Emsal Mahkeme Kararı İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/483 E. 2022/398 K. 26.04.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/483
KARAR NO : 2022/398

DAVA : Banka Dışındaki Diğer Kredi Kuruluşlarına İlişkin Düzenlemelerden Kaynaklanan (İtrazın İptali)
DAVA TARİHİ : 18/11/2019
KARAR TARİHİ : 26/04/2022

Mahkememizde görülen davanın yapılan açık yargılaması sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekilinin Mahkemeye sunduğu 14.11.2019 tarihli dava dilekçesinde özetle; 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5/A maddesi uyarınca, alacak talebi hakkında dava açılmadan önce arabulucuya – başvurulduğu, müzakereler sonucu anlaşmaya varılmadığına ilişkin 02/08/2019 tarihli Arabuluculuk Son tutanağı düzenlendiği, tutanağın bir örneğinin dilekçemiz ekinde sunulduğu, (Ek-l Arabuluculuk son tutanağı) anlaşma sağlanamadığı için işbu davayı ikame etme zorunluluğunun doğduğu, belirtilmiştir.
Esasa İlişkin Açıklamalar :Müvekkil banka ile … San. Ve Tic. Ltd. Şti. İsimli şirket arasında; Genel Kredi Sözleşmeleri imzalandığı, Dava dışı müteveffa … ve davalı … bu sözleşmeler kapsamında kullandırılan kredileri müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığı, imzalanan bu sözleşme ile şirkete krediler tesis edildiği, (Ek-2: Genel Kredi Sözleşmesi) Borçlu şirkete kullandırılan kredilerin geri ödenmemesi üzerine müvekkil banka tarafından kredi lehtarı ve müteselsil kefiller ve müteveffa …’nün mirasçılarına İzmir Noterliğinden 16/10/2018 tarih, …. yevmiye no’lu ihtarname keşide edilerek davalı borçlulara borcun ödemesi ihtar edildiği, ancak borcun ödenmediği (Ek-3: İhtarname) Yukarıda belirtilen ihtarnameye konu borcun ödenmemesi üzerine İZMİR 1. İcra Müdürlüğü’nün …. E. sayılı dosyasından icra takibi başlatıldığı ve borçlulara ödeme emri gönderildiği, takip dosyasından gönderilen ödeme emrine davalı ve dava dışı …. tarafından itiraz edildiği ve itiraz üzerine davalılar açısından takip durduğu, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5/A maddesi uyarınca alacak talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulduğu, müzakereler sonucu anlaşmaya varılamadığı, Davalı – borçlular itiraz dilekçesinde; dosya borcunun tamamına (asıl alacak, işlemiş ve işleyecek faiz, faiz oranına, borcun fer’ilerine) itiraz ettiği, takipte işletilen faiz oranlarına yapılan itirazın hukuki dayanaktan yoksun olduğu, Genel Kredi Sözleşmelerinin Temerrüt Faizi başlıklı 10. Maddesinde; “Müşteri’nin Kredi borcunu (taksitlendirilmiş kredilerde taksitlerden herhangi birini), faiz komisyon, masraf bilumum vergi, resim ve harçlarını veya diğer bir tutarı ( kur farklarını ve arbitraj masrafları v.s.) taksit ödeme tarihinde/vadesinde ödemeyerek temerrüde düşmesi ve ayrıca işbu Sözleşme’nin V. Maddesinde belirlenen temerrüt hallerinden birinin vuku bulması nedeni ile Temerrüde düşmesi halinde Müşteri, Temerrüdün doğduğu tarihten itibaren fiili ödemeyi gerçekleştirdiği güne kadar geçecek günler için Bankaca tespit edilmiş en yüksek kredi faiz oranının yıllık 9050 (yüzde elli) fazlası olarak hesaplanacak oranda temerrüt faizini (teşvik kapsamındaki kredilerde ayrıca mevzuat ile öngörülen ceza faizini) ödeyecektir.” denilmek suretiyle faiz oranının açıkça kararlaştırıldığı, kaldı ki müvekkil bankaca iyi niyetli olarak bu oranların çok çok altında faiz talep edildiği, bu nedenle faiz oranının doğru olduğu, sözleşmeye ve yasaya uygun olduğu, Ayrıca davalı …’”nün söz konusu borca müteselsil kefil olduğu, dolayısıyla mirası süresi içinde reddetmesi durumu değiştirmediği, zira kendisinin aynı zamanda kefil sıfatıyla da sorumlu olduğu, itirazın, takibi durdurmak amacıyla yapıldığı, dava sürecinde yapılacak bilirkişi incelemesinde bu durumun ortaya çıkacağı, Ayrıca imzalanan Kredi Sözleşmelerine göre Banka ile müşteri arasında doğacak her türlü uyuşmazlıkta Banka defter ve kayıtlarının geçerli olacağının kabul edildiği, bu belge ve kayıtların HMK 193. Maddesi uyarınca münhasır ve kesin delil teşkil edeceği,HMK 193: “Taraflar yazılı olarak veya mahkeme önünde tutanağa geçirilecek imzalı beyanlarıyla kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların başka delil veya delillerle ispatını kararlaştırabilecekleri gibi belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların da sadece belirli delil veya delillerle ispatını kabul edebilirler.” şeklinde olduğu, Borçlunun haksız olarak icra takibine itirazı ve takibin durdurulması karşısında itirazının iptaline karar verilmesi ve 9620’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep etme gereği hasıl olduğu, bu açıklamaların ve dilekçenin ekinde sunulan delillerin de davalı – borçlu tarafın itirazının haksız olduğunu göstereceği, İş bu haksız itirazın iptali için sayın Mahkemeye başvurmak zorunluluğu doğduğu belirtilmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; haksız ve dayanaksız itirazın iptaline, davalı borçlunun 9420’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatı ödemesine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalılara yüklenmesine karar verilmesi talep edilmiştir.
Davalı vekilinin Mahkemeye sunduğu 17.02.2020 tarihli dava cevap dilekçesinde özetle; 1. Davacı Banka ile kredi ilişkisin içerisinde bulunan … San. ve Tic. Ltd. Şti. olduğu, Müvekkil …’nün, kredi kullanan şirket lehine 14.09.2012 tarihinde Genel Kredi Sözleşmesini kefil sıfatı ile imzaladığı, Müvekkil, 09.11.2015 tarihinde … San. ve Tic. Ltd. Şti’ndeki hisselerini devrederek, ortaklıktan ayrıldığı, 09.11.2015 yılı tarihi itibarı ile müvekkilimin … Ltd. Şti. ile hiçbir ilişkisi kalmadığı, bu hususu teyit eden Ticaret Sicil Gazetesinin ekte sunulduğu, (EK 1). Davacı tarafça müvekkil hakkında İzmir I. İcra Müdürlüğünün …. sayılı dosyası ile yapılan icra takibinde ve keza İzmir Noterliğinin 17.10.2018 tarihli ihtarnamesinde alacağın 152,474.04 TL’lık kısmının …. hesap nolu TL … olarak tanımlanan ticari krediden kaynaklandığının belirtildiği, …. hesap nolu … olarak tanımlanan ticari kredinin esasen Kredi …. Fonu Kredisi olduğu, … San. ve Tic. Ltd. Şti. 06.04.2017 tarihinde …. Bankası,… Şubesi Müdürlüğüne … kefaleti ile 200,000.00-TL tutarında 48 ay vadeli, taksitli kredi kullandırılması için başvuruda bulunulduğu, (EK 2) 09.11.2015 tarihi itibarı ile … Ltd. Şti.’nden ayrılmış olan müvekkilinin, işbu … kefaleti ile kullanılan yeni krediden hiçbir şekilde bilgisi bulunmadığı ve esasen … kapsamında kullanılan kredi başvurusu, sözleşme ve protokoller altında hiçbir şekilde kefil sıfatı ile imzasının bulunmadığı, Esasen müvekkilinin kefil sıfatı ile imzasının bulunduğu kredi sözleşmeleri nedeni ile … Ltd. Şti.nin bankaya herhangi bir kredi borcunun olmadığı, davacı Bankanın 22.05.2018 tarihli yazıları ile sabit olduğu, davacı Bankanın, Kredi …. Fonu ile arasında akdedilmiş olan Hazine Destekli Portföy Garanti Sistemi Protokolü çerçevesinde … San.ve Tic.Ltd.Şti.ne kredi kullandırdığının tartışmasız olduğu, bu kredi türünün, Bankaların kullandırdığı genel kredilerden farklı olduğu, aranan ve sağlanan kriterlerin değişiklik gösterdiğinin de keza tartışmasız olduğu, … kredisinin, ayrı bir kredi olduğu, nitekim … Ltd.Şti. bu krediyi kullanabilmek için Bankaya başvurduğu ve Yasa gereği aranan kriterlerin mevcudiyetinden sonra ve … A.Ş.nin kabulü ile kredi kullandırıldığı, 04.06.2012 tarihli … Yasasına göre … başvuruları değerlendirip, gerçek veya tüzel kişi lehine garantisinin üst sınırını, oranını, süresini ve koşullarını belirlediği ve başvuru sonucunu bankaya yazılı olarak bildirdiği, garanti talebinin kabul edildiğinin bankaya bildirilmesi garanti sözleşmesi yerine geçmeyeceği, Banka, garanti için belirtilen şartları yerine getirerek garanti sözleşmesinin imzalanması için 3 (üç) ay içerisinde …’ye başvurduğu, bunun üzerine …, banka ve gerçek ve/veya tüzel kişi ile sözleşme imzaladığı, Banka, garanti sözleşmesinin imzalanmasından itibaren 15 (on beş) gün içinde krediyi kullandırarak sözleşme (borç senedi), hesap açılış belgesi ve ödeme planının bir suretini …’ye gönderdiği, 15 (onbeş) gün içerisinde kredi kullandırılmadığı takdirde … garantisinin son bulduğu, …’nin garantisi ile kullandırılacak krediler için Banka ile … arasında garantinin genel esaslarını düzenleyen “Çerçeve Sözleşmesi” ve her bir garanti için “Garanti Sözleşmesi”, … ile gerçek ve/veya tüzel kişi arasında “Garantinin Geri Ödenmesi Sözleşmesi” olmak üzere 3 sözleşme düzenlendiği, Tüm bu yasa maddelerinin, … kefaleti ile kullanılan kredinin tamamı ile farklı mevzuata ve işlemlere tabi olduğu, bankanın imzalattığı genel kredi sözleşmesi kapsamında değerlendirilmesinin hiç bir şekilde mümkün olmadığını ortaya koyduğu Davacı Bankanın kullandırdığı … kredisinin numarası dahi diğer kredilerden farklı olarak ….. olarak numaralandırıldığı, KGFnin kefaleti ile kullandırılan krediye ilişkin olarak ise müvekkilimin hiçbir şekilde kefilliği kabul ettiğine dair, yasanın aradığı şartlardaki herhangi bir sözleşme/metin altında imzasının bulunmadığı; müvekkilinin ne …’ye, ne de Bankaya bu tür kredi ile ilgili olarak şahsi kefaletini teminat olarak sunmadığı, icra takibindeki kredi kartından kaynaklanan alacak ve tek hesap olarak nitelenen alacak ile ilgili olarak da müvekkilinin hiçbir sözleşme altında kefil sıfatı ile imzasının bulunmadığı. davacı Bankanın müşterilerine imzalattığı Genel Kredi Sözleşmelerinin maddesindeki Kredi Türleri başlıklı maddenin son bendinde “Müşteri, işbu Sözleşme’nin eki ve ayrılmaz parçası olarak kullanacağı kredi türüne ait özel hüküm ve şartları içeren Kredi Özel Şartlarını ayrıca imzalar.” hükmünün yer aldığı, bu madde içeriğine göre Genel Kredi Sözleşmesi kapsamında kullandırılacak plan her kredi türü için ayrı ayrı Kredi Özel Şartlarının düzenlenmesi ve imzalanması gerektiği, müvekkilinin, ne … kredisi, ne kredi kartı sözleşmesi ve ne de tek hesap için davacı ile Kredi Özel Şartları başlıklı sözleşme/protokolleri kefil olarak imzalamadığı, müvekkilinin icra takibine konu edilen alacakların dayandığı kredi ilişkilerinde hiçbir şekilde kefil sıfatı ile imzasının bulunmadığı, müvekkilinin 14.09.2012 tarihli Genel Kredi Sözleşmesindeki kefaletinin tamamı ile ayrı nitelik taşıyan ve 11.04.2017 tarihinde kullandırılan … kredisi için de mevcudiyetinden bahsetmenin hukuka aykırı olduğu, Müvekkilinin bilgisi ve onayı haricinde sonraki tarihlerde kullandırılan farklı nitelikteki kredilerin. bankanın tek taraflı takdiri ile genel kredi sözleşmesi kapsamına dahil edilmesinin hiçbir şekilde mümkün olmadığı, Yargıtay kararları ile de sabit olduğu üzere kefilin, sadece imzaladığı genel kredi sözleşmesine istinaden geri ödemesi yapılmamış kredilerden sorumlu olduğu, Kefilin, kefil olduğu genel kredi sözleşmesi dışında başkaca herhangi bir borçtan sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı, kefil olunan genel kredi sözleşmesindeki “doğmuş ve doğacak tüm borçlarının teminatı olarak” şeklindeki bir madde bulunmasının dahi bu sonuca etkisinin olmadığı, zira bu maddelerin hukuken geçersiz olduğu, kefilin sadece imzasının bulunduğu krediden sorumlu olduğu ve bankanın kefilin imzası olsun veya olmasın tüm kredi sözleşmelerini birleştirip tek bir alacak olarak kefalet limiti ile talepte bulunmasının hukuken mümkün olmadığı, bu konudaki emsal Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 2012/15421 Esas, 2013/1789 Karar numaralı, 30.01.2013 tarihli kararının ekte takdim edildiği (EK 4). 6. Davacı Bankanın, müvekkilinin kefaleti nedeniyle sorumlu olduğunu iddia ettiği … kefaleti ile kullandırılan kredinin kullandırılma tarihinin 11.04.2017 olduğu, Müvekkilinin 29.04.2016 tarihinde evlendiği ve kredinin kullandırıldığı 11.04.2017 inin devam ettiği, müvekkilinin, 09.11.2015 tarihinde … San. ve Tic. Ltd. Şti.ndeki hisselerini devrederek, ortaklıktan ayrıldığı, 09.11.2015 yılından itibaren ne ortak, ne müdür, ne de yönetici sıfatının bulunduğu, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça ancak diğer eşin yazılı rızasıyla kefil olabileceğ Hiç bir şekilde … kredisinin kefil sıfatı ile imzalandığının kabulü şeklinde yorumlanmamak üzere, müvekkilinin eşinin yazılı rızası bulunmadığı için, 11.04.2017 tarihinde kullandırılan krediye kefaletinin geçerli olmasının hukuken mümkün olmadığı, Keza aynı husus icra takibine konu edilen diğer kredi kartı, kredili mevduat hesabı ve kurum ödemesi kredileri ile ilgili olarak düzenlenmiş olan kredi sözleşmeleri için de geçerli olduğu, Müvekkilinin bu kredilere kefil olabileceğine ilişkin müvekkilin eşinin yazılı rızası bulunmadığı için kefaletinin geçersiz olduğu, Bu konudaki emsal Yargıtay kararlarının dilekçe ekinde Mahkemelerinin tetkiklerine sunulduğu, (EK 5). Davacı Bankanın dava dilekçesi ekinde Ödeme Planı Değişikliği başlıklı bir belge sunduğu, Özellikle müvekkilinin eşinin yazılı rızasının bulunmaması nedeni ile kefaletin geçersiz olduğuna ilişkin itiraz ve savunmaları saklı kalmak kaydı ile, bu belge altındaki müvekkile ait olduğu ileri len imza ile ilgili olarak ciddi tereddütlerin bulunduğu, Davacının icra takibinde sunduğu belgeler arasında da bu belgenin yer aldığı, ancak icra dosyasına sunulan belgede müvekkilinin imzasının yer almadığı, dava dosyasında sonradan bu belgenin imzalı hale gelmesinin dikkat çekici olduğu, bu neden ile söz konusu imzanın müvekkile ait olup olmadığı hususunun incelenmesinin şart olduğu belirtilmiştir. Yukarıda açıklanan nedenler doğrultusunda: Davanın reddine, Takibinde haksız ve ki üzere tazminata mahkum edilmesine, Yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına, karar verilmesi talep edilmiştir.
Dava; bankacılık işleminden kaynaklı İİK. 67/2 uyarınca açılmış itirazın iptali davasıdır.
Dosya içinde taraflar arasındaki genel kredi sözleşmeleri, İzmir Noterliği’nin 16/10/2018 tarih, …. yevmiye no’lu ihtarname, İzmir 1. İcra Müdürlüğü’nün… sayılı takip dosyası getirtilmiş, banka defter ve kayıtları üzerinde bankacı bilirkişi marifetiyle yerinde inceleme yetkisi de verilerek rapor alınmış, itirazlar doğrultusunda bilirkişi heyetinden karar vermemize de dayanak teşkil eden, usul, yasa ve mevzuata uygun ek rapor alınmıştır.
Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Huzurdaki ihtilafın çözümü, genel kredi sözleşmesi ile borcun kaynağını oluışturan kredi sözleşmesi arasındaki ilişkinin belirlenmesine bağlıdır. Nitekim davalının kefalet ilişkisi kapsamındaki sorumluluğu salt genel kredi sözleşmesi ile belirlenecekse, bu sözleşmenin yapıldığı tarihte evli olmayan, başkaca bir itiraz da ileri süremyen davalının borçtan sorumlu tutulması gerekecektir. Öte yandan davalının kefalet ilişkisi kapsamındaki sorumluluğu 2017’de yapılan münferit kredi sözleşmesine dayandırılacaksa, bu durumda davalının borçlu evli olduğu ve eşinin rızası alınmadığı gözetilerek bir sorumluluğu bulunmadığı sonucuna varılacaktır. Davalı taraf genel kredi sözleşmesini imzaladığı tarihte bekardır ve sözleşmenin geçerliliğine ilişkin bir ihtilaf yoktur. Dava konusu borcun dayanağını oluşturan 2017 tarihli sözleşmeyi imzaladığında ise evli olmasına rağmen eşinin rıza beyanı alınmamıştır. Bu değerlendirme için 2017 tarihli kredi sözleşmesinin genel kredi sözleşmesiyle ilişkisi ortaya konulmalıdır.
Banka genel kredi sözleşmesinin hukuksal niteliği öğretide tartışmalıdır. Bu görüşler arasında, genel kredi sözleşmesinin bir ön sözleşme, bir opsiyon sözleşmesi ve nihayet bir çerçeve sözleşme olduğu yönünde görüşlere rastlanmaktadır (Mehmet Deniz Yener, Kredi Açma Sözleşmesi 12 Levha yay 2008, s 63-65). Bunlardan ilk ikisi kredi sözleşmesi karşısında genel kredi sözleşmesinin hukukal değerini azaltmaktadır. Uygulamada ise kredi sözleşmesi bir krediyi, genel kredi sözleşmesi ise birden çok sözleşmeyi kapsayan çerçeveyi oluşurması nedeniyle bir kredi sözleşmesi değil, bir kredi açma sözleşmesi olarak tanımlanabilmektedir (Mahmut Bilgen, Öğreti ve Uygulamada Kefalet, s 591)
Genel kredi sözleşmesinin bu çerçeve niteliği, sözleşme niteliğini ortadan kaldırmamakta, sözleşmede belirlenen koşullar içinde banka müşterisine, farklı nitelikte krediler kullandırabilmektedir. Bu tür bir kredi sözleşmesine kefalette sözleşme dolayısıyla kullanılan kredi/kredilerden dolayı oluşan borcun bir tarihte sıfırlanması, kefilin sorumluluğunu sona erdirmemektedir. Zira banka genel kredi sözleşmesinin varlığı hâlinde müşteri, farklı tarihlerde aynı nitelikte veya farklı nitelikte krediler kullanabilmektedir. Kullandığı bu münferit kredi borçlarının sıfırlanmasından sonra da tekrar aynı nitelikte veya farklı nitelikte krediler kullanabilmektedir. Bu süreç içinde kefilin sorumluluğu da devam etmektedir. Bu tür bir kredi sözleşmesine kefalette kefil, kefalet limitini aşmamak koşuluyla öncelikle asıl borçtan sorumludur. (Mahmut Bilgen, s 595) “…Davacının kefil olduğu genel kredi sözleşmesi belirsiz süreli çerçeve sözleşmesi niteliğindedir. Bu itibarla sözleşme tarihinden sonra çekilen bir kredinin ödenmesi sözleşmeyi ve kefaleti kendiliğinden sona erdirmeyecektir…” Yarg. 19. HD., T. 20.02.2014, E. 2013/17460, K. 2014/3325. “…Dava konusu alacak, davalının kefili bulunduğu 14.05.2008 tarihli genel kredi sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Taraflar arasında akdedilen sözleşme, genel hükümlere göre düzenlenmiş ticari nitelikte ve süresiz bir sözleşmedir. Başka bir ifadeyle borç sıfırlandıktan sonra borçluya tekrar kredi kullandırılması yeni bir borç ilişkisi niteliğinde olmadığından sözleşmeden doğan kefalet sorumluluğunun devam edeceği kuşkusuzdur…” Yarg. 19. HD., T. 07.05.2014, E. 2014/5061, K. 2014/8855. Bu koşullar altında, kefilin evlilik tarihinden önce doğmuş kredi borçları için eşinin rızasının aranmaması tabiidir (Yasemin Yücesoy, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Hükümlerine göre Kefaletin Kapsamı Türkiye Adalet Akademisi Dergisi Ocak 2019, s 311).
Dahası hukuksal işlemlerin yapıldıkları andaki geçelilik durumlarına göre değerlendirimesi gerektiği açıktır. Bu kapsamda 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu öncesinde kurulmuş ve eşin rızasının bulunmadığı kefalet sözlşemelerinin geerli olduğu Yargıtay içtihadı ile sabittir. (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi E 2014/15776, K 2015/ 671, 21.01.2015)
Ne var ki, genel kredi sözleşmesi ile kefil olan kişinin evlenmesinden sonra akdedileek yeni kredi sözleşmeleri için eşin rızasının aranıp aranmayacağı bir başka sorun oluşturur. Dava konusu olayda da görüldüğü üzere her ne kadar genel kredi sözleşmesine dayalı olarak yapılmış olsa da, davacı banka ile dava dışı borçlu arasında yeni bir kredi sözleşmesi yapılmış, davalı da bu yeni kredi sözleşmesini yine kefil olarak imzalamıştır.
Öğretide eşin izninin, kefalet sözleşmesinin kurulması anında verilmiş olması gerektiği ileri sürülmektedir. (Mahmut Bilgen s 90; Serkan Ayan, Kefalet Sözleşmesi, s 119) Aranan bir başka koşul bu iznin somut bir sözleşme için verilmesi gereğidir. Dolayısıyla kefaletin kapsam ve ağırlığını arttıran değişiklikler için de yine eşin rızası aranacaktır (aynı yer s 121). Keza izin zorunluluğu evlenmeyle doğup, evlilik süresince devam edecektir (aynı yer s 127)
Konuya yine öğretide geliştirilen ayrılık ilkesi üzerinden yaklaşmak da mümkündür. Ayrılık ilkesine göre, genel kredi sözleşmesi ile münerit kredi sözleşmesi iki ayrı işlemdir. Kredinin kuruluşu ve koşulları ile ilgili hükümler genel kredi sözleşmesinde yapılırken, münferit kredi sözleşmesi buna ek koullar içerir. Nitekim genel kredi sözleşmesi sadece nakdi değil, gayrınakdi kredileri de kapsayacak şekilde düzenlenmiş olablir. Buna göre genel kredi sözleşmesi birden çok tür münferit kredi sözleşmesinin temelini oluştursa da, bu çerçevede yapılan münferit kredi sözleşmeleri ayrı birer tasaruf işlemi niteliği taşılar (Sefer Oğuz, Ticari Kredi Açma Sözleşmeleri, Seçkin 2019, s 202).
Ne var ki bu ayrılık münferit kredi sözleşmesinin kurulduğu anda ortaya çıkan somut koşullarla sınırlıdır. Nitekim münferit kredi borcu, aynı anda hem genel kredi sözleşmesi hem de imzalanan münferit kredi sözleşmesine dayanır ve özellikle de borcun tasfiyesinde genel kredi sözleşmesi de uygulanmaya devam edilir. Hesabın katı, borçlunun ihtarı ve sonrasına ilişkin süreç, genel kredi sözleşmesinde düzenlenen hükümlere göre işletilebilir (…, Ticari Kredi Açma Sözleşmeleri, Seçkin 2019, s 202). Bu bağlamda, münferit kredi sözlşemesi, genel kredi sözleşmesini ortadan kaldırmamakta, ancak münferit kredinin kullanımı ile ilgili özel koşulları düzenlemektedir.
Bu özel koşullar, kredinin tipi tutarı ve vadesi ile ilgili olabileceği gibi, bunlardan kaynaklı riskler nedeniyle ek kefalet, kefalet limitinin arttırılması gibi konuları da içerebilir. Aynı şekilde, genel kredi sözleşmesinin kurulduğu tarihte kefil olan bir kişini daha ileriki bir tarihte imzalanacak münferit kredi sözleşmesi için aynı koşulları taşıyıp taşımadığı da dikkate alınabilecek bir diğer husustur. Dolayısıyla kefilin maddi durumunun bozulması yanında fiil ehliyetini sınırlayan faktörler de dikkate alınarak münferit kredi sözleşmesi kurulurken kefalet hususunun yeniden düzenlenmesi mümkündür.
Nitekim dosyanın incelenmesinden dava konusu borcun dayanağını oluşturan münferit kredi sözleşmesi için 2017 yılında davalının kefil sıfatıyla imzası alınmıştır. Genel kredi sözleşmesi ile zaten kefil olan bir kişinin daha sonraki tarihte tekrar kefil sıfatıyla imzasının aranmasının ratio legis’i geçen süre zarfında değişen koşullarının dikkate alınmasıdır. Bir başka deyişle kefilin, genel kredi sözleşmesini imzalandığı tarih itibari ile varolan medeni, akli ve iktisadi koşulları değişmemişse, ileriki tarihte imzalanan münferit kredi sözleşmesi için ayrıca bir kefalet alınmasının bir mantığı da yoktur. Kaldı ki, sadece bekar bir kefilin evlenmesi değil, evli olan bir kefilin daha sonra boşanıp tekrar evlenmesi halinde de sonraki tarihli münferit kredi sözleşmesi için yeni eşinin rızası gerekecektir. Eski tarihli genel kredi sözlşemesinde eski eşin rızasının olması, yeni tarihli münferit kredi sözleşmesinde de eski eşin rızasını yeterli kılmayacak, yeni eşin rızası aranacaktır. Dolayısıyla nihai takdiri sayın mahkemeye ait olmak üzere, kefil olarak imzası alınan davalı tarafın, medeni hali ile ilgili yalan beyanda bulunarak davalı bankayı yanıltmamış olduğu sürece, 2017 tarihli kefaletin geçerliliği eşinin rızasına bağlı olacaktır.
Son olarak dava konusu icra takibinin diğer iki kalemi üzerinde durmak gerekir. Nitekim icra takibinde ayrıca şirket kredi kartı ve şirket ek hesabı nedeniyle doğan borçlar da onu edilmiştir. Ne var ki dosya içeriğinde anılan borçların temelini oluşturan ve davalının kefil sıfatıyla imzası bulunan bir sözleşme sunulmamıştır. Bu durumda akla, genel kredi sözlşemesi ile bu borçların da kefalet kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusu gelir. Genel kredi sözleşmesinde buna imkan veren bir hüküm bulunmakla beraber, Konuyla ilgili Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına göre (E. 2018/19-689 K. 2018/1624 T. 6.11.2018):
Kefalet borcunun feri karakteri, ferdileştirilmiş bir borç için tekeffülü zorunlu kılmaktadır.
Gerek öğretide, gerekse uygulamada sınırları belli olmak şartıyla devamlı, değişik içerikli, birden ziyade yükümlülüğü içeren borç ilişkileri için geçerli olarak kefil olunabileceği kabul edilmektedir. Kefaletin asıl borçlunun çeşitli yükümlülüklerinden sadece birisi için verilmesi zorunlu değildir. Azami miktar ile sınırlı olmak üzere kefilin borçlunun belirli birden fazla yükümlülüğünü aynı kefalet sözleşmesinde tekeffül etmesi mümkündür. Ancak kefil olunan yükümlülüklerin neler olduğunun kefalet sözleşmesinden anlaşılması gerekir.
Yeni Borçlar Kanunu’nda da borcun ferdileştirilmesi ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla beraber, kefaletin fer’iliği yanı sıra BK 582/3 fıkrası ile kefilin korunması da kefil lehine olan, kefalette asıl borcun ferdileşmesi gerektiği görüşünü desteklemektedir.
Gerek Yargıtay, gerekse İsviçre Federal Mahkemesi kararlarında; kefaletin ferdileştirilmesinin zorunlu olduğu, asıl borcun belirli veya en azından kefalet anında belirlenebilir olmasının gerektiği, her ne sebeple olursa olsun ileride doğacak tüm borçlara kefaletin ise geçersiz olacağı kabul edilmektedir. Kefaletin mevcut borçlar yanı sıra daha sonra doğacak tüm borçlar için de verilmesi hâlinde kısmi hükümsüzlük söz konusu olacak, sadece belirli veya belirlenebilir borçlar açısından kefalet geçerli olacaktır.
Kefalet sözleşmesinde kayıtsız, şartsız olarak bir kredi borcunun tekeffülü hâlinde dahi kefil, belli bir kredi borcunu bazı hususlara uyulması şartıyla tekeffül ettiğini iddia edebilecektir.
Bir kimse bir kredi borcuna kefil olduğu hâlde, gerçekte bir kredi tahsisinin söz konusu olmaması, kredi olarak zikredilen hususun aslında bir borca katılmadan ibaret bulunması hâlinde, kefil olunan belli ferdileştirilmiş borç tahakkuk etmemiş demektir (Reisoğlu, Seza: Türk Kefalet Hukuku, Ankara 2013, s:36 vd.).
5411 Sayılı Bankalar Kanunu’nda “gayri nakdi kredi” kavramı tanımlanmamıştır. Ancak, 5941 Sayılı Çek Kanunu’nun 3. maddesi uyarınca; muhatap banka, süresinde ibraz edilen çekin karşılığının bulunmaması hâlinde yasal sorumluluk miktarına kadar ödeme yapmak; çekin karşılığının kısmen bulunması durumunda ise, kalan meblağı tamamlamakla yükümlüdür. Aynı maddede ödeme yükümlülüğü ile ilgili bu hususun, hesap sahibi ile muhatap banka arasında çek defterinin teslimi sırasında yapılmış olan dönülemeyecek bir gayri nakdi kredi sözleşmesi hükmünde olduğu açıklanmıştır. Bu ödeme külfeti, sözü edilen Kanun gereğince bankalara yükletilmiş olduğundan, borçlunun bankadaki mevduatının bankaca müşterisine verilen her çek yaprağı için yasal sorumluluk miktarı ile sınırlı olarak banka lehine rehinli olduğunun kabulü zorunludur. Banka ile müşterisi arasında yapılan teminat mektubu veya çek hesabı açma sözleşmelerinde banka lehine risk gerçekleşmeden teminat mektubu bedeli veya karşılıksız çek bedelinden bankanın ödemek zorunda kalacağı meblağın depo edilmesini isteme yetkisi, söz konusu alacağın mevcut olduğunu göstermediği gibi, istenebilir olduğunu da göstermez (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun, 27.12.2017 tarih, 2016/1 E., 2017/6 K. sayılı kararı).
Tüm bu açıklamalardan ve yasal düzenlemelerden ortaya çıkan sonuç, kefaletin verildiği anda borcun belirli ya da belirlenebilir olması gerektiği, kefalet sözleşmelerindeki belirlilik ilkesi uyarınca kefil olunan açısından belirli yani ferdileştirilmiş bir borcun varlığının arandığı, kefilin yalnızca kefalet limiti ve kendi temerrüdünün hukuki sonuçları ile bağlı olduğu, Çek Kanununun ödeme yükümlülüğü maddesi uyarınca, hesap sahibi ile banka arasında çek defterinin teslimi sırasında yapılmış olan dönülemeyecek bir gayrinakdî kredi sözleşmesi hükmünde bulunduğu, henüz risk gerçekleşmeden alacağın mevcudiyetinden de söz edilemeyeceği, belirsiz alacak için kefalet sözleşmesi kurulamayacağı, bu nedenle çek depo bedelinden hesap sahibinin sorumluluğunun bulunduğu ancak kredi sözleşmesini imzalayan müteselsil kefilin risk altındaki çek yaprakları nedeniyle bankanın Çek Kanunu uyarınca ödemesi gereken asgari miktarlarla ilgili olarak depo talebinden sorumlu olabilmesi için kredi sözleşmesinde bu yönde açık bir hüküm bulunması gerektiğidir. Eldeki kredi sözleşmesinde ise depo talebinin müteselsil kefilleri de kapsayıp kapsamayacağı hususunda açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında taraflar arasında imzalanan kredi sözleşmesinin 11.3 maddesinde müşterinin verilen çek karnesini özenle saklamaya mecbur olduğu, bankanın verdiği çek karnelerini her zaman geri isteyebileceği, kredinin kapatılması hâlinde kullanılmayan çek karnesi ve çeklerin bankaya iade edileceği çekten doğan sorumluluğun tamamen tarafına müşteriye ait olduğunun kabul ve taahhüt edildiği, sözleşmenin 41.1 maddesindeki “sözleşmede imzası bulunan kefil veya kefillerinin müşterinin bu sözleşmeden veya her ne olursa olsun gerek yalnız olarak gerekse diğer kişilerle birlikte aslen veya kefil sıfatıyla borçlandığı veya borçlanacağı (kefalet dâhil) bütün meblağları bankaya karşı 1. maddede yazılı kredi miktarına kadar müşterek borçlu-müteselsil kefil olarak üstlenir veya üstlenirler” hükmü gereği depo talebinden müteselsil kefiller olan davalıların da sorumlu olduğu, bu nedenle yerel mahkeme direnme kararının onanması gerektiği ve yine diğer bir görüşe göre takibe konu borcun ilamsız icra takibine konu edilemeyeceği yönündeki değişik gerekçe ile kararın bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de; her iki görüş de Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
Kararda koyulaştırılarak gösterilen ileride doğacak tüm borçlara kefaletin geçerli sayılamaması ilkesi salt dava konusu kredi kartı ve ek hesap borçlarını değil, aynı zamanda 2017 tarihli münferit kredi sözleşmesi için de geçerli olup tüm anlatılanlar birlikte değerlendirildiğinde davanın reddine dair, karar vermek gerekmiş, kötü niyet tazminatları oluşmadığından davalı lehine kötü niyet tazminat takdirine yer olmadığına dair mahkememizdeki vicdani kanıyı yansıtan aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM ; Yukarıda yazılı bulunan gerekçeye göre;
1-Davanın REDDİNE;
Kötü niyet tazminat şartları oluşmadığından davalı lehine kötü niyet tazminatı TAKDİRİNE YER OLMADIĞINA;
2-Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL harçtan peşin olarak alınan 1.935,37 TL harcın düşülmesi ile kalan 1.854,67‬ TL harcın karar kesinleştiğinde isteği halinde davacı tarafa iadesine,
3-Davacı tarafça yapılan yargılama giderlerinin kendisi üzerine bırakılmasına,
4-Dava şartı arabuluculuk ücreti olan ve 6325 sy Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A-13 maddesi uyarınca tarafların anlaşamamaları nedeniyle Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanan 1.320,00 TL’nin davada haksız çıkan davacıdan alınarak HAZİNE’ye gelir kaydına,
5-Davalının yapmış olduğu 13,00 TL posta- tebligat ücretinin davacıdan alınarak, davalıya verilmesine,
6-Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ye göre takdir ve tayin edilen 19.173,34 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak, davalıya verilmesine,
7-Taraflarca yatırılan gider avansından kullanılmayarak artan kısmın karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı kararın taraflara tebliğinden itibaren 6100 sayılı yasanın 345. Maddesi uyarınca 2 haftalık kesin süresi içerisinde Bölge İstinaf Mahkemesine başvuru yolunun açık olduğu açıkça okunup usulünce anlatıldı.26/04/2022

Katip …
E-imza

Hakim …
E-imza