Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi 2018/1292 E. 2020/509 K. 13.03.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
9.HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
K A R A R
ESAS NO : 2018/1292
KARAR NO : 2020/509
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ: 13/06/2017
NUMARASI : 2016/326 Esas 2017/711 Karar
DAVA : Tazminat (Ölüm ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan )
KARAR TARİHİ: 13/03/2020
Yukarıda yazılı İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine, Dairemiz Heyetince yapılan müzakere sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ : Davacı vekili dava dilekçesi ile; meydana gelen yaralamalı trafik kazası nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL sürekli iş göremezlik zararının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte kazaya sebebiyet veren aracın Karayolları ZMMS poliçesi kapsamında sigortalı bulunan davalı … şirketinden tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; kaza tarihi olan 13/03/2016 tarihi itibariyle kazaya karıştığı belirtilen … plakalı aracın davalı … tarafından ZMMS poliçesi ile teminat altına alındığını, sakatlanma nedeniyle kişi başı teminatın 290.000,00 TL olduğunu, Yargıtay 7 ve 17. Hukuk Dairesinin istikrar kazanmış içtihatlarından, Adli Tıp Kurulu 3. İhtisas dairesinden alınacak rapor dışındaki raporlara itibar edilemeyeceğini, davacının maluliyetine ilişkin rapor alınması gerektiğini ifadeyle haksız ve mesnetsiz davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, “Davacının davasının reddine” karar verilmiştir. Karar davacı vekilince istinaf edilmiştir.Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; mahkemenin Adli Tıp Raporuna dayanmaktan vazgeçmiş sayılması yönündeki gerekçesinin yerinde olmadığı, talimat mahkemesince tebligatın vekil varken asile yapıldığını, bu işlemin hukuka uygun olmadığını, ayrıca çıkarılan tebligatın geçerli bir ihtarı içermediğini ifadeyle ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılması talep edilmiştir.İlk Derece Mahkemesince, “13/06/2017 tarihli, 2016/326 esas ve 2017/711 karar sayılı ilamın davacı vekili tarafından istinaf edildiği ancak mahkeme ilamının miktar itibarı ile yasa yolları kapalı ve kesin olduğu gerekçesiyle” davacı vekilinin istinaf talebinin reddine ilişkin 24/01/2018 tarihli ek karar oluşturulmuş, bu ek kararına karşı davacı taraf istinaf yasa yoluna başvurmuştur. Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle;Mahkemenin 13/06/2017 tarihli, 2016/326 E. ve 2017/711 K. sayılı ilamının istinaf edildiğini ancak mahkemenin ilamın miktar itibari ile yasa yolları kapalı ve kesin olduğu anlaşıldığından istinaf talebinin reddine ilişkin ek karar oluşturulduğunu, belirsiz alacak davalarında istinaf sınırının 6100 sayılı HMK’nın 341. maddesinde “Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda üçbin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir” şeklinde düzenlendiğini, istinafa konu dava belirsiz alacak davası olduğundan, dava açılan miktar üzerinden değil alacağın tamamı üzerinden istinaf sınırının belirleneceğini, somut olayda dava, belirsiz alacak davası niteliğinde olduğundan parasal miktar yönünden istinaf sınırının altında olmadığını, mahkemece, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak belirsiz alacak olarak talep edilen 1.000,00 TL tazminat alacağının pasif husumet nedeniyle tümden reddine karar verildiğini, temyize konu dava değerinin kesinlik sınırının altında kaldığından söz edilemeyeceğini, istinaf talebinin reddine ilişkin 24.01.2018 tarihli ek karar kaldırılması gerektiğini belirterek istinaf yasa yoluna başvurmuştur. Dava, yaralamalı trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkin olup, istinaf açısından uyuşmazlık konusu; HMK’nın 355. maddesine göre kamu düzeni ve istinaf nedenleri ile sınırlı olmak üzere İlk Derece Mahkemesince verilen kararın usul, yasa ve dosya içeriğine uygun olup olmadığıdır.İstinaf yoluna başvurulabilen kararlar madde başlıklı, HMK. 341/3.maddesi ile “Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda üç bin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir.” hususu düzenlemiştir. Dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere dava açılmış olduğundan, sürekli iş göremezlik zararına yönelik alacağın tamamı, dava açıldığı esnada bilinebilir durumda değildir. Diğer bir ifadeyle karar kesin nitelikte değildir. Bu nedenle İlk Derece Mahkemesinin 24.01.2018 tarihli ek kararı yerinde olmadığından ek kararın istinaf talebinin kabulüne karar verilmiştir.İstinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde görülmediğinden HMK’nın 346/2. maddesi gereğince ilk istinaf dilekçesi için gerekli incelemenin yapılmasına geçilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 94/2.maddesine göre “Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Aksi hâlde, belirlenen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir. Bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez.”.HMK’nin 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması taraflara yüklenen yükümlülüklerin, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her iş için yatırılacak ücretin hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekir. Ayrıca verilen sürenin amaca uygun, yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonuçların açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Bazı hallerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.Bu cümleden olarak, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir(YHGK’nin 12.12.2012 gün ve 2012/9-1170 E., 1172 K.; 18.02.1983 gün 1980/1-1284, 1983/141; 22.11.1972 gün 8/832, 935; 13.10.2010 gün 2010/17-510-485; 28.04.2010 gün 2010/2-221-241 ve 28.03.2012 gün 2012/19-55-2012-249 sayılı kararları).Somut uyuşmazlıkta Mahkemece 21/02/2017 tarihli oturumda, Kemer Asliye Hukuk Mahkemesine talimat yazılarak, davacının Akdeniz Üniversitesi Adli Tıp ABD Başkanlığına sevki ile yaralamalı trafik kazası nedeni ile maluliyet oranının ve illiyet bağının tespiti ile bu hususlarda adli tıp raporu aldırılmasına karar verilmiş, bu yönde talimat mahkemesine 28/02/2017 tarihli talimat yazısı yazılmış, Kemer 2. Asliye Hukuk Mahkemesince 2017/39 talimat sayılı dosyası üzerinden 21/03/2017 tarihiyle tensip tutanağı düzenlenmiş, davacı asile tebligat çıkarılmasına karar verilmiş, davacı asil …’ e “Bu zarfta 21/03/2017 tarihli tensip tutanağı vardır. Tensip tutanağı uyarınca verilen kesin süreler ihtar olunur” şerhini içerir tebligat 31/03/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, 02/06/2017 tarihli oturumda davacının ihtara rağmen başvurmadığı açıklanarak, talimatın sürüncemede kalmaması için mahal mahkemesine iadesine karar verilmiş, Mahkemece 13/06/2017 tarihli oturumda, davacının talimat mahkemesine başvuruda bulunmaması nedeniyle davacının Adli Tıp Raporu (maluliyet raporu) deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilerek, davacının davasının reddine karar verilmiştir.Tebligat Kanunu’nun 11. maddesiyle “Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.” düzenlemesi mevcut olup, dava vekille takip edilmekle birlikte, rapor davacı asilin eylemli (bizzat) başvurusuyla temin edileceğinden, bu amaçla talimat mahkemesince sadece asile tebligat yapılmış olması hali, bu açıdan usulü eksiklik olarak değerlendirilmemiştir.Ancak davacıya verilen süre, HMK’nın 94/2.madesine ve yukarıya aktarılan Yargıtay kararlarında açıklanan niteliklere ve şartlara haiz kesin sürenin sonuçlarını doğuracak biçimde olmadığı gibi davacı asile çıkarılan tebligat üzerindeki şerh de hukuken geçerli olmadığından davacıya kesin süre verildiğinden ve kesin süre sonuçlarının uygulanması gerektiğinden bahsedilemeyeceğinden davacının talimat mahkemesine başvuruda bulunmaması nedeniyle davacının Adli Tıp Raporu (maluliyet raporu) deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilerek davanın reddine karar verilmesi doğru usul ve yasaya aykırı olmuştur. İlk Derece Mahkemesi tarafından yapılaca iş; verilen kesin sürenin usul ve yasaya uygun olmaması nedeniyle hukuki sonuç doğurmayacağından yukarıda belirtilen ilke ve esaslara göre uygun süre verilerek toplanan delillerin değerlendirilmesi sonucu karar vermekten ibarettir. Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile HMK’nın 353/1-a/6. maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, dosyanın yukarıda belirtilen şekilde işlem yapılmak üzere mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere :1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile, yukarıda esas ve karar numarası belirtilen İlk Derece Mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a/6. maddesi uyarınca KALDIRILMASINA,2-Davanın yeniden görülmesi için dosyanın Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,3-İstinaf başvurusu için yatırılan karar harcının istek halinde İlk Derece Mahkemesince yatırana iadesine,4-Duruşma yapılmadığından, vekalet ücreti hükmedilmesine yer olmadığına, 5-Davacı vekili tarafından yapılan istinaf yargılama giderinin İlk Derece Mahkemesince yeniden verilecek kararda dikkate alınmasına,6-İstinaf aşaması için yatırılan gider avansının yatıran tarafa iadesine,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 353/1-a maddesi uyarınca kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi.13/03/2020