Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi 2020/529 E. 2022/680 K. 07.04.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
9.HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R
ESAS NO: 2020/529
KARAR NO: 2022/680
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ: 17/12/2019
NUMARASI: 2015/91 Esas – 2019/941 Karar
DAVA: Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan)
KARAR TARİHİ: 07/04/2022
Yukarıda yazılı İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine, Dairemiz Heyetince yapılan müzakere sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Zorunlu mali mesuliyet poliçesi ile sigortalı olmayan … plakalı aracın 25/07/2014 tarihinde sürücü …’ın sevk ve idaresinde iken asli kusurlu olarak, yaya müvekkili …’na çarpması neticesinde trafik kazasının meydana geldiğini, kazada müvekkilinin yaralandığını ve sürekli sakat kaldığını, müvekkilinin kazadan sonra uzun süre tedavi görmek zorunda kaldığını, araç sürücüsü …’ın kazanın oluşumunda asli kusurlu olduğunun İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın … sor.sayılı dosyasından alınan bilirkişi raporu ve kaza tespit tutanağı ile sabit olduğunu, bu nedenlerle davalı kurum azami poliçe limiti ile sorumlu olmak kaydıyla müvekkili için 1.000,00 TL sürekli sakatlık tazminatının olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davanın kazaya karışan … plakalı aracın sürücüsü konumunda olan …’a ihbarını talep ettiklerini, davacı tarafından dava öncesinde müvekkili kuruma herhangi bir başvuruda bulunulmadığını, müvekkili kurumun davanın açılmasına sebebiyet vermediğini, müvekkilinin zmms teminat limitleri ve … plakalı aracın kusur oranı ile sınırlı sorumlu olduğunu, geçici iş göremezlik döneminin tazminat hesabına dahil edilmemesi gerektiğini, kabul anlamına gelmemek kaydıyla ancak dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesinin gerektiğini beyanla, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, “Davanın Kabulü ile, 62.936,91 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine” karar verilmiştir. Bu karara karşı davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Davaya konu kazanın trafiğe kapalı alan olan hastane bahçesinde meydana geldiğini, kazanın karayolu sayılan yerler içeresinde meydana gelmediğini, maluliyet raporları arasında çelişki olduğunu, raporlar arasındaki çelişkinin giderilmeden kurulan hükmün eksik incelemeye dayandığını belirterek istinaf yasa yoluna başvurmuştur. Dava, yaralamalı trafik kazası nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkin olup istinaf açısından uyuşmazlık konusu HMK’nın 355. maddesine göre kamu düzeni ve istinaf nedenleri ile sınırlı olmak üzere İlk Derece Mahkemesince verilen kararın usul, yasa ve dosya içeriğine uygun olup olmadığıdır. Dosya kapsamından; 25/07/2014 tarihinde sürücü …’ın … plakalı motosikleti ile hastane bahçesine girdiği, polikliniklerin önünden geçerken yaya davacı …’nun geçmesini beklemeden yoluna devam ettiği sırada …’na çarpması sonucu meydana gelen yaralanmalı kaza nedeniyle maddi tazminat talep edildiği anlaşılmaktadır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 2. maddesinde bu kanunun, karayollarında uygulanacağı belirtildikten sonra, bu kural genişletilerek aynı maddenin (a) ve (b) fıkralarındaki durumlarda da kanunun uygulanabileceği öngörülmüş; karayolu tanımına girmediği halde genel trafiğin kullanımına açık olan yerler “karayolu gibi” kabul edilmiştir. Bu bağlamda, karayolu dışındaki alanlardan kamuya açık olanlar ile park, bahçe, park yeri, garaj, yolcu ve eşya terminali, servis ve akaryakıt istasyonlarında karayolu taşıt trafiği için faydalanılan yerler ile, erişme kontrollü karayolunda ve para ödenerek yararlanılan karayollarının kamuya açık kesimlerinde ve belirli bir karayolunun bağlantısını sağlayan deniz, göl ve akarsular üzerinde kamu hizmeti gören araçların, karayolu araçlarına ayrılan kısımlarında da, bu kanun hükümlerinin uygulanacağı; bu haliyle, toplu trafiğin bulunduğu yerler ile karayoluyla bağlantısı olan yerlerin de bu kapsama alındığı belirtilmiştir. Anılan yasal düzenlemeler gereği karayolu zemininin asfalt, beton, taş veya toprak olması arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Bu açıdan köy, orman, dağ, tarla ve yayla yolları da karayolu tanımına dahil kabul edilmektedir. Anılan yasal düzenlemeler gereğince kamunun yararlandığı tüm yollar karayolu tanımı içindedir. Bu açıdan karayolunda taşıt trafiğine kamu yönetimince izin verilip verilmemesi önemli olmayıp fiilen bu amaçla kullanılması yeterlidir. Yine karayolu zemininin asfalt, beton, taş veya toprak olması arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Bu açıdan köy, orman, dağ, tarla ve yayla yolları da karayoludur. Yukarıda da açıklandığı üzere; Karayolları Trafik Kanunu’nun uygulanması için kazanın mutlaka karayolunda meydana gelmesi gerekmeyip karayolu ile bağlantısı olan, karayolu sayılan bir alanda meydana gelmesi halinde de karayolunda meydana gelmiş gibi kabul edilmektedir. (HGK’nın 28.09.2011 tarihli 2011/17 tarih, 499 Esas ve 2011/557 Karar sayılı ilamı da bu yöndedir.) 2918 sayılı KTK’nun 2. maddesi gereğince karayolu bağlantısı olan yerlerde, kazanın meydana geldiği yer karayolu sayılan yerlerdendir. Dosya kapsamında olay yeri krokisi görülmemiş ise de; Somut olayda; İzmir 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/2015-281 EK nolu dosyasında savunma yapan dava dışı araç sürücüsünün alınan savunmasıyla da, olay günü kuryelik yaptığı, hastaneye sipariş götürdüğü, hastane giriş kapısı ile poliklinikler arasında kalan yolda kazanın meydana geldiği anlaşılmakla, kazanın meydana geldiği yerin karayolu ile bağlantısı olduğu görülmektedir. Bu nedenle meydana gelen zarar teminat kapsamındadır. Bu hususa yönelik istinaf itirazı yerinde değildir. Haksız fiil sonucu çalışma gücü kaybının olduğu iddiası ile bir talepte bulunulması halinde zararın kapsamının belirlenmesi açısından malûliyetin varlığı ve oranının belirlenmesi esaslı unsurdur. Bu belirlemenin ise; Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Anabilim Dalı bölümleri gibi kuruluşlardan, çalışma gücü kaybı olduğu iddia edilen kişide bulunan şikayetler dikkate alınarak oluşturulacak uzman doktor heyetinden alınacak raporla yapılmış olması gerekir. Maluliyet raporlarının; haksız fiilin gerçekleştiği tarih 11/10/2008 tarihinde önce ise Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11/10/2008 tarihi ile 01/09/2013 tarihleri arasında ise Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01/09/2013 tarihinden sonra Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği hükümleri dikkate alınarak düzenlenmiş olması gerekmektedir. Somut uyuşmazlıkta, Mahkemece 20/04/2016 tarihinde İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünce Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine göre düzenlenen % 15,2 maluliyet oranına ilişkin rapor tek adli tıp uzmanı tarafından düzenlenmiş olup, 21 Mayıs 2019 tarihli ATK 2. İhtisas Dairesince Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğine göre düzenlenen % 24,2 maluliyet oranına ilişkin rapor 4 kişilik adli tıp uzmanı tarafından düzenlenmiş heyet raporudur. İlk rapor tek adli tıp uzmanı tarafından düzenlenmiş rapor olup heyet raporu olarak düzenlenmediğinden hükme esas alınacak nitelikte değildir. Bunun yanısıra Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine göre % 60 oranının altı ve üstü maluliyet halinde Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği uygulanmak gerektiğinden maluliyet raporlar arasında çelişki olduğuna ilişkin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. Kaldı ki Mahkemece 21 Mayıs 2019 tarihli maluliyet raporuna göre karar verilmesi gerekirken tek uzman tarafından hazırlanan maluliyet raporu esas alınarak karar verilmesi doğru olmamış ise de bu yönde davacı istinafı da olmadığından maluliyet oranı bakımından davalı yararına oluşan usuli kazanılmış hak nedeniyle bu husus eleştiri konusu yapılmakla yetinilmiştir. Bu nedenlerle; davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1. maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.
KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere: 1-Davalı vekilinin yukarıda esas ve karar numarası yazılı İlk Derece Mahkemesi kararına karşı yapmış olduğu istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1. maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Yasası’na göre alınması gereken 4.299,22 TL harçtan peşin alınan (54,40+1.074,80+1.074,80=) 2.204,00 TL harcın mahsubu ile bakiye 2.095,22 TL harcın davalıdan tahsili ile Hazineye irat kaydına, 3-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 4-Duruşma yapılmadığından, vekalet ücreti hükmedilmesine yer olmadığına, 5-İstinaf aşaması için yatırılan gider avansından artan kısmın yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK’nın 362/1-a maddesi uyarınca kesin olmak üzere, oy birliği ile karar verildi.07/04/2022