Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 53. Hukuk Dairesi 2022/417 E. 2023/1044 K. 09.11.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
53.HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/417
KARAR NO: 2023/1044
TÜRK MİLLETİ ADINA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 19/02/2020
NUMARASI: 2018/394 Esas, 2020/161 Karar
DAVANIN KONUSU: Tazminat
KARAR TARİHİ: 09/11/2023
Taraflar arasında görülen davanın yerel mahkemece yapılan yargılaması sonucunda verilen hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup, duruşmasız olarak dosya üzerinde yapılan inceleme ve istinaf talepleriyle sınırlı olarak yapılan değerlendirme sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili, müvekkilinin otomotiv sektöründe faaliyet gösteren ve saygın bir müşteri kitlesine hitap eden bir işletme olduğunu, özel bir müşterisinin talebiyle zırh yaptırarak teslim etmek kaydıyla … model aracı satın alıp, zırh yapılmak üzere bu konuda uzman olarak tanınan davalı şirkete 23/05/2017 tarihli sözleşme ile söz konusu aracı teslim ettiğini ve 24/07/2017 tarihinde ödemesinin yapıldığını, aracın zırhlama işi bitirilip teslim edildiğinde, tüm vasıflarını kaybedecek ölçüde ve sözleşmeye aykırı imalatlarla tanınmaz hale geldiğini, müvekkilinin aracı müşterilerine teslim edemediğini ve uhdesinde kaldığını, durumu davalı tarafa bildirdiklerinde davalı tarafça zırhlama bedelinin iade edilerek aracın tekrar orijinal hale getirileceğinin beyan edildiğini, hatta geri ödemenin gerçekten yapıldığını, ancak davalı şirkete devam eden süreçte ulaşamadıklarını, aracın ilk orijinal haline getirilmediğini, bu nedenle dava açmak zorunda kaldıklarını, İst. Anadolu 7. Sulh Hukuk Mahk. 2017/106 D.İş. dosyasıyla yaptırılan tespitte 2017/107 K. sayılı raporla, aracın fonksiyonlarını tümüyle kaybederek genel vasıf ve özelliklerine uygun kullanım imkânını kaybettiğinin açıkça tespit edildiğini, tespit akabinde, davalıya İst. Üsküdar … Noterliği’nin 31.01.2018 Tarih ve … Yevmiye numaralı ihtarının ve İst. Üsküdar … Noterliği 06.02.2018 Tarih ve … Yevmiye numaralı ek ihtarının keşide edilerek; zararın giderilmesi adına aracın kendilerine maliyeti olan 420.127,12 Euro+KDV tutar ödenerek davalı tarafından satın ve teslim alınmasının veya onarım ve finans maliyeti dahil takriben 200.000,00 Euro’nun taraflarına ödenmesinin talep edildiğini, davalı şirketin Sincan … Noterliği’nin 12.02.2018 Tarih ve … Yev. nolu cevabi ihtarında, hiçbir sorumluluk kabul etmediklerini bildirdiğini belirterek, davalı tarafından dava konusu araca verilen zararın giderilmesi amacıyla satışla veya onarımla ve satışla ortaya çıkacak zararın fazlasını talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 75.000,00 Euro’nun veya fiili tahsil tarihindeki döviz alım kuru üzerinden Türk Lirası karşılığının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. (Harca esas değer 369.922,66 TL olarak gösterilmiştir) Davalı vekili cevabında, davaya konu aracın BR6 seviyesinde zırhlanması talebiyle kendilerine başvurulduğunu, bu kapsamda zırhlama projesinin davacı ile paylaşıldığını, onaylanması üzerine sözleşmenin imzalanarak aynı gün aracın teslim alındığını, 60 gün sonra sertifikası ile beraber zırhlanmış olarak teslim edildiğini, aracın davacı tarafından teslim alındığını ve bir daha kendilerine getirilmediğini, firmalarının aynı şekilde sayısız zırhlama işi yaptığını ve herhangi bir uyuşmazlık yaşamadıklarını, davacının ayıp ihbarında bulunmadan davalıyı bir kısım maddi sonuçlar ile karşı karşıya bırakılmak istendiğini, tespit davasında bilirkişinin hazırlamış olduğu raporun hiçbir teknik ve açıklayıcı değerlendirme içermediğini, davacının ayıp ihbarında bulunmadan, 3-4 ay sonra Değişik İş dosyası üzerinden rapor tanzimini tercih ettiğini, hem o raporun, hem dilekçe tarihinden sonra düzenlenecek bir raporla tespit edilecek hususların illiyet bağı kopmuş olduğundan davalı şirketle ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığını, kabul anlamına gelmemek kaydıyla; bahse konu tespitlerin açık ayıp olduğunu ve bununla ilgili yasal süre içerisinde ihbarda bulunulmadığını, tespiti yapılan eksiklerin davalı kusurundan kaynaklı olduğunun ispatının davacıya ait olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.Mahkemece, taraflar arasındaki 23/05/2017 tarihli sözleşme kapsamında aracın davalıya teslim edilerek zırhlama işleminin yapıldığı, alınan bilirkişi raporuna ve dosyaya celp edilen İstanbul Anadolu 7. Sulh Hukuk Mahkemesinin D. İş sayılı dosyasındaki bilirkişi raporuna göre, aracın sözleşmeye aykırı şekilde zırhlamasının yapıldığı, davalının dosyaya sunulan iddia, beyan ve deliller kapsamında ayıbın süresi içerisinde bildirilmediği savunmasının Medeni Kanununun 2. maddesindeki dürüstlük kuralına aykırı olduğu, zira davacının eser teslimi ile birlikte ödediği iş bedelinin, bu ödemeden hemen üç gün ve eserin tesliminden hemen iki gün sonra iade edilmiş olmasından, eserin ayıbı nedeniyle davacı iş sahibinin sözleşmeden döndüğünün, bu durumun davalı yüklenici tarafından da kabul ile bedelinin iade edilmiş olduğunun kabulü gerektiği, bu durumda davacı iş sahibinin eseri açıkça veya örtülü olarak kabul ettiği ve davalı yüklenicinin ayıptan kaynaklı sorumululuktan kurtulduğundan bahsedilemeyeceği, TBK 112. maddesi gereğince borcun gereği gibi ifa edilmemesi halinde borçlunun, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlü olduğu, yine 114. madde uyarınca da borçlunun, genel olarak her türlü kusurdan sorumlu bulunduğu ve haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanacağından; bilirkişi raporunda davacının söz konusu sözleşme kapsamında zararının, aracın değerinde meydana gelen değer kaybı miktarı olan 150.000,00 TL ile aracın eski hale getirilmesi ile ilgili masraf bedeli olan 50.000,00 TL toplamı 200.000,00 TL olarak belirlendiği, TBK’nun 60. Maddesi kapsamında hakimin aksi talep edilmediği sürece en iyi giderim imkanı sağlayacak sorumululuk sebebine göre karar vermesi gerektiği de nazara alındığında; araçtaki değer kaybı ve eski hale getirme bedelinden davalı tarafın sözleşmeye kusurlu olarak aykırılığı nedeniyle sorumlu olduğu ve davacının bu bedelin davalıdan tahsilinin talep etmesinin en iyi giderim yöntemi olduğu gerekçesiyle, açılan davanın kısmen kabulü ile; 200.000,00 TL tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine, karar verilmiştir. Davacı vekili istinafında, kararın, gerekçesinde fiili ve hukuki gerçeklik haklı ve hukuki tespitlerle ortaya konulmasına karşın, yanlı ve sübjektif, kendi içerisinde de açık tenakuzlar içerdiğini, gerekçeli ve bilimsel verilere dayalı olmadığı gibi aynı zamanda denetime ve hükme elverişli bulunmayan 01.11.2019 tarihli rapor esas alınmak suretiyle son derece cüzi tutarda zarar miktarı hesaplanmasının yerinde olmadığını, 27.05.2019 tarihinde dosyaya sundukları dilekçelerinde, davalı tarafça 07.05.2019 tarihli dilekçe ile dosyaya sunulan … unvanlı firmaya ait belgenin tamamen sahte olduğunu, müvekkili şirkete ait aracın Ankara’ya dahi götürülmemiş olduğunu ayrıntılı olarak izah etmelerine rağmen, bilirkişinin sunmuş olduğu ön raporda, davalı yanın sunduğu … firmasından sadır sahte belgeyi esas almak suretiyle kök rapor tanzimi cihetine gittiğini, taraflarınca sunulan dilekçenin bahsini dahi yapmayarak göz ardı ettiğini, aynı zarmanda tüm deliller dosyada mevcut olmasına rağmen, 04.04.2019 tarihli keşifte de araca ilişkin ölçümler yapılmış olduğu halde, … A.Ş. Firmasına müzekkere yazılması talebinde bulunarak davayı uzatmaya matuf talepler ileri sürdüğünü, mesleği ve uzmanlık alanı “makina mühendisliği olan bilirkişinin ön raporda; “Teknik tespitler/Hesaplamalar” başlığı altında yaptığı izahatlerde, kök rapor tanziminde, uzmanlık alanı dışında, hukuki niteleme, yorumlama ve değerlendirmelerde bulunacağını ifade eden beyanları tahtında görev tanımlamasında bulunduğunu, hem de açıkça yanlı tutumu nedeniyle hükme esas alınamayacağı açık olan rapor nedeniyle, Mahkemeden yeni ve tarafsız bir bilirkişi heyeti oluşturulması talep edilmiş ise de bu taleplerinin mahkemece kabul görmediğini, ön rapor tanziminden sonra aynı heyet tarafından 01.11.2019 tarihli rapor tanzim edildiğini ve Mahkemece işbu raporda belirlenen son derece cüzi tutarlar esas alınarak hakkaniyetten uzak kararın verildiğini, 01.11.2019 tarihli rapor kendi içerisinde açık çelişkiler içermekte olduğu gibi İstanbul 7.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2017/106 D.İş sayılı dosyasından tanzim olunan 16.10.2017 tarihli rapor ile de tamamen çelişki içerisinde olduğunu, tespit raporunda; Yine makina mühendisi bir bilirkişi tarafından yapılan tespitlerde; aracın sürüş kontrolü de yapılmak suretiyle, fren sistemindeki eksikler dahil pekçok hata ve eksiklik bulunduğu tespit olunarak, neticeten, kusurun önceden farkedilmesinin mümkün olmadığı yönünde doğru ve yerinde tespitte bulunulduğunu, her iki rapor arasında birçok tenakuz bulunmakta olup en barizlerinden birisinin, fren sistemine ilişkin olarak yapılan tespitler bakımından kendisini göstermekte olduğunu, Tespit raporunda; “…yüksek hızda fren sisteminin sabitlenmediği, azami hızda ise deneme yapılmasına dahi gerek görülmediğ” yönündeki tespite karşılık bilirkişi heyeti tarafından tanzim olunan raporda; aracın ; “…fren testi uygulamasından başarıyla geçtiği” ifade edilmekte, devamında ise “frende güçlendirme yapılması doğru olacaktır ” şeklinde bir ifade bulunduğunu, bilirkişilerin görevini ve uzmanlık alanını aşan hukuki niteleme, yorum ve değerlendirmeler ve beyanlarla, açıkça davalıyı haklı çıkarma gayretine girerek gerçek teknik bilgi ve uzmanlık konularını bir yana bırakıp, hakimin yerine geçerek hukuki görüş ve tespitlerde bulunduklarını, dosyaya sundukları fotoğraflarda da görüldüğü üzere, aracın tavan yüksekliği dahi normal oturuma ve kullanıma imkan vermediği halde, bu durumu fren testi için araç olimpiyat stadına götürüldüğünde bizzat gören ve müşahade eden bilirkişinin, bu durumu dahi göz ardı etmesi neticesinde tanzim edilen yanlı raporun ve bu şekilde hesaplanan zarar tutarının hükme esas teşkil edemeyeceğini, mahkemece belirlenen zarar tutarının, gerçek zararın gideriminden ve hakkaniyetten son derece uzak olmakla kabul edilemez olduğunu, sözleşmeye konu otomobilin sözleşmeye aykırı imalatlarla tüm vasıflarını kaybederek tanınmaz hale gelmesi sonucu alıcı müşterinin aracı alamayacağını ifade ederek almaktan vazgeçtiğini ve 420.127,12 EURO+KDV maliyetle alınan aracın müvekkilinin uhdesinde kaldığını, hal böyleyken dava ikamesi ile 75.000 Euro veya fiili tahsil tarihindeki döviz alım kuru üzerinden TL karşılığının tahsili talepli işbu davayı ikame ettiklerini, Mahkemece, davalı yandan tahsiline dair hükmolunan tutarın zararın yarısını dahi karşılamaktan uzak olduğunu belirterek, kararın kaldırılarak davanın talep ettikleri tazminat tutarı esas alınmak suretiyle kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.Davalı vekili istinafında, yerel mahkeme kararında taleple bağlılık ilkesi hiçe sayılarak davacının taleplerini aşar şekilde karar verildiğini, davacının tek bir cümlesinde dahi sözleşmeden dönme iradesi belirtilmemişken Yerel Mahkemenin davacının sözleşmeden döndüğünü kabul etmiş olmasının davacının talebini aşar nitelikte olduğunu, Yerel Mahkemenin talepten fazlaya hükmedemeyeceğini, dava dilekçesinin talep sonucunda aynen; “Satışla veya onarım ve satışla ortaya çıkacak zararın fazlasını talep hakkı saklı kalmak kaydiyle şimdilik, aynen 75.000 Euro veya fiili tahsil tarihindeki döviz alım kuru üzerinden TL karşılığının Davalıdan tahsiline,” şeklinde talepte bulunulduğunu, dolayısıyla huzurdaki davada davacının talebinin hiçbir şekilde sözleşmeden dönme beyanını içermediğini, aracın mevcut zırhlı haliyle satışı ya da onarıldıktan sonra satışı akabinde doğan zararının tazmininin talep edilmekte olduğunu, dolayısıyla davacının sözleşmeden dönme şeklinde bir iradesinin söz konusu olmadığını, davacının basiretli tacir olması karşısında sözleşmeden dönme iradesini 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu Madde 18/3 gereğince noter kanalıyla bildirmesi gerekirken, noter kanalıyla bildirmek bir tarafa adi yazılı şekilde dahi bildirmediğini, Yerel Mahkeme kararında bir yandan davacının sözleşmeden döndüğü kabul edilirken diğer yandan davacıya ayıp oranında bedelden indirim hakkı kullandırıldığını ve hatta hükmedilen tazminatla eserin onarımının da sağlanarak zırhlı bir şekilde satılmasının da önü açıldığını, bu şekilde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 475. Maddesi gereğince davacının üç seçimlik haktan birisini seçmesi gerekirken, bunların üçüne birden aynı anda ulaştığını, sözleşmeden dönme halinde davacının ancak menfi zararını isteyebileceğini, menfi zarar hesabının ise yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre; “menfi zarar hesabının da işin sözleşme tarihinde yükleniciye verilmeyip başka birisine verilmesi halindeki bedeliyle, sözleşmeden dönmeden sonra makul süre içerisinde aynı işin davalı yüklenici ile yapılan sözleşmedeki koşullarla makul süre içerisinde başka bir yükleniciye yaptırılması halinde ödenecek iş bedeli arasındaki fark olarak yapılması gerektiğini.” (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 14.03.2017 tarih ve 2016/5630 E., 2017/1116 K.) Ancak Yerel Mahkemenin bir yandan davacının sözleşmeden döndüğü kabulünden hareket edip, diğer yandan değer kaybına ilişkin tazminat hesabına girişerek hukuka tamamen aykırı bir sonuç doğurduğunu, bilirkişi raporunda belirtildiği üzere araçta tespit edilen eksikliklerin sözleşmeden dönme hakkının kullanılması için bulunması gerekli derecede olmadığını, Yerel Mahkemenin gerekçeli kararında tamamen teknik bir husus olan bu tespit ve değerlendirmeden neden farklılaştığına ilişkin tek bir cümleye yer vermediğini, bu nedenle davacı biran için sözleşmeden dönme yönünde irade belirtmiş olsa da davacının sözleşmeden dönmesinin haksız kabul edilmesi ve gerçekleştirilen zırhlama işlemleriyle ilgili olarak müvekkili Şirketin iade taleplerinin saklı tutulması gerektiğini, bu kapsamda takas mahsup haklarının da mevcut olduğunu, Mahkemenin sözleşmeden dönüldüğüne ilişkin yorumunun kabul edilmesi halinde davacının, müvekkili Şirketin yapmış olduğu masraflarla ilgili iade etmesi gereken tutarların da hesaplanarak davacının talep edebileceği menfi zararından takas/mahsup edilmesi gerektiğini, bu kapsamdaki her türlü talep ve dava haklarının da saklı olduğunu, davacının basiretli bir tacir olarak tamamı açık ayıp niteliğindeki eksikliklerle ilgili müvekkili Şirkete ayıp ihbarında bulunmadığını, aracı teslim almasının akabinde başka firmalara giderek aracın zırhını söktürüp tekrar taktırdığını, bunu da müvekkili Şirkete herhangi bir bildirim yapmadan gerçekleştirdiğini, adresi belli olan ve daima ulaşılabilir durumda olan müvekkili Şirkete ne hikmetse ulaşamadığını, aracı teslim almasının akabinde 4-5 ay sonra hangi şartlarda, bilirkişilere hangi beyanlarda bulunulduğu belli olmayan bir ortamda inceleme yaptırılarak kabulü mümkün olmayan hukuka aykırı bir bilirkişi raporu alındığını, müvekkili Şirkete ancak bu bilirkişi raporundan sonra bilgi verildiğini, sözleşme bedelinin davacının talebiyle ve tamamen iyi niyetli olarak iade edilmiş olmasının ayıp ihbarında bulunulduğunun kabulü sonucu doğuramayacağını, her iki tarafın da basiretli tacir olup, kendilerine tanınmış hakları kullanabilmeleri için yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerektiğini, davacının ayıba karşı tekeffül yükümlülüğünü yerine getirmediğini, Yerel Mahkemenin hiçbir delile dayandırmadığı TMK m. 2 yorumuyla müvekkili Şirketi cezalandırırken davacının dürüstlük kuralına aykırı taleplerini kabul ettiğini, Yerel Mahkemenin tüm bu hususları görmezden gelerek hukuki hiçbir dayanak da belirtmeksizin davacının ayıp ihbarında bulunmamış olmasına herhangi bir sonuç bağlamadığını, oysa ki müvekkili Şirkete ayıp ihbarında bulunulması halinde müvekkili Şirketin en az masrafla ayıbı giderme şansının bulunduğunu, ayıp ihbarında bulunulmayarak bu şansını elinden alan davacı Şirketin adeta ödüllendirildiğini, aylarca kendi uhdesinde bulunan araca verilme ihtimali olan zararların da tamamen müvekkili Şirkete yükletildiğini, ayıplı ifanın varlığını, seçimlik haklarını kullanmanın şartlarının gerçekleştiğini ve teslim anında eserin ayıplı olduğunu iş sahibinin ispatlamakla yükümlü olduğunu, Yerel Mahkeme kararında delil niteliği bulunmayan değişik iş raporunun hükme esas alındığını, müvekkil şirketin katılımı olmaksızın gerçekleştirilen inceleme neticesinde hazırlanan bilirkişi raporundaki tespitlere yer verilmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, huzurdaki dava dosyası üzerinden alınan Bilirkişi Raporuyla söz konusu delil tespiti dosyasında alınan Bilirkişi Raporundaki tespitlerin gerçeği yansıtmadığının, araçta çok ciddi sayılabilecek ayıpların mevcut olmadığının, aracın genel itibariyle zırhlama tekniklerine uygun olduğunun tespit edildiğini, ancak Yerel Mahkeme kararında; “… alınan bilirkişi raporunda ve dosyaya celp edilen İstanbul Anadolu 7. Sulh Hukuk Mahkemesinin D. İş sayılı dosyasındaki bilirkişi raporlarına göre aracın sözleşmeye aykırı şekilde zırhlamasının yapıldığı,” denildiğini, her iki Bilirkişi Raporunun birbirinden tamamen farklı olup, değişik iş dosyası üzerinden müvekkili Şirketin katılımı olmadan alınan Bilirkişi Raporuna itirazları görmezden gelinerek ve buna dair ek rapor alınmadan, sanki her iki rapor aynı doğrultudaymış gibi hüküm tesis edilmiş olmasının dosya içeriğine ve hukuka aykırı olduğunu, Yerel Mahkemenin birbiriyle tamamen zıt tespitler bulunan bu raporlardan hangisine üstünlük tanıdığının belirtilmek zorunda olunduğunu, müvekkili Şirketin eylemleriyle illiyet bağı kurulması mümkün olmayan vakıalarla ilgili müvekkili Şirketin sorumlu tutulduğunu, davacının 4-5 ay kendi uhdesinde bulundurduğu, müvekkili Şirkete iade etmediği, üçüncü kişilere götürerek zırhını söktürdüğü araçla ilgili olarak müvekkili Şirketle bağlantısını kuramadığı zarar talepleri kapsamında tazminat elde etmiş durumda olduğunu, yerel mahkemenin zarar hesabını da hatalı yaptığını ve açıkça davacı şirketin sebepsiz zenginleşmesine neden olduğunu, kararda tespit edilen 200.000,00 TL tutarındaki tazminat tutarına ne şekilde ulaşıldığının belli olmadığını, Bilirkişi Raporunda zırhlanan aracın 50.000,00 TL karşılığında eski haline getirilebileceği, araçta çok ciddi bir zarar mevcut olmadığı, bu kapsamda araçta oluşabilecek değer kaybının 100.000,00 TL olabileceği tespit edilmişken, 200.000,00 TL’lik tazminat tutarına ulaşılmasının tamamen hatalı değerlendirmeye dayandığını, Yerel Mahkeme kararıyla müvekkili Şirketin adil yargılanma hakkının da hiçe sayıldığını, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini, Yerel Mahkemenin afaki kabullerinin gerekçesinin belli olmadığını, Yerel Mahkeme kararının hükme esas aldığı Bilirkişi Raporuyla çelişmekte olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 470 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı iş sahibi, davalı yüklenicidir. Taraflar arasında akdedilen 23/05/2017 tarihli sözleşmenin konusu, … şasi numaralı … marka model aracın projeye uygun şekilde 60 gün içerisinde yüklenici tarafından zırhlanarak iş sahibine teslim edilmesi olup, sözleşme bedeli 80.000,00 USD+KDV olarak belirlenmiştir. Mahkemece keşif yapılmak suretiyle oluşturulan üç kişilik Makine Mühendisi bilirkişi heyetinden 01/11/2019 tarihli rapor alınmış ve bu rapor içeriğinde belirtilen hususlar Mahkemece denetime elverişli görülerek hükme esas alınmıştır. Taraflar arasındaki, davacının müşterisine ait aracın zırh ile kaplanması konusunda tanzim edilen 23/05/2017 tarihli sözleşme ve eki niteliğindeki zırhlama projesi kapsamında, davalı şirket tarafından zırhlama işleminin yapıldığı, buna karşın davacı tarafça davalı şirkete 24/07/2017 tarihli dekontla 320.000,00 TL ödeme yapıldığı, bu ödemenin 27/07/2017 tarihli dekontla davacı tarafa iade edildiği hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık konuları; zırhlama işleminin ayıplı olup olmadığı, ayıplı ise bu ayıbın açık mı gizli mi ayıp olduğu, süresinde ayıp ihbarında bulunulup bulunulmadığı, davacı tarafın zırhlamadan sonra aracı ihtirazi kayıt koymadan teslim almasının davalının sorumluluğuna etkisinin bulunup bulunmadığı, davalı tarafın zırhlama sonucu aracın ayıplı hale geldiğini kabul edip etmediği, eser bedelini iade etmekle birlikte aracı orijinal hale getireceklerine ilişkin taahhütte bulunup bulunmadığı, davalının bedeli iade etmesinin aracın ayıplı hale geldiğinin kabulünü gerektirip gerektirmediği, bedelin ticari nezaket gereği sonrasında yeniden ödenmek üzere iade edilip edilmediği, aracın satışı halinde satış bedeli ile orijinal hali ile yapılacak satış bedeli ya da onarılması halinde onarım bedelinden davalının kısmen ya da tamamen sorumlu olup olmadığı hususlarına ilişkindir. Ayıp, bir malda ya da eserde sözleşme ve yasa hükümlerine göre normal olarak bulunması gereken niteliklerin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bozuklukların bulunmasıdır. Yüklenicinin, iş sahibine olan borçlarına aykırı olarak, imâlini yüklendiği eserin ayıplı olması durumunda iş sahibi 6098 sy TBK’nın 475. maddesi hükümlerince öngörülen hakları kullanabilir. Bu made gereğince, eser, iş sahibinin kullanamayacağı veya hakkaniyet gereği kabule zorlanamayacağı ölçüde ayıplı ya da sözleşmeye önemli ölçüde aykırı olursa, iş sahibi o eseri kabulden kaçınıp, sözleşmeden dönebilir ve bunda yüklenicinin kusuru varsa maddi zararının tazminini de isteyebilir. Eserdeki kusur veya sözleşmeye aykırılık az yukarıda belirtilen ölçüde önemli değilse, iş sahibi, eserin değerindeki eksiklik oranında bedelin indirilmesini; eğer kusurların giderilmesi büyük harcamaları gerektirmiyorsa, ayıpların giderilmesini ve bunda yüklenicinin kusuru varsa (gerçekleşmişse) maddi zararının gerçek karşılığı olan maddi tazminatı isteyebilir. İş sahibinin, TBK’nın 475. maddesi hükmünde öngörülen haklardan hangisini kullanabileceğini ise, ayıplı imalât ya da ürün üzerinde uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulu aracılığıyla yaptıracağı inceleme sonucu mahkemece takdir edilir. Dosya kapsamı değerlendirildiğinde, davacı iş sahibinin, taraflar arasındaki 23/05/2017 tarihli sözleşmeye konu işin ayıplı ifa edildiğini iddia ederek bundan kaynaklanan zararlarının davalı yükleniciden tazminini talep ettiği, gerek tespit raporu gerekse mahkemece yapılan keşfe dayalı olarak alınan bilirkişi raporu ile sair dosya kapsamına göre, davalı yüklenicinin işi ayıplı yaptığı ve bu iş için davacıdan almış olduğu iş bedelini iade ettiği anlaşılmış olmakla, sözleşmenin geri dönük olarak feshedildiği kabul edilerek, tespit edilen ayıpların derecesine göre kusur durumunun belirlenmesi ve zarar miktarının hesaplanması bakımından bilirkişi raporu alınmış ise de, taraf vekillerince istinaf dilekçelerinde de dile getirilen rapora karşı itiraz dilekçelerinde dile getirilen ayrıntılı ve teknik itirazlar ek rapor alınmak suretiyle karşılanmadığı gibi, hükme esas alınan 01/11/2019 tarihli bilirkişi raporunun 7. Sayfasında; “davalının ayıplı ifası nedeniyle aracın tavan yüksekliğinde meydana gelen alçalma ayıbının giderilemeyecek ve kullanımı kabul edilemeyecek nitelikte olduğu” belirtilmesine rağmen, raporun 10. Sayfasında; tespit edilen ayıpların TBK’nın 475/1. Maddesi kapsamında (dönmeyi gerektirir boyutta) olmadığı, 475/2-3 fıkraları kapsamında olduğu belirtilerek çelişkiye düşüldüğü ve raporun sonuç kısmında (11.sayfa); 1, 2 ve 3. Maddelerde belirtilen ayıpların giderilme bedelleri açıklanıp, tavandaki ayıbın nasıl giderileceğine değinilmediği halde, raporun bu bakımdan kendi içerisinde çelişki oluşturuyor olması dikkate alınarak bu hususun açıklığa kavuşturulması yoluna da gidilmediği anlaşıldığından, Mahkemece, mevcut bilirkişi heyetinden ek rapor alınmak veya yeni bilirkişi heyetinden rapor alınmak suretiyle, 475. Maddesine ilişkin olarak yukarıda yapılan açıklamalar göz önünde bulundurularak, taraf vekillerinin mevcut bilirkişi heyeti raporuna itirazları değerlendirilmek ve mevcut rapordaki yukarıda belirtilen çelişkili durum da açıklığa kavuşturulmak suretiyle, sözleşmeye konu işteki ayıplı hususlar ve bu ayıpların nitelikleri, bu ayıpların “iş sahibinin kullanamayacağı veya hakkaniyet gereği kabule zorlanamayacağı ölçüde ayıplı ya da sözleşmeye önemli ölçüde aykırı” nitelikte ayıplı olup olmadığı tereddüte ve çelişkiye mahal vermeyecek şekilde ortaya konulduktan sonra, yüklenicinin kusur durumu ve fesih halinde talep edilebilecek zarar kalemleri de gözetilerek, zararın buna göre hesaplanması, zarar hesaplaması yapılırken taraf vekillerinin mevcut bilirkişi heyeti raporuna bu yönden yaptıkları itirazlarının da değerlendirilmesi gerektiği halde, eksik inceleme ile karar verilmiş olması hatalı olmuştur.Açıklanan nedenlerle, taraf vekillerinin istinaf taleplerinin kabulü ile usul ve yasaya uygun bulunmayan yerel mahkeme kararının 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince kaldırılarak yukarıda açıklanan şekilde inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra oluşacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi için dosyanın yerel mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmiş, kaldırma sebebine göre sair istinaf itirazları bu aşamada ayrıca değerlendirilmemiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Taraf vekillerinin istinaf başvurularının KABULÜNE, 2-İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 19/02/2020 tarih, 2018/394 Esas, 2020/161 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,3-Dosyanın Dairemiz kararına uygun şekilde inceleme yapılarak yeniden bir karar verilmek üzere yerel mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 4-Tarafalar tarafından yatırılan istinaf karar harcının istek halinde kendilerine İADESİNE, 5-Taraflarca yapılan istinaf yargılama giderilerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda DİKKATE ALINMASINA, 6-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından vekâlet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA, Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince KESİN olmak üzere 09/11/2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.