Emsal Mahkeme Kararı İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/3 E. 2021/986 K. 12.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İZMİR
1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/3 Esas
KARAR NO : 2021/986

DAVA : Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 02/01/2018

BİRLEŞEN İZMİR … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN … ESAS SAYILI DAVA DOSYASINDA:

DAVA : Alacak (Ticari Satım Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 09/02/2018
KARAR TARİHİ : 12/11/2021

Davacı tarafından davalı aleyhine açılan Menfi Tespit -Alacak davasının mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda, tüm dosya incelendi.
A-)MAHKEMEMİZİN 2018/3 ESAS SAYILI DAVA DOSYASINDA:
A-1)İDDİA VE TALEP:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalıya boş olarak verilen teminat senedinin davalı yanca 60.000 TL bedel yazılıp doldurularak kambiyo senedine mahsus yolla takibe geçildiğini, 06/03/2015 tarihinde davalı ile aralarında bir borç ilişkisi bulunmadığını, davalının ürün satışlarını aracı şirketler kanalı ile yaptığını, sunulan faturalarda bakiye ibaresinin bulunduğunu, bu nedenle tutarların tarafları bağlamadığını, 2016/2017 yıllarından itibaren davalının aracı ile satışlarını kademeli olarak bıraktığını, dava konusu senedin 2015 yılına ait olup teminat olarak verilse bile cari hesaplarında böyle bir borcun bulunmadığını, defter incelemesinde durumun anlaşılacağını, davalının vadeli mal satışı yapmadığını, ürünlerin peşin alındığından borcunun da bulunmadığını, bononun tahsili halinde davalının sebepsiz zenginleşeceğini bildirip borçlu olmadığının tespiti ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
A-2)CEVAP VE SAVUNMA:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkil şirket ile davacılardan …. Ltd. Şti. arasında 28.02.2015 tarihinde 3 yıl (ve 5 yılı geçmemek üzere 350 HL bira satın alınıncaya kadar) süreli Satın Alma Sözleşmesi tanzim edildiğini, davacıya sözleşmenin 9. Maddesi gereği 60.000-TL. (KDV dahil) katkıda bulunulacağının kararlaştırıldığını, yine sözleşmenin 8/a. Maddesi gereğince “Yeniden Satıcı işbu sözleşme süresince doğmuş ve doğabilecek cezai şart dahil her türlü borcun teminatı olmak üzere …. AŞ. tarafından kabul edilen cins ve miktarda teminat verecektir” hükmü gereğince davacı tarafından 60.000-TL. tutarlı senet verildiğini, davacıya, müvekkili şirket tarafından verilmesi gereken katkı, bayisi …. Ltd . Şti. Marifetiyle aktarılmış,davacı tarafından alınan katkıya istinaden 1 adet Hizmet Bedeli Faturası tanzim edildiğini, davacının sözleşme süresi içinde TAPDK ruhsatı iptal olmuş böylelikle sözleşmenin 11. Maddesine (aldığı ruhsatın iptal edilmesi) aykırı davranan davacı sözleşme hükümlerini ihlal ettiğini, davacının bahsettiği senetin müvekkili şirketin devamlı kullandığı ve alacaklı olarak adına bastırılan bir senet olup, bono metnine alacaklının sonradan eklenmesinin fiziken mümkün olmadığını, davacıların senedi tanzim ederken de, senet alacaklısının … AŞ. Olduğunun açıkca bildiklerini, keyfiyetin senet metni ile de sabit olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
B-)BİRLEŞEN İZMİR … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN … ESAS SAYILI DAVA DOSYASINDA:
B-1)İDDİA VE TALEP:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili şirketle, davalı arasında tanzim ve imza olunan 23.02.2015 başlangıç tarihli sözleşme gereğince davalı,”… Mah…. Cad.No:… …/İSTANBUL adresindeki (“…”isimli) işletmede müvekkili şirketin pazarladığı sözleşme konusu ürünleri (…, … vs.) düzenli olarak satın almayı, satmayı ve bulundurmayı, TC.Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulundan (TAPDK) izin almayı,aldığı izinleri yenilemeyi, müvekkil şirketten sözleşme süresince toplam 350 HL (hektolitre) bira satın almayı,bira satışında azami gayret göstermeyi, TAPDK tarafından çıkartılan yönetmelikler dahil tüm mevzuata uygun davranmayı,bu mevzuata uygun davranmadığı takdirde, bunun sonuçlarına katlanmayı, işbu sözleşme hükümlerinden herhangi birisine aykırı hareket ettiği takdirde 30.000,00 USD cezai şartı müvekkil şirkete nakten ve defaten ödemeyi kabul ve taahhüt ettiğini, müvekkili şirketin sözleşmeden doğan yükümlülüklerini eksiksiz ifa ettiği halde, davalının (mevzuata uygun davranmadığından) TAPDK ruhsatının kurum tarafından iptal edildiği, TAPDK ruhsatı olmayan işletmede müvekkil şirket ürünlerinin satılmasının söz konusu olamayacağı, bu suretlerle sözleşmenin davalı tarafından ihlal edildiğinin tespit olduğunu, sözleşme hükümlerini ihlal eden davalıdan, (fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak üzere) 30.000,00.-USD cezai şartın dava tarihinden itibaren tahakkuk edecek en yüksek döviz mevduat faizi ile birlikte (fiili ödeme tarihindeki TCMB döviz satış kuru üzerinden TL karşılığının) davalıdan tahsiline, yargılama gideri, harç,masraf, vekalet ücretinin davalıya yüklenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
B-2)CEVAP VE SAVUNMA:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davacı taraf cezai şart talebini de içerir bir takım alacak iddialarıyla İzmir …. İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyasıyla müvekkili aleyhine icra takibi başlattığını, bunun üzerine, karşı tarafça başlatılan icra takibinin senede dayanması nedeniyle taraflarınca İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/3 E sayılı dosyası ile davacı aleyhine menfi tespit davasının açıldığını, işbu davada davacı tarafından sunulan cevap dilekçesinde, karşı tarafça başlatılan İzmir …. İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı icra takibinin cezai şart alacağı da dahil olmak üzere başlatılmış olduğunun sabit olduğunu, davacı tarafından cevap dilekçesinde ifade edilen beyan bile başlı başına huzurdaki davaya konu cezai şart alacağını tahsile yönelik olarak, davacı tarafından adli yola başvuru yapıldığını göstermektedir. Bu nedenle derdestlik itirazlarının olduğunu, davacının cezai şart talebinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu, davacı yanın dosyaya sunduğu sözleşme ve bu sözleşmeye dayalı talebinin hukuka aykırı olduğunu, ilk itirazlarının, dosyaya ibraz edilen, “Satın Alma Sözleşmesi” olarak müvekkili ile yapılan sözleşmenin Rekabet Kurumu kararlarıyla bazı hükümlerinin geçersiz olduğunu, Rekabet Kurulu’nun 22.4.2005 tarih ve 05-27/317-80 sayılı kararı ve bu karara benzer nitelikteki pek çok kararları ile Davalı yanın alacağın nedeni olarak göstermiş olduğu “Satın Alma Sözleşmesi” şeklinde bir sözleşme akdetmesinin yasaklandığını, ayrıca, sözleşmenin hukuka aykırı olması nedeniyle sözleşmenin fer’i niteliğindeki cezai şart v.b. alacak iddialarının da geçersiz olduğunu, bu nedenle Davalı yanın gerek cezai şart ve gerekse sair nedenlerle sözleşmenin fer’isi niteliğindeki alacak iddiasının kabul edilemeyeceğini, ayrıca müvekkilinin imzaladığı sözleşmenin boş olarak tanzim edilmiş bir sözleşme olduğunu, müvekkilinin, Davacıya herhangi bir nedenle herhangi bir cezai şart ödeme taahhüdünün olmadığını, davacı tarafın, müvekkiline sözleşmedeki gerek cezai şartın yazılacağı ve gerekse satış taahhüdü içeren rakamın yazılacağı yerleri boş olarak düzenleyerek imza ettirdiğini, bu nedenlerle haksız ve hukuka aykırı davanın reddine , yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı yana yüklenmesine karar verilmesin talep etmiştir.
C-)DAVA:
Asıl dava, ticari satım sözleşmesi kapsamında teminat amacıyla düzenlendiği ve haciz baskısı altında bedelinin ödendiği iddia olunan kambiyo senedi nedeniyle istirdat istemine ilişkindir.
Birleşen dava, ticari satım sözleşmesi kapsamında cezai şart istemine ilişkindir.
D-)DELİLLER:
-Ankara … İdare Mahkemesinin … sayılı dosya sureti,
-Sözleşme, fatura, ödeme dekontu,
-Tütün ve Alkol Daire Başkanlığının 21/10/2019 tarihli yazısı,
-Bilirkişi …’ın 04/08/2020 tarihli raporu,
-Bilirkişi …’ın 14/06/2021 tarihli raporu,
E-)DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
E-1)Mahkememizin 2018/3 Esas Sayılı Dava Dosyasında:
Çek ve bono bir kambiyo senedidir. Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl /temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.
Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu(İİK)’nun “Menfi tespit ve istirdat davaları” başlıklı 72. Maddesi: “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir.” düzenlemesini içermektedir.
Anılan maddeden anlaşıldığı üzere borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir ve takip konusu alacağın borçlusu olmadığının tespiti isteyebilir.
Borçlu, belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar ve bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi iptal edilir ve borcu ödemekten kurtulur.
İİK’nın 72/5. maddesi gereğince borçlunun açmış olduğu menfi tespit davasında ihtiyati tedbir kararı almamış veya verilmiş olan ihtiyati tedbir kararının herhangi bir sebeple kaldırılmış olması nedeniyle dava konusu borcu alacaklıya ödemiş olursa açılmış olan menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir. Bu durumda borçlunun menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştürülerek devam edilmesi için bir talepte bulunmasına gerek yoktur. Borcun ödenmiş olduğunu öğrenen mahkemenin yukarıda yazılı … hükmü gereğince davaya kendiliğinden istirdat davası olarak devam etmesi gerekir(Çavdar, Seyit, İtirazın İptali,Borçtan Kurtulma, Menfi Tespit ve İstirdat Davaları, Ankara, 2007,s.803).
Bu noktada, konuyla ilgisi bakımından “ispat yükü”ne ilişkin açıklama yapılmasında yarar vardır:
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun “İspat yükü” başlığını taşıyan 190.maddesi; “(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
(2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” hükmünü içermektedir.
Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü taşıyacaktır. İspat yükünün belirlenebilmesi için önce ilgili maddî hukuk kuralındaki koşul vakıaların doğru bir şekilde tespit edilmiş olması ve buna uygun somut vakıaların ortaya konulmuş olması gerekir. Her bir vakıa bakımından lehine hak çıkarma çerçevesinde ispat yükü kuralları belirlenir. Ancak kanunda özel olarak ispat yükünün belirlendiği hallerde, genel kurala göre değil, kanunda belirtilen şekilde ispat yükü belirlenecektir. İkinci fıkrada ise, karinelerin varlığı halinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Karine söz konusu olduğunda, karine temeli ile karine sonucunu birbirinden ayırt etmek gerekir.
Karineye dayanan taraf, sadece karine sonucunu ispat yükünden kurtulmuş olur, ancak karine temelini ispat etmek yükü altındadır. Bu durumu vurgulamak için, fıkrada açık düzenleme yapılmıştır. Kesin kanunî karineler dışında, karşı taraf karinenin aksini ispat edebilir. Fıkrada, özellikle aksini ispat kavramına yer verilmiştir. Zira, aksini ispat ve karşı ispat farklı kavramlardır. Karine söz konusu olduğunda, karşı ispat faaliyetinden değil, karine ile kabul edilen durumun aksini ispat etmek gerekir (6100 sayılı HMK. 190. madde gerekçesi).
Menfi tespit konulu eldeki davada ispat yükünün özellikleri üzerinde de durulmalıdır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesi gereğince borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığını ispat için menfî tespit davası açabilir. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi).
İspat yüküne ilişkin bu genel kural, menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da, tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf o vakıayı ispat etmelidir.
Menfi tespit davasında borçlu ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir. Borçlu borcun varlığını inkar ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir.
Kambiyo senedinin bir illete bağlı olması gerekmez ve kural olarak ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu iddia eden tarafa aittir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ve dosya kapsamında toplanan tüm deliller bir arada değerlendirildiğinde; davacıların, davacı şirketin İstanbul ili … ilçesinde faaliyet yürüten bir işletme olduğu, davacılardan …’in şirket sahibi ve yetkilisi olduğu, diğer davalı …’in ise davacı şirkete ait iş yerinde bordrolu çalışan olduğu, davalı şirketin İzmir …. İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyasında davacılar aleyhinde takip başlattığı, takibe dayanak senedin düzenlenme tarihi olan 06/03/2015 tarihinde davacılar ile davalı arasında herhangi bir alacak borç ilişkisi bulunmadığı, davacı şirketin mal tedarikini dava dışı … Ltd. Şti’nden yaptığı, bu nedenle davacılar tarafından davalı lehine senet düzenlenmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, davalı şirketin 2015 yılı itibariyle müşterilere doğrudan satış yapmadığı, davacı şirketin takip tarihi itibariyle davalı şirkete herhangi bir borcu bulunmadığı, söz konusu senet teminat senedi olarak kabul edilse dahi davalının alacağı bulunmadığından bu senede istinaden takip yapamayacağı, senedin bedelsiz olduğu, teminat senedinin niteliği itibariyle kambiyo senedi vasfına sahip olmadığı bu nedenle takibe konu edilemeyeceği iddiası ile davacılar aleyhine yapılan takibin tedbiren durdurulması, neticeten iptali ile davacıların davalıya borçlu olmadığının tespitini iş bu dava ile talep ettiği, mahkememizce 24/01/2018 tarihli ara karar ile davanın takipten sonra ikame edildiği gözetilerek icra veznesine giren paranın yatırılacak teminat karşılığında davalı alacaklıya ödenmemesi yönünde tedbir kararı verildiği, davalının ise davacı şirket ile aralarında 3 yıl süreli sözleşme bulunduğu, bu sözleşme uyarınca davacıya 60.000,00 TL katkıda bulunulduğu, davacının bu katkı bedeline ilişkin olarak sözleşmede belirtildiği şekilde senet verdiği, davacının açık alkollü satış belgesinin sözleşme yürürlükte iken iptal edildiği, sözleşme hükümlerinin ihlali nedeniyle davacının katkı bedelini davalıya iade etmesi gerektiğini savunduğu, davalının icra takip işlemlerine devam etmesi nedeniyle davacının yargılama aşamasında takibe konu borcu ödediği ve istirdat davası olarak davanın devamını talep ettiği, taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunduğu ihtilafsız olup, takibe dayanak senedin teminat senedi olup olmadığı, davacıların söz konusu senet nedeniyle borçlu olup olmadıkları, senedin bedelsiz kalıp kalmadığı, davacı tarafından yargılama aşamasında takip kapsamında davalıya haricen ödenmek durumunda kalınan takip konusu borcun davalıya verilmesinin lazım gelip gelmediği hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunduğu, mahkememizce tedbir kararı verilmemesi, davalının davacıya ait taşınır ve taşınmazlara haciz uygulaması nedeniyle söz konusu malların satışını ve hacizleri engellemek amacıyla haciz baskısı altında dava tarihinden sonra davalıya ödeme yapan davacıların yapmış olduğu bu ödemenin borcun kabulü olarak değerlendirilemeyeceği, bu sebeple davacıların iş bu davada hukuki yararının bulunduğu, kural olarak senede dayanan takipten kaynaklanan istirdata dönüşen menfi tespit davasında ispat külfeti borçlu olmadığını iddia eden davacılarda ise de, davalı tarafından senedin sözleşme hükümleri uyarınca davacıya yapılan katkı bedeli ödemesinin teminatı olarak alındığı ve davacıların sözleşme hükümlerini ihlal ettiği gerekçesi ile katkı bedelinin iadesi gerektiği ve senedin bu nedenle takibe konulduğu savunulduğuna göre bu savunmanın talil olarak kabulü gerektiği, bu halde ispat külfetinin yer değiştirdiği ve davalıya geçtiği, bu kapsamda yapılan incelemede taraflar arasındaki sözleşmede davacı şirketin davalının ürünlerini satmayı, ürünleri iş yerinde bulundurmayı taahhüt ettiği, bu satış sözleşmesinin geçerli ve şekil şartına bağlı olmayan tacirler arası bir sözleşme olduğu, yine sözleşmenin 9.a maddesi uyarınca davacı şirketin davalıya takibe dayanak senedi teminat amacıyla verdiği, davalı tarafından davacıya 60.000,00 TL katkı bedeli ödemesi yapıldığı, taraflar arasındaki sözleşmenin 23/02/2015 tarihinden itibaren 3 yıl süreli olduğu, ilgili kurum cevabı yazılarına göre davacı şirketin alkollü içki satış belgesinin 2017 yılında süre uzatım işleminin yapılmaması nedeniyle iptal edildiği, davacı tarafından bu işleme ilişkin iptal davası açılmış ise de Ankara … idare Mahkemesi’nin … Esas sayılı kararı ile davanın reddedildiği ve temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiği, taraflar arasındaki sözleşmenin 11.maddesi uyarınca bu durumun sözleşmenin ihlali hallerinden biri olduğu bu halde davacının davalıdan almış olduğu katkı bedelini sözleşmedeki düzenleme ve Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin yerleşik uygulamasına göre dönemsel kıstelyevm hesaplaması yapılmaksızın iade etmesi gerektiği, ancak davacının katkı bedelini iade etmemesi üzerine davalının teminat olarak almış olduğu senedi katkı bedeli tutarında olacak şekilde takibe konu ettiği, davacıların söz konusu senet nedeniyle davalıya borçlu oldukları ve senet bedelinin ödenmesinin lazım geldiği, her ne kadar davacılar tarafından yargılama aşamasında davalı şirketin katkı bedeli ödemesi yapmadığı, kendilerine ait başka iş yerleri üzerinden de davalıdan ürün tedariki yapıldığı ve sözleşmenin ihlal edilmediği iddia edilmiş ise de davacı şirketin defterlerinin usulüne uygun tutulmadığı, kendisi lehine delil vasfına sahip olmadığı ayrıca dava dışı … Ltd Şti aracılığı ile davalı tarafından davacıya yapılan katkı bedeline ilişkin ödemeye dair faturanın kapalı fatura olduğu, kapalı faturanın niteliği itibariyle ödemenin yapıldığına karine teşkil ettiği, karinenin aksinin iddia eden tarafından ispatlanması gerektiği, taraflar arasındaki sözleşmede ürün tedariği yapılacak iş yerinin açık adresinin belirtildiği, bu sebeple davacı şirkete ait diğer işyerleri için ürün tedariki yapılıp yapılmamasının dava konusu sözleşme yönünden herhangi bir etkisinin bulunmadığı, yine davacının başka işletmelerinin geçerli ve yürürlükte olan alkol ruhsatlarının olmasının da sonuca etkili olmadığı anlaşılmakla davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir. (Benzer yöndeki kararlar için bkz. İstanbul BAM 16. H.D’nin 22/10/2020 tarih ve 2017/5153 esas, 2020/1766 karar sayılı ilamı)
E-2)Birleşen İzmir … Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas Sayılı Dava Dosyasında:
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “cezai şart (ceza koşulu)” kavramı üzerinde durulmasında fayda vardır.
Kanun koyucu mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 158-161. maddelerinde “cezai şart” kavramını kullanmış, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 179-182. maddelerinde ise bunun yerine “ceza koşulu” kavramını tercih etmiştir.
Cezai şart borçlunun, asıl borcunu ilerde, hiç veya gereği gibi ifa etmediği takdirde alacaklıya karşı ifa etmeyi önceden taahhüt ettiği edime denir. Bu nedenle cezai şart, asıl borca bağlı olarak ve ancak bu borcun ihlâli ile doğabilecek olan fer’î bir edimdir. Borçlu cezai şart ödemeyi taahhüt etmişse, artık alacaklı herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararının şümulünü ispat etmek zorunda kalmadan, tazminat elde etme imkânını bulacaktır. Cezai şartın kararlaştırılabilmesi için asıl borcun mahiyeti önemli değildir; bir verme borcu kadar, yapma veya yapmama borçlarında da cezai şart kararlaştırılabilir (Akman S./Burcuoğlu H./Altop A./ Tekinay, S.S.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 358-359).
Cezai şartın, kanundaki ifadesi ile ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede buna ilişkin bir hüküm bulunması gerekir. Sözleşmede kararlaştırılmamış olsa dahi temerrüt hâlinde TBK’nın 125/I. maddesi hükmünce alacaklı gecikme tazminatı talep edebilir ise de, ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede bununla ilgili açık hüküm bulunması şarttır.
Cezai şartın esas itibariyle iki temel amacı (işlevi) bulunmaktadır. Bunlardan biri, borçluyu ifaya zorlamak ve böylece asıl borcun ifasını teminat altına almak; diğeri ise, borcun ihlali hâlinde borçlu tarafından ödenecek tazminatı önceden ve götürü olarak belirlemektir. Bu iki temel amacı dışında, cezai şartın (ceza koşulunun) diğer bir amacı da, ifayı engelleyen cezai şartta (dönme/fesih cezasında) borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle sözleşmeden kolayca dönmesini sağlamaktır (Kocaağa, K.: Ceza Koşulu (Sözleşme Cezası), Ankara 2018, s. 31-33).
Cezai şart, somut olayda uygulanması gereken ve uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte yürürlükte bulunan TBK’nın 179–182. maddelerinde düzenlenmiştir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 179. maddesi:“…Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir.
Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.
Borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır…” düzenlemesini içermektedir.
Maddenin birinci bendinde seçimlik cezai şart düzenlenmiştir. Buna göre sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi hâlinde ödenmek üzere cezai şart vaad edilmiş ve aksi de sözleşmede öngörülmemiş ise alacaklı ya sözleşmenin ifasını ya da cezai şartın ödenmesini isteyebilir. Seçimlik cezai şartta alacaklı seçimlik bir yetkiye sahiptir. Buna göre o şartın gerçekleşmesi yani borçlunun asıl edimi hiç veya gereği gibi ifa etmemesi durumunda ya asıl edimin ifasını ister ya da bundan vazgeçerek cezai şartın ödenmesini talep eder. Seçimlik cezai şartta alacaklı hem asıl edimin ifasını hem de cezai şartın ödenmesini isteyemeyecektir. Örneğin, satıcının sattığı malı teslim etmemesi hâlinde alıcının mal yerine 100.000TL ceza koşulu isteyebileceği kararlaştırılmışsa, alıcı ister malın teslimini, isterse ceza koşulunu isteyebilir. Görüldüğü üzere burada seçimlik bir hak söz konusu olup, alacaklı ancak ya asıl borcun ifasını ya da ceza koşulunun ödenmesini isteyebilir; alacaklı aynı anda hem asıl borcun ifasını hem de ceza koşulunun ödenmesini kural olarak isteyemez. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, asıl borcun sonraki imkânsızlık nedeniyle ifâ imkânının ortadan kalkması hâlinde, alacaklıya tanınmış olan bu seçim hakkı bir anlam ifade etmez. Asıl borcun ifası imkânsız olduğunda, alacaklı koşulları varsa yalnızca tazminat isteme hakkına sahip olur. Buna göre alacaklı, ya zararının tazmin edilmesini ya da ceza koşulunun ödenmesini ister.
Buradaki “seçimlik” ifadesinden, ceza koşulu ile asıl borç arasındaki ilişkinin, seçimlik borçlarda yer alan birden çok edim arasındaki ilişkiye benzediği sanılmamalıdır. Asıl borç ile ceza koşulu arasında gerçek anlamda bir seçimlik borç (alacak) ilişkisi söz konusu olmayıp, yalnızca alacaklıya tanınmış bir seçim hakkı söz konusudur. Bunun önemi şu noktada ortaya çıkar: Borçlu asıl borcun ifasıyla yükümlü olmakla birlikte, alacaklı asıl borcun ifasından vazgeçerek ceza koşulunun ödenmesini istediğini borçluya bildirebilir. Borçlu ceza koşulu kendisinden istenmedikçe yalnız asıl borcu ifa edebilir. Bu seçim hakkı, teknik anlamdaki seçimlik borçtan (alacaktan) farklıdır (Kocaağa, K.: s. 133-136).
İkinci bentte düzenlenen ifaya ekli cezai şartta ise alacaklı, açıkça vazgeçmiş veya ifayı kayıtsız şartsız kabul etmiş olmadıkça, hem sözleşmenin ifasını hem de kararlaştırılan cezanın ödenmesini talep edebilir.
Dönme (fesih) cezası olarak da adlandırılan ifayı engelleyen cezai şart ise maddenin üçüncü bendinde hükme bağlanmıştır. Burada borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle tek taraflı olarak sözleşmeden dönme hakkına sahip olduğunu ispat yetkisi saklı tutulmuştur. Böylece borçlu alacaklı ile yaptığı anlaşmada dilerse sözleşmeden dönmeyi ve alacaklıya sadece cezai şart ödemeyi kararlaştırabilir. Bu tür cezai şartta borçlu cezayı ödemek suretiyle sözleşmeden dönebileceği gibi, alacaklı da sadece cezai şartın ödenmesini talep edebilir. Bu durumda artık alacaklı borçludan asıl edimin ifasını isteyemeyecektir.
Seçimlik ve ifaya eklenen ceza koşulu, borçlunun borcunu ihlal etmesine karşı alacaklıya bir talep hakkı sağlarken, dönme cezası borcun ihlali koşulu aranmaksızın, belirli bir meblağı ödemek suretiyle borçluya sözleşmeyi sona erdirme imkânı verir. Borçlu, borca aykırı davranışı bulunmasa bile, ceza koşulunu ödeyerek sözleşmeyi ortadan kaldırabilir. Burada asıl borcun ifasının yerini dönme (fesih) cezası almaktadır. Bundan dolayı dönme cezasının, asıl borcun alacaklı lehine ifasını teminat altına almak gibi bir işlevinin bulunmadığı, aksine onu zayıflatıcı rol oynadığı söylenebilir. Gerçekten, “borcumu ifa etmekten vazgeçersem 1.000TL ödeyeceğim” ifadesinde yerini bulan dönme cezasında asıl borcun ifasının teminat altına alınması suretiyle alacaklının hukukî durumunun güçlendirilmesi değil, aksine dönme cezasını ödemek ve sözleşmeden dönmek (veya sözleşmeyi feshetmek) suretiyle borçlunun durumunun iyileştirilmesi söz konusudur (Kocaağa, K.: s. 145-154).
Cezai şarta ilişkin hükümler emredici nitelikte değildir. Taraflar bunların aksini kararlaştırabilirler. Borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi dışında kalan diğer borca aykırılık hâlleri için ifaya eklenen ceza koşulu kararlaştırabilecekleri gibi; bu iki ihlal durumu için seçimlik ceza koşulu da kararlaştırabilirler. Örneğin satıcının ayıplı mal teslim etmesi hâlinde, alacaklıya hem ayıpsız bir mal teslim edileceği hem de ceza koşulu ödeneceği kararlaştırılabilir. Ayrıca tarafların, ceza koşulu anlaşmasında, seçimlik ceza koşulu ile ifaya eklenen ceza koşuluna birlikte yer vermeleri de mümkündür (Kocaağa, K.: s.138-139). İstisnası cezanın tenkisiyle (indirilmesiyle) ilgili TBK’nın 182. maddesinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci bendinde ceza miktarını tarafların serbestçe belirleyebilecekleri belirtildikten sonra, üçüncü bendinde bu ceza miktarının hâkim kararı ile azaltılabileceği öngörülmüştür. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 12.11.2014 tarihli ve 2013/15-1140 E., 2014/905 K. ; 29.11.2017 tarihli ve 2017/3-998 E., 2017/1459 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 179/II. maddesinde ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir denilmek suretiyle ifaya ekli cezayı düzenlemiştir. Bu cezaya, gecikme cezası da denmektedir.
Anılan hükme göre borçlunun borca aykırı davranışı hâlinde, alacaklı hem aynen ifayı, hem de kararlaştırılan cezanın ödenmesini talep edebilecektir. Bu nedenle, burada ceza koşulunun aynen ifaya ilave olarak (kümülatif) talep edilebilmesi olanaklıdır. Örneğin, bir inşaat sözleşmesinde yüklenici, işin teslim edilmesi gerektiği tarihten itibaren geciktiği her gün için iş sahibine 10.000TL ceza koşulu ödemeyi taahhüt etmişse, yüklenicinin borcunu ifada gecikmesi hâlinde, iş sahibi hem gecikilen her gün için 10.000TL ceza koşulunu hem de inşaatın bitirilmesini isteyebilir. İfaya eklenen ceza koşulu, özellikle borcun geç ifa edilmesi hâlinde uygulanır ve uygulamada en çok rastlanan ceza koşulu türüdür.
Ceza koşulunun amacı da onun ifaya eklenen nitelikte olup olmadığının tespitinde önemli rol oynayabilir.
Borçlunun borca aykırı davranışı hâlinde alacaklının ifaya ek olarak talep ettiği alacak bir ceza koşulu alacağı ise, zarar koşulunu gerektirmez. Alacaklı borçlunun borca aykırı davranışı nedeniyle zarara uğramasa dahi kararlaştırılan ceza koşulunu talep edebilir.
İfaya ekli cezai şartın istenebilmesi için sözleşmede açıkça kararlaştırılmış olmadıkça gecikmiş ifanın çekincesiz olarak kabul edilmemesi gerekir. Aksi hâlde cezai şartı isteme hakkı düşer. Gecikmiş ifadan önce keşide edilen ihtarla gecikme cezası isteme hakkı saklı tutulmuş, sözleşmede cezai şart talep edebilmek için ihtirazı kayda gerek olmadığı kararlaştırılmış ise ya da ifadan önce alacaklının bu hakkını saklı tuttuğu anlamına gelecek davranışları mevcut ise sonradan yapılan teslimde çekince konulmamış olsa dahi cezai şart isteme hakkı düşmez, talep edilebilir.
Cezayı isteme hakkının saklı tutulması (çekince, ihtirazı kayıt), yenilik doğuran bir irade beyanı olup, ifa anında açıkça yapılmalıdır. Saklı tutma, teslim-kabul tutanağına düşülecek bir kayıtla veya ifayı kabulden önce yapılacak yazılı bildirimle yahut iş bedelinin ceza alacağı kesilerek ödenmesi gibi buna delalet eden bir eylem veya işlem ile gerçekleştirilebilir.
Açık feragat ise, borçluya yöneltilen ve varması gereken bir irade beyanıyla veya sözleşmeye önceden ifanın çekincesiz kabul edileceğine ilişkin bir hükmün konulmasıyla olur. Bazen de, çekincenin varlığı bazı koşulların gerçekleşmesine bağlanabilir (Selimoğlu, Y.E.; Eser Sözleşmesi, 4. Baskı, Ankara 2017, s. 350-353).
Yukarıda yapılan açıklamalar ve dosya kapsamında toplanan tüm deliller bir arada değerlendirildiğinde; Davacının taraflar arasında ticari alım satım sözleşmesi bulunduğu, bu sözleşmenin davalı tarafından ihlal edildiği, sözleşme hükümleri uyarınca davalının cezai şart ödemesi gerektiği iddiasıyla işbu dava ile ikame ettiği, davalının ise sözleşmenin boş olarak tanzim edildiği ve imzalandığı, davacının kar mahrumiyeti ve cezai şart ödemesi talebi sözleşmenin sona erdiği, cezai şart miktarının fahiş olduğunu savunduğu, taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunduğu ihtilafsız olup davacının sözleşme uyarınca cezai şart talep edip edemeyeceği talep edebilecekse talep edilebilecek cezai şart miktarının ne olduğu, talep edilen cezai şart miktarının fahiş olup olmadığı, sözleşmenin anlaşmaya aykırı doldurulup doldurulmadığı hususlarında uyuşmazlık bulunduğu, taraflar arasındaki sözleşmede davalı şirketin davacının ürünlerini satmayı, ürünleri iş yerinde bulundurmayı taahhüt ettiği, bu satış sözleşmesinin geçerli ve şekil şartına bağlı olmayan tacirler arası bir sözleşme olduğu,taraflar arasındaki sözleşmenin 23/02/2015 tarihinden itibaren 3 yıl süreli olduğu, ilgili kurum cevabı yazılarına göre davalı şirketin alkollü içki satış belgesinin 2017 yılında süre uzatım işleminin yapılmaması nedeniyle iptal edildiği, davalı tarafından bu işleme ilişkin iptal davası açılmış ise de Ankara … idare Mahkemesi’nin … Esas sayılı kararı ile davanın reddedildiği ve temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiği, taraflar arasındaki sözleşmenin 11.maddesi uyarınca bu durumun sözleşmenin ihlali hallerinden biri olduğu bu halde davacının taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine göre davalıdan cezai şart talebinde bulunabileceği, davalı şirket tarafından sözleşmedeki imza inkar edilmediğinden sözleşmenin anlaşmaya aykırı doldurulduğu savunmasının yazılı delil ile ispatlanması gerektiği, davalının bu yöndeki savunmasının destekler somut herhangi bir delil sunmadığı, bu nedenle davalının bu yöndeki savunmasına mahkememizce itibar edilmediği, sözleşme ve dava tarihinde yürürlükte bulunan 6102 sayılı TTK’nın 22. maddesine göre; tacir sıfatına haiz borçlu, TBK’nun 482. maddesinin 3. fıkrasında yazılı hallerde aşırı ceza kararlaştırılmış olduğu iddasıyla sözleşme cezasının indirilmesini mahkemeden isteyemez ise de kararlaştırılan cezai şartın, tacir olan borçlunun ekonomik yönden yıkımına yol açacak oranda yüksek olduğunun saptanması halinde cezai şarttan indirim yapılabileceğinin yerleşik Yargıtay uygulamasıyla kabul edildiği, bu kapsamda mahkememizce davalının ticari defter ve kayıtlarının incelenmesine karar verildiği, ne var ki, davalının uyuşmazlığa konu dönemde ticari defter ve kayıtlarının usulüne uygun tutulmadığı, bu nedenle söz konusu defter ve kayıtların davalı lehine delil vasfına sahip olmadığı, davalının söz konusu cezai şartı ödemesi halinde ekonomik olarak yıkımına yol açacağı savunmasını ispatlayamadığı, her ne kadar davalı tarafından kendisine ait başka iş yerleri üzerinden de davacıdan ürün tedariki yapıldığı ve sözleşmenin ihlal edilmediği ve yine yargılama aşamasında kendisi aleyhine başlatılan başka takipler olduğu ve ekonomik olarak zor durumda olduğu savunulmuş ise de taraflar arasındaki sözleşmede ürün tedariği yapılacak iş yerinin açık adresinin belirtildiği, bu sebeple davalı şirkete ait diğer işyerleri için ürün tedariki yapılıp yapılmamasının dava konusu sözleşme yönünden herhangi bir etkisinin bulunmadığı, yine davalının başka işletmelerinin geçerli ve yürürlükte olan alkol ruhsatlarının olmasının da sonuca etkili olmadığı, dava teorisi uyarınca uyuşmazlığın dava tarihi itibariyle çözümlenmesi gerektiği, davalının yargılama aşamasında borçlarını ödeyemez duruma gelip gelmemesinin işbu dava yönünden etkisi bulunmadığı gibi usule aykırı olarak süresinde sunulmayan söz konusu belgelere istinaden inceleme yapılmasının da yargılamaya katkı sağlamayacağı ve davacının adli yargılanma hakkının ihlal edeceği anlaşılmakla sözleşmede kararlaştırılan cezai şart bedeli üzerinden indirim yapılmaksızın davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklanan nedenlerle:
A-)Mahkememizin 2018/3 Esas sayılı dava dosyasında;
1-Davanın REDDİNE
2-Alınması gerekli 59,30 TL karar ilam harcının davacılar tarafından peşin olarak yatırılan 1.036,70 TL peşin harç ve 215,13 TL tamamlama harcı toplamı olan 1.251,83 TL harçtan mahsubu ile bakiye 1.192,53 TL harcın kararın kesinleşmesinden sonra talep halinde davacılara İADESİNE,
3-Mahkememizce bu yargılama nedeniyle yapılan yargılama giderlerinin davacılar üzerinde BIRAKILMASINA,
4-Davalı dava ve duruşmalarda kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan 2021 Yılı AAÜT’nin 13/1-2. maddesi uyarınca 10.329,20 TL vekalet ücretinin davacılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davalıya ÖDENMESİNE,
5-6100 sayılı HMK’nın 333. maddesi uyarınca taraflarca yatırılan ve kullanılmayan gider avansından bakiye miktarın kararın kesinleşmesinden sonra taraflara İADESİNE,
…/…
B-Birleşen İzmir … Asliye Ticaret Mahkemesinin … esas sayılı dava dosyasında;
1-Davanın KABULÜ ile, 30.000,00 USD’nin dava tarihi olan 09/02/2018 tarihinden itibaren 3095 sayılı yasanın 4/a maddesine göre işleyecek faizi ile birlikte ve fiili ödeme tarihindeki T.C Merkez Bankası Efektif Satış Kuru karşılığı Türk Lirası olarak davalıdan tahsili ile davacıya ÖDENMESİNE,
2-Alınması gerekli 7.787,34 TL karar ve ilam harcından davacı tarafından peşin olarak yatırılan 1.946,84 TL peşin harcın mahsubu ile bakiye 5.840,50 TL karar ve ilam harcının davalıdan tahsili ile HAZİNEYE GELİR KAYDINA,
3-Davacı tarafından yatırılan 35,90 TL başvurma harcı, 1946,84 TL peşin harç, 168,40 TL müzekkere-tebligat giderinden oluşan toplam 2.151,14 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya ÖDENMESİNE,
4-Davacı dava ve duruşmalarda kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan 2021 Yılı AAÜT’nin 13/1-2. fıkrası uyarınca 14.780,00 TL vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya ÖDENMESİNE,
5-6100 sayılı HMK’nın 333. maddesi uyarınca taraflarca yatırılan ve kullanılmayan gider avansından bakiye miktarın kararın kesinleşmesinden sonra taraflara İADESİNE,
6-Kararın kesinleşmesinden sonra İzmir ….İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyasının merciine İADESİNE,
Dair, karar HMK 341vd maddeleri gereğince tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Mahkememize veya aynı nitelikteki başka yer Mahkemesine verilecek dilekçe ile İzmir Bölge Adliye Mahkemeleri nezdinde istinaf yolu açık olmak üzere taraf vekillerinin yüzlerine karşı açıkça okunup usulen anlatıldı. 12/11/2021

Katip …
E-İMZA

Hakim …
E-İMZA