Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 2019/4034 E. 2022/1190 K. 29.09.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ K A R A R I
DOSYA NO: 2019/4034
KARAR NO: 2022/1190
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 11/06/2019
NUMARASI: 2016/1279 Esas – 2019/483 Karar
DAVANIN KONUSU: Trafik Kazasına Bağlı Cismani Zarar Nedeniyle Maddi Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 29/09/2022
Yukarıda bilgileri yazılı bulunan ilk derece mahkemesinin kararına karşı istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 25.05.2014 tarihinde sürücü …’ın, sevk ve idaresindeki davalı sigorta şirketine ZMMS poliçesi ile sigortalı … plaka sayılı aracı ile seyir halindeyken Beşiktaş ayrımlarını geçtikten 200 metre sonra yolun sağındaki bariyerlere çarpması sonucu tek taraflı, maddi hasarlı ve yaralanmalı trafik kazası meydana geldiğini, araçta yolcu olarak bulunan müvekkili …’ın söz konusu kazada yaralandığını, 26.05.2015 tarihinde Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen Engelli Sağlık Kurulu Raporunda müvekkilinin maluliyet oranının %59 olarak belirlendiğini, davalı sigorta şirketine yapılan başvuru sonucu müvekkiline %24 maluliyet oranı üzerinden 33.296,00 TL ödeme yapılmasının teklif edildiğini, ancak gerek maluliyet oranının daha fazla olması ve gerekse teklif edilen miktarın az olması nedeniyle ödemenin kabul edilmediğini belirterek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla; müvekkiline ödenmesi gereken işgücü kaybından doğan toplam 3.000,00-TL daimi maluliyet (sakatlık) tazminatının davalı şirkete başvuru tarihi olan 02.05.2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini, talep ve dava etmiş, davacı vekili 06/05/2019 tarihli ıslah dilekçesi ile geçici ve sürekli iş göremezlik tazminatı olarak toplam 218.248,60 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin maddi tazminat talepleri açısından, poliçe limitleri dahilinde ve sigortalı aracın sürücüsünün kusuru oranında davacının zararlarını gidermekle yükümlü olduğunu, davacının kaza geçirdiği aracın ticari bir araç olmadığını, yapılan taşımanın da hatır taşıması olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda; davalı sürücünün kazanın meydana gelmesinde % 100 oranında kusurlu olduğu, davacının 25.05.2014 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazası nedeniyle meydana gelen el sağ bileği hareket kısıtlılığı, splenektomi ve kruris kırığına bağlı gelişen arızasının tıbbi iyileşme süresinin 9 aya kadar uzayabileceği ve bu sürede %100 malul sayılması gerektiği, beden çalışma gücü azalma oranının %33,2 olduğu, davacının talep edebileceği maluliyet tazminatının 209.730,91 -TL olduğu, görüşünden hareketle; Davanın kısmen kabülü ile, sürekli iş göremezlikten kaynaklanan 209.730,91- TL maddi tazminatın temerrüt tarihi olan 16.05.2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş, verilen karara karşı davalı vekili tarafından yasal süresi içerisinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davalı vekilinin istinaf başvuru sebepleri; Dava konusu olayda davacının, kask ve bunun gibi koruyucu ekipmanlar kullanmayarak zararın artmasına sebep olduğu, dava dışı sürücünün içkili olduğunu bilerek aracına bindiği ve araç sürücüsünün içkinin etkisiyle yaptığı kazada yaralandığı, mahkemece; bilirkişi tarafından belirlenen zarar miktarı üzerinden hem davacı hatır taşıması ile taşındığı için hatır taşıması indirimi, hem de sürücünün alkol alması ve hız yapmasını engellemediği için ve koruyucu ekipmanlar kullanmadığı için müterafik kusur indirimi yapılması gerekirken, bu hususların göz ardı edilmesi suretiyle tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğu, karara gerekçe yapılan bilirkişi raporunun hatalı ve verilen kararda belirtilen tazminat tutarının fahiş olduğu, raporda malulün beklenen ömrünün 28 yıl olarak hesaplandığı, yaptıkları hesaplamada malulün eklenen ömrünün 27,79 yıl ve beklenen ömrün bitiş tarihinin de 10.03.2042 olarak hesaplandığı, bu nedenle bilirkişi tarafından yaklaşık 2,5 ay daha fazla hesaplama yapıldığı ve tazminat tutarının 207.924 TL olması gerekirken bilirkişi tarafından hesaplanan sürekli iş göremezlik tazminat tutarının 209.731-TL olarak ve kendilerinin hesabından 1.807-TL daha fazla ve hatalı olduğu, davacının talebinin davanın açılış tarihi itibariyle zamanaşımına uğradığı halde davanın kabulüne karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu, hususlarına ilişkindir. İstinaf edenin sıfatı ve istinaf sebepleri ile kamu düzenine ilişkin olup resen gözetilmesi gereken hususlara hasren yapılan incelemede; Dava, trafik kazasına bağlı cismani zarar nedeniyle sürekli iş göremezlik tazminatı istemine ilişkindir. Dosya kapsamından; 25.05.2014 kaza tarihinde dava dışı sürücü …’ın sevk ve idaresindeki davalı sigorta şirketine ZMMS poliçesi ile sigortalı … plaka sayılı motosikleti ile seyir halindeyken, yolun sağındaki bariyerlere çarpması sonucu tek taraflı, maddi hasarlı ve yaralanmalı trafik kazası meydana geldiği, davacının aracın ZMM sigortacısı aleyhine sürekli iş göremezlik tazminatı istemiyle eldeki davayı açtığı, anlaşılmıştır. (1)2918 sayılı KTK’nın 109. maddesinde haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerlerinin, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı, davanın, cezayı gerektiren bir fiilden doğması ve ceza kanununun bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş olması halinde, bu sürenin maddi tazminat talepleri içinde geçerli olacağı hüküm altına alınmıştır. Yine maddi ve manevi tazminat istemlerinin bağlı olduğu zamanaşımı süreleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 72. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.) maddesinde de düzenlenmiştir. 6098 Sayılı TBK’nın 72/1. maddesinde “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” denilerek mülga 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde olduğu gibi üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüştür. 6098 Sayılı TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/1.) maddesi, özellikle zamanaşımının başlangıç anını belirleyen bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Burada, uygulamada “kısa süreli zamanaşımı” olarak adlandırılan süre söz konusu olup, sürenin başlangıcı sübjektif bir koşula bağlanmıştır. Çünkü, sürenin başlaması zarar görenin zararı ve tazminat sorumlusu kişiyi öğrenmesi gibi sübjektif bir koşulun gerçekleşmesi ile mümkündür. Mutlak nitelikteki “uzun süreli zamanaşımı”nın başlangıç tarihi ise zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Buna göre, tazminat istemi her halde eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren on yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Burada on yıllık sürenin başlangıç anı, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarih gibi objektif bir koşula bağlanmıştır. Olağan zamanaşımı süresi iki yıllık olan kısa zamanaşımı süresidir. Diğer bir anlatımla iki yıllık zamanaşımı süresi on yıllık süre ile sınırlıdır. Zarar ve zararın sorumlusu olan kişi öğrenildiği takdirde davanın kısa zamanaşımı süresi içerisinde açılması gerekir. Zarar veren eylemin işlenmesinden itibaren on yıl geçtikten sonra zarar ve zararı veren kişi öğrenilmiş olsa bile tazminat istemi, zamanaşımı def’î ile karşılaştığında reddedilir(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 20/12/2017 tarih ve 2017/3-2786 E., 2017/2016 K. Sayılı kararı). TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/2.) maddesinde düzenlenen üçüncü süre ise “ceza zamanaşımı süresi”dir. Zarara neden olan eylem, aynı zamanda ceza kanunları uyarınca suç teşkil eden bir eylem oluşturuyor ve bu eylem için ceza kanunlarının öngördüğü zamanaşımı süresi daha uzun bir süre ise bu takdirde uygulanacak olan zamanaşımı süresi, o suçun bağlı olduğu ceza zamanaşımı süresidir. Ceza zamanaşımı süresinin başlangıç anı da zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. 2918 sayılı KTK’nın az yukarıda açıklanan madde hükümleri uyarınca, gözden kaçırılmaması gereken husus Yargıtay Özel Dairesinin bir çok içtihadından da anlaşılacağı üzere, ceza kanununda ön görülen daha uzun zamanaşımı süresinin, tazminat talebi ile açılacak davalar için de geçerli olabilmesi koşulu, sadece eylemin ceza kanununa göre suç sayılması halidir. Diğer bir ifade ile meydana gelen olayda ölüm veya yaralanma meydana gelmesi halinde, sonuç kimin eyleminden kaynaklanmış olursa olsun ceza kanununa göre suç sayılma hali gerçekleşmiş olur. Böyle olunca da uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanabilmesi için eylemi gerçekleştiren fail hakkında soruşturma açılması veya mahkumiyetle sonuçlandırılmış bir ceza davası varlığı koşulu aranmayacaktır. Zira yasa koyucu, ceza zamanaşımı uygulaması bakımından sürücü ve diğer sorumlular bakımından bir ayrım yapmamış, kuralın tümü için geçerli olduğunu kabul etmiştir. (Bkn.Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2016/19153 Esas ve 2019/8633 Karar sayılı ilamı) Hukuk Genel Kurulu kararları da bu yöndedir. Dava konusu olayda, trafik kazası 25/05/2014 tarihinde meydana gelmiş, görülmekte olan dava ise 26/12/2016 tarihinde açılmıştır. Davaya konu trafik kazasında davacı yaralanmıştır. Dolayısıyla, davacının yaralanması esasen cezayı gerektiren fiil niteliğindedir. Kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 89 ve 66. maddesi hükmüne göre, ceza zamanaşımı süresi 8 yıl olup, dava tarihi itibariyle (26/12/2016) uzamış (ceza) zamanaşımı süresinin dolmadığı sabit olduğundan, davalı vekilinin zamanaşımına ilişkin istinaf itirazının reddi gerekmiştir. (2)Bilindiği üzere hatır taşıması savunması itiraz değil def’i niteliğinde olup, alacağın talep edilebilirliğini engelleyici işlev gören def’ilerin ancak belirli sürelerde ileri sürülmesi gerekmektedir. Alacağı ortadan kaldıran ve her aşamada ileri sürülebilen itirazlardan olmadığı için hatır taşıması savunmasının cevap dilekçesi ile ileri sürülmesi gerekir. Somut olayda dava 6100 sayılı HMK döneminde açılmış olup davalı sigorta şirketi vekili cevap dilekçesinde hatır taşıması savunmasında bulunmuştur. Her ne kadar yapılan yargılamada davalı tarafça, olayda hatır taşıması bulunması nedeniyle belirlenecek tazminattan indirimi yapılması talep edilmiş ve dosya kapsamından davacı ile motosiklet sürücüsünün arkadaş oldukları anlaşılmakta ise de; davacının yolcu olarak bulunduğu araç sürücüsü ile davacının arkadaş olmalarının tek başına hatır taşımasının kabulü için yeterli olmadığı, hatır taşımasından bahsedilebilmesi için taşımanın bir bedel karşılığında olmaması ve mağdur lehine yapıldığının belirlenmesinin gerektiği, somut olayda taşımanın bir bedel karşılığında olmadığının ve taşımanın davacı yararına yapıldığının ceza soruşturma dosyası kapsamında ki bilgi ve beyanlarla sabit olmadığı gibi bu hususun davalı tarafça usulüne uygun şekilde de kanıtlandığından da söz edilemeyeceği, hal böyle olunca da soyut nitelikte ki iddia gereğince ilk derece mahkemesinin; hatır taşıması nedeniyle belirlenen tazminat miktarından indirim yapılamayacağı yönündeki kanaat ve tespitinde bir isabetsizlik bulunmadığı sonucuna varılmakla, davalı vekilinin bu hususa temas eden istinaf başvurusu yerinde bulunmamıştır. (3)Davalı sigorta şirketi vekilince istinaf başvuru dilekçesinde; davacının, kask ve bunun gibi koruyucu ekipmanlar kullanmayarak zararın artmasına sebep olduğunu, dava dışı sürücünün içkili olduğunu bilerek aracına bindiğini ve araç sürücüsünün içkinin etkisiyle yaptığı kazada yaralandığını, sürücünün aracı hızlı sevk ve idare etmesini engellemediğini, bu suretle müterafik kusurlu olduğunu ve tazminattan indirim yapılması gerektiğini, beyan ve iddia etmiştir. Öncelikle belirtilmelidir ki; HMK’nın 357/1.maddesinde açıklandığı üzere, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar istinaf incelemesinde dinlenemez ve yeni delillere dayanılamaz. Somut olayda davalı vekili tarafından, davacının kask ve bunun gibi koruyucu ekipmanlar kullanmayarak zararın artmasına sebep olduğu, dava dışı sürücünün içkili olduğunu bilerek aracına bindiği ve araç sürücüsünün içkinin etkisiyle yaptığı kazada yaralandığı yönünde ki iddiaları ilk derece mahkemesinde ileri sürülmediğinden, istinaf incelemesi sırasında incelenemeyeceği, incelenmesine yasal olanak bulunmadığı, ayrıca davacının; sürücünün aracı hızlı sevk ve idare etmesini engellemediği, bu suretle kusura katılımının olduğu ve tazminattan indirim yapılması gerektiği yönündeki iddiaların, davacının kusura katılım mahiyetinde dava dışı sürücüyü hızlı araç sevk ve idare etmesi hususunda her hangi bir teşvik yada özendirmesinin bulunduğu hususunun, yada sürücünün aracı hızlı sevk ve idare etmesini engelleyebilme olanağı mevcut iken engelleme davranışlarının bulunmadığı hususunun ispat edilemediği, bu hususta iş bu dosya kapsamında ispata yarar bilgi ve belge bulunmadığı gibi ceza soruşturma dosyasında da ispata yarar bilgi ve beyan bulunmadığı, hal böyle olunca da davalı vekilinin açıklanan hususlardaki istinaf başvurusunun yerinde olmadığı, sonuç ve kanaatine varılmıştır. Sonuç olarak, toplanan delillerin ilk derece mahkemesinin kararı ve gerekçesi ile birlikte istinaf başvuru nedenleri de göz önüne alınmak suretiyle incelenmesi ve değerlendirilmesi neticesinde; Dosya içindeki bilgi ve belgelere, ilk derece mahkemesi tarafından delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırılık olmamasına, özellikle oluşa uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının hükme esas alınmasında bir isabetsizlik bulunmamasına, maddi tazminatın belirlenmesine ilişkin oluşa ve dosya kapsamına, yerleşik yargısal uygulamalara uygun olarak tanzim edilen raporun esas kabul edilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına, ceza zamanaşımı süresi göz önüne alındığında dava tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolmamış olmasına, tazminat tutarının doğru hesaplanmış olmasına, hatır taşımasının olmamasına, araçta yolcu olan davacının müterafik kusurunun bulunmamasına göre, davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1.maddesi hükmü gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
K A R A R/Gerekçe uyarınca,1/Bilgileri karar başlığında yazılı bulunan ilk derece mahkemesinin kararına karşı davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1.maddesi uyarınca esastan reddine, 2/İstinaf eden davalıdan alınması gereken 14.326,72-TL harçtan peşin yatırılan 3.581,70-TL harcın düşümü ile 10.745,02-TL istinaf ilam harcının istinaf eden davalıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına, 3/İncelemenin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,4/İstinaf yasa yoluna başvuran davalı tarafından yapılan giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına, Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, HMK’nun 361 ve 362. maddeleri uyarınca gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 haftalık süresi içinde Yargıtay’a temyiz yolu açık olmak üzere, oy birliği ile karar verildi.29/09/2022