Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 2021/1213 E. 2021/1661 K. 03.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F MAHKEMESİ K A R A R I
DOSYA NO: 2021/1213
KARAR NO : 2021/1661
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 08/09/2020
NUMARASI: 2019/199 Esas- 2020/531 Karar
DAVA TÜRÜ : Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 03/11/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan ön inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Davacı vekili dava açan dilekçesinde özetle; 13/08/2015 tarihinde … sevk ve idaresindeki … plakalı aracın tek taraflı olarak yapmış olduğu kaza sonucu araçta yolcu olarak bulunan davacıların murisi …’ın vefat ettiğini, kazaya karışan aracın ZMMS poliçesini düzenleyen davalı … şirketine yapılan başvuru üzerine davalı … şirketince 02/09/2015 tarihinde bir miktar ödeme yapıldığını, ancak yapılan ödemenin yetersiz olduğunu beyanla; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla her bir davacı için ayrı ayrı 5.000,00-TL olmak üzere toplam 20.000,00-TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı … şirketine başvuru tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 25/08/2016 tarihli talep artırım dilekçesi ile talebini toplam 167.000,00-TL’ye yükseltmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacılara dava açılmadan önce ödeme yapılması nedeniyle davacıların tazminat talep etme hakları bulunmadığını, kusur durumunun tespitinin gerektiğini, davacıların murisinin emniyet kemeri takılı olmadan, hiç bir güvenlik önlemi alınmadan ve istiap haddinin aşılması suretiyle seyahat etmesi nedeniyle meydana gelen kazada müterafik kusurunun bulunduğunu, bu nedenle tazminattan indirim yapılması gerektiğini, hatır taşımasının söz konusu olduğunu, davacılara SGK tarafından yapılan bir ödeme var ise belirlenecek tazminattan indirilmesi gerektiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini, talep etmiştir. Açılmış olan dava üzerine ilk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılama neticesinde; davacıların meydana gelen kazada destekleri olan eş ve annelerini kaybetmeleri nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı talep etme hakları bulunduğu gerekçesiyle; davanın kabulüne, 167.000,00-TL destekten yoksun kalma maddi tazminatının davalı … şirketinden dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiş, karara karşı davalı … şirketi vekili tarafından istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. Davalı vekilinin istinaf başvurusunu inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8.Hukuk Dairesi 2017/1182 esas 2018/1403 karar sayılı ve 29/11/2018 günlü kararı ile;”1)Mahkemece, davacı tarafın tazminat talebine ilişkin olarak bilirkişiden 27/07/2016 tarihli rapor temin edilmiş, rapora karşı davalı … şirketi vekili tarafından bir takım sebepler ileri sürülerek itiraz edilmiştir. Bunun üzerine mahkemenin 27/09/2016 tarihli ara kararı ile davalı vekili tarafından bilirkişi raporuna yapılan itirazların ayrıntılı olarak değerlendirilmesi ve ayrıca kazadaki kusur oranının tespiti amacıyla bir makine mühendisinin de katılımı ile oluşturulan bilirkişi heyetinden ek rapor alınmasına karar verilmiş, bilirkişiler tarafından düzenlenen 23/01/2017 tarihli rapor dosyaya sunulmuştur. 23/01/2017 tarihli rapor incelendiğinde; sadece kusur bilirkişisi tarafından kazadaki kusur durumuna ilişkin olarak bir tespit yapıldığı, davalı vekilince rapora karşı yapılan diğer itirazlar ile ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapılmadığı, hatta önceki rapora hiç dokunulmadan aynı ifadeler kullanılarak rapor düzenlendiği anlaşılmaktadır. 27/07/2016 tarihli rapora karşı yapılan itirazların hiç birinin değerlendirilmediği, önceki raporun aynısı niteliğinde olan 23/01/2017 tarihli rapor bu anlamda yok hükmünde olup, mahkemece bu raporun esas alınarak hüküm kurulması mümkün bulunmamaktadır. Bu itibarla mahkemece, tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sunulan bilirkişi raporları, raporlara karşı yapılan itirazlar da dikkate alınarak, gerekirse konusunda uzman farklı bir bilirkişi veya bilirkişi heyetinden yeniden rapor alınarak, tarafların hangi iddia ve savunmalarının hangi nedenlerle haklı veya haksız nitelikte olduğu da gerekçeli kararda tartışılmak suretiyle yeniden hüküm kurulması gerekmektedir. Kaldı ki mahkemece; davalı tarafın açılan davaya ilişkin savunmaları ve bilirkişi raporuna itizarları ile ilgili olarak gerekçeli kararda hiç bir değerlendirme yapılmamıştır (Davalı tarafın müterafik kusur ve hatır taşıması nedeniyle indirim yapılması talebi değerlendirilmemiştir). 2)Ayrıca dava dilekçesi ile davacı …’ın kendi adına asaleten, 18 yaşından küçük çocukları … adına velayeten dava açmış olmasına, buna göre davacı tarafta 4 kişi bulunmasına rağmen gerekçeli karar başlığında davacı olarak sadece …’ın adının yazılmış olması hatalı olduğu gibi, her bir davacının tazminat alacak miktarları farklı olmasına rağmen, her bir davacının alacağı tazminat miktarlarının ayrı ayrı belirtilmesi gerekirken toplam tazminat miktarı olan 167.000,00-TL’nin davalı … şirketinden tahsiline karar verilmesi de hatalı olmuştur. Tüm bu nedenlerle, davalı vekilinin istinaf talebinin kabulüne, HMK’nın 353/1-a/6 maddesi gereğince mahkemece verilen kararın kaldırılmasına, dosyanın yeniden yargılama yapılması amacıyla mahkemesine geri gönderilmesine” karar verilmiş, bu karardan sonra ilk derece mahkemesi tarafından yeniden yapılan yargılama neticesinde; dairemizin kaldırma/gönderme kararında belirtilen hususlar esas alınmak suretiyle yapılan değerlendirmede, davalı … şirketinin yaptığı ödemeye göre davacıların talep edebilecekleri başkaca maddi tazminat miktarının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş, verilen karara karşı yasal süresi içerisinde davacılar vekili tarafından istinaf yasa yoluna başvurulmuştur.Davacılar vekilinin istinaf sebepleri; kaldırma kararından önceki hükme esas olan 27.07.2016 tarihli kök ve 23.01.2017 tarihli ek raporda toplam tazminat miktarının 188.319,83 TL olarak tespit edildiği, kaldırma kararından sonra verilen hükme esas alınan 20.02.2020 tarihli bilirkişi raporunda ise tazminat miktarının 84.133,63 TL olarak tespit edildiği, hükme esas alınan raporlar arasındaki aşırı farka ve buna ilişkin itirazlara rağmen, raporlar arasındaki çelişki giderilmeden verilen kararın hatalı ve hukuka aykırı olduğu, kaza tarihinden sonra yürürlüğe girmiş olan genel şartlar esas alınarak yapılan hesaplamaya itibar edilmesinin de hukuki bir ayıp olduğu, Anayasa Mahkemesinin genel şartların iptaline yönelik kararı da dikkate alındığında bilirkişi raporuna ve mahkemenin kararına karşı yapmış oldukları itirazların haklı olduğu, bilirkişinin sigorta poliçesi genel şartlarını esas alarak THR 2010 tablosu ve %1.8 faiz yöntemine göre hesaplama yaptığını, bu yönteme göre hesaplama yapılamayacağını, çünkü davalı tarafça gerek istinaf dilekçesinde gerek bilirkişi raporlarına yapmış olduğu itirazlarında kullanılan hesap yöntemine ilişkin olarak hiçbir aşamada itiraz edilmediği, hesaplama yöntemine itiraz edilmediğinden kullanılacak hesap yöntemi konusunda müvekkillerinin usuli kazanılmış hakkının söz konusu olduğu, bilirkişi tarafından kullanılması gereken hesap yönteminin PMF-1931 tablosu ve progressive rant yöntemi olduğu, sigorta genel şartlarının işleten ve sürücüye karşı açılan davalarda uygulanamayacağı, sigorta şirketine karşı açılan davalarda genel şartlara göre tazminat hesaplanmasının istenmesinin anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğu, geçirdiği trafik kazası sonucu ölen muris …’ın içinde bulunduğu aracın … sevk ve idaresinde olduğu ve olayda sürücü … asli kusurlu olduğu, müteveffa yönünden %20 müterafik kusur indirimi yapılmış olmasının da hatalı olduğu, hususlarına ilişkindir. İstinaf edenlerin sıfatı ve istinaf sebepleri ile kamu düzenine ilişkin olup resen gözetilmesi gereken hususlara hasren yapılan incelemede;Dava, trafik kazası nedeniyle destekten yoksun kalma maddi tazminatı istemine ilişkindir.13/08/2015 tarihinde dava dışı …’nun sevk ve idaresindeki … plakalı aracın tek taraflı olarak yapmış olduğu kaza sonucu araçta yolcu olarak bulunan davacıların murisi …’ın vefat ettiği, mirasçıları olan davacıların aracın ZMM Sigortacısı aleyhine destekten yoksun kalma maddi tazminatı istemiyle bu davayı açtıkları anlaşmıştır. 1-)Sigorta poliçesinin başlangıcı 28/07/2015 tarihi olup, davanın konusunu oluşturan trafik kazası 13/08/2015 tarihinde meydana gelmiş, ilk derece mahkemesi tarafından 14/05/2015 tarihli 29355 sayılı resmi gazetede yayınlanan ve 01/06/2015 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları uyarınca düzenlenen bilirkişi raporu hükme esas alınarak karar verilmiştir. Bilindiği üzere Karayolları Trafik Kanunu’nun 90 ve 92.maddeleri içeriğindeki “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadeleri Anayasa Mahkemesi’nin 09/10/2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarih ve 2019/40 Esas sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Hemen belirtilmelidir ki, Anayasa’nın 153.maddesine göre, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta, Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararları Anayasa gereğince yasama, yürütme, yargı organları, idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayıcı niteliktedir. O halde öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin bu iptal kararının eldeki davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekir. Anayasasının 153. maddesinin 6.fıkrasında; “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülemeyeceği kabul edilmektedir. (Danıştay 4. Dairesinin 09/05/2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı)Bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin 12/12/1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında; “Anayasa’nın 152. maddesine göre itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadır. Bu durumda itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Aynı durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur…” gerekçesine yer verilmiştir. Yine 09/05/1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; “sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, temyiz mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi İptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmıştır. Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi sonucu verdiği iptal kararlarının Resmi Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usuli müktesep hakkın istinası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği, uyulması zorunlu yargısal içtihatlarla kabul edilmiştir. Anayasa’nın 153.maddesinin 1.fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, 5.fıkrasında “iptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir. Türk Anayasal sisteminde; “Devlete Güven” ilkesini sarsmamak ve devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler.HMK’nın 33.maddesinde “Hakim Türk Hukukunu resen uygular” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke ve az yukarıda açıklanan Anayasal hükümler ile yüksek yargı organlarının içtihatları birlikte gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin halini almamış derdest dosyalar yönünden hemen uygulanmasının zorunluluğu ortadır.Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler. Yani usuli kazanılmış haklara bakılmaksızın Anayasa Mahkemesi kararları derhal uygulama alanı bulurlar.Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında; Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğuna öncelikle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu, Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı, trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık trafik sigortası genel şartlarının belirleyici olmayacağı, genel şartların sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerin uygulanabileceği, bu karardan sonra sigorta şirketlerinin sorumluluğunu azaltan genel şartların bir çok hükmünün uygulanamaz hale geldiği anlaşılmaktadır.Bu kapsamda açılan davalarda Borçlar Kanununun haksız fiile ilişkin hükümleri, Karayolları Trafik Kanunu hükümleri, genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir.Yukarıdaki açıklamalar, incelenen dosyadaki tüm kayıt ve belgeler, yerel mahkemenin kabulü ve kararı, istinaf sebepleri ile resen incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken kamu düzenine ilişkin hususlar birlikte incelenip değerlendirildiğinde;İlk derece mahkemesi kararının hükme esas aldığı bilirkişi raporu 14/05/2015 tarihli 29355 sayılı resmi gazetede yayınlanan ve 01/06/2015 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları uyarınca düzenlenmiş olup, az yukarıda açıklanan sebeplerle bu rapora dayanılarak istinafa konu kararın verilmesi yerinde olmamıştır. Bu suretle davacılar vekilinin bu hususa temas eden istinaf istemi yerindedir.2-)Dava, trafik kazası sonucunda meydana gelen ölüm olayına dayalı olarak açılmış destekten yoksun kalma maddi tazminatı isteğine ilişkin olup; talep konusu tazminatın belirlenmesi için temin edilen aktüer bilirkişi raporunda, muhtemel yaşam süresinin belirlenmesinde ve diğer hususlarda TRH 2010 tablosu ve 1.8 faiz yöntemine göre hesaplama yapıldığı, mahkemece de bu raporun hükme esas alındığı görülmüştür. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2021/1130 E.- 2021/2011 K. İçtihadında “Hak sahiplerinin bakiye ömür süreleri daha önceki yıllarda Fransa’dan alınan 1931 tarihli “PMF 1931 Cetvellerine göre saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesinin çalışmaları ile “TRH 2010” adı verilen “Ulusal Mortalite Tablosu” hazırlanmıştır. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayıma dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin hazırlanması esastır. Bu durumda Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve yine bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içerdiği göz önüne alındığında, (dairemizce de) tazminat hesaplamalarında TRH 2010 Tablosu’na göre bakiye ömür sürelerinin belirlenmesinin, güncel verilere ve ülkemiz gerçeklerine daha uygun olacağına karar verilmiştir. ” (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2020/3704 E. – 2021/1882 K. ve 2020/12080 E. – 2020/1680 K. Sayılı benzer içtihatları mevcuttur.) denildikten sonra dairelerince içtihat değişikliğine gidildiği ve tazminat hesaplamalarında TRH 2010 Tablosunun kullanılması gerektiğine işaret edildiği görülmüştür. Her ne kadar açıklanan içtihat değişikliği gereğince TRH 2010 Tablosunun kullanılması gerekliliği ortada ise de, somut olayda ilk derece mahkemesince 21/03/2017 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verildiği, bu karara karşı davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması sonucu İstanbul BAM 8. Hukuk Dairesinin 29/11/2018 tarih ve 2017/1182 esas 2018/1403 karar sayılı ilamı ile kararın kaldırılmasına karar verildiği, ilk derece mahkemesinde yeni esas alan dava dosyasında kaldırma kararı doğrultusunda yeniden kusur ve tazminatla ilgili bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, kaldırma kararı öncesi bilirkişi raporunda PMF-1931 tablosu ve progressive rant yöntemi ile hesaplama yapılmasına rağmen kaldırma kararı sonrası alınan bilirkişi raporunda TRH 2010 tablosu ve 1.8 faiz yöntemine göre hesaplama yapıldığı, davacı vekilinin itirazlarına rağmen bu raporun hükme esas alındığı, ilk derece mahkemesince, kararın gerekçesinde “davalı tarafın kaldırma kararı öncesi bilirkişi raporlarına itiraz ettiği ve bilirkişi raporlarının hatalı olması nedeniyle istinaf yoluna müracaat ettiği dikkate alınarak önceki raporların davacı lehine kazanılmış hak olmadığı kanaatine varılarak bilirkişinin yeni genel şartlara göre yapmış olduğu hesaplama hükme esas alındığı” belirtilmiş ise de; davalı tarafça gerek istinaf dilekçesinde gerek bilirkişi raporlarına yapmış olduğu itirazlarında kullanılan hesap yöntemine ilişkin olarak hiçbir aşamada itiraz edilmediği, hesaplama yöntemine itiraz edilmediğinden kullanılacak hesap yöntemi konusunda davacıların usuli kazanılmış hakkı söz konusu olduğundan, davacıların kazanılmış hakları dikkate alındığında PMF-1931 tablosunun ve progressive rant yönteminin kullanılarak hesaplama yapılması gerektiği, hal böyle olunca da davacıların kazanılmış hakkını ihlal mahiyetinde ki TRH 2010 yaşam tablosu kullanılarak hazırlandığı anlaşılan rapora dayanılarak istinafa konu kararın verilmesinin yerinde olmadığı, davacılar vekilinin bu hususa temas eden istinaf isteminin yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.O halde ilk derece mahkemesi tarafından yapılması gereken iş; somut olayda 14/05/2015 tarihli 29355 sayılı resmi gazetede yayınlanan ve 01/06/2015 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarının uygulanmasına yasal olanak bulunmadığı, bu kapsamda açılan davalarda Borçlar Kanununun haksız fiile ilişkin hükümleri, Karayolları Trafik Kanunu hükümleri, genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerektiği, davacıların kazanılmış hakları gereğince hesaplamada PMF-1931 tablosunun ve progressive rant yönteminin kullanılarak hesaplama yapılması gerektiği gözetilmek suretiyle, bilirkişiden ek rapor alınması yada yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılması, tüm deliller ve sigorta şirketinin ödemesi dikkate alınarak mevcut olması halinde her bir davacının hak edeceği destekten yoksun kalma maddi tazminatın ayrı ayrı belirlenmesi ve bu suretle toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi suretiyle sonuca ulaşılmasından ibaret olup, bunun yapılmamış olması HMK’nın 353/1-a/6.maddesi kapsamında ki hali oluşturacağından, diğer istinaf nedenleri incelenmeksizin davacılar vekilinin açıklanan istinaf istemlerinin kabulüne, kararın HMK’nın 353/1-a/6.maddesi gereğince kaldırılmasına, açıklanan şekilde inceleme ve değerledirme yapılmak üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine ilişkin aşağıda ki karar verilmiştir.
HÜKÜM : Gerekçe uyarınca,1-)Davacılar vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun kabulü ile İstanbul Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 08/09/2020 tarih ve 2019/199 E. 2020/531 K. sayılı kararının HMK.nun 353/1-a/6 madde hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,2-)Dosyanın belirtilen şekilde işlem ve yargılama yapılarak yeniden bir hüküm kurulmak üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,-Kaldırma gönderme kararının gerekçesi gözetildiğinde davacılar vekilinin öteki istinaf itirazlarının bu aşamada değerlendirilmesine yer olmadığına,3-)İstinaf yasa yoluna başvuran davacılar vekili tarafından peşin olarak yatırıldığı anlaşılan istinaf karar ve ilam harcının isteği halinde kendisine İADESİNE,4-)Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,5-)İstinaf yasa yoluna başvuran davacılar vekili tarafından yapılan diğer istinaf yargılama giderlerinin ise ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama sonucunda verilecek hükümde dikkate alınmasına,HMK. nun 353/1-a madde hükmü uyarınca, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 03/11/2021