Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 2020/1654 E. 2020/3505 K. 15.10.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F MAHKEMESİ K A R A R I
DOSYA NO: 2020/1654
KARAR NO : 2020/3505
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 20/12/2017
NUMARASI : 2017/553 E., 2017/1473 K.
DAVANIN KONUSU: Alacak
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 15/10/2020
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan ön inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Davacı vekili dava açan dilekçesinde özetle; müvekkili şirket nezdinde 14/07/2014 başlangıç ve 14/04/2015 bitiş tarihli … numaralı Genişletilmiş Kasko Filo Sigortası Poliçesi ile teminat altına alınan … plakalı aracın davalının sorumluluğunda bulunan yolda meydana gelen çöküntü nedeniyle çalışma yapılan ve uyarı ikaz levhası bulunmayan alana çarpması sonucu meydana gelen maddi hasarlı trafik kazası neticesinde 13584063 numaralı dosya kapsamında 4.123,00 TL hasar bedeli ödendiğini, meydana gelen riziko ve hasardan davalıların sorumlu olduğunu, kazanın Büyükşehir Belediyesinin sorumluluk alanında meydana gelen göçükten dolayı olduğunu belirterek, 4.123,00 TL sigorta tazminat bedelinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; mahkemenin yetkisiz olduğunu, husumet itirazları bulunduğunu, davacı tarafın iddiaları ile ilgili özellikle zarar doğurucu eylem ile haksız fiili işleyen kişiler arasındaki illiyet bağının tespitinin gerektiğini, bahsedilen olay ve olayın meydana gelmesinde kusuru bulunan kimselerle İBB arasında herhangi bir illiyet bağının mevcut olmadığını, iddia edilen olayda davacı tarafın müterafik, müşterek kusurunun da varlığının mahkemece araştırılması ve dikkate alınması gerektiğini, tutulan kaza tespit tutanağına itiraz ettiklerini, talep edilen tazminatın fahiş olduğunu belirterek, haksız açılan davanın öncelikle görev, husumet ve de neticede esastan reddine karar verilmesini istemiştir.Mahkemece yapılan yargılama sonucu, Kamu hizmeti görmekle yükümlü olan idareler, kamu hizmeti sırasında verdikleri zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi değildirler. Kamu tüzel kişilerinin yasalar tarafından kendilerine verilen görev ve yetkilerin kullanılması sırasında oluşan zararlar, niteliği itibariyle hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar olup, bu zararların tazmini amacıyla hizmet kusurlarına dayalı olarak İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’un 2. maddesi uyarınca idari yargı mahkemelerinde tam yargı davası açılması gerektiğinden, davanın HMK.nun 114/1-b ve HMK.nun 115/2 maddeleri gereği usulden reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.Davacı vekili istinaf dilekçesinde; davanın çözümünde adli yargının görevli olduğunu, bu nedenle mahkeme kararının kaldırılarak uyuşmazlığın çözüm yerinin adli yargı olduğuna karar verilmesini talep etmiştir. Dava, davalının sorumluluğunda bulunan yolda meydana gelen çöküntü nedeniyle çalışma yapılan ve uyarı ikaz levhası bulunmayan alana çarpması sonucu hasara uğrayan aracın sigortalısına ödenen tazminatın davalı idareden rücuen tahsili istemine ilişkindir. İstinaf edenin sıfatı ve istinaf sebepleri ile sınırlı yapılan incelemede;Somut uyuşmazlıkta çözümlenmesi gereken, davanın hangi yargı yolunda görüleceği meselesidir.2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun birinci maddesinde, bu Kanun’un amacının, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu belirtilmiştir.Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’un 6099 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle değiştirilen 110. maddesi ise “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” şeklindedir.Yasama belgeleri ile anılan düzenlemenin gerekçesine bakıldığında, 2918 sayılı Kanun’un uygulanması gereken sorumluluk davalarında bir karmaşanın söz konusu olduğu, bu karmaşanın adli yargı yerlerinin görevli olduğu belirlenmek suretiyle giderilmek istendiği anlaşılmaktadır.Bahse konu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olduğu iddiası ile somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi (AYM) önüne taşınmış, Anayasa’nın 2, 125 ve 155. maddeleri bağlamında inceleme yapan Mahkeme, düzenlemeyi Anayasa’ya aykırı bulmayarak iptal istemini şu gerekçelerle reddetmiştir. (AYM’nin 26/12/2013 tarihli ve 2013/68-165 E-K sayılı kararı): “Anayasa Mahkemesinin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması hâlinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir.İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına, kamu ya da özel araç olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek, söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.”Öte yandan, Anayasa’nın 158. maddesi uyarınca adli ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesi (UYM) de önüne gelen benzer uyuşmazlıklarda AYM’nin yukarıda yer verilen kararına atıf yaparak benzer sonuca ulaşmıştır. UYM, 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesiyle, yargı yolu uyuşmazlıklarına ve bu nedenle de yargılamaların uzamasına neden olan anılan Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarında, yeknesaklığı sağlamak amacıyla ve kamu yararı gözetilerek adli yargı yerlerinin görevli kılındığını, AYM’nin de bu durumu Anayasa’ya aykırı bulmadığını tespit etmektedir (UYM’nin11/04/2016 tarihli ve 2016/163-210 E-K sayılı; 24/09/2018 tarihli ve 2018/530-467 E-K sayılı kararları).2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin gerekçesiyle AYM ve UYM’nin yukarıda yer verilen kararları birlikte değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi gerekliliği ortaya çıkmış, Anayasa’nın 153. maddesinin birinci ve son fıkraları ile 158. maddesinin birinci fıkrası uyarınca da tüm yargı yerlerinin benzer nitelikte yorum yapması kaçınılmaz hâle gelmiştir.Hemen belirtilmelidir ki benzer olaylara aynı hukuki sonuçlar bağlanması anlamına gelen yargısal kararlardaki istikrar, adil yargılanma hakkının görünümlerinden olan hakkaniyete uygun yargılama ilkesinin gereğidir. İstikrarlı karar verme, hukuki belirliliği ve öngörülebilirliği sağladığı gibi, kişilerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına güvenini de tesis eder. 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin uygulanmasında, Dairemizin idari yargı yerlerini görevli kabul eden kararları (11/03/2013 tarihli ve 2013/1438-4361 E-K sayılı; 18/04/2013 tarihli ve 2013/6055-7371 E-K sayılı; 06/11/2013 tarihli ve 2013/15737-17128 E-K sayılı; 06/03/2013 tarihli ve 2013/258-3916 E-K sayılı) bulunmakta ise de yukarıda açıklanan gerekçe ve yüksek mahkeme kararları göz önüne alınarak Dairemizin 04/12/2019 tarihli ve 2019/2897-5764 E-K sayılı ilke kararıyla önceki yerleşik uygulamadan dönülmüştür. Bu durumda yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda eldeki davanın görüm ve çözüm yeri adli yargıdır. Mahkemece, davalı idare yönünden işin esasına girilerek ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yargı yolu nedeniyle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun değildir.Yukarıdaki açıklamalar ışığında davacı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile kararın HMK 353/1-a/4 maddesi uyarınca kaldırılması gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
HÜKÜM : Gerekçe uyarınca;1-Davacı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun KABULÜ ile istinaf istemine konu olan İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 20/12/2017 ve 2017/553 Esas, 2017/1473 Karar sayılı kararının HMK.m.353/1-a/4 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,2-Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde inceleme ve değerlendirme yapılmak üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,3-İstinaf yasa yoluna başvuran davacı tarafından peşin olarak yatırıldığı anlaşılan 54,40-TL istinaf karar ve ilam harcı ile 148,60-TL istinaf başvuru harcının talep halinde davacıya İADESİNE,4-Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,5-İstinaf yasa yoluna başvuran davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan diğer giderlerin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,HMK.nun 353/1-a/4 maddesi hükümleri uyarınca, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve KESİN olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi.15/10/2020