Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 2019/2802 E. 2019/3449 K. 19.09.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F MAHKEMESİ K A R A R I
DOSYA NO: 2019/2802
KARAR NO : 2019/3449
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 28/12/2017
NUMARASI : 2016/1028 E., 2017/1202 K.
DAVANIN KONUSU: Ölüm ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 19/09/2019
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesi ile; davacının 09/04/2007 tarihinde … plaklı motosikleti ile seyir halindeyken, davalı tarafından sigortalanan …plakalı araç ile çarpıştığını, kazada müvekkilinin yaralandığını ve davalı tarafından sigortalanan araç sürücüsünün kazada tali kusurlu olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00-TL kalıcı ve geçici iş göremezlik tazminatının avans faizi ile davalıdan tahsline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davaya konu kazanın 09/04/2007 tarihinde meydana geldiğini, davanın zamanaşımı süresi dolduktan sonra açıldığını, mahkemenin yetkisiz olduğunu, davacının meydana gelen kazada kusurlu olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece; dava konusu trafik kazasının 09/04/2007 tarihinde meydana geldiği, davanın KTK’nun 109. maddesinde yer alan iki yıllık ve TCK’nın 89. ve 66. maddeleri gereğince uzamış ceza zamanaşımı olan 8 yıllık süreden sonra 17/02/2016 tarihinde açıldığı, davalı tarafın zamanaşımına yönelik itirazının yerinde olduğu gerekçesiyle; davanın zamanaşımı nedeniyle reddine, karar verilmiş, karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Davacı vekilinin istinaf sebepleri; davanın KTK 109. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresi dolmadan açıldığı, verilen kararın hatalı olduğu hususuna ilişkindir. Dava, trafik kazası nedeniyle maddi tazminat talebine ilişkin bulunmaktadır.Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.2918 sayılı KTK.nun 109. maddesinde haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı, davanın, cezayı gerektiren bir fiilden doğması ve ceza kanununun bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş olması halinde, bu sürenin maddi tazminat talepleri içinde geçerli olacağı hüküm altına alınmıştır.Yine maddi ve manevi tazminat istemlerinin bağlı olduğu zamanaşımı süreleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 72. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.) maddesinde de düzenlenmiştir.6098 Sayılı TBK’nın 72/1. maddesinde “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” denilerek mülga 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde olduğu gibi üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüştür.6098 Sayılı TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/1.) maddesi, özellikle zamanaşımının başlangıç anını belirleyen bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Burada, uygulamada “kısa süreli zamanaşımı” olarak adlandırılan süre söz konusu olup, sürenin başlangıcı sübjektif bir koşula bağlanmıştır. Çünkü, sürenin başlaması zarar görenin zararı ve tazminat sorumlusu kişiyi öğrenmesi gibi sübjektif bir koşulun gerçekleşmesi ile mümkündür. Mutlak nitelikteki “uzun süreli zamanaşımı”nın başlangıç tarihi ise zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Buna göre, tazminat istemi her halde eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren on yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Burada on yıllık sürenin başlangıç anı, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarih gibi objektif bir koşula bağlanmıştır. Olağan zamanaşımı süresi iki yıllık olan kısa zamanaşımı süresidir. Diğer bir anlatımla iki yıllık zamanaşımı süresi on yıllık süre ile sınırlıdır. Zarar ve zararın sorumlusu olan kişi öğrenildiği takdirde davanın kısa zamanaşımı süresi içerisinde açılması gerekir. Zarar veren eylemin işlenmesinden itibaren on yıl geçtikten sonra zarar ve zararı veren kişi öğrenilmiş olsa bile tazminat istemi, zamanaşımı def’î ile karşılaştığında reddedilir(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 20/12/2017 tarih ve 2017/3-2786 E., 2017/2016 K. Sayılı kararı).TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/2.) maddesinde düzenlenen üçüncü süre ise “ceza zamanaşımı süresi”dir. Zarara neden olan eylem, aynı zamanda ceza kanunları uyarınca suç teşkil eden bir eylem oluşturuyor ve bu eylem için ceza kanunlarının öngördüğü zamanaşımı süresi daha uzun bir süre ise bu takdirde uygulanacak olan zamanaşımı süresi, o suçun bağlı olduğu ceza zamanaşımı süresidir. Ceza zamanaşımı süresinin başlangıç anı da zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Dava konusu olayda, davacının yaralanmasıyla sonuçlanan kaza 09/04/2007 tarihinde meydana gelmiş, dava 17/02/2016 tarihinde açılmıştır. Bu nedenle kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 89/1. ve 66/1-e maddeleri uyarınca kazada sadece davacı yaralandığından öngörülen ceza zamanaşımı süresi 8 yıl olup dava tarihi itibariyle ceza zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmaktadır.Ancak bazı durumlarda zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihe göre ceza zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile davacının zararını tam anlamıyla öğrenememesi söz konusu olabilir. Bu nedenle zararı öğrenme ile amaçlanan şeyin ne olduğu ve buna göre zamanaşımı süresinin hangi tarihte başlayacağı hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.Kısa süreli zamanaşımının başlaması için zarar görenin zarar ile birlikte zararın sorumlusunu da öğrenmesi gerekir. Zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması, bu iki koşulun da gerçekleşmesine bağlıdır. Bu koşullardan birinin gerçekleşmemesi hâlinde zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz. Zarar ve tazminat sorumlusundan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı süresi son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar.Belirtmek gerekir ki, kısa süreli zamanaşımının işlemeye başlaması için zarar görenin, zarar veren eylem veya olayı değil, zararı öğrenmesi gerekir. Zarar, zarar verici fiil veya olayın zarar görenin hukuki varlık ve değerleri üzerindeki olumsuz etki ve sonuçlardır. Zararın öğrenilmesinden amaç, zarar verici olayı değil, zararın varlık ve niteliğini, unsurlarını, kapsamını öğrenmektir. Zararın varlığı ve bütün unsurları öğrenilmeden, zarar görenin dava yoluyla talep edeceği tazminat hakkında yeterli bir değerlendirme yapamayacağı açıktır. Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir. Oysa ki, zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. Aksi hâlde, doğal olarak zamanaşımı süresi de işlemeye başlamayacaktır. Bazı hâllerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır. Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık “gelişen durum” ve dolayısıyla gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen “gelişen durum” kavramı, uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (örneğin buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Eş söyleyişle gelişen durum kavramı, salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder.Özellikle somut olayda olduğu gibi bedensel bütünlüğün zarar gördüğü ve tedavinin uzunca bir süreye yayıldığı durumlarda, oluşan zararın miktarı tıbbi bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşmaktadır. Yukarıda anlatılan şekilde gelişen durumun bulunduğu, zararın niteliği ve kapsamının bu nedenle sonradan öğrenildiği hallerde zamanaşımının zararın kesin miktarının öğrenildiği tarihten başlayacağı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bir çok kararında (21.03.2001 gün ve 2001/4-258 E., 2001/276 K.; 05.06.2002 gün ve 2002/4-470 E., 2002/477 K.; 15.05.2015 gün ve 2013/21-2035 E., 2015/1345 K. ve 01.03.2017 gün ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K.) belirtilmiştir.Kaldı ki, henüz tedavinin tamamlanmadığı, zararın kapsam ve miktarı konusunda belirsizliğin devam ettiği bir aşamada, zarar göreni süre aşımı kaygısıyla dava açmaya zorlamak hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına da zarar verecektir(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20/12/2017 tarih ve 2017/3-2786 E., 2017/2016 K. Sayılı kararı).Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; 1961 doğumlu olan davacı …’ın 09/04/2007 tarihinde meydana gelen kazada yaralandığı, olay sonrasında Turgutlu Devlet Hastanesi, Salihli .. Özel Sağlık Hastanesi, Celal Bayar Üniversitesi, Hafsa Sultan Hastanesi, Manisa Devlet Hastanesi’nde tedavi gördüğü, ameliyat olduğu anlaşılmaktadır. Davacı Turgutlu, Salihli ve Manisa’daki değişik hastanelerde tedavi görmesine rağmen maluliyetin olup olmadığı varsa bile ne oranda olduğu hususunda 2014 yılına kadar herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.Dosya kapsamına alınan Manisa Merkezefendi Devlet Hastanesi Engelli Sağlık Kurulu’nun 29/04/2014 tarihli raporunda, sol diz hareketinin sınırlı, sol ayak bileği hareketinin sınırlı, sol alt extremitede 5 cm kısalık olduğu teşhis edilerek, engel oranının % 28 olduğu belirtilmiştir. Bu rapor kaza tarihinde yürürlükte bulunan yönetmelik hükümleri uyarınca alınmış bir rapor niteliğinde bulunmamaktadır. Mahkemece de davacının maluliyeti ile ilgili olarak herhangi bir bilirkişi raporu alınmadan hüküm kurulmuştur. Bu durumda Mahkemece, ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu’ndan vücuttaki yaralanmanın ve iş göremezliğin trafik kazası sonucu meydana gelip gelmediği, sakatlığın kalıcı olup olmadığı, kalıcı ise oranı, tıbbi tedaviye cevap verilip verilmediği, tedavi durumuna göre gelişen durum olup olmadığı, varsa hangi tarihte sonuçlandığı hususlarında kaza tarihinde yürürlükte bulunan yönetmelik hükümleri dikkate alınarak rapor alınmalı ve bu duruma göre; davacının zararı tam olarak hangi tarihte öğrendiği ve davanın zamanaşımı süresi içerisinde açılıp açılmadığı tartışılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bunun yapılmamış olması; HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca delillerin toplanılmaması veya değerlendirilmemesi olarak görülmüş olup, davacı vekilinin istinaf talebinin kabulüne, Mahkemece verilen kararın HMK 353/1-a/6 maddesi gereğince kaldırılmasına, dosyanın yeniden yargılama yapılması amacıyla Mahkemesine geri gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçe uyarınca;
1-Davacı vekilinin istinaf talebinin kabulü, istinaf talebine konu İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 28/12/2017 tarih ve 2016/1028 E., 2017/1202 K.
sayılı kararının KALDIRILMASINA,
2- Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde işlem yapılmak üzere Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3- Davacı tarafından peşin olarak yatırılan 44,40-TL nispi istinaf karar ve ilam harcının istek halinde kendilerine İADESİNE,
4- Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,
5- Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan giderlerin İlk Derece Mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
HMK. m.353/1-a/6 hükmü uyarınca, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve KESİN olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi.19/09/2019