelerde ve uygulamada, kanunî hâkim güvencesi, uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olması olarak kabul edilmektedir. 1982 tarihli Anayasa’yı kabul eden Danışma Meclisi’nin Anayasa Komisyonu’nun gerekçesinde “…bu suretle davanın olaydan sonra çıkarılacak bir kanunla yaratılan bir mahkeme önüne getirilmesi yasaklanmakta, yani kişiye yahut olaya göre kişiyi yahut olayı göz önünde tutarak mahkeme kurma imkânı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ise tarafsız yargı merciinin ilk gereğidir.” denilmektedir (Özbudun, E.: Türk Anayasa Hukuku, Ankara 2005, 8. Baskı, s: 118-119).
Dikkat edilecek olursa Anayasa’daki bu düzenleme hukuk ya da ceza davaları yönünden herhangi bir ayrım gözetmemiş ve uyuşmazlığın doğduğu tarihte bu uyuşmazlığı çözecek olan mahkemenin belli olması durumunda yargılama yapacak veya yargılamaya devam edecek mahkemeyi gösteren yasal bir düzenleme yapılmadığı takdirde davanın, mutlaka bu mahkeme tarafından çözüme kavuşturulması öngörülmüştür.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; uyuşmazlık konusunu teşkil eden her hukuki olay, meydana geldiği tarihteki yasal düzenlemelere tabidir ve olayın meydana geldiği zamanda mevcut olan mahkemeler tarafından çözümlenmelidir.
O hâlde yeni bir mahkeme kurulurken o mahkemenin kuruluş yasasında zaman bakımından faaliyete geçme gününden önceki uyuşmazlıklara bakacak mahkemelerle ilgili özel bir düzenleme bulunmadığı taktirde her uyuşmazlık, meydana geldiği tarihte bu işe bakacak olan mahkemece çözümlenecektir. Başka bir anlatımla her dava açıldığı koşullara göre görülüp sonuçlandırılacaktır.
Dava konusu edilen hukuki uyuşmazlığın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan yasalara göre kurulmuş bulunan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmesi ana kural olmakla birlikte bazen yasal düzenlemelerle böyle bir uyuşmazlığın çözümü yeni kurulan mahkemelere de verilebilmektedir.
4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun geçici 1. maddesi; “Aile Mahkemesi kurulan yerlerde bu mahkemeler faaliyete geçtiğinde, yargı çevresinde ve görev alanına giren sonuçlanmamış dava ve işler, yetkili ve görevli aile mahkemelerine devredilir.” hükmünü içerdiğinden, bu yasal düzenlemeye istinaden diğer mahkemeler, Aile Mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işleri bu mahkemelere devretmiştir.
Nitekim aynı hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.05.2011 tarihli ve 2011/11-233 E., 2011/330 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 24.03.2005 tarihli ve 188 sayılı kararında fikri ve sınai haklar hukuk mahkemeleri konusunda İstanbul ve Ankara’da kurulup, faaliyete geçirilen fikri ve sınai haklar hukuk mahkemelerinin, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile 551 sayılı Patent Haklarının Korunması, 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması, 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararnamelerinden kaynaklanan hukuk davaları için ihtisas mahkemeleri olarak belirlenmesine, yargı çevrelerinin ise kuruldukları yerin mülki hudutları olarak tespit edilmesine; fikri ve sınai haklar hukuk mahkemesi kurulmayan yerlerde, yukarıda zikredilen Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerden kaynaklanan hukuk davaları için; bir asliye hukuk mahkemesi olan yerlerde bu mahkemenin, ikiden fazla asliye hukuk mahkemesi bulunan yerlerde ise 3 numaralı asliye hukuk mahkemesinin yetkilendirilmesine, ilgili mahkemelerin yargı çevrelerinin ise adli yargı adalet komisyonlarının merkez ve mülhakatları olan ilçeleri kapsayacak şekilde belirlenmesine karar verilmiştir. Halihazırda açılmış davaların yeni kurulan mahkemeye devredileceğine ilişkin bir düzenleme mevcut değildir.
O hâlde, yeni bir mahkemenin faaliyete geçirildiği tarihten önce derdest bulunan davaların, istek üzerine veya doğrudan doğruya görevsizlik ya da gönderme kararı ile yeni kurulan mahkemeye gönderilmesine olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan bu hukuki ve maddi olgular karşısında somut olay irdelendiğinde; yukarıda da ifade edildiği üzere, taraflar arasındaki uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkeme, uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olan Manisa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi olup, dava tarihinden sonra kurulan ve faaliyete geçirilen Manisa 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davaya bakılması olanaklı değildir.
Hâl böyle olunca yerel mahkemenin Manisa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu yönündeki direnme kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyeler tarafından eldeki davada HSYK’nın 24.03.2005 tarihli ve 188 sayılı kararı gereğince derdest davalara mahkemelerince devam edileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığı, bu nedenle dava açıldıktan sonra kurulan Manisa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin davaya bakmakla görevli olduğu gerekçesiyle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekmiştir.” şeklindedir.
Emsal HGK kararının gerekçesi dikkate alınarak somut olay değerlendirildiğinde; 08 Temmuz 2021 tarihli 31535 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan, Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulu’nun 07.07.2021 tarihli 608 numaralı kararı ile “İzmir Asliye Ticaret Mahkemeleri yargı çevresi İzmir ilinin mülki sınırları (Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi yargı çevresi hariç)” şeklinde belirlendiği, anılan bu kararda, derdest davaların yeni kurulan mahkemeye devredileceğine ilişkin bir düzenlemenin mevcut olmadığı, Türkiye Cumhuriyet Anayasa’sının 37. Maddesindeki “kanuni hakim güvencesi” ilkesinden hareketle uyuşmazlık konusunu teşkil eden her hukuki olayın, meydana geldiği tarihteki yasal düzenlemelere tabi olması ve olayın meydana geldiği zamanda mevcut olan mahkemeler tarafından çözümlenmesi gerektiği, o hâlde İzmir ilindeki Ticaret Mahkemelerinin yargı çevresinin genişletilmesine ilişkin kararda ve yasada zaman bakımından faaliyete geçme gününden önceki uyuşmazlıklara bakacak mahkemelerle ilgili özel bir düzenleme bulunmadığı taktirde her uyuşmazlığın, meydana geldiği tarihte bu işe bakacak olan mahkemece çözümlenmesi gerektiği, taraflar arasındaki uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkeme, uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olan Ödemiş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi olup, dava tarihinden sonra yetki alanı HSK kararı ile genişletilmiş olan mahkememizin davaya bakmasına olanak bulunmadığı görevin dava şartı olduğu, davanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilebileceği anlaşılmakla mahkememizin görevsizliği nedeniyle davanın HMK’nın 114/1-c ve 115/2. maddeleri uyarınca usulden reddine, görevli mahkemenin Ödemiş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi olduğuna karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacı tarafından açılan iş bu davada Mahkememizin görevli olmadığı, görevli mahkemenin Ödemiş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu anlaşılmakla, HMK’nın 114/1-c ve 115/2.maddeleri uyarınca davanın usulden REDDİNE,
2- Kararın kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmesi halinde kesinleşme tarihinden itibaren iki hafta içinde, kanun yoluna başvurulursa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde gönderme talebinde bulunulduğu takdirde dava dosyasının görevli Ödemiş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi GÖNDERİLMESİNE,
3-HMK.nun 331/2.maddesi uyarınca harç ve yargılama giderlerinin görevli mahkemece hüküm altına alınmasına,
4-Kararın taraflara tebliğine,
İlişkin, dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, tarafların yokluğunda gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde, mahkememize veya bulunduğu yerde varsa Asliye Ticaret Mahkemesi’ne, yoksa Asliye Hukuk Mahkemesine verilecek istinaf dilekçesi ile, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde, istinaf kanun yolu açık olmak üzere karar verildi. 20/10/2021

Katip …
e-imza

Hakim
e-imza