Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 2019/3892 E. 2022/1783 K. 08.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ K A R A R I
DOSYA NO: 2019/3892
KARAR NO: 2022/1783
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 06/05/2019
NUMARASI: 2015/1100 Esas – 2019/413 Karar
DAVANIN KONUSU: Trafik Kazasından Kaynaklanan Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 08/12/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davalı … Limited Şirketi’ne ait olan ve davalı sigorta şirketi nezdinde ZMM sigortalı bulunan … plaka sayılı kamyonun, davalı araç sürücüsü …’ın tam kusuru neticesinde yaya konumunda bulunan vekil edenlerinin babası …’e çarpması neticesinde meydana gelen 31/05/2014 günlü trafik kazasında, …’in hayatını kaybettiğini ileri sürerek fazlaya ilişen haklar saklı kalmak kaydıyla 5.000,00-TL maddi tazminatın tüm davalılardan ve her bir davacı için ayrı ayrı 5.000,00-TL olmak üzere toplam 25.000,00-TL manevi tazminatın da davalı sigorta şirketi dışında kalan diğer davalılardan, olay tarihinden işletilecek en yüksek banka faiziyle birlikte, müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalılar cevaplarında özetle; davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; iddia, savunma , toplanan deliller, bilirkişi raporları, olayla ilgili olarak İstanbul 26. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülerek sonuçlandırılan 2015/46 esas sayılı ceza yargılamasına ilişkin dava dosyası ile tüm dosya kapsamı değerlendirilerek; “Çekicinin ön cam sağ üst kısmında bulunan aracın önünü gösteren ayna ile aracın sağ yanını gösteren aynalarının bulunmamasının hayatın olağan akışı ve yaşanmış hayat tecrübelerine göre uygun olmadığı kabul edilerek mahkememizce benimsenen ATK kusur raporunda belirlenen 2. seçenekteki kusura göre destekten yoksun kalma tazminatı hesabı için dosya aktüeryal bilirkişi …’ya tevdi edilmiş, bilirkişi tarafından mahkememize sunulan raporda özetle; PMF-1931 yaşam tablosuna göre değerlendirme yapıldığını, ana ve babalarının desteğinden yoksun kalan çocuklar yönünden yaşam tablosunun söz konusu olmadığını, çünkü çocukların destekten yoksunluk sürelerinin sınırlı olduğunu, genel olarak erkek çocukların 18 yaşına kadar, ortaöğretimde iseler 20 yaşına kadar, yüksek öğrenim görüyorlarsa 25 yaşına kadar, kız çocukların 22 yaşına kadar, yüksek öğrenimde iseler 25 yaşına kadar destek görecekleri, davacıların yaşları destek yaşlarını aştığından talep edebilecekleri destekten yoksun kalma tazminatının bulunmadığı beyan edilmiştir. Bilirkişi Raporu, dosya kapsamına uygun, ayrıntılı, açıklayıcıdır. Dosya kapsamına göre, 31/05/2014 günü saat 14:15 sıralarında davalı sürücü … sevk ve idaresindeki … plaka sayılı plaka sayılı çekicisi ve arkasına bağlı olan … plaka sayılı yarı romorku ile … Caddesi üzerinde seyir halinde iken kaza mahalli olan yol bölümüne geldiği esnada seyir istikametine göre sağ tarafından çapraz bir şekilde kaplamaya girerek karşıdan karşıya geçiş yapan maktul yaya … ‘e sol şerit üzerinde çarpması neticesi dava konusu trafik kazası meydana geldiği, olayda müteveffanın tam kusurlu olduğu, destek kusurlu olsa da olay tarihi itibarı ile davacıların destekten yoksun kalma tazminatına hak kazanabilecekleri ancak müteveffanın çocukları olan davacıların yaşları destek yaşlarını aştığından talep edebilecekleri destekten yoksun kalma tazminatının bulunmadığı anlaşılmış, davacı tarafın destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin talebinin reddine, manevi tazminat talebi yönünden ise, Yargıtay HGK 2014/21-872 Esas 2014/1086 Karar sayılı, 24/12/2014 tarihli kararındaki kriterler dikkate alınarak duyulan elem ve ızdırabın kısmen ve imkan nisbetinde iadesi amaçlanarak Medeni Kanun’un 4. maddesi gereğince hak ve nesafete göre, somut olayın özelliği, ekonomik ve sosyal durum, paranın alım gücü, müteveffanın vefatı nedeni ile davacılarca duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırap gözetilerek taleplerin kısmen kabulü kısmen reddi ile aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir. ” şeklindeki gerekçe ile davacı tarafın destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin talebinin reddine, manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulü ile, her bir davacı için ayrı ayrı 3.000,00-TL manevi tazminatın davalı … Limited Şirketi ve davalı …’dan kaza tarihinden işletilecek yasal faizi ile birlikte, müştereken ve müteselsilen alınarak, ayrı ayrı davacılara verilmesine, karar verilmiştir. Karara karşı davacılar vekili ve davalı … Hafriyat Ve Madencilik Limited Şirketi vekili tarafından istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. Davacılar vekili istinaf nedenleri; ceza mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde, davalı araç sürücüsünün tam kusurlu olduğu kabul edilerek cezalandırılması yoluna gidilmesi karşısında, manevi tazminat taleplerinin tamamının kabulüne karar verilmesi gerektiği halde, manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu, ayrıca hayatın doğal akışına göre emekli maaşı alan ve halen fiilen çalışan bir kişinin, çocuklarına destek olmayacağı söylenemeyeceğinden, vekil edenleri yararına destek tazminatına hükmedilmemiş olmasının da isabetsiz bulunduğu hususlarına ilişkindir. Davalı … Limited Şirketi vekili istinaf nedenleri ise; kazanın oluşumunda müttevefa yayanın tam kusurlu olduğuna ilişkin ATK raporu olmasına rağmen, müvekkili şirketin manevi tazminat bakımından sorumluluğu yoluna gidilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu, kabule göre de vekil edenine ait aracın kasko sigortalı olması nedeniyle, davaya ihbar edilen sigortacı aleyhine hüküm kurulmamış olmasının isabetsiz olduğuna ilişkindir. İstinaf edenlerin sıfatına, istinafın kapsam ve nedenleriyle sınırlı olmak kaydıyla yapılan inceleme ve değerlendirme sonucunda; Dava; trafik kazası neticesinde meydana gelen ölüm olayına dayanılarak açılmış, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. 1-Haksız bir fiil sonucu zarar oluştuğu iddiasıyla, bir talepte bulunulması halinde, kazanın oluşumunda taraf kusurlarının ne olduğunun belirlenmesi esaslı unsur olup, sorumluluk belirlenecek duruma göre tespit edilmelidir. Somut olayda; davacı taraf, kazanın meydana gelmesinde davalı araç sürücüsünün tam kusurlu olduğunu ileri sürmüş; davalı taraf ise kazanın oluşumunda davalı araç sürücüsünün tam kusurlu olduğu yönündeki iddiayı kabul etmediklerini, kazanın müteveffanın kusuru ile meydana geldiğini, savunmuştur. Mahkemece kazanın oluşumunda, kazaya karışan araç sürücüsü ve yaya müteveffanın kusur durum ve oranlarının ne olduğuna ilişkin olarak ATK Trafik İhtisas Dairesinden rapor temini yoluna gittiği ve ATK’ca düzenlenen 08/05/2018 günlü raporda kazaya karışan aracın, önünü gösteren ayna ile aracın sağ yanını gösteren ayna bulunması halinde kazanın oluşumunda davalı araç sürücüsünün %40 oranında (tali), müttevefa yayanın ise %60 oranında (asli) kusurlu olduğu; söz konusu aynaların olmaması halinde ise davalı araç sürücüsünün kusursuz, müteveffanın ise tam kusurlu bulunduğu yönünde görüş bildirildiği görülmüştür. Talep konusu trafik kazasına bağlı olarak, İstanbul 26. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülerek, davalı araç sürücüsünün cezalandırılması ile sonuçlanan ve yasa yolu incelemesinden de geçerek kesinleştiği anlaşılan 2015/46 Esas – 2017/708 Karar sayılı ceza yargılamasına ilişkin dosyada da kazanın oluşumunda sanık araç sürücüsünün tali, müteveffanın ise asli kusurlu olduğunun benimsendiği ve bu duruma göre ceza belirlemesi yapıldığı tespit edilmiştir. Hal böyle olunca, ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, diğer bir anlatımla ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemesini bağlayacağı veya bağlamayacağı konusu üzerinde durulması gerekmektedir. TBK’nın 74.maddesi “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir” hükmünü taşımaktadır. Aynı doğrultudaki hüküm 818 sayılı Borçlar Kanununun Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet başlıklı 53.maddesinde “ Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez” şeklindeydi. Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Yargısal uygulamada; ceza davası açılan hallerde, ceza davasında alınan kusur raporu ile karar verilip karar kesinleşse dahi, bu raporun hukuk hakimini kusur yönünden bağlamayacağı istikrarla kabul edilmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.02.2004 gün ve 2004/11-115 E.2004/108 K; 12.5.2004 gün ve 2004/4-290 E, 289 K; 14.12.2005 gün ve 2005/10-680 E, 733 K sayılı ilamları). Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hakiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Y.HGK.10.1.975 gün ve 1971/T-406 E. 1975/1 K. sayılı ilamı; Y.HGK.23.1.1985 gün ve 1983/10-372 E.ve 1985/21 K.sayılı ilamları ve yukarıda yer alan ilamları). Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hakimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hakimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O halde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hakimini bağlamasına, Türk Borçlar Yasasının 74.maddesi bir engel oluşturmaz (Y.HGK.16.9.1981 gün 1979/1-131 E. ve 1981/587 K. sayılı ilamı, Mustafa Çemberci, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm. 1965 s.22 vd.). Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir(Y.HGK.11.10.1989 gün ve 1989/11-373-472 sayılı ilamı). Ceza mahkemesinde bir tarafın kusurlu olduğu maddi vakıa olarak kabul edilmişse, artık hukuk mahkemesinde o kişinin kusursuz olduğuna hükmedilemez. Ne var ki, hukuk hakiminin yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırarak kusur oranını incelemesi olanaklıdır. Bu iki durumun birbirinden iyi ayırt edilmesi gerekir. Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde; eldeki davanın yargılaması sırasında ATK Trafik İhtisas Dairesinden temin edildiği anlaşılan 08/05/2018 günlü kusur raporunda, ikili biçimde yapıldığı anlaşılan ve 1. halde; kazanın oluşumunda davalı araç sürücüsünün %40 oranında (tali), müttevefa yayanın ise %60 oranında (asli) kusurlu olduğuna ilişkin belirleme ve değerlendirmenin dosyaya oluşa uygun denetlenebilir gerekçeler içermesi yanında, bu yöndeki belirlemenin talep konusu trafik kazasına bağlı olarak, İstanbul 26. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülerek, davalı araç sürücüsünün cezalandırılması ile sonuçlanan ve yasa yolu incelemesinden de geçerek kesinleştiği anlaşılan 2015/46 Esas – 2017/708 Karar sayılı ceza yargılamasına ilişkin dosyadaki tespitlerle de esasen örtüşmesi karşısında; kazanın meydana gelmesinde davalı araç sürücüsünün tali de olsa kusurlu olduğunu belirleyen maddi olgu yani “fiilin hukuka aykırılığı” konusu hukuk hakimini bağlayacağından, diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşıyacağından ilk derece mahkemesince istinaf yasa yoluna başvuran davalının manevi tazminat bakımından sorumluluğu yoluna gidilmiş olmasında her hangi bir isabetsizlik tespit edilemediğinden; davalı vekilinin kazanın oluşumunda araç sürücüsünün hiç kusuru bulunmadığı, bu nedenle de araç maliki/işleteni olan müvekkilinin sorumlulukları yoluna gidilemeyeceğine yönelik istinaf itirazı ile davacı vekilinin davalı araç sürücüsünün kazanın oluşumunda tam kusurlu olduğuna ilişkin istinaf itirazının yerinde olmadığı reddi gerektiği sonucuna varılmıştır. 2-Davalı vekilinin diğer istinaf itirazlarına gelince; Kaza tarihinde yürürlükte bulunan 2918 sayılı KTK’nun 88 ve TBK’nun 61 ve devamı madde hükümleri ile yine TBK’nun 162 ve devamı madde hükümlerine göre; sigortacı dahil, haksız eylem sorumlularından her biri teselsül hükümleri uyarınca tam tazminatla yükümlüdürler. Kusursuz veya bir miktar kusurlu olan davacı taraf, yasanın verdiği müteselsil talep hakkından açıkça vazgeçmedikçe, kusur sorumlularının tamamına veya bir kaçına ya da her hangi birine karşı dava açarak uğradığı zararın tamamının giderilmesini isteyebilir.Somut olayda, davacı yasadan kaynaklanan bu hakkını kullanarak kazaya neden olan aracın maliki ve sürücüsü ile aracın ZMM sigortacısına karşı husumet yöneltmek suretiyle eldeki davayı açmış ancak dava dilekçesinde aracın kasko sigortacısı olduğu ileri sürülerek davaya ihbarı sağlanan … Sigorta A.Ş’ne husumet yöneltilmemiştir. Hukuk Sistemimizde bazı istinai haller dışında dahili dava müessesesi bulunmadığından, dava açılırken hasım gösterilmeyen kişi veya kurumun yargılama sırasında davaya dahil edilmesi ve hakkında olumlu veya olumsuz bir hüküm kurulması mümkün değildir. Talep halinde ancak 6100 sayılı HMK’nun 61.madde hükmü uyarınca dava 3.kişiye ihbar edilebilir. Görülmekte olan davada, davalı araç maliki ile davanın ihbar edildiği ve aracın kasko sigortacısı olduğu ileri sürülen kasko sigortacısı arasında şartları varsa müteselsil sorumluluk ilişkisi mevcut ise de, az yukarıda açıklandığı üzere bu ilişki zorunlu bir dava arkadaşlığı niteliği taşımadığından ilk derece mahkemesince aracın kasko sigortacısı olduğu belirtilen … Sigorta A.Ş’nin davaya ihbar edilen olduğu gözetilerek hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiş bulunmasında herhangi bir isabetsizlik mevcut olmadığından davalı vekilinin bu yönü amaçlayan istinaf itirazının da isabetsiz olduğu, reddi gerektiği sonucuna varılmıştır. 3-Davacılar vekilinin maddi tazminata ilişkin istinaf itirazları değerlendirildiğinde; Dava, ileri sürülüş biçimine göre, trafik kazası sonucunda meydana gelen ölüm olayına dayanılarak açılmış destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat ilişkindir.Destekten yoksun kalma tazminatı, kazanın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53/3 maddesinde düzenlenmiş olup; ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıpları talep edebilecekleri hüküm altına alınmıştır. (Benzer düzenleme mülga 818 sayılı TBK’nın 45/II. maddesinde de mevcuttur) Destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir.Haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse 6098 sayılı TBK’nın 53/3. maddesine dayanarak uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir. Ancak, destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi için öncelikle, ölen ile destekten yoksun kalan arasında maddi yönden düzenli ve eylemli bir yardımın varlığı gerekir.818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 45/2 maddesinde ve 6098 sayılı TBK’nun 53/3 maddesinde sözü edilen destek kavramı hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve ne hısımlığa ne de yasanın nafaka hakkındaki hükümlerine dayanır. Yani eylemli ve düzenli olarak bir kişinin geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların olağan akışına göre eğer ölüm vuku bulmasaydı, az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır. O halde, destek sayılabilmek için eylemli ve düzenli bir yardımın varlığı gereklidir. Destekten yoksun kalma tazminatı, desteğin mirasçısı olarak geride bıraktığı kişilere değil, desteğinden yoksun kalanlarına aittir. Destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilecek kişiler, mirasçılardan başka kişiler de olabileceği hususunda da herhangi bir ihtilaf yoktur. Bununla birlikte, destekten yoksun kalan kimse devamlı ve gerçek bir ihtiyaç içerisinde bulunmalıdır. Genel olarak bakım ihtiyacı, sosyal düzeye uygun olan yaşamın devamını sağlamak için gerekli olanaklardan yoksun kalmayı anlatır. Eğer ölenin eylemli olarak baktığı davacı, ölüm yüzünden bu bakımın sağladığı yaşama düzeyinin altına düşmüş olursa, ihtiyaç bulunma koşulu gerçekleşmiş sayılır ise de destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilebilmesi için açıklanan tüm bu olguların mevcut olduğunun ve desteğin sağlığında eylemli ve düzenli olarak talepte bulunana yardım ettiğinin, destek tazminatı talebinde bulunan tarafın da somut olarak kanıtlanmalıdır. Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde, destek olduğu ileri sürülen kişi, kaza tarihinde, 81 yaşında olup, ölenin çocukları olan davacılar hükme esas alınan 27/11/2018 günlü aktüer bilirkişi raporunda da ayrıntılı bir biçimde açıklandığı üzere, yaşları itibariyle varsayımsal desteklik yaşını çok aşmış kişiler olup, müttevefanın sağlığında kendilerine düzenli ve eylemli bir biçimde maddi yardımda bulunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi ve belge de ibraz edilebilmiş değildir. Bu durumda mahkemece, davacıların destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin taleplerinin yazılı gerekçeyle reddine karar verilmiş olmasında bir yanılgı tespit edilemediğinden, davacılar vekilinin bu yönü amaçlayan istinaf itirazlarının reddi gerekmiştir. 4-Davacılar vekilinin manevi tazminatın miktarına yönelik istinaf itirazlarına gelince; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56/1. maddesine göre, hakimin olayın özelliklerini göz önünde tutarak manevi tazminat adı ile hak sahibi yararına takdir edeceği para tutarı, adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer işlevi olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, malvarlığı hukukuna ilişkin zararın karşılanması da amaç edinilmemiştir. O halde, tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerektiği kadar olmalıdır. 22/06/1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde, takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar açıkça gösterilmiştir. Bunlar, her olaya göre değişebileceğinden; hakim, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. Dava konusu olayda zararlandırıcı eylemin tarihi, olayın meydana geliş şekli, tam kusura dayanılarak talepte bulunulduğu halde, müttevefanın kazanın meydana gelmesinde asli kusurlu oluşu, yaşı, talepte bulunanların sayısı, paranın alım gücü, tarafların dosyaya yansıyan sosyal ve ekonomik durumları dikkate alındığında, ölümle sonuçlanan taksirli eylem nedeniyle hüküm altına alınan manevi tazminat miktarlarının yukarıda açıklanan ilkelere ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde düzenlenen takdir hakkının kullanmasına ilişkin kurala uygun olup, az bulunmamasına göre; davacılar vekilinin manevi tazminatın miktarına ilişkin istinaf itirazının da reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki biçimde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM/ Gerekçe uyarınca;1-Usul ve yasaya uygun olan ve yukarıdaki başlıkta yazılı bulunan ilk derece mahkemesi kararına yönelik olarak davacılar vekili ve davalı … Hafriyat Ve Madencilik Limited Şirketi tarafından yapılan istinaf başvurusunun HMK.m.353/1-b/1 hükmü gereğince ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE,2-Görülmekte olan davada davacıların ihtiyari dava arkadaşı konumunda olmaları nedeniyle, karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Kanunu hükümleri uyarınca; istinaf eden her bir davacıdan ayrı ayrı alınması gereken 80,70′ şer TL harç toplamı olan 403,50-TL istinaf karar ve ilam harcından, istinaf sırasında peşin olarak yatırıldığı anlaşılan 44,40-TL’nin düşümü ile kalan 359,10-TL bakiye harcın davacılardan müsavi şekilde alınarak Hazine’ye gelir kaydına, 3-İstinaf eden davalı … Hafriyat’tan alınması gereken 1.024,65-TL harçtan peşin yatırılan 300,56-TL harcın düşümü ile kalan 724,09-TL istinaf ilam harcının istinaf eden davalıdan tahsili ile Hazine’ye gelir kaydına,4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,5-İstinaf yasa yoluna başvuranlar tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerin ise yapan taraf üzerinde bırakılmasına,Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, maddi tazminata ilişkin hüküm bölümü bakımından HMK’nun 361. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 haftalık süresi içinde Yargıtay nezdinde temyiz yolu açık; manevi tazminata ilişkin hüküm bölümü yönünden ise HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince miktar itibariyle kesin olmak üzere, oy birliği ile karar verildi.08/12/2022