Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 2018/3465 E. 2019/12 K. 10.01.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F MAHKEMESİ K A R A R I
DOSYA NO: 2018/3465
KARAR NO : 2019/12
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 8. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 09/10/2018
NUMARASI : 2018/136 E.- 2018/750 K.
DAVANIN KONUSU: Trafik Kazasından Kaynaklanan Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 10/01/2019
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı sigorta şirketi nezdinde trafik sigortalı bulunan … plâka sayılı araç sürücüsünün kusuru neticesinde 04.03.2008 tarihinde meydana gelen tek taraflı trafik kazasında araç içerisinde yolcu olarak bulunan vekil edeninin ağır biçimde yaralanarak Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan 17.11.2016 günlü sağlık kurulu raporundan da anlaşılacağı üzere %47 oranında malûliyete uğradığını, davalı sigorta şirketine yapılan başvurudan ise sonuç alınamadığını, bu nedenle vekil edeninin Sigorta Tahkim Komisyonuna yaptığı başvuru üzerine; tahkim komisyonunca, malûliyet raporu temin edilemediği ve tahkim davalarının 4 ay içerisinde sonuçlandırılması gerektiğinden bahisle, dava açma hakları saklı tutularak Tahkim Yargılamasının sona erdirilmesine karar verildiğini ileri sürerek; vekil edeninin uğradığı zararın tam ve kesin olarak belirlenmesinin mümkün olduğu anda arttırılmak üzere (belirsiz alacak) şimdilik kaydıyla 3.500,00-TL maddi tazminatın temerrüt tarihinden işletilecek temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı sigorta şirketi vekili cevabında özetle; zamanaşımı definde bulunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece; iddia, savunma ve dosya kapsamı gözetilerek kazanın 04.03.2008 tarihinde meydana geldiği, görülmekte olan davanın ise 2918 sayılı KTK’nın 119.maddesinde düzenlenen 2 yıllık zamanaşımı süresi ile 8 yıl olan uzamış zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığı, TBK’nın 154.maddesinde düzenlenen zamanaşımını kesen hallerden olan Sigorta Tahkim Komisyonuna başvuru tarihinin de 12.04.2017 tarihi olması karşısında zamanaşımı süresinin dolmasından sonra davanın açıldığının kabul edilmesi gerektiği görüşünden hareketle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yasa yoluna başvurulmuştur.
İstinaf nedenleri; vekil edeninin uğradığı zararın boyutunu 17.11.2016 tarihinde öğrendiğini ve görülmekte olan davanın da henüz 10 yıllık zamanaşımı süresi geçirilmeden açıldığı halde davalının zamanaşımı definin kabûlü ile yazılı biçim ve şekilde davanın reddine karar verilmesinin usûl ve yasaya aykırı olduğu hususuna yöneliktir.
Dava, trafik kazası nedeniyle açılmış maddi tazminat isteğine ilişkindir.
Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
2918 sayılı KTK.nun 109. maddesinde haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı, davanın, cezayı gerektiren bir fiilden doğması ve ceza kanununun bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş olması halinde, bu sürenin maddi tazminat talepleri içinde geçerli olacağı hüküm altına alınmıştır.
Yine maddi ve manevi tazminat istemlerinin bağlı olduğu zamanaşımı süreleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 72. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.) maddesinde de düzenlenmiştir.
6098 Sayılı TBK’nın 72/1. maddesinde “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” denilerek mülga 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde olduğu gibi üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüştür.
6098 Sayılı TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/1.) maddesi, özellikle zamanaşımının başlangıç anını belirleyen bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Burada, uygulamada “kısa süreli zamanaşımı” olarak adlandırılan süre söz konusu olup, sürenin başlangıcı sübjektif bir koşula bağlanmıştır. Çünkü, sürenin başlaması zarar görenin zararı ve tazminat sorumlusu kişiyi öğrenmesi gibi sübjektif bir koşulun gerçekleşmesi ile mümkündür.
Mutlak nitelikteki “uzun süreli zamanaşımı”nın başlangıç tarihi ise zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Buna göre, tazminat istemi her halde eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren on yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Burada on yıllık sürenin başlangıç anı, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarih gibi objektif bir koşula bağlanmıştır. Olağan zamanaşımı süresi iki yıllık olan kısa zamanaşımı süresidir. Diğer bir anlatımla iki yıllık zamanaşımı süresi on yıllık süre ile sınırlıdır. Zarar ve zararın sorumlusu olan kişi öğrenildiği takdirde davanın kısa zamanaşımı süresi içerisinde açılması gerekir. Zarar veren eylemin işlenmesinden itibaren on yıl geçtikten sonra zarar ve zararı veren kişi öğrenilmiş olsa bile tazminat istemi, zamanaşımı def’î ile karşılaştığında reddedilir(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 20/12/2017 tarih ve 2017/3-2786 E., 2017/2016 K. Sayılı kararı).
TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/2.) maddesinde düzenlenen üçüncü süre ise “ceza zamanaşımı süresi”dir. Zarara neden olan eylem, aynı zamanda ceza kanunları uyarınca suç teşkil eden bir eylem oluşturuyor ve bu eylem için ceza kanunlarının öngördüğü zamanaşımı süresi daha uzun bir süre ise bu takdirde uygulanacak olan zamanaşımı süresi, o suçun bağlı olduğu ceza zamanaşımı süresidir. Ceza zamanaşımı süresinin başlangıç anı da zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir.
Dava konusu olayda, davacının yaralanması ile sonuçlanan kaza 04.03.2008 tarihinde gerçekleşmiş olup görülmekte olan dava ise 24.01.2018 tarihinde açılmıştır.
Kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 89/1. ve 66/1-e maddeleri uyarınca; kaza tespit tutanağındaki belirlemelere göre; kazada davacı dışında 2 kişinin daha yaralandığı anlaşıldığından, öngörülen uzamış ceza zamanaşımı süresi 8 yıl olup dava tarihi itibariyle bu süresinin dolduğu görülmektedir.
Ancak bazı durumlarda zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihe göre ceza zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile davacının zararını tam anlamıyla öğrenememesi söz konusu olabilir. Bu nedenle zararı öğrenme ile amaçlanan şeyin ne olduğu ve buna göre kısa zamanaşımı süresinin hangi tarihte başlayacağı hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Kısa süreli zamanaşımının başlaması için zarar görenin zarar ile birlikte zararın sorumlusunu da öğrenmesi gerekir. Zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması, bu iki koşulun da gerçekleşmesine bağlıdır. Bu koşullardan birinin gerçekleşmemesi hâlinde zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz. Zarar ve tazminat sorumlusundan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı süresi son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar.
Belirtmek gerekir ki, kısa süreli zamanaşımının işlemeye başlaması için zarar görenin, zarar veren eylem veya olayı değil, zararı öğrenmesi gerekir.
Zarar, zarar verici fiil veya olayın zarar görenin hukuki varlık ve değerleri üzerindeki olumsuz etki ve sonuçlardır. Zararın öğrenilmesinden amaç, zarar verici olayı değil, zararın varlık ve niteliğini, unsurlarını, kapsamını öğrenmektir. Zararın varlığı ve bütün unsurları öğrenilmeden, zarar görenin dava yoluyla talep edeceği tazminat hakkında yeterli bir değerlendirme yapamayacağı açıktır. Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir. Oysa ki, zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. Aksi hâlde, doğal olarak zamanaşımı süresi de işlemeye başlamayacaktır.
Bazı hâllerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır.
Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme-gelişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık “gelişen durum” ve dolayısıyla gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.
Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen “gelişen durum” kavramı, uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (örneğin buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Eş söyleyişle gelişen durum kavramı, salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder.
Özellikle somut olayda olduğu gibi bedensel bütünlüğün zarar gördüğü ve tedavinin uzunca bir süreye yayıldığı durumlarda, oluşan zararın miktarı tıbbi bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşturulmalıdır. Yukarıda anlatılan şekilde gelişen durumun bulunduğu, zararın niteliği ve kapsamının bu nedenle sonradan öğrenildiği hallerde zamanaşımının zararın kesin miktarının öğrenildiği tarihten başlayacağı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bir çok kararında (21.03.2001 gün ve 2001/4-258 E., 2001/276 K.; 05.06.2002 gün ve 2002/4-470 E., 2002/477 K.; 15.05.2015 gün ve 2013/21-2035 E., 2015/1345 K. ve 01.03.2017 gün ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K.) belirtilmiştir.
Kaldı ki, henüz tedavinin tamamlanmadığı, zararın kapsam ve miktarı konusunda belirsizliğin devam ettiği bir aşamada, zarar göreni süre aşımı kaygısıyla dava açmaya zorlamak hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına da zarar verecektir(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20/12/2017 tarih ve 2017/3-2786 E., 2017/2016 K. Sayılı kararı).
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; davacının 04.03.2008 tarihinde meydana gelen trafik kazasında yaralandığı, olay sonrasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılarak tedavi altına alındığı, bu hastanede belli periyotlarla tedavisine devam edildiği, ayrıca Polatlı Devlet Hastanesi ile Akseki Devlet Hastanesi’nde de tedavi gördüğü ve Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan 17.11.2016 günlü Engelli Sağlık Kurulu Raporuna dayanılarak görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı tarafın dava açarken dava dilekçesine eklediği sağlık kurulu raporunda belirlenen %47’lik engel oranının, dava konusu trafik kazasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı, tedavinin tamamlanıp tamamlanmadığı, gelişen ve değişen bir durum olup olmadığı, tedavi tamamlanmış ise kalıcı beden gücü kaybının tam olarak ne zaman oluştuğu konularında herhangi bir belirleme olmadığı gibi düzenlenen rapordaki belirlemenin hangi mevzuata göre yapıldığı da belli bulunmamaktadır.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve ilkeler gözetildiğinde ve davanın 10 yıllık genel zamanaşımı süresi henüz dolmadan açıldığı gözetildiğinde, mahkemece; davacının kaza sonrası görmüş olduğu tüm tedavileri gösterir kayıt ve belgelerin getirtilmesinden sonra durumun özelliği de dikkate alınarak Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinden, kaza tarihinde yürürlükte bulunan Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü Hükümleri gözetilerek davacı da var olduğu ileri sürülen bedensel zararların 04.03.2008 tarihinde meydana gelen trafik kazasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı, kaynaklanıyor ise trafik kazasına bağlı tedavinin ne zaman sonuçlandığı, diğer bir ifade ile kalıcı sakatlığı hangi tarihte oluştuğu, gelişen ve değişen bir durumun söz konusu olup olmadığı, kalıcı beden gücü kaybı oranının ne olduğu konularında rapor alınmadan, diğer bir ifade ile 2 yıllık kısa zamanaşımı süresinin hangi tarihte başlatılacağı belirlenmeden ve görülmekte olan davanın 24.01.2018 tarihinde henüz 10 yıllık genel zamanaşımı süresi dolmadan açıldığının göz ardı edilmesi sonucunda yazılı biçim ve gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi HMK.m.353/1-a/6 hükmü kapsamında görüldüğünden davacı vekilinin istinaf itirazlarının kabulü gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki biçimde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçe uyarınca;
1-Davacı … vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun yukarıda açıklanan nedenlerle KABULÜ ile, istinaf istemine konu olan ve başlıkta yazılı bulunan ilk derece mahkemesi kararının HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde inceleme ve değerlendirme yapılmak üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf yasa yoluna başvuran davacı tarafından peşin olarak yatırılan 35,90-TL maktu istinaf karar ve ilam harcı ile 98,10-TL istinaf başvuru harcının talebi halinde kendisine İADESİNE,
4-Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,
5-İstinaf yasa yoluna başvuran davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan diğer giderlerin ilk derece mahkemesince verilecek nihayi kararda dikkate alınmasına,
HMK. m.353/1-a/6 hükümleri uyarınca, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve KESİN olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi.10/01/2019.