Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F MAHKEMESİ K A R A R I
DOSYA NO: 2022/200
KARAR NO: 2022/394
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : BAKIRKÖY 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 10/11/2021
NUMARASI: 2014/935 ESAS – 2021/1001 KARAR
DAVANIN KONUSU: Trafik Kazasından Kaynaklanan Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 24/03/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalıların maliki, sürücüsü ve ZMM sigortacısı bulunduğu … plaka sayılı aracın, vekil edeninin sevk ve idaresindeki … plaka sayılı minibüse çarpması neticesinde meydana gelen 22/07/2012 günlü trafik kazasında vekil edeninin ağır bir biçimde yaralanarak, kazanç kaybına ve çalışma kaybına uğradığını, kazanın oluşumunda … plaka sayılı araç sürücüsü davalı …’ın asli kusurlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişen haklar saklı kalmak kaydıyla vekil edeninin uğradığı sürekli iş gücü kaybı zararına karşılık olmak üzere 250,00-TL, geçici iş göremezlik zararına karşılık olmak üzere 250,00-TL ve yaralanmasına bağlı hastaneye vs gitmek için korse vs yaptığı harcamalara karşılık olmak üzere 250,00-TL olmak üzere toplam 750,00-TL tazminatın (sigorta şirketi bakımından ihbar tarihinden, diğer davalılar bakımından ise kaza tarihinden) işletilecek yasal faiziyle birlikte tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen, 80.000,00-TL manevi tazminatın da davalı sigorta dışında kalan diğer davalılardan kaza tarihinden işletilecek yasal faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiş; 27/08/2021 tarihli ıslah dilekçesi ile de bilirkişi raporu doğrultusunda, geçici iş göremezlik zararına ilişkin istek miktarını 10.859,19-TL’ye , kalıcı iş göremezlik zararına ilişkin istek miktarını 177.012,00-TL’ye çıkarttıklarını açıklamıştır. Davalı sigorta şirketi vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasına karıştığı ileri sürülen aracın, vekil edeni şirket nezdinde 06/10/2011-06/10/2012 tarihleri arasını kapsar biçimde ZMM sigortalı olduğunu, sigorta şirketinin sorumluluğunun poliçe limiti ve sigortalı araç sürücüsünün kusuru ile sınırlı bulunduğunu, manevi tazminatların teminat kapsamı dışında olduğunu, görülmekte olan dava açılmadan önce müvekkili şirkete herhangi bir başvuru yapılmadığından, faiz başlangıcının dava tarihi olması gerektiğini, ayrıca 01/06/2015 tarihinde yürürlüğe giren trafik sigortası genel şartlarına göre; tedavi giderlerinden sigorta şirketinin sorumluluğu yoluna gidilemeyeceği ve maluliyetin de Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırılması ve Özürlülere verilecek sağlık kurulu raporları hakkında yönetmelik hükümleri uyarınca belirlenmesini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; kazaya karışan … plaka sayılı araç sürücüsünün vekil edeni olmadığını, kazanın dava dışı …’un sevk ve idaresi sırasında meydana geldiğini, …’un ehliyetsiz olması nedeniyle müvekkilinin ikna edilerek kazayı üstlenmesinin sağlandığını, ancak daha sonra müvekkili tarafından Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına … hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu, açıklanan nedenlerle araç sürücüsü olmayan vekil edenine husumet yöneltilemeyeceğini ileri sürerek, müvekkili aleyhine açılan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamı gözetilerek; davacının yaralanması ile sonuçlanan 22/07/2012 günlü trafik kazasının oluşumunda kazaya karışan … plaka sayılı araç sürücüsünün %75 oranında, davacının ise %25 oranında kusurlu olduğu, kaza neticesinde davacının %12 oranında beden gücü kaybına uğradığı, iyileşme süresinin 6 ay bulunduğu, davalı …’ın … plaka sayılı aracın sürücüsü olmadığını, bu nedenle kendisine husumet yöneltilemeyeceğini ileri sürmüş ise de, Bakırköy 11. Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/286 esas 2013/1121 karar sayılı dosyasında davacının katılan, davalı …’ın ise taksirle bir kişinin yaralanmasına sebep olma suçundan sanık olarak yargılandığı, bu yargılama sonucunda sanığın cezalandırılmasına karar verildiği, Bakırköy 4. Sulh Ceza Mahkemesi kararı da ibraz edilerek yargılamanın yenilenmesinin talep edildiği, bu talebin ek karar ile kabul edilerek davalının beraatine karar verildiği, bu kararın katılan vekili olan davacı vekilince temyiz edildiği, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 12. CD’nin 2014/23232 esas sayılı 2015/15499 karar sayılı kararında dava dışı …’un aracı kullandığına ilişkin iddiaların karardan sonra ortaya çıkmadığı, yeni delil niteliğinde kabul edilemeyeceği, hükümdeki hukuka aykırılıkların başka bir yol ile giderilmesi mümkünse yargılama yenilenmesi yoluna gidilemeyeceği, kesin olarak verilen karara karşı kanun yararına bozma yoluna gidilebileceği belirtilerek verilen ek kararın bozulduğu, bozma kararı uyarınca yargılamanın yenilenmesine ilişkin talebin reddine ilişkin verilen kararın Yargıtay 12 CD 2017/2584 esas 2017/9131 karar sayılı kararıyla onanarak kesinleştiğinin anlaşıldığı, bu durumda ceza mahkemesinin tespit ettiği maddi vakıanın hukuk mahkemesini bağlayacağı benimsenmek suretiyle; TRH – 2010 yaşam tablosu ve prograsif rant uygulaması ile davacının aylık gelirinin 2.400,00-TL olduğu varsayımdan hareketle düzenlendiği anlaşılan 19/07/2021 ek aktüer bilirkişi raporu doğrultusunda; -Açılan MADDİ TAZMİNAT DAVASININ KABULÜ ile; -188.121,73TL maddi zararın( 10.859,19 TL geçici iş göremezlik, 177.012,54 TL sürekli iş göremezlik, 250 TL belgesiz tedavi gideri toplamı ) davalı … ile davalı … yönünden kaza tarihi olan 22.07.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte (davalı … Sigorta A.Ş. yönünden ise sigorta poliçe limitiyle sınırlı olarak dava tarihi olan 30.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ) davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine Açılan MANEVİ TAZMİNAT DAVACININ KISMEN KABULÜ İLE;-Davacının 40.000,00TL manevi tazminat talebinin kabulü ile kaza tarihi olan 22.07.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı davalı … ile davalı … dan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, karar verilmiştir. Karara karşı davalı sigorta şirketi ve davalı … vekili tarafından istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. Davalı … vekilinin istinaf nedenleri; dosyadaki bilgi ve belgelere göre, kazaya neden olan araç sürücüsünün vekil edeni olmadığı belirlenmiş olduğu halde, hakkında açılan davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı biçim ve şekilde sorumluluğu yoluna gidilmiş olmasının hatalı olduğu, esas yönünden ise maddi zarar hesaplamasının TRH-2010 yaşam tablosu ve 1,8 teknik faiz uygulaması yolu ile yapılması gerekirken prograsif rant ile sonuca varılmış olmasının ve davacının asgari ücret düzeyi üzerinde gelire sahip bulunduğu usulüne uygun şekilde kanıtlanamadığı halde, gelirinin 2.400,00-TL olduğu yolundaki varsayımından yapılan hesaplamanın hükme esas alınmasının isabetsiz olduğu, ayrıca yargılama sırasında ATK Trafik İhtisas Dairesince hazırlanan 12/10/2017 ve 02/07/2019 günlü raporlarda belirtilen kusur oranları ile hükme esas alınan kusur bilirkişisi raporundaki kusur oranları arasındaki çelişki giderilmeden ve yargılama sırasında göstermiş oldukları tanıklar dinlenilmeden sonuca varılmış olmasının doğru olmadığına ilişkindir. Davalı sigorta şirketi vekilinin istinaf nedenleri ise; diğer davalının esasa ilişkin istinaf nedenleri ile paralel olup, ayrıca ZMM sigortası genel şartlarında 01/06/2015 tarihinde yapılan değişiklik nedeniyle, tedavi giderleri ile tedavi giderlerinden sayılan geçici iş göremezlik zararından sigorta şirketinin sorumluluğu yoluna gidilemeyeceğinin gözetilmediği hususlarına yöneliktir. Dava; trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat isteğine ilişkindir. İstinaf edenin sıfatına, istinafın kapsam ve nedenleriyle sınırlı olmak kaydıyla yapılan inceleme ve değerlendirme sonucunda; 1-Görülmekte olan davada, davalı … kazaya karıştığı ileri sürülen … plaka sayılı araç sürücüsünün kendisi olmadığını, aracın asıl sürücüsünün dava dışı … isimli şahıs bulunduğunu ileri sürerek, kendisine bu nedenle husumet yöneltilemeyeceğini ileri sürmüştür. Mahkemece olayla ilgili olarak ceza mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde; davalı …’ın mahkumiyeti cihetine gidildiği, bu kararın Yargıtay denetiminden de geçtiği, bu durumda ceza mahkemesi ile de belirlenen maddi vakıanın hukuk hakimini bağlayacağı görüşünden hareketle, davalı …’ın sorumluluğu yoluna gidildiği görülmüştür. Dosya kapsamından, Bakırköy 11. Sulh Ceza Mahkemesince 2012/286 E., 2013/1121 K.sayılı kararla; davalı … hakkında verilen kesin nitelikteki mahkumiyet kararından sonra, …’ın Bakırköy 4. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 16/01/2014 gün ve 2013/932 E., 2014/38 K.sayılı ilama dayanılarak bu ilam gereğince araç sürücüsünün kendisinin olmadığının belirlendiğini ileri sürerek, Bakırköy 11. Sulh Ceza Mahkemesince verilen mahkumiyete ilişkin kararın yargılamanın iadesi yolu ile düzeltilmesini istediği, bu talep üzerine Bakırköy 11. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 21/02/2014 günlü ek kararla sanık …’ın araç sürücüsü olmadığı kabul edilerek, sanığın müsnet suçtan beraatine hükmedildiği ve bu ek karara karşı temyiz yasa yoluna başvurulması üzerine Yargıtay 12. Ceza Dairesince verilen 15/10/2015 gün ve 2014/23232 E., 2015/15499 K.sayılı kararla; “Suç üstlenmeden verilen kararın hükmün açıklanması kararı olması nedeniyle CMK’nun 311.maddesindeki yargılamanın yenilenmesi kararlarından sayılamayacağı, …’un aracı kullandığına ilişkin iddiaların da karardan sonra ortaya çıkmayıp, CMK’nun 315/2 maddesi uyarınca hükümdeki hukuka aykırılıkların giderilmesi için başka bir yol bulunması halinde yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilemeyeceği, yeni delil niteliğinde kabul edilemeyeceği, dolayısıyla yargılamanın yenilenmesi sayılamayacağı, hükümlü hakkında TCK’nun 89/1, 62/1, 52,2-4 maddeleri gereğince kesin olarak verilen mahkumiyet hükmüne ilişkin kanun yararına bozma yoluna gidilebileceği gözetilerek yargılamanın yenilenmesi isteminin bu aşamada reddine karar verilmesi gerekirken, yargılama devamla yazılı şekilde karar verilmesi” kanuna aykırı olduğundan bahisle ek kararın bozulmasına hükmedildiği, bozma kararından sonra Bakırköy 44. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda verilen 12/01/2017 gün ve 2015/1116 E., 2017/18 K.sayılı ilamla; sanık …’ın yargılamanın iadesi talebinin reddine ve Bakırköy 11. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 01/11/2013 gün ve 2012/286 E., 2013/1121 K.sayılı önceki hükmün onaylanmasına karar verildiği, bu kararın da Yargıtay 12.Ceza Dairesince yapılan temyiz incelemesi neticisinde 21/11/2017 gün ve 2017/2584 E., 2017/9131 K.sayılı ilamla onandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, diğer bir anlatımla ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemesini bağlayacağı veya bağlamayacağı konusu üzerinde durulması gerekmektedir. TBK’nın 74.maddesi “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir” hükmünü taşımaktadır. Aynı doğrultudaki hüküm 818 sayılı Borçlar Kanununun Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet başlıklı 53.maddesinde “ Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez” şeklindeydi. Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.Yargısal uygulamada; ceza davası açılan hallerde, ceza davasında alınan kusur raporu ile karar verilip karar kesinleşse dahi, bu raporun hukuk hakimini kusur yönünden bağlamayacağı istikrarla kabul edilmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.02.2004 gün ve 2004/11-115 E.2004/108 K; 12.5.2004 gün ve 2004/4-290 E, 289 K; 14.12.2005 gün ve 2005/10-680 E, 733 K sayılı ilamları). Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hakiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Y.HGK.10.1.975 gün ve 1971/T-406 E. 1975/1 K. sayılı ilamı; Y.HGK.23.1.1985 gün ve 1983/10-372 E.ve 1985/21 K.sayılı ilamları ve yukarıda yer alan ilamları). Ayrıca hukuk mahkemesinin, ceza mahkemesinde görülmekte olan bir ceza davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapması halinde, ceza mahkemesinin bu konuda vereceği kararı peşinen kabul etmiş olacağından, bekletici sorun yapılan ceza davası hakkında verilen karar, hukuk davasında kesin delil teşkil eder (Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6.Baskı 2001, cilt:V, s:5153). Bilindiği gibi kesin hüküm, ilişkin olduğu konuda uyuşmazlığı ortadan kaldırır. Bu yüzdendir ki, açılan bir dava hakkında kesin hüküm bulunmaması bir yargılama koşuludur. Özellikle bir ceza mahkemesinin, uyuşmazlık konusu olayın tespitine; diğer bir söyleyişle olayın varlığına ve sanık tarafından işlendiğine ilişkin maddi olgulara ilişkin kesinleşmiş saptaması, aynı konudaki hukuk mahkemesinde de kesin hüküm oluşturur. Bunun nedeni, ceza yargılamasındaki ispat araçları bakımından ceza hakiminin hukuk hakiminden çok daha elverişli bir konumda olmasıdır. Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hakimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hakimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O halde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hakimini bağlamasına, Türk Borçlar Yasasının 74.maddesi bir engel oluşturmaz (Y.HGK.16.9.1981 gün 1979/1-131 E. ve 1981/587 K. sayılı ilamı, Mustafa Çemberci, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm. 1965 s.22 vd.). Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir(Y.HGK.11.10.1989 gün ve 1989/11-373-472 sayılı ilamı). Ceza mahkemesinde bir tarafın kusurlu olduğu maddi vakıa olarak kabul edilmişse, artık hukuk mahkemesinde o kişinin kusursuz olduğuna hükmedilemez. Ne var ki, hukuk hakiminin yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırarak kusur oranını incelemesi olanaklıdır. Bu iki durumun birbirinden iyi ayırt edilmesi gerekir. Görüldüğü üzere, hukuk mahkemesi az yukarıda bağlayıcılık yönü belirtilen ayrık durumlar dışında ceza mahkemesi kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır. Bu noktada, ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesini bağladığı hallerde, kesin delilin etkisi nedeniyle, ceza mahkemesi kararında dayanılmış olan bilirkişi raporunun hukuk mahkemesini bağlayacağı; buna karşılık, ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesini bağlamadığı hallerde, ceza mahkemesinde alınmış olan bilirkişi raporunun, hukuk mahkemesini bağlamayacağı, eş deyişle hukuk mahkemesinin yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabileceği, kuşku ve duraksamaya yer olmaksızın kabul edilmektedir (Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6.Baskı 2001, cilt:V, s:5154-5155). Özellikle tarafların, iddia ve savunmalarını ispat için, mahkemeden bilirkişi incelemesi yapılmasını istemeleri halinde; hukuk hakiminin, uyuşmazlığı kendi tespit ve takdirine, “Medeni Hukuk” alanı kurallarına göre çözümlemesi gerekir. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; olayla ilgili olarak Bakırköy 11. Sulh Ceza Mahkemesinde görülerek sonuçlandırılan ceza yargılamasına ilişkin dosya kapsamında hukuk hakimini bağlayacak tek maddi olgu, davacının yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasına, davacının sevk ve idaresindeki … plaka sayılı araç ile … plaka sayılı aracın karıştığı, her iki araç sürücüsünün de kazanın oluşumunda kusurlu bulundukları hususu olup, kaza anında … plaka sayılı araç sürücüsünün davalı …’mı yoksa yargılama sırasında ileri sürüldüğü gibi …’mu olduğu konusunda değildir. Zira ceza yargılaması sonucunda …’ın mahkumiyeti cihetine gidilmiş ise de, söz konusu karar gerekçesinde sanığın (…’ın), araç sürücüsünün kendisi olmadığı, … isimli şahıs bulunduğu yönündeki savunması üzerinde durulmadığı, konunun hiç tartışılmadığı ve kararın kesin nitelikte olduğu, Yargıtay 12. Ceza Daireisinin bozma ilamından da anlaşılacağı üzere, dava konusu kazaya karışan … plaka sayılı araç sürücüsünün kim olduğu konusunda bir belirleme ve değerlendirmede bulunulmadığı, meselenin sadece ceza usul hukuku çerçevesinde değerlendirildiği görülmüştür. Hal böyle olunca mahkemece, davalı …’ın yargılamanın iadesi istemine dayanak gösterdiği Bakırköy 4. Sulh Ceza Mahkemesine ait 16/01/2014 gün ve 2013/932 E., 2014/38 K.sayılı ilamına ilişkin dava dosyasının bulunduğu yerden getirtilerek ve bu kararın da bir ceza mahkemesi kararı olduğu gözetilerek, kaza anında araç sürücüsünün kim olduğu konusunun tarafların iddia ve savunmaları ile gösterikleri veya gösterecekleri deliller çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi ve varılacak sonuca göre hukuk yargılaması kapsamında davalı …’ın eldeki davada taraf ve dava ehliyetine sahip bulunup bulunmadığını, diğer bir ifade ile kendisine husumet yöneltilip yöneltilmeyeceğinin belirlenmesine ve ondan sonra uyuşmazlık hakkında bir karar verilmesi gerekirken, bunun yapılmamış olması isabetsizdir. 2- Haksız bir fiil sonucu zarar oluştuğu iddiasıyla ilgili bir talepte bulunulması halinde, kazanın oluşumunda taraf kusurlarının ne olduğunun belirlenmesi esaslı unsur olup, sorumluluk belirlenecek duruma göre tespit edilmelidir. Somut olayda; davacı taraf, kazanın meydana gelmesinde karşı araç sürücüsünün asli kusurlu olduğunu ileri sürmüş, davalı taraf ise asli kusurun davacıya ait bulunduğunu savunmuştur. Eldeki davanın yargılaması sırasında görüşüne başvurulan ve ATK İstanbul Trafik İhtisas Dairesince düzenlendiği anlaşılan 02/10/2017 günlü rapor ile ATK Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen 02/07/2019 günlü raporda; kazanın oluşumunda davalı araç sürücüsü …’ın %40 oranında, davacı sürücü …’un ise %60 oranında kusurlu olduklarının bildirildiği, bu raporlara vaki itiraz üzerine İTÜ Mak. Fakültesi Öğretim Üyesi olduğu anlaşılan kişilerce düzenlendiği anlaşılan 11/03/2020 günlü raporda; ATK raporlarında belirlenen kusur oranlarına katılınmayarak, kazanın oluşumunda …’ın %75 oranında, davacı …’un ise %25 oranında kusurlu olduğu sonucuna varıldığı görülmüştür. Hal böyle olunca, söz konusu bu raporlardaki belirleme ve değerlendirmeler açıkça birbiri ile çelişkili olup, söz konusu çelişki giderilmeden yazılı biçim ve şekilde davalı tarafın sorumluluğu yoluna gidilmesi isabetsiz olmuştur. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, olayın özellikleri ve önemi de gözetilerek gerekirse yerinde keşif yapılmak suretiyle İTÜ veya Karayolları Genel Müdürlüğü gibi kurumlardan seçilecek kusur konusunda uzman (daha önce rapor düzenleyenler dışında) 3 kişilik bilirkişi kurulundan; kaza tespit tutanağı, kaza ile ilgili soruşturma evrakları, ceza yargılamasına ilişkin dava dosyası ve konuya ilişkin tüm kusur raporlarını da irdeleyen ve varolan çelişkileri de giderebilecek nitelikte, 22/07/2012 tarihinde meydana gelen trafik kazasının oluşumunda tarafların kusur durum ve oranlarının ne olduğu konusunda açık, ayrıntılı ve denetime imkan verecek nitelikte rapor alınması ve sonrasında davalıların sorumluluğunun kapsamının tartışılıp belirlenmesi gerekirken, bunun yapılmamış olması da doğru değildir. 3-Davalıların gelire ilişkin istinaf itirazlarına gelince; Çalışma gücü kaybı zararının hesabında, yaralanan veya malul olanın gerçek gelirinin ne olduğunun belirlenmesi tazminatın doğru tespitinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu amaçla zarar görenin kaza tarihi itibariyle mesleği ve geliri doğru biçimde tespit edilmelidir. Kişinin herhangi bir işi yoksa zarar görenin geliri asgari ücret kabul edilerek, raporun hazırlandığı tarihteki net asgari ücret üzerinden hesaplama yapılacaktır. Eğer gelirin asgari ücret düzeyinde olduğu, bir diğer deyişle herhangi bir iş yerinde çalıştığı ya da bir mesleği icra ettiği veya asgari ücret düzeyinde bir gelir elde ettiği iddia ediliyorsa davacı tarafın bu iddiayı kanıtlaması gerekir. Bunun kanıtlanamaması halinde ise tazminatın hesabında asgari ücretin esas alınması gerektiği konusunda duraksamamak gerekir. Yerleşmiş yargısal içtihatlar da bu yöndedir. Sadece tanık beyanları ile kazanç tespiti mümkün olmayıp, bunun bir takım belge ve kayıtlarla desteklenmesi gerekir. Bu nedenle mahkemece zarar gören asgari ücret üzerinde bir gelir elde ettiğini iddia etmiş ise, SGK’dan trafik kazasının olduğu tarihte zarar görenin ücret ve tüm gelirlerini gösteren belgeler getirtilmeli, kişi belirli bir iş yerine bağlı olmaksızın, örneğin duvar ustası, sıvacı gibi belirli bir meslek icra eden kişilerden ise ekonomik ve sosyal durumu ile zabıta araştırması yanında o meslek odasından, o mesleği icra edenlerin kaza tarihi itibariyle ortala ücretlerinin ne olduğu sorulmalıdır. Görülmekte olan davada, davacı kaza tarihinde minibüs şoförü olarak çalıştığını ve aylık gelirinin 2.400,00-TL olduğunu ileri sürmüş, SED araştırmasında da kişinin minibüs şoförü olduğu ve aylık gelirinin 2.700,00-TL bulunduğu yolunda tespite ulaşıldığı ve dinlenen davacı tanıklarının da davacının kaza tarihinde minibüs şoförü olarak çalıştığını ve en az aylık 2.400,00-TL gelire sahip bulunduğunu açıkladıkları görülmüştür. Ancak bu çalışmanın, bağımsız bir çalışma mı olduğu ya da bir kişinin yanında ücretli çalışma mı olduğu konusunda açıklamada bulunulmamıştır. Dosyada mevcut SGK cevabi yazılarından da; davacının, genel sağlık sigortalı olduğu anlaşılmakta olup, bir takım gelir bilgilerinin de gönderildiği görülmüştür. Bundan ayrı emsal ücret araştırması amacıyla Bakırköy Bağcılar Minibüs Esnafı Yardımcıları ve Koruma Derneğine yazılan müzekkereye verilen 29/11/2012 günlü cevabi yazıda; davacının günlük ücreti konusunda cevap verilemeyeceğinin belirtildiği, İstanbul Minibüsçüler Esnaf Odasınca gönderilen 25/11/2020 günlü yazıda da şoförlerin asgari ücret seviyesinde ücret aldığının bilindiğinin açıklandığı, keza İstanbul Şoförler Esnaf Odasının 07/12/2020 günlü yazısında da; konu hakkında bilgilerinin bulunmadığının belirtildiği tespit edilmiştir. Hükme esas alınan hesap bilirkişisi raporunda da; davacının, asgari ücret düzeyinde gelir elde ettiği varsayımına (net asgari ücret üzerinden) ve 2.400,00-TL gelir elde ettiği varsayımına (net asgari ücretin 3,186 katı) göre seçenekli olarak hesaplama yaptığı ve mahkemece 2.400,00-TL gelir üzerinden yapılan hesaplamaya itibar edilerek karar verildiği görülmüştür. Davacının gelirine ilişkin olarak yapılan araştırma yetersizdir. Mahkemece, davacının iddia ettiği minibüs şoförü olarak çalışma işini kendi nam ve hesabına mı yaptığı, yoksa bir kişiye bağlı ücret karşılığında mı yaptığının kendisinden sorularak belirlenmesi, SGK’dan çalışmalarını gösterir tüm belgelerin eksiksiz biçimde getirtilmesi, ücret karşılığında yaptığı sonucuna varılırsa, bağlı bulunduğu kişi veya işletmeden kazancına ilişkin belgeleri sunmasının sağlanılması, kendi hesabına çalışıyor ise ilgili kuruluşlardan gerekli belgelerin sorulması, gelirin kazadan önce geriye doğru tespitinin yapılması, gerekirse konusunda uzman bir aktüer bilirkişi görüşüne de başvurulmak suretiyle gerçek kazancın ne olduğunun tespit edilmesi ve ulaşılacak sonuca göre yeniden aktüer bilirkişi raporu alınarak bir karar verilmesi gerekirken bu yöntem izlenmeden ve daha da önemlisi 2.400,00-TL’lik gelir elde edildiği var sayımından hareketle yapılan hesaplamaya neden itibar edildiği konusunda herhangi bir gerekçe oluşturulmadan karar verilmiş olması da isabetsizdir. Hal böyle olunca, az yukarıda 3 ayrı bent halinde yazılı hususlarda yapılan yanılgılı uygulama HMK.m.353/1-a/6 hükmü kapsamındaki hali oluşturacağından davalı sigorta şirketi vekili ve davalı … vekilinin bu hususlara işaret edilen istinaf itirazlarının kabulü ile ilk derece mahkemesince verilen kararın kaldırılması gerektiği, kaldırma gönderme gerekçesi gözetildiğinde davalılar vekillerinin diğer istinaf itirazlarının bu aşamada değerlendirilmesinin gerekmediği sonucuna varılarak aşağıdaki biçimde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçe uyarınca;1-Davalı sigorta şirketi ve davalı … vekilinin istinaf başvurularının yukarıda açıklanan nedenlerle KABULÜ ile, Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 10/11/2021 tarih ve 2014/935 E., 2021/1001 K. sayılı kararının HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA, 2-Dosyanın belirtilen şekilde işlem, araştırma ve yargılama yapılarak yeniden bir karar verilmek üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, -Kaldırma-gönderme kararında belirtilen hususlar dışında kalan taraf istinaf itirazlarının bu aşamada değerlendirilmesine yer olmadığına,3-İstinaf yasa yoluna başvuran davalı sigorta şirketi ve davalı … tarafından peşin olarak ayrı ayrı yatırıldığı anlaşılan 3.213,00’er-TL nispi istinaf karar ve ilam harçlarının talepleri halinde ilgilisine İADESİNE, 4-Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına, 5-İstinaf yasa yoluna başvuran davalılarca yapılan diğer istinaf yargılama giderlerinin ise ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama sonucunda verilecek hükümde dikkate alınmasına, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda ve HMK.m. 353/1-a hükmü uyarınca kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 24/03/2022