Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 2021/541 E. 2023/413 K. 23.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2021/541
KARAR NO: 2023/413
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 11. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 26/11/2020
NUMARASI: 2019/165 Esas 2020/489 Karar
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit
KARAR TARİHİ: 23/02/2023
İstanbul Anadolu 11. Asliye Ticaret Mahkemesinin 26/11/2020 tarih, 2019/165 Esas 2020/489 Karar sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş, dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere Dairemize gönderilmiş olmakla yapılan inceleme sonucunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkilinin Grafik Tasarım Kursu almak amacıyla davalı firmaya başvurduğunu, firma tarafından oldu bittiye getirilerek, biraz da zorlatılarak sözleşmeyi ve 3.750,00 TL.’lik 12 adet senetleri imzalamak zorunda bırakıldığını, sözleşme imzalandıktan sonra müvekkilinin kursa yazılı olarak çağırılmadığı gibi kurs hakkında da bilgilendirilmediğini, çevreden yaptığı araştırmalarda davalı firmanın olmayan, hayali kurs vaatleriyle tüketicilere senet imzalatıp icra işlemi başlattığını duyduğunu, nitekim müvekkilinin bir dersine bile gitmediği bir hizmetin senetleri yüzünden borçlanmış olduğunu, https://www…com/bilisim-egitim-merkezi sitesinde benzer durumda olan yüzlerce tüketicinin şikâyetlerinin yer aldığını, dava konusu sözleşme 6502 sayılı kanunun 4. maddesine göre 12 punto olması gerekmesine rağmen 8 punto ile yazılmış olup bu sebepten geçersiz olduğunu, sözleşme koşulları müvekkili ile müzakere etmeden, tek taraflı olarak tarafların sözleşmeden doğan yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe sebep olacak şekilde hazırlanmış olup bu sebepten haksız şart koşullarına girdiğini ve müvekkili açısından geçersiz olduğunu, sözleşmede belirtildiğinin aksine, ahde vefa ilkesine aykırı olarak ortada gerçek bir kurs bile bulunmadığını, davalı tarafın olmayan kurstan dolayı müvekkiline sözleşme ve senetler imzalatıldığını, davalı tarafın müvekkilinin sözleşmeye bağlı olarak imzaladığı senede dayanarak İstanbul …. İcra Dairesi’nin … Esas sayılı dosyasından icra takibi başlatmış olup, müvekkilinin maaşının 1/4’üne haciz konularak müvekkilinden 1.950,00 TL kısmi tahsilat yapıldığını, işbu sebepten müvekkilinin ödediği 1.950,00 TL.’nin ödediği tarih itibariyle işleyecek yasal faizi ile beraber müvekkiline iadesini, icra takibinin, faizin, faiz oranlarının, borcun ve tüm fer’ilerinin, ödeme emrinin ve takibe dayanak senetlerin iptalini, kötü niyetle hareket ederek müvekkilinin sosyal hayatına onarılmaz zararlar veren davalının %20’den aşağı olmamak üzere tazminata mahkûm edilmesini talep ettiklerini bildirerek iş bu taleplerinin kabulü ile; müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine, davalı tarafça haksız olarak yapılan Kursiyer Eğitim Sözleşmesinin iptaline, sözleşmeye bağlı olarak müvekkilinin imzalamış bulunduğu toplam 3.750,00 TL’lik 12 adet senetlerin iptaline, müvekkilinin ödediği 1.950,00 TL’nin ödediği tarih itibariyle işleyecek yasal faizi ile beraber müvekkiline iadesine, akabinde icra takibinin, faizin, faiz oranlarının, borcun ve tüm fer’ilerinin, ödeme emrinin ve takibe dayanak senetlerin iptaline ve kötü niyetle hareket ederek müvekkilinin sosyal hayatına onarılmaz zararlar veren davalının %20’den aşağı olmamak üzere tazminata mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı aleyhine İstanbul Anadolu …. İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyası ile kambiyo senetlerine mahsus icra takibi başlatıldığını, takibe dayanak belge içerisinde yer alan bonoların tamamı kambiyo senedi vasfına haiz olduğunu, 6102 sayılı TTK.nun 4. maddesinde TTK’da öngörülen hususlardan doğan hukuk davaların ticari dava olarak sayılacağının belirtildiğini, bu hususa ilişkin Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 25/02/2016 tarih, 2015/11839 Esas 2016/3119 Karar sayılı kararında da, davaya konu senetlerin kambiyo senedi vasfına haiz olması, kambiyo senetlerinin de kıymetli evrak olması, kıymetli evrak ile ilgili düzenlemelerin de Türk Ticaret Kanununda yer alması nedeniyle bu kapsamdaki davaların mutlak ticari dava olduğunun ve görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemesi olduğunun açıkça belirtildiğini, bu sebeple huzurdaki davaya konu icra takibine dayanak belgelerin kıymetli evrak olması nedeni ile görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesi oludğunu ve davacı yanın senedin aksini iddia etmesi durumunda yine senet ile ispatlaması gerektiğini, ancak davacı yan herhangi bir yazılı delil sunmamış olup bundan sonra herhangi bir belge, delil sunmak isterse de iddianın genişletilmesi yasağı söz konusu olacağını ve kesinlikle muvafakatleri olmadığını, bu nedenlerle, öncelikle huzurdaki davanın 6100 Sayılı HMK.nun 114/1-C maddesinde belirtilen dava şartının noksanlığı nedeni ile aynı kanunun 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmesini talep ettiklerini, davacı yan huzurdaki dava ile aynı konuya ilişkin İstanbul Anadolu 5. Tüketici Mahkemesi’nin 2015/1088 Esas sayılı dosyası ile dava açmış olup henüz kesin karar verilmediğini, bu kapsamda 6100 sayılı HMK.nun 114/1-I maddesine göre derdest bir dava varken aynı konuda başka bir dava açılamayacağından huzurdaki davanın HMK.nun 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, bir an için davacı yan tarafından İstanbul Anadolu 5. Tüketici Mahkemesi’nin 2015/1088 Esas sayılı dosyası ile açılan davanın derdest olmadığı varsayılması durumunda bile bu kez davacı yan tarafından iadesi talep edilen alacak zamanaşımına uğramış olacağını, nitekim 2004 sayılı İİK.nun 72/7. maddesi uyarınca istirdat davasında paranın icra dosyasına yatmasından itibaren 1 yıl içerisinde geri istenebileceğinin açıkça belirtildiğini, ancak davacı yan tarafından iadesi istenen para 19.12.2014 tarihinde icra dosyasına yatmış olup 1 senelik zamanaşımı süresinin dolduğunu, bu sebeple davacı yanın istirdat talebinin yerinde olmadığını, kaldı ki, davacı yan tarafından zaten istirdat talebi açıkça belirtilmediği gibi herhangi bir kanun maddesi de gösterilmediğini, 2004 sayılı İİK.nun 72/8. maddesi uyarınca menfi tespit ve istirdat davalarından, takibinin yapıldığı icra dairesinin veya davalının ikametgahının bulunduğu yer mahkemesinde davanın açılabileceğinin belirtildiğini, bu sebeple davacı yan tarafından huzurdaki dava yetkisiz mahkemede açıldığını, müvekkil kurumun merkezinin Kadıköy’de bulunması ve icra takibinin de İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nde başlatılmış olması nedeni ile İstanbul Anadolu Mahkemelerinin yetkili olduğunu, davacı yan tarafından sosyal hayatında onarılmaz zararların meydana geldiğinden bahisle tazminat talebinde bulunulduğunu, ancak davacı yan sosyal hayatında meydana geldiğini iddia ettiği zararlara ilişkin herhangi bir açıklama, belge sunmadığı gibi delil de göstermediğini, bu hususa ilişkin bundan sonra yapılacak açıklamalar, sunulacak belgeler ve deliller için iddianın genişletilmesi söz konusu olacağını ve taraflarınca kesinlikle muvafakatleri bulunmadığını, davacı yanın 22.11.2016 tarihli dava dilekçesinde, kursa çağırılmadığını iddia ettiğini, ancak bizzat davacı yanın İstanbul Anadolu 5. Tüketici Mahkemesi’nin 2015/1088 Esas sayılı dosyası ile açmış olduğu davada eğitime davet edildiğini, ama kendi kusuru nedeni ile katılmadığını belirttiğini, ayrıca müvekkil firma çalışanları tarafından da zaten davacı yanın birçok defa arandığını ve Bakırköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne dahi bildirildiğini, ancak davacı yanın, keyfi olarak eğitimlere katılmadığı gibi kursiyer eğitim sözleşmesinde belirlenen ödemelerini de gerçekleştirmediğini bildirerek öncelikle işbu davanın, 6100 sayılı HMK..nun 114/1-c maddesine göre görevsiz mahkemede davanın açılması nedeni ile usulden reddine, göreve ilişkin itirazının kabul görülmemesi halinde, davacı yan tarafından yetkisiz mahkemede dava açılmış olduğundan 6100 sayılı HMK.nun 116/1 ve 117/3. maddeleri uyarınca ilk itirazının değerlendirilmesine ve yetkisizlik kararı verilmesine, yetki itirazlarının yerinde görülmemesi halinde; 6100 sayılı HMK.nun 114/1-ı maddesine göre derdest bir davanın varlığı sebebi ile işbu davanın usulden reddine, davanın esasına girilmesi halinde; müvekkil kurumun üzerine düşen yükümlülüklerini eksiksiz olarak yerine getirmesi ve davacı yanın kendi kusurundan kaynaklı olarak eğitime devam etmemesi nedeni ile davanın esastan reddine, 2004 sayılı İİK.nun 72/4. maddesi uyarınca müvekkil kurumun oluşan tüm zararının davacı yan tarafından giderilmesine ve tazmin edilecek zararın alacağın %40’ından aşağı olmamasına, davacının işbu davayı açmakta hiçbir hakkı olmaması nedeniyle yargılama giderlerinden başka 6100 sayılı HMK.nun 329/1. maddesi uyarınca müvekkil kurum ile aralarında kararlaştırılan vekalet ücretinin tamamının da davacıya yükletilmesine; yine davacı aleyhine HMK.nun 329/2. maddesi uyarınca disiplin para cezasına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Bakırköy 3. Tüketici Mahkemesi 28/09/2018 tarih, 2016/2451 Esas 2018/567 Karar sayılı görevsizlik kararı ile mahkemenin görevsiz olması sebebiyle dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine, dosyanın görevli ve yetkili Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar 23/10/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Bakırköy 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 06/03/2019 tarih, 2018/1035 Esas 2019/266 Karar sayılı yetkisizlik kararı ile mahkemenin yetkisizliğine, dosyanın yetkili İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar da 10/09/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonucu; davanın İİK.nun 72/3. maddesine dayalı menfi tespit davası olduğu, mahkemede görülmekte olan dava Bakırköy 3. Tüketici mahkemesinde açıldığı ve davacı yanın aynı zamanda aynı taraflar aynı konuda 01.07.2015 tarihinde İstanbul Anadolu 5. Tüketici mahkemesinde 2015/1088 Esas sayılı dosyası ile de dava açıldığının anlaşıldığı, yani davacı yan İstanbul Anadolu 5. Tüketici mahkemesinde açmış olduğu aynı taraf aynı konudaki dava derdest iken iş bu davayı Bakırköy 3. Tüketici Mahkemesinde de açarak iş bu davanın mahkemeye geldiği, davalı taraf iş bu davaya 10.02.2017 tarihli cevap dilekçesi ile derdestlik olumsuz dava şartı bulunduğunu belirttiği, ancak bu konuda daha önceki celselerde bir karar verilmediği, aynı davanın, daha önceden açılmış ve halen görülmekte (derdest) olmaması, olumsuz dava şartı olduğu, (6100 sayılı HMK.nun 114/1-ı) açılan bir davanın daha önce aynı veya başka bir mahkemede açıldığı ve görülmekte olduğunun tespit edilmesi halinde, ikinci davanın açıldığı hukuk mahkemesi, ikinci davanın usulden reddine karar verieceği, dava şartları, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre belirleneceği, mahkemenin davanın başında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırmak ve incelemekle yükümlü olduğu, ancak dava şartı noksanlığı mahkemece davanın esasına girilmesinden önce fark edilmediği, taraflarca ileri sürülmemiş ve hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, dava başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, usulden red edilemeyeceği, mahkeme dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise, davacıya bunu tamamlaması için kesin süre vereceği, ancak derdestlik dava şartı giderilebilir bir dava şartı olmadığı, davanın açıldığı tarihte göre belirleneceği, aksi halde düşünmek usul hukuku hükümleri ile örtüşmeyeceği, bu nedenlerle iş bu davanın açıldığı tarihte diğer mezkur kararın derdest sayılacağı bildirilerek davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; mahkemeler tarafından verilen hükümlerin gerekçeli olması gerektiğini, bu husus bir Anayasa ilkesi olduğunu, dolayısıyla hükmün gerekçesiz olması da mutlak bir itiraz nedeni olduğunu, karar üzerinde denetleme yapılabilmesi için de, kararın gerekçeli olması, kararda iddia ve savunmaya ilişkin ileri sürülen delillerin değerlendirilmesi gerektiğini, HMK.nun 297/1-c maddesinde hükmün içeriğinde neler olması gerektiği tarif edilirken, hükümde tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin belirtilmesi gerektiğinden bahsedildiğini, somut olayda ise, Anayasanın ve Usul Kanununun bu emredici ve açık hükmüne rağmen hakim kararını gerekçelendirmediğini, kısa kararla yetinerek iddia ve savunmalara göre delilleri tartışıp değerlendirmeidğini, bu nedenle kanunun emredici hükmüne aykırı mahkeme kararının bozulması gerektiğini, gerekçeli kararın kısa karara aykırı olması da bir bozma sebebi olduğunu, mahkemenin karar duruşmasında verdiği kısa kararının, yani hüküm sonucunun sonradan yazılacak gerekçeli karara uygun olması gerektiğini, aksi halde, yargılamanın aleniyeti zedelenmiş ve mahkeme kararına güven sarsılmış olacağını, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 10.4.1992 gün ve 1991/7 Esas 1992/4 Karar sayılı kararında, kısa kararla gerekçeli kararın çelişik bulunmasının bozma nedeni olacağının içtihat edildiğini, bütün bu anlatımlar ışığında somut olay irdelendiğinde, mahkemenin son celsede verdiği kısa karar ve akabinde yazılan gerekçeli karar arasında çelişkiler bulunduğu açık olduğunu, bu çelişkiler nedeniyle mahkeme kararı uygulanamayacak bir hal aldığını, bu çelişkilerin giderilmesi için yüksek Yargıtay’ca kararın bozulması ve yeniden yargılama yapılması gerektiğini, görülmekte olan bir hukuk yargılamasında iddia ve savunmalar çerçevesine uyuşmazlığın esasının incelenmeden hüküm verilmesi mutlak bir bozma nedeni olduğunu, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294. maddesinde hüküm tarif edildiğini ve yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür denildiğini, mahkemenin esas hakkında karar verebilmesi için uyuşmazlığın esasına girilmesi, iddia ve savunmalarla birlikte tüm delilleri değerlendirmesi gerektiğini, hal böyleyken somut olayda mahkeme işin esasına girmeksizin ve uyuşmazlığı irdelemeksizin, uyuşmazlığı çözmeyen bir karar verdiğini, dolayısıyla hükmün uyuşmazlığın çözümü açısından uygulama kabiliyeti kalmadığını ve karar bu nedenle usul ve yasaya aykırı hale geldiğini, gerekli olduğu halde dava dosyası başka bir bilirkişi incelemesi yaptırılmadan hüküm verilmiş olması, özellikle hükmün sonucunu etkileyen bir usul yanlışlığı olduğunu ve bu nedenle bozma sebebi teşkil ettiğini, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266. (eski HMUK 275.) maddesine göre mahkemenin, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar vereceğini, hakimin uygun görmediği bilirkişi raporu karşısında yeniden bilirkişiden görüş almadan, bilirkişi raporunun aksine veya gerektiğinde başka bilirkişinin düşüncesine başvurmadan, hakimin bilirkişi yerine geçerek bilirkişi raporuna aykırı düşen kişisel düşünce ve gözlemine veya tanık sözlerine dayanarak hüküm vermesi bozma nedenlerinden olduğunu, somut olayda ise uyuşmazlığın çözümü için teknik bilgiye ve bu doğrultuda bilirkişi raporuna ihtiyaç olduğunu, ancak mahkeme bilirkişi incelemesi yaptırmaksızın, taraf beyanları ve yetersiz belge ve bilgilere dayanarak esas hakkında karar verdiğini, bu nedenle yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılıp, teknik konuların aydınlatılmasından sonra bir karar verilebilmesi için hükmün bozulması gerektiğini, HMK.nun 137. maddesi gereğince, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, mahkemenin ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceleyeceği, uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyeceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe teşvik edeceği ve bu hususları tutanağa geçireceği, ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemeceği ve tahkikat için duruşma günü verilemeceğini, kanunun bu açık hükmüne rağmen, mahkemece dava şartları ve ilk itirazlar dahi incelenmeksizin ön inceleme tamamlanmadan tahkikata geçildiğini, ayrıca dava dilekçesinde ön inceleme duruşması istendiği halde bu konuda da olumlu veya olumsuz bir karar verilmediğini, diğer taraftan mahkemenin ön inceleme aşamasında taraflara sulh teklifinde bulunacağı hususu Hukuk Muhakemeleri Kanununun 140. maddesinde belirtildiğini, somut olayda ise, mahkemece taraflara sulh teklif edilmemek suretiyle, ön inceleme sürecinin zorunlu usul hükümlerine açık aykırılık oluşturulduğunu, bu nedenle hükmün bozulması gerektiğini, HMK.nun 155. maddesi gereğince duruşma tutanakları, hâkim ve zabıt kâtibi tarafından derhâl imzalanacağı, aynı kanunun 297/d maddesine göre de hüküm hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını içermek zorunda olduğunu, kanunun bu emredici hükümlerine rağmen duruşma tutanağında hakim/zabıt katibi imzası bulunmadığını, bu nedenle usul ve yasaya aykırılık oluşturan imza eksikliğinin giderilmesi için hükmün bozulması gerektiğini bildirerek kararın istinaf incelemesi neticesinde kaldırılması ve talepleri doğrultusunda haklı davalarının kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Dava, eğitim giderinden kaynaklanan İİK.nun 72/3. maddesine dayalı menfi tespit istemine ilişkindir. 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun 341/2. maddesinde ilk derece mahkemeleri tarafından verilen miktar veya değeri 1.500,00 TL’yi geçmeyen malvarlığına ilişkin kararların kesin olduğu hükme bağlanmıştır. Davacı tarafından istinaf kanun yoluna konu edilen hükmün verildiği tarih itibariyle anılan miktar 5.880,00 TL’dir. Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda, kararda asıl talebin kabul edilmeyen bölümü belirlenen miktarı geçmeyen taraf, istinaf yoluna başvuramaz. Somut olayda, davacı tarafça 3.750,00 TL borca yönelik menfi tespit talep edildiği, mahkemece davanın dava şartı yokluğundan reddine anlaşılmıştır. Verilen karar 6100 sayılı HMK’nın 341/2. maddesi gereğince kesin niteliktedir. Diğer taraftan, yerel mahkeme ilamında karara karşı istinaf kanun yolunun açık olduğunun yazılması kanunen yok hükmündedir. Hal böyle olunca, davacı tarafın kesin nitelikte bir karara karşı istinaf kanun yoluna başvurduğu anlaşıldığından 6100 Sayılı HMK’nın 352/1. maddesi gereğince istinaf başvuru dilekçesinin miktar itibariyle reddine karar verilmesi gerekmiştir.
H Ü K Ü M:1-Davacı tarafın istinaf kanun yoluna başvurma talebinin 6100 sayılı HMK.nun 341/2, 346 ve 352/1 maddeleri uyarınca kesinlik sınırı nedeniyle REDDİNE,2-İstinaf harçlarının talep halinde iadesine,3-İstinaf başvuru giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK’nun 352. maddesi uyarınca kesin olarak oy birliğiyle karar verildi.23/02/2023