Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi 2020/610 E. 2022/385 K. 30.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
45. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/610
KARAR NO: 2022/385
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2018/274
KARAR NO: 2018/682
DAVA TARİHİ: 26/03/2018
KARAR TARİHİ: 01/06/2018
DAVA: Menfi Tespit (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 30/03/2022
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket ile … arasında 10/11/2015 tarihinde gazete dağıtım sözleşmesi imzalandığını, bu sözleşme uyarınca yayın evinin sahip olduğu … Gazetesinin dağıtımının müvekkili şirket tarafından yapılmaya başlandığını, … AŞ nin 667 sayılı KHK kapsamında kapatılarak tüm mal varlığının hazineye devredildiğini, bu kapsamda … AŞ nin müvekkili şirketten olan alacakların da hazineye devredilmiş sayıldığından İstanbul Valiliği Defterdarlık KHK işlemleri İl Bürosunun 27/02/2018 tarihli yazısı ile bu alacağın 1.289.059,38 TL olduğu ve bu tutarın 15 gün içinde yazıda belirtilen banka hesap numarasına ödenmesinin talep edildiğini, müvekkili şirket nezlindeki … AŞ ye ait cari hesap uyarınca, … AŞ’nin müvekkili şirketten olan alacağının 555.828,28 TL olduğunu, bu tutarında 22/03/2018 tarihinde İstanbul Valiliği Defterdarlık KHK İşlemleri İl Bürosu yazısında belirtilen hesaba ödendiğini, cari hesaptaki işlemlerin karşılığı olan faturaların istenildiğinde sunulabileceğini, … AŞ’nin 01/7/2016 tarihi ile en son yayını teslim ettiği 20/7/2017 tarihleri arasında teslim ettiği gazetelerin faturasını müvekkili şirkete ibraz etmediğini, bu tutarların faturasız olarak cari hesaba işlendiğini, müvekkili şirket tarafından yayın evine kesilen faturalardan son 40 adedinin yayın evi tarafından teslim alınmadığı için geri geldiğini davalı kurum tarafından da bu faturaların dikkate alınmadığının anlaşıldığını, ayrıca müvekkilince yayın evine 11/7/2016 tarihli 14/07/2016 tarihinde … kanalı ile yapılan ödemelerinde yayın evi tarafından kayıtlarına işlenmediğinin düşünüldüğünü belirterek müvekkili şirketin … AŞ ye dolayısıyla davalı kuruma borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davanın hatalı hasma yöneltildiğini, İstanbul Valiliğinin davada taraf ehliyetinin bulunmadığını, kapatılan kurumun bütün mal varlığı ile hazineye devrolduğunu, 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinin 1. fıkrasında yer alan düzenleme gereğince öncelikle husumet yönünden davanın reddinin gerektiğini ayrıca 675 sayılı KHK’nın 16.maddesinin 3.fıkrasında yer alan hüküm uyarınca dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, davacının işbu davayı hakkında dava ve icra takiplerini önlemek için açtığını ancak müvekkili tarafından açılacak bir eda davasında bu itirazların ileri sürülmesi mümkünken tespit davası açmakta hukuki yararı olmadığını beyan ederek davanın reddini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece; “Davacı vekili cevaba cevap dilekçesinde, davalının husumet itirazının doğru olmadığını, … izafeten İstanbul Valiliğinin husumetinin bulunduğunu belirterek bu iddiasında ısrar ettiği görülmüştür. 670 Sayılı KHK’nın 5.maddesinin 1.fıkrası gereğince, … AŞ’nin 27/7/2016 tarih 29783 sayılı Resmi Gazatede yayınlanan 668 Sayılı KHK ile olağanüstü hal kapsamında kapatılarak tüm mal varlığı Maliye Hazinesine devredilmiştir. Dolayısıyla, İstanbul Valiliğinin davalı sıfatı bulunmamaktadır. 675 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında bazı tedbirler alınması hakkındaki KHK ‘nin Dava ve takip usulü başlıklı,16.maddesinde , “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır. (2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır. (3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir. (4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz. ” denilmektedir. … AŞ nin mal varlığı kapatılması nedeniyle mali hazinesine intikal ettiğinden, davalının pasif husumet ehliyeti olmaması” gerekçesiyle, “1-Davalının pasif husumet ehliyeti olmaması nedeniyle davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine” dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili yasal süre içerisinde sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde özetle; Yerel Mahkeme davayı pasif husumet yokluğundan reddettiği kararında gerekçe olarak, 668 sayılı KHK ile olağanüstü hal kapsamında kapatılan şirketlerin malvarlıklarının Maliye Hazinesine devredilmiş olması sebebiyle İstanbul Valiliğinin davalı sıfatı bulunmadığını belirttikten sonra, 675 sayılı KHK’nin 16.maddesi ile 670 sayılı KHK’nin 5.maddelerini zikrettiğini, dolayısıyla red kararının HMK’nun 114.maddesi uyarınca mı, yoksa 675 sayılı KHK nin 16.maddesi ile 670 sayılı KHK’nin 5.maddesi uyarınca mı verilmiş olduğunun anlaşılamamakla birlikte her iki durumda da kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, İlgili KHK’lar ile kapatılan kurum ve kuruluşların malvarlığının Hazineye devredildiğini, Hazine’nin alacaklarını tahsil merciinin defterdarlıklar olduğunu, defterdarlıklar ise illerde, il teşkilatı içinde yer alan kurumlar olduğundan, il teşkilatının en üst makamı olan Valilik adına işlem yapılmış olması sebebiyle, davanın Valilik aleyhine açıldığını, Hazineye ait alacağın ödenmesi talep edilen 27/02/2018 tarih 34952 sayılı yazının İstanbul Valiliği tarafından gönderilmiş olmasının da bu durumun açık delili olduğunu, yani alacağın tahsilini isteyen makamın İstanbul Valiliği olduğunu, şayet İstanbul Valiliği bu davada hasım olamaz ise bu alacağın ödenmesini de talep edemeyeceğini, cari hesaptaki 555.828,28 TL’lik tutarın İstanbul Valiliği hesabına ödendiğini, davada İstanbul Valiliğinin hasım gösterilmesinde herhangi bir usul hatası bulunmadığını, Kabul anlamına gelmemek koşuluyla, davalı taraf konusunda hata yapılmış dahi olsa, Maliye Bakanlığı da, Valilik de kamu kurumu olup alacak bir kamu alacağına dönüşmüş durumda olduğundan, “temsilcide hata” olduğu kabul edilerek HGK’nun 21/03/1984 tarih ve 1981/4-1103 E., 1984/300 K. kararında belirtildiği üzere husumetin doğru kişiye yöneltilmesi için süre verilmesi gerekirken davanın reddinin isabetli olmadığını, Mahkemece 675 sayılı KHK’nın 16. maddesi uyarınca red kararı verilmiş ise de bu maddedeki dava ve takip yasağı, kapatılan kurum ve kuruluşlardan alacaklı olanların, bunlar aleyhine alacağın tahsili için icra takibi veya dava açılmasının önüne geçmek üzere düzenlendiğinden ve huzurdaki dava bir alacağın tahsili olmayıp, tam tersine menfi tespit istemine ilişkin olduğundan 675 sayılı KHK’nin 16/3. maddesindeki dava/takip yasağı kapsamında değerlendirilmeyeceğini belirterek kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında inceleme; 6100 sayılı HMK’nun 355.maddesi uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılmış, kamu düzenine aykırılık olup olmadığı ise re’sen gözetilmiş ayrıca HMK’nun 357. maddesindeki “İlk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunma istinafta dinlenemez ve istinafta yeni delillere dayanılamaz” kuralı nazara alınmıştır. Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde yukarıda yazılı gerekçelerle; davalının pasif husumet ehliyeti olmaması nedeniyle dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir. Uyuşmazlığın çözümlenmesinde öncelikle taraf ehliyeti, dava ehliyeti, dava takip yetkisi ve sıfat kavramları üzerinde durulması gerekmektedir. 6100 sayılı HMK’nun “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinde dava şartları tek tek sayılmış olup aynı Kanun’un “Dava Şartlarının İncelenmesi” başlıklı 115.maddesinde; “(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. (2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. (3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.” hükmüne yer verilmiştir. HMK’nun 114. maddesinde yer alan dava şartları, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve karar verilebilmesi için varlığı veya yokluğu mutlaka gerekli olan şartlardır. Dava şartları gerçekleşmeden davanın esası incelenemez. Bu nedenle davanın incelenip karara bağlanabilmesi, dava şartlarının varlığı yada yokluğuna bağlıdır. Hakim dava şartı eksikliğini kendiliğinden dikkate alır, tarafların bu konuda talepte bulunmasına gerek yoktur. (Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez / Prof. Dr. Oğuz Atalay / Prof. Dr Muhammet Özekes, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, sayfa 290). HMK’nun 114.maddesinde düzenlenen dava şartları mahkemeye, taraflara ve dava konusuna (müddeabihe) ilişkin olmak üzere, üçe ayrılır. Mahkemeye ilişkin dava şartları; “yargı hakkı, yargı yolu, görev, kesin yetki”, taraflara ilişkin dava şartları; “davada iki tarafın bulunması, taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davaya vekalet ehliyeti ve geçerli vekaletname, davayı takip yetkisi”, dava konusuna ilişkin dava şartları ise; “davacı tarafından gider avansının yatırılması, teminat gösterilmesine ilişkin kararın yerine getirilmesi, kesin hüküm bulunmaması, hukuki yarar (menfaat) bulunması, davanın derdest olmaması” olarak sıralanmaktadır. Yine HMK’nun 114/2 maddesinde ise diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümlerin saklı olduğu ifade edilmiştir. Taraf ehliyeti hukuki ilişkinin sujesi olabilme ehliyetidir. 6100 sayılı HMK’nun 50. maddesinde “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir.” şeklinde açıklanmıştır. Davada taraf ehliyetinden maksat bir davada davacı veya davalı olarak yer alabilme ehliyetidir. Bu kavram medeni hukuktaki hak ehliyetinin, medeni usul hukuku alanındaki uzantısını oluşturur (Tanrıver, S., Medeni Usul Hukuku, C.I, 2016, S.485). Kişinin taraf ehliyetinin bulunması, taraf olarak yer aldığı davasını yürütebilmesi için tek başına yeterli değildir; kişinin dava ehliyetine de sahip olması gerekir (Erişir, E., Medeni Usul Hukukunda Taraf Ehliyeti, 2007, S.57). Dava ehliyeti ise bir kişinin bizzat yada tayin edeceği temsilcisi aracılığı ile dava açabilmesi, davayla ilgili usul işlemleri yapabilmesi ve kendisine karşı dava açılması halinde hakkını koruyucu beyanlarda bulunabilme yani savunma yapabilme ehliyeti olarak tanımlanabilir ve HMK’nun 51. maddesinde “Dava ehliyeti, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir.” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre medeni hakları kullanma ehliyetine yani fiil ehliyetine sahip olanlar dava ehliyetine de sahiptirler. Dava takip yetkisi HMK’nun 53. maddesinde “Dava takip yetkisi, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Bu yetki, kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, maddi hukuktaki tasarruf yetkisine göre tayin edilir.” denilerek açıklanmıştır. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen kimseler taraf ve dava ehliyetine sahip olsalar bile, kendileri adına ve kendilerine karşı açılan davayı yürütebilmeleri ve esası hakkında hüküm alabilmeleri için dava konusu edilen talep bakımından dava takip yetkisine de sahip olmaları gereklidir. Taraf ve dava ehliyeti tarafların kişilikleriyle ilgili olmasına rağmen dava takip yetkisi dava konusuna ilişkindir (Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku, 15. Bası, 2017, C.I, S.593). Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve dava takip yetkisi 6100 sayılı HMK’nun 114.maddesinde dava şartları arasında düzenlenmiştir. Sıfat (husumet) ise davanın esasına yani maddi hukuka ilişkin bir kavram olup dava konusu talep bakımından kimin hak sahibi, kimin yükümlü olduğunu ifade eder. Davada davacı ve davalı olarak yer almakla taraf olarak gösterilenlerin maddi hukuk bakımından gerçekten bu niteliği taşıyıp taşımamaları tümüyle birbirinden farklı kavramlardır. Sıfat, tarafın bir özelliği olmadığı gibi usule ilişkin bir kavram da değildir. Aksine sıfat, davanın taraflarının ihtilaflı maddi hukuk ilişkisinin gerçek süjesi olup olmadığı ile ilgilidir (Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku, Prof. Dr.Hakan Pekcanıtez, Prof.Dr. Muhammet Özekes, Doç.Dr.Hülya Taş Korkmaz, Doç.Dr.Mine Akkan, C.I, s.607). Sıfat, nihai karar verildiğinde, davanın haklı veya haksız olduğunu ifade eder. Dava takip yetkisi ve sıfatın davadaki durumunu belirtmek bakımından, davanın yürütülmesi ve karara ulaşmasındaki sürecin dava takip yetkisini, bu sürecin sonunda maddi hukuka yönelik sonucun ise sıfatı karşıladığı söylenebilir (Pekcanıtez Usul, C.I, s.612) Bir subjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek olan kişi, o hakka uymakla yükümlü (borçlu) olan kişidir (davalı sıfatı, pasif husumet). Mesela, bir alacak davasında davalı olma sıfatı, o alacağın borçlusuna aittir. Alacak davası o alacağın borçlusundan başka bir (üçüncü) kişiye karşı açılırsa, (dava konusu alacağın mevcut olmadığından dolayı değil) davalının davalı (borçlu) sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan, husumetten) dolayı reddedilir (Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Prof. Dr. Baki Kuru, Av. Burak Aydın, C.I, s.332). Sıfat (husumet) yukarıda ifade edildiği gibi davanın esasına yani maddi hukuka ilişkin bir kavram olup dava şartı değildir. Mahkemece aktif yada pasif husumetin mevcut olup olmadığına ancak davanın esasının incelenmesine geçilerek karar verilebilir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile ilk derece yargılamasının beş temel aşamadan oluşması öngörülmüştür. Bunlar sırası ile; dilekçelerin karşılıklı verilmesi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hükümdür. HMK’nun 118 ila 136.maddelerinde “dilekçelerin karşılıklı verilmesi” aşaması ile dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin içeriği, dilekçelerin verilme zamanı ve zamanında verilmemesinin sonuçları, HMK’nun 137 ila 142.maddelerinde “ön inceleme” aşaması ile ön incelemenin kapsamı, yapılacak işlemler ve usulü, HMK’nun 143 ila 183.maddelerinde “tahkikat” aşamasının, HMK’nun 184 ila 186.maddelerinde “sözlü yargılama” aşamasının, HMK’nun 294 ila 303.maddeleri arasında “hüküm” aşamasının kapsamı ve usulü düzenlenmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda yargılamanın ilk kesiti, davanın açılması ile başlayan dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasıdır. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonraki aşama 6100 sayılı HMK’nun Dördüncü Bölümünde yer verilen ön inceleme aşamasıdır. Ön incelemenin amacı, tahkikat aşamasına geçmeden önce gerekli hazırlıkların yapılarak yargılamanın gereksiz yere uzamasını engellemek, tarafların yargılamada gerekli hazırlığı davanın başında yapmasını sağlamaktır. (Pekcanıtez H./Atalay O./Özekes M. Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Yetkin Yayınları, Ankara 2013, s.564,565,578). 6100 sayılı HMK’nun 137. maddesinde ön incelemenin kapsamı, 138. maddesinde ön inceleme aşamasında dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazlar hakkında verilecek kararlar, 139. maddesinde ön inceleme duruşmasına davet ve 140. maddesinde yapılması zorunlu olan ön inceleme duruşması düzenlenmiştir. 6100 sayılı HMK’nun ön incelemenin kapsamı başlıklı 137. maddesinde; dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, 138. madde dikkate alınarak, öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verileceği, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında mahkemenin kararını vermeden önce, gerektiği takdirde bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebileceği, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları kapsamında, uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyebileceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda, onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik edeceği ve bu hususların tutanağa geçirileceği belirtilmiştir. Bu açıklamalar nazara alındığında; dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşaması tamamlandıktan sonra, dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazların incelenerek bu konularda bir karar verilmesi mümkün ise de “sıfat” dava şartı olmayıp davanın esasına ilişkin olduğundan, mahkemenin pasif husumeti dava şartı olarak kabul etmesi hatalı olduğu gibi, dosya üzerinden yaptığı inceleme neticesinde karar verilmiş olması da hatalıdır. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 21/04/2021 tarihli 2020/1267 E. 2021/2476 K sayılı ilamında; “…Bir sübjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü kişinin kimler olduğu, eş söyleyişle bir davada davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu tamamen maddi hukuka göre belirlenir. Dolayısıyla, bir sübjektif hakka ilişkin davada davacı olma sıfatı o hakkın sahibine (aktif husumet) ait olup, bir sübjektif hak kendisinden istenebilecek olan kişi o hakka uymakla yükümlü olan kişidir (pasif husumet). Taraf sıfatının (husumetin) usul hukukunu ilgilendiren yönü ise, taraflardan birinin taraf sıfatına (husumet ehliyetine) sahip olmaması durumunda mahkemece dava konusu hakkın esasına ilişkin inceleme yapılıp karar verilememesi ve davanın sıfat (husumet) yokluğundan reddi yönünde verilen kararın, şüphesiz o davada taraf olarak gösterilmiş bulunan kişiler arasında kesin hüküm teşkil etmesidir. Bu haliyle taraf sıfatının (husumetin); medeni haklardan istifade (hak) ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişinin taraf olma ehliyetine sahip bulunduğu ilkesini barındıran ve maddi hukuktaki medeni haklardan istifade ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekil olan taraf ehliyeti ve bunun yanında, usul hukuku yönünden işlemlerde bulunmak ve usul haklarını bizatihi ya da yetkili bir temsilci aracılığıyla kullanabilme yeteneği olarak adlandırılan dava ehliyeti ile örtüşmediği, her birinin farklılık arz eden müesseseler olduğu açıktır. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler karşısında, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ön inceleme aşamasında, duruşma zarureti olmadan karar verilebilen hallerden olan ilk itirazlar (m.116) arasında taraf sıfatına (husumet) yer verilmediği belirgindir. Eş söyleyişle; ön inceleme aşamasında duruşma yapılmadan karar verilebilen dava şartları arasında taraf ve dava ehliyeti sınırlı olarak sayılmış olmasına karşın (m.114), taraf sıfatının (husumet) yer almadığı açıkça görülmektedir. Sonuç itibariyle; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda, bir davada taraf olarak gösterilenlerin, talep edilen sübjektif hakla bağlantılı olarak gerçekten taraf sıfatının (aktif ve pasif husumet ehliyetinin) bulunup bulunmadığına dair incelemenin duruşma yapılmadan ve taraflar usulüne uygun biçimde duruşmaya çağrılmadan yapılması ve evrak üzerinde karar verilmesine dair istisnai bir hüküm bulunmadığı kuşkusuzdur. Kanunda açıklık olmayan böyle bir durumda aslolan, duruşma ve yargılama yapılarak karar verilmesidir.” denilerek, taraf sıfatının duruşmada değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Açıklanan nedenlerle, mahkemece dava şartları yönünden dosya üzerinden yapılacak inceleme neticesinde karar verilmesi mümkün ise de davanın pasif husumet yokluğu gerekçesiyle reddedildiği, pasif husumet yani sıfatın ise yukarıda açıklandığı üzere dava şartı değil davanın esasına ilişkin olması nedeniyle dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde bu yönde bir karar verilemeyeceği, pasif husumetin öncelikle dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra, taraflar usulüne uygun olarak ön inceleme duruşmasına davet edilerek, duruşmada değerlendirmesi gerektiği anlaşılmakla, davacı vekilinin sair istinaf itirazları incelenmeksizin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK 353/1.a.6 maddesi gereğince kaldırılmasına, dairemizin kararına uygun şekilde yargılama yapıldıktan sonra yeniden karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine iadesine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere; 1-Davacı tarafın istinaf başvurusunun KABULÜNE, 2-İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin, 2018/274 Esas, 2018/682 ve 01/06/2018 tarihli kararının HMK’nun 353/1a.6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, 3-Dosyanın, Dairemiz kararına uygun şekilde yargılama yapılamak ve yeniden bir karar verilmek üzere mahal Mahkemesine İadesine, 4-Harçlar Kanunu gereğince davacı tarafından yatırılan 98,10 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye GELİR KAYDINA, istinaf karar harcının talep halinde davacıya İADESİNE, 5-Davacının yapmış olduğu istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda dikkate alınmasına, 6-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 7-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine, Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362/1.g bendi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi.30/03/2022