Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi 2021/29 E. 2021/407 K. 15.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
45. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2021/29
KARAR NO : 2021/407
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İSTANBUL 21. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 22/06/2020
NUMARASI : 2019/709 2020/218
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ 15/04/2021
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: DAVA: Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkili şirket ile davalı sigorta şirketi arasında … Poliçe Numaralı İş Yeri Paket Sigorta Poliçesi ve … Poliçe Numaralı Makine Kırılması Sigorta Poliçesi bulunduğunu, iş yerinde kullanılan 2 adet yıkama makinesinde, manyetik ve promatik kavramları arızası meydana geldiğini, makinelerin tamir ve onarımın yapılması için fabrikalara gönderildiğini, makinelerin tamiri için bir çok masraf yapıldığını, ayrıca sigorta şirketinin uzun süren eksper ve değerlendirme süreci nedeni ile uzun sürdüğünden makinelerin çalışamaması nedeniyle zarara uğradığını, davalının müvekkiline sigorta poliçesi kapsamında yapması gerekli ödemeyi yapmadığını, davalı sigorta şirketinin ödeme poliçe kapsamında ödeme yapmaması üzerine 2019/55576 dosya numarası ile Arabuluculuk Başvurusu yapıldığını, ancak ekli arabuluculuk tutanaklarından da anlaşılacağı üzerine herhangi bir anlaşma sağlanamadığını, sonuç olarak açıklanan nedenlerle; davada tazminat hesabı teknik hesap ve inceleme sonucu ortaya çıkacağından HMK. 107 madde kapsamında bilirkişi hesaplaması ile ortaya çıkacak müvekkili zararına yönelik talep arttırım hakları saklı kalmak kaydı ile belirsiz alacak davalarında şimdilik 10.000,00TL’nin davalıya ihbar tarihi olan 11.10.2017 tarihinden itibaren işleyecek kısa vadeli avans faizi, masraf ve vekalet ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesi ile; huzurdaki davanın, belirsiz alacak davası olarak görülemeyeceğinden hukuki yarar yokluğundan davanın reddinin gerektiğini, somut olayda meydana gelen hasarın poliçe teminatı kapsamı dışında olduğunu, Teknik Servis Raporu ve Ekspertiz Raporu ile yapılan incelemeler neticesinde arızanın deprem nedeniyle meydana geldiğinin tespit edildiğini, davacı tarafından sunulan bilirkişi raporunun eksik ve hatalı değerlendirmeler içerdiğini, kabul edilemez nitelikte olduğunu, 40213120015 seri numaralı makine poliçe listesinde yer almadığından, bu makinanın uğradığı hasarın teminat kapsamı dışında olduğunu, her durumda itirazlarına halel gelmemek ve kabul anlamı içermemek kaydıyla davacının talep ettiği tazminatın miktar bakımından da kabulünün mümkün olmadığını, davacının müvekkili şirkete yapmış olduğu müracaatında 2 makinenin onarım maliyeti olarak 59.000,00-TL’nin kendilerine ödenmesini talep ettiğini, her durumda, somut olayda Eksik Sigorta Hükümlerinin dikkate alınması gerektiğini, hesaplanacak tazminat tutarında poliçe hükümleri doğrultusunda muafiyet uygulanması gerektiğini, müvekkili Sigorta Şirketinin Poliçe Hükümleri Doğrultusunda KDV’den sorumlu tutulamayacağını, sonuç olarak ayrıntılı olarak açıklanan nedenlerle; haksız ve hukuka aykırı davanın reddi ile yargılama masrafları ve ücreti vekaletin karşı tarafa tahmilini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece, ” ..Davacının arıza nedeniyle dava dışı … San. Ve Tic. A.Ş.’ den arızlanan makinelerin bakım ve onarımının yapılması için hizmet aldığı, dava dışı firma tarafından makinelerin gerekli onarımlarının yapıldığı ve davacıya KDV dahil 42.480,00 TL tutarında fatura düzenlendiği, dava dışı şirketten gelen yazı cevabı uyarınca anılan tutarın davacı yanca ödendiği ve makinelerin davacıya tesliminin sağlandığı anlaşılmıştır. Davacının zararı belirli ve yapmış olduğu ödeme sabittir. Davacı ayrıca sigorta şirketinin uzun süren eksper ve değerlendirme süreci nedeniyle makinelerin iş yerinde çalışır vaziyette faaliyete geçmesinin de uzun sürdüğünü ve bu nedenle de zarara uğradığını iddia etmiş ise de bu zarar da az yukarıda açıklandığı üzere davacı tarafça elindeki bilgi ve belgeler ile davalı belge ve kayıtlarına muhtaç olmaksızın tek taraflı olarak belirlenebileceğinden netice-i talep kısmında açıkça belirtilmeyen ancak dilekçe içeriğinde yer verilen bu istem yönünden de davacının belirsiz alacak talebi haklı görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle davacının alacağın miktar veya değerini tam ve kesin olarak belirleyebilme imkanı var iken davasını belirsiz alacak davası olarak açmasında hukuki yararı bulunmadığı anlaşılmakla davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine ” karar verilmiştir
İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili yasal süresi içinde sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde; Somut olayda muafiyet oranları arasında belirsizlik olduğunu ve bu belirsizliğin davacı tarafından tespiti mümkün olmadığını, sigorta şirketinin uzun süren eksper ve değerlendirme süreci içerisinde davacı şirkette bulunmayan makinelerin yokluğunda uğranılan zararın tespit edilebilmesi davacı açısından imkansız olduğunu, bir zararın somut olarak tespit edilip sayılarla ifade edilebilmesi için mevcut belgeler, faturalar, hesaplamalar vb. hususlar gerekli olup makinelerin yokluğundaki zararın belge ve kayıtlara ”muhtaç olmaksızın” hesaplanmasının dahi davacı tarafça imkansız olduğu bir durumda sayın mahkemenin gerekçeli kararda bu hususlara ihtiyaç olmadan belirlenebilir olduğundan bahisle davayı reddetmesi hukuka ve yasaya aykırı olduğunu belirterek mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE GEREKÇE HMK’nın 355. ve 357. maddeleri gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususlarını da gözetilerek yapılan inceleme neticesinde; Dava, iş yeri paket sigortası ve makine kırılması sigorta poliçesi kapsamında sigortalı iş yerinde kullanılan makinelerin arızalanması nedeniyle uğranılan zararın tahsili istemine ilişkin açılmış belirsiz alacak davasıdır.6100 sayılı Kanunun 107. Maddesi “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.(3) Ayrıca, kımi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklinde düzenlenmiştir.Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. Bu husus Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 20/01/2021 tarih 2020/4444 Esas 2021/1729 Karar sayılı ilamında “…6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir. 6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir” şeklinde ifade edilmiştir.Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede; davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Somut olayda sigortalı iş yerinde kullanılan 2 adet sanayi tipi yıkıma makinesinin arızası nedeniyle uğranılan zararın düzenlenen sigorta poliçesi kapsamında tazmini talep edilmiş olup davacı zarar kalemi olarak, makinelerin tamir masrafı ile tamir edilinceye kadar çalışamamasından kaynaklı uğranılan kazanç kaybı gösterilmiştir. Davaya konu arızalanan makinelerin bakım ve onarımının yapılması için hizmet aldığı, dava dışı firma tarafından makinelerin gerekli onarımlarının yapıldığı ve davacıya KDV dahil 42.480,00 TL tutarında fatura düzenlendiği, dava dışı şirketten gelen yazı cevabı uyarınca anılan tutarın davacı yanca ödendiği ve makinelerin davacıya teslimi sağlandığı anlaşılmıştır. Yukarıda Yargıtay kararında ifade edildiği gibi burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir. Görüldüğü üzere makinelerin bakım ve onarımı için yapılan tamir masrafı dava dışı firma tarafından düzenlenen fatura ile tespit edildiği, hasarın davacı tarafça ödeme yapılmak sureti karşılandığı, davacının tamir masrafından oluşan zararı açıkça belirli olduğu, kazanç kaybı yönünden ise makinelerin çalışır vaziyette davacıya teslim edildiği, makinelerin çalışmadığı gün dikkate alınarak davacı tarafça elindeki bilgi ve belgeler ile zararın tek taraflı olarak belirlenebileceği gözetilerek davacının alacağın miktar ve değerini tam ve kesin olarak belirleyebilme imkanı var iken belirsiz alacak davası olarak açmasında hukuki yarar bulunmadığından davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle ilk derece mahkemesinin kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından, HMK 353/1.b.1 bendi uyarınca davalı vekilinin istinaf başvusunun esastan reddine karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;1-HMK’ nın 353/1.b.1 Maddesi gereğince davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan REDDİNE,2- Başvuru tarihinde Harçlar Kanunu gereğince alınması gerekli olan 148,60 TL istinaf yoluna başvurma harcının Hazineye irat kaydına,3- Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL istinaf karar harcından, istinaf eden tarafından yatırılan 54,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 4,90 TL’ nin istinaf eden davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,4- Davacının yapmış olduğu istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerine bırakılmasına,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 353 / 1-b/1 bendi ile aynı kanunun 361/1 Maddesi gereğince kararın tebliğinden iki haftalık süre içerisinde Yargıtay Temyiz yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi.15/04/2021