Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 2019/972 E. 2021/956 K. 10.06.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F MAHKEMESİ K A R A R I
DOSYA NO: 2019/972
KARAR NO: 2021/956
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 15/01/2019
NUMARASI: 2015/1063 E. – 2019/23 K.
DAVA: Trafik Kazasından Kaynaklanan Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 10/06/2021
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı sigorta şirketi nezdinde (eski unvanı … Sigorta A.Ş) ZMM sigortalı bulunan … plaka sayılı aracın neden olduğu 01/03/2006 günlü trafik kazasında, sigortalı araç içerisinde yolcu olarak bulunan vekil edeninin ağır biçimde yaralanarak sakat kaldığını, kazanın oluşumunda sigortalı araç sürücüsünün tam kusurlu bulunduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişen haklar saklı kalmak kaydıyla (belirsiz alacak) müvekkilinin uğramış olduğu maluliyet oranının usulüne uygun şekilde tespit edilmesini talep ederek, sürekli iş göremezlik tazminatına esas olmak üzere 1.000,00-TL maddi tazminatın olay tarihinden işletilecek ticari avans faiziyle davalı sigorta şirketinden tahsiline karar verilmesini istemiş, 15/01/2018 günlü talep artırım dilekçesi ile de istek miktarını 50.119,00-TL’ye çıkarttıklarını açıklamıştır. Davalı sigorta şirketi vekili süresi içerisinde verdiği 11/06/2015 günlü cevap dilekçesinde özetle; zaman aşımı itirazında bulunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiş, ayrıca sorumluluk yoluna gidilecek olur ise de vekil edeni sigorta şirketinin sorumluluğunun, sigortalı araç sürücüsünün kusuru ve kaza tarihinde geçerli ZMM sigortası poliçesi limiti olan 57.500,00-TL ile sınırlı bulunduğunu, davacının iddialarını kanıtlaması gerektiğini, ayrıca davacının sigortalı araçta hatır taşınması nedeniyle belirlenecek tazminat miktarından %25 oranında hatır taşıması indirimi yapılmasını istediklerini beyan ederek davaya karşı koymuştur. Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamı gözetilerek; davalı sigorta şirketi nezdinde ZMM sigortalı bulunan … plaka sayılı aracın, neden olduğu 01/03/2006 günlü trafik kazasında, araç içerisinde yolcu olarak bulunan davacının yaralandığı, kazanın oluşumunda sigortalı araç sürücüsünün tam kusurlu bulunduğu kabul edilerek, aktüer bilirkişi tarafından hesaplama yapılmış ise de; davalı sigorta şirketi tarafından eldeki dava açılmadan önce davacı tarafa ibraname karşılığında 7.321,00-TL tazminat ödemesi yapıldığının anlaşıldığı, bu ödemenin hiçbir itirazi kayıt ileri sürülmeksizin kabul edildiği, ödeme tarihinden davanın açıldığı tarih arasında KTK’nun 111.maddesinde düzenlenen 2 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmiş bulunduğu, davacının yaralanmasına bağlı maluliyetinin 01/07/2006 tarihinde oluştuğu ATK raporu ile tespit edildiği, dolayısıyla 01/07/2006 tarihinden itibaren maluliyette bir artışın bulunmadığının da anlaşıldığı gerekçesiyle; davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiştir. Karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. İstinaf nedenleri; her ne kadar mahkemece KTK’nun 111.maddesi gereğince 2 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmiş olduğundan bahisle davanın reddine karar verilmiş ise de, hükme dayanak kılınan “Makbuz ve İbraname” başlıklı belgenin taraflarına tebliğ edilmediği gibi, belge aslının da mahkemeye sunulmadığı, oysa belgenin aslının getirtilerek imzanın müvekkile ait olup olmadığının araştırılması gerektiğini, zira belgedeki imzanın vekil edenine ait olmadığını düşündüklerini, kaldı ki belgede belirtilen ödemenin hangi zarar kalemine ilişkin olduğunun da açıklanmadığı, ödemeye konu hasar dosyasında vekil edenine ait bir maluliyet raporu da bulunmadığından, yapılan bu ödemenin kalıcı iş göremezlik zararına ilişkin olduğunun kabulü edilmeyeceği, vekil edenince zararının boyutunun dosyada temin edilen ATK raporu ile öğrenildiği, eldeki davanın da 8 yıllık ceza zaman aşımı süresi dolmadan açılması karşısında, zaman aşımı süresinin de geçirilmediğinin gözetilmesi gerekirken, hatalı bir takım değerlendirmeler sonucunda yazılı biçim ve şekilde davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğuna yöneliktir. Dava, trafik kazası sonucunda meydana gelen yaralanmaya bağlı olarak açılmış kalıcı iş göremezlik zararının tazmini isteğine ilişkindir. İstinaf edenin sıfatına, istinafın kapsam ve nedenleriyle sınırlı olmak kaydıyla yapılan inceleme ve değerlendirme sonucunda; Dosya kapsamından 01/03/2006 tarihinde meydana gelen trafik kazasında, davacının yaralandığı, kendisine sigorta şirketi tarafından “makbuz ve ibraname” başlıklı belge uyarınca 01/06/2006 tarihinde 7.381,00-TL tazminat ödemesi yapıldığı, anlaşılmaktadır. Ne var ki ödemeye dayanak kılınan bu belgede, ödemenin hangi zarara ilişkin olduğu konusunda bir açıklık bulunmadığı gibi, söz konusu bu belgede “…ödenen tazminat nispetinde her türlü hukuk ve müddeiyattan rücu kabil olmamak üzere ibra ettiğimizi beyan ve tespit ederim” denildiğinden, bu ödemenin kısmi bir ödeme olduğu konusunda duraksamamak gerekir. Hal böyle olunca mahkemenin söz konusu bu belgenin, kalıcı sakatlık tazminatına ilişkin bir ibraname niteliğinde olduğunun kabul edilmesi sonucunda, yazılı biçim ve şekilde davanın reddine karar verilmesi isabetsiz ise de; 2918 sayılı KTK.nun 109. maddesinde haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı, davanın, cezayı gerektiren bir fiilden doğması ve ceza kanununun bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş olması halinde, bu sürenin maddi ve manevi tazminat talepleri içinde geçerli olacağı hüküm altına alınmıştır. Yine maddi ve manevi tazminat istemlerinin bağlı olduğu zamanaşımı süreleri kaza tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.maddesinde düzenlenmiştir. (Benzer düzenleme 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 72.maddesinde de bulunmaktadır.) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.madesinde “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyla nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrur olan tarafın zarara ve failine ittila tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şu kadar ki, zarar ve ziyan davası ceza kanunları mucibince mühdeti daha uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruruzaman tatbik olunur. ” denilmektedir. Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nun 72.maddesinde de;”Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” denilerek mülga 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde olduğu gibi üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüştür. 6098 Sayılı TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/1.) maddesi, özellikle zamanaşımının başlangıç anını belirleyen bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Burada, uygulamada “kısa süreli zamanaşımı” olarak adlandırılan süre söz konusu olup, sürenin başlangıcı sübjektif bir koşula bağlanmıştır. Çünkü, sürenin başlaması zarar görenin zararı ve tazminat sorumlusu kişiyi öğrenmesi gibi sübjektif bir koşulun gerçekleşmesi ile mümkündür. Mutlak nitelikteki “uzun süreli zamanaşımı”nın başlangıç tarihi ise zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Buna göre, tazminat istemi her halde eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren on yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Burada on yıllık sürenin başlangıç anı, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarih gibi objektif bir koşula bağlanmıştır. Olağan zamanaşımı süresi, iki yıllık kısa zamanaşımı süresidir. Diğer bir anlatımla iki yıllık zamanaşımı süresi on yıllık süre ile sınırlıdır. Zarar ve zararın sorumlusu olan kişi öğrenildiği takdirde davanın kısa zamanaşımı süresi içerisinde açılması gerekir. Zarar veren eylemin işlenmesinden itibaren on yıl geçtikten sonra zarar ve zararı veren kişi öğrenilmiş olsa bile tazminat istemi, zamanaşımı def’î ile karşılaştığında reddedilir(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 20/12/2017 tarih ve 2017/3-2786 E., 2017/2016 K. Sayılı kararı). TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/2.) maddesinde düzenlenen üçüncü süre ise “ceza zamanaşımı süresi”dir. Zarara neden olan eylem, aynı zamanda ceza kanunları uyarınca suç teşkil eden bir eylem oluşturuyor ve bu eylem için ceza kanunlarının öngördüğü zamanaşımı süresi daha uzun bir süre ise bu takdirde uygulanacak olan zamanaşımı süresi, o suçun bağlı olduğu ceza zamanaşımı süresidir. Ceza zamanaşımı süresinin başlangıç anı da zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Ne var ki, bazı hallerde ortaya çıkan zarar kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme-gelişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem ve işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise, böyle hallerde zararın kapsamını belirleyecek husus gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz gerçekleşmiş olmayacağı için 2 yıllık kısa zaman aşımına ilişkin süre bu değişen-gelişen durumun durduğunun veya ortaya kalktığının öğrenilmesiyle başlayacaktır. Gelişen-değişen durum olup olmadığı da hekim raporuyla belli bir açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, davacının sağ dirseğinin kırılması ile sonuçlanan trafik kazası 01/03/2006 tarihinde meydana gelmiş olup, kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 89/1-2 ve 66/1.e madde hükümleri uyarınca, uzamış (ceza) zamanaşımı süresi, 8 yıldır. Bu durumda, dava tarihi olan 04/05/2015 tarihi itibariyle uzamış zamanaşımı süresi dolmuş ise de 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin dolmadığı belirgin olduğundan, görülmekte olan dava bakımından 2 yıllık kısa zaman aşımı süresinin ne zaman başladığı ve dolayısı ile de 10 yıllık genel zaman aşımı süresinde açılan dava bakımından kısa süreli zaman aşımı süresinin geçirilip geçirilmediği tespit edilmelidir. Görülmekte olan davanın yargılaması sırasında ATK 3. İhtisas Kurulunca, davacının kaza sonucunda görmüş olduğu tüm tedavi evraklarının (davacıya daha önce takılan implantın çıkartılması için, İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan işlem dahil) değerlendirilmesi sonucunda ve kaza tarihinde yürürlükte bulunan “Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü ” hükümlerinin gözetilmesi ile düzenlendiği anlaşılan 11/06/2018 günlü raporda; davacının 01/03/2006 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucunda %25,2 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiği, iyileşme (iş göremezlik) süresinin 01/03/2006 tarihinden itibaren 4 aya kadar uzayabileceği, kişinin iyileşme süresinin bitimi olan 01/07/2006 tarihinden itibaren %25,2 oranında meslekte kazanma gücünü kaybetmiş sayılacağı ve bu maluliyet oranını sürekli olduğu gerekçeli bir biçimde bildirilmiştir. Bu durumda davacının maluliyetinde gelişen ve değişen bir durum olmadığı, maluliyetinin 01/07/2006 tarihinde oluşarak kalıcı hale geldiği yeterli ve geçerli ATK raporu ile belirlendiğinden, somut olayda uygulanması gereken zaman aşımı süresi 8 yıllık ceza zaman aşımı süresi olup, dava tarihi itibariyle bu süresinin dolduğu anlaşıldığından (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 25/01/2021 gün ve 2020/893 E., 2021/1975 K.sayılı içtihadı) davanın reddine karar verilmiş olması sonucu itibariyle doğru olduğundan, davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddi karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki biçimde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçe uyarınca; 1-Usul ve yasaya uygun olan ve yukarıdaki başlıkta yazılı bulunan ilk derece mahkemesi kararına yönelik olarak davacı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun HMK.m.353/1-b/1 hükmü gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-İstinaf yasa yoluna başvuran davacıdan karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Kanunu hükümleri uyarınca alınması gereken 59,30-TL maktu istinaf karar ve ilam harcından, istinaf yasa yoluna başvuru sırasında peşin olarak yatırıldığı anlaşılan 44,40-TL’nin düşümü ile kalan 14,90-TL harcın davacıdan alınarak Hazine’ye gelir kaydedilmesine; 3-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına, 4-İstinaf yasa yoluna başvuran davacı tarafından yapılan giderlerin üzerlerinde bırakılmasına, HMK. m.353/1-b/1 hükmü uyarınca, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve HMK.m.362/1-a hükmü gereğince miktar itibariyle kesin olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 10/06/2021