Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi 2020/256 E. 2021/548 K. 18.05.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
45. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/256
KARAR NO: 2021/548
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2014/485 Esas
KARAR NO: 2018/27
KARAR TARİHİ: 18/01/2018
DAVA: ALACAK (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 18/05/2021
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesi ile; taraflar arasında 08/05/2012 tarihli sözleşmenin imzalandığını, yine aynı sözleşmenin davalı tarafça 04/01/2013 tarihinde feshedildiğini, belirtilen dönem içerisinde müvekkili tarafından davalıya Sosyal Medya Pazarlama Hizmeti verildiğini, hizmet bedeli olan 159.300,00-TL’lik faturanın Beyoğlu … Noterliğinin 30/01/2013 tarih, … yevmiye sayısı ile davalıya gönderildiğini, davalının bu faturaya itiraz ettiğini ve müvekkili tarafından verilen hizmetin sözleşmede yer almadığının belirtildiğini fakat hizmetin davalıya verilmeye devam ettiğini, davacının da bu hizmeti kabul ettiğini, verilen hizmete ilişkin tüm kayıtların saklı tutulduğunu, davalının hizmeti kabul etmesinin yanısıra hizmetin durdurulması yönünde de bir talimatının bulunmadığını, tüm bu nedenlerle 24/01/2013 tarih ve 204233 sıra nolu fatura bedelinin tahsilinin ” değeri belirsiz dava” şeklinde talep ettiğini belirterek davanın kabulü ile HMK 107. Maddesi uyarınca yargılama sırasında belirlenecek bedelin davalıdan tahsiline, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiş, belirsiz alacak davası olarak açtığı davada 1.000,00 TL miktar üzerinden harç yatırmıştır. Davacı vekilinin sunmuş olduğu 02/03/2015 tarihli ıslah dilekçesi ile belirsiz alacak dava şeklinde açtıkları davada alacak talebinin 140.715,00 TL yükselterek ıslah tarihinden itibaren ticari faize işletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davacı tarafça müvekkiline fatura gönderildiğini, böylece tam alacak miktarının belirlenmiş olduğunu, bu nedenle belirsiz alacak davasının açılmayacağını, dava konusu sözleşme feshedildiğinde müvekkili tarafından davacıya tüm alacaklarının ödendiğini, başkaca bir ödemenin bulunmadığını, davacı tarafça verilmeyen hizmetlerin de müvekkiline fatura edildiğini, fatura bedelinin fahiş olduğunu, davacının iyi niyetli davranmadığını, faturanın 12 aylık kesildiğini oysa önceki sözleşmelerde ödemelerin aylık yapıldığını belirterek davanın reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece, ” …Taraflar arasında imzalanan sözleşme kapsamları incelendiğinde; ilk sözleşmenin 9/2 bendinde sosyal medya hizmeti verilmesine ilişkin hüküm bulunmasına karşın, ikinci sözleşmede kreatif işler, web sitelerinin tasarımı, yapımı, bakımı ve güncellemeler, kampanyalar, danışmanlık hizmetleri, eğitim hizmetleri, banner ve reklam verilerinin alınması ve takibi hizmetlerinin yer aldığı, sosyal medya hizmeti verilmesine ilişkin hükmün sözleşme kapsamından çıkartılmış olduğu ancak davacının bu hizmeti, ikinci sözleşme süresi içerisinde de verdiği ve davalının hizmeti almaya devam ettiği, davalı şirket sözleşmeyi feshettikten sonra tüm şifre ve yedekleri teslim alarak, sözleşme konusu işleri farklı firmalara devretmesine karşın, monitoring sistem ve sosyal medya hizmetleri ile ilgili hizmetleri davacı şirketten almaya devam ettiği gibi, davalı tarafından davacıya iş emirlerinin de gelmeye devam ettiği, bu hususun bilirkişi kök raporunda yapılan yazışmaların belirlenmesi ile ayrıntılı olarak tespit edildiği, davalı şirketin 08/11/2012 tarihinde sosyal medya şifrelerini davacı şirketten teslim aldığı ve bu tarihe kadar taraflar arasında sözleşme olmamasına karşın davacının hizmet vermiş olduğu verilen hizmetin ise davalı tarafından kabul edildiği, yine davalı tarafından Ocak, Şubat, Mart 2012 tarihleri arasındaki faturaya itiraz etmeyerek hu faturanın 10/07/2012 tarihinde ödendiği tespit edilmiş olup, belirtilen tespitler karşısında her ne kadar taraflar arasında sosyal medya hizmeti verilmesi/alınması yönünde yazılı anlaşma yok ise de talep kapsamında davacı tarafından hizmetin verildiği anlaşılmakla ve bilirkişi incelemesi neticesinde davacının verilen hizmetler kapsamında davalıdan KDV dahil 140.715,00 TL alacaklı olduğu belirlenmiş olmakla, sunulan ıslah dilekçesi de dikkate alınarak davanın kabulüne” karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili yasal süresi içinde sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde; davacı tarafından, alacağın miktarı tam ve kesin olarak tespit edilip müvekkil şirkete fatura gönderilmiş olmasına rağmen belirsiz alacak davasi açılmış olup belirsiz alacak davasi açılamayacağına ilişkin itirazlarımız yerel mahkemece haksız ve hukuka aykırı bir şekilde reddedildiğini, Müvekkil şirket tarafından sözleşmenin fesih tarihi olan 8 Ocak 2013’ekadar doğmuş tüm alacaklar davacıya ödenmiş olup davacı şirketin hiçbir hak ve alacağı bulunmadığını, buna rağmen davacı, 08.05.2012 tarihli “Dijital Kreatif Hizmetler Ajans Sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle vermediği hizmetlere ait 2013 yılı ocak ve şubat ayına ilişkin “aylık ajans hizmet bedeli” adı altında müvekkile şirkete fatura gönderildiğini, tarafımızca bu faturalar iade edildiği gibi bunun yanında davacı tarafından davaya konu 159.300,00 TL fatura gönderildiğini, müvekkil şirketçe faturaya kaynak teşkil eden “sosyal medya pazarlama hizmeti” nin Dijital Kreatif Hizmetler Ajans Sözleşmesi kapsamında olmadığından bahisle söz konusu faturaya itiraz edilerek iade edildiğini, kaldı ki davacı şirkete daha önceki hizmetlerinde müvekkil şirket tarafından aylık olarak ödemeler yapıldığını, sözleşmenin feshedilmesi üzerine davacı, verdiğini iddia ettiği sosyal medya pazarlama hizmeti için nedense aylık dönemleri kapsayacak şekilde fatura kesmeyerek 12 ayın bedelini tek faturada talep ettiğini, sadece bu husus bile davacının taleplerinde haksız ve kötü niyetli olduğunun açık bir göstergesi olduğunu, Davacı tarafından dosyaya sadece elektronik postalar delil olarak sunulduğunu, e-postalar kesin delil niteliğinde olmadığından ve davacı başkaca delil sunamadığından davasını ispatlayamadığını, e-postaların gmailde tutulduğundan bahisle gerçek olduğu yönündeki tespit hatalı bir değerlendirme olduğunu, maillerin gmail’de tutuluyor olması e-postaların yüzde yüz gerçek olduğu anlamına gelmemekte olup bu kapsamda e mailler tek başına davanın kabulüne yeterli delil olarak sayılamayacağını, Her ne kadar yerel mahkeme kararında ocak, şubat, mart 2012 tarihli faturalara itiraz edilmediği beyan edilse de söz konusu faturalar kreatif hizmet bedeline ilişkin olup dava konusu ile ilgili olmadığını, Davacının iddialarım kabul anlamina gelmemek kaydıyla velev ki beliritldiği şekilde bir hizmetin varlığı halinde bile bu hizmetin tam ve gereği gibi ifa edilip edilmediğinin incelenmesi gerekirken bu hususta yerel mahkemenin hangi somut delile göre karar verdiği anlaşılamadığını, Zamanaşımı itirazının incelenmeden hukuka aykırı karar verildiğini, Davayı kabul anlamına gelmemek kaydıyla davacı dava dilekçesinde yasal faiz talep etmekle birlikte yerle mahkeme tarafından avans faizine hükmedildiğini, davacının talebi aşılarak avans faizi uygulanmasına karar verilmesi açıkça hukuka aykırı olup işbu açıdan da davanın reddi gerektiğini belirterek mahkeme kararının kaldırılmasını davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE GEREKÇE HMK’nın 355. ve 357. maddeleri gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususlarını da gözetilerek yapılan inceleme neticesinde; Dava, taraflar arasında hizmet ilişkisinden kaynaklanan hizmet bedeli alacağı istemine ilişkindir. 6100 sayılı Kanunun 107. Maddesi “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. Bu husus Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 20/01/2021 tarih 2020/4444 Esas 2021/1729 Karar sayılı ilamında “…6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır. Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225). Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir. Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir. 6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür. Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir. Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir” şeklinde ifade edilmiştir. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede; davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Somut olayda taraflar arasındaki ticari ilişkinin 01/01/2011 tarihinde yürürlüğe giren 31/12/2011 tarihe kadar geçerli, tarafların mutabakatı halinde sözleşme süresi bir yıl uzatılan 21/02/2011 tarihinde imzalanan İnteraktif Kreatif Hizmetler Ajans Sözleşmesi ile başladığı, 09/05/2012 tarihinde ikinci bir sözleşme imzalandığı, davalı tarafından 04/01/2013 tarihinde sözleşme tek taraflı feshedildiği, birinci sözleşmede sosyal medya hizmeti verilmesine ilişkinin ” …, Ajans’tan sosyal medya pazarlama hizmeti talep ettiği zaman bu iş için her bir kişi için aylık KDV hariç 3.750,00 TL ödeme yapacaktır” şeklindeki 9.2 maddesinin ikinci sözleşmeden çıkartıldığı, davacının sosyal medya hizmeti verdiği gerekçesiyle 3 kişi, 12 aylık kişi başı 3.750,00 TL’den hesaplanan KDV dahil toplam 159.300,00 TL tutarlı 24/01/2013 tarihli fatura düzenlendiği, taraflar arasında sosyal medya hizmeti verilmesine ilişkin bir sözleşme yapılmadığı dolayısıyla söz konusu hizmetin verilmediğinden bahisle faturaya davalı tarafça itiraz edildiği hususu dosya kapsamı ile sabittir. Uyuşmazlık birinci sözleşmede kararlaştırılan sosyal medya hizmetin, sözleşme sona erdikten sonra da verilip verilmediğine ilişkindir. Davacı taraf, birinci sözleşme sona ermesine rağmen hizmetin 12 ay boyunca 3 kişilik ekiple verilmeye devam ettiğini iddia ederek birinci sözleşmede kararlaştırılan bedel üzerinden alacak talebinde bulunmuştur. Görüldüğü üzere, davacı düzenlenmiş olduğu fatura ile kaç kişi ile ne kadar süre hizmet verildiğini, sözleşmede kararlaştırılan bedel üzerinden alacak miktarını açıkça belirtmiştir. Yukarıda Yargıtay kararında ifade edildiği gibi burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir. Bu nedenle davacı alacağı belirlenebilir alacak olması ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan davanın usûlden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur. Açıklanan tüm bu nedenlerle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile HMK 353/b-2 madde uyarınca davanın esası hakkında yeniden hüküm kurulmasına karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere; 1-Davalı tarafın istinaf başvurusunun HMK 353/1.b.2 maddesi uyarınca KABULÜ ile, İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/485 Esas, 2018/27 Karar sayılı ve 18/01/2018 tarihli kararının KALDIRILMASINA ve YENİDEN HÜKÜM TESİSİNE, 2-Davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı noksanlığından USULDEN REDDİNE, a-Alınması gerekli olan 59,30 TL ret karar harcının peşin alınan 24,30 TL ile 2.385,99 TL ıslah harcından mahsubu ile arta kalan 2.350,99 TL harcın karar kesinleştiğinden davacıya iadesine, c-Davacının yapmış olduğu yargılama giderlerinin kendi üzerine bırakılmasına, ç-Davalının yapmış olduğu tebligat posta giderinden oluşan 201,00 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, d-Davalı taraf vekille temsil olunduğundan karar tarihi itibariyle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesap ve taktir olunan 4.080,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, e-HMK’nun 333. Maddesi gereğince, karar kesinleştiğinde kalan gider avansının taraflara iadesine, İstinaf İncelemesi Yönünden; 3-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 98,10 TL istinaf başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 4-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL istinaf maktu karar harcının istinaf eden davalı tarafından peşin olarak yatırılan 2.403,46 TL harçtan mahsubu ile arta kalan 2.344,16 TL harcın karar kesinleştiğinde davalıya iadesine, 5- Davalı tarafça sarf edilen 157,40 TL istinaf harcı, 28,35 TL posta davetiye gideri olmak üzere toplam 185,75 TL istinaf yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilemesine, 6- İstinaf yargılaması duruşmasız yapıldığından vekalet ücreti hakkında karar verilmesine yer olmadığına, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nun 361.1 maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren iki hafta süre içerisinde Temyiz Kanun Yolu açık olmak üzere oy çokluğu ile karar verildi.18/05/2021
MUHALEFET ŞERHİ Dava, 08.05.2012 tarihli sözleşmeden kaynaklı fatura bedelinin davalıdan tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekilince sunulan dava dilekçesi ile; davacı ile davalı arasında imzalanan 08.05.2012 tarihli” Dijital Kreatif Hizmetler Ajans Sözleşmesi”nin davalı tarafça 04.01.2013 tarihinde feshedildiği , sözleşmenin imzalanmasından feshedilmesine kadar geçen süreçte davacı tarafça , davalıya dijital kreatif hizmetlerin yanı sıra ” Sosyal Medya Pazarlama Hizmeti ” de verildiği ve hizmet bedeli olarak 24.01.2013 tarih ve 204233 sıra no lu faturanın düzenlendiği ancak bedelinin ödenmediği gibi davalı tarafça hizmet sözleşmenin de inkar edildiği ve bu durumun M.K 2 maddesine aykırılık teşkil ettiği , iş bu nedenle fatura bedelinin tahsilinin ” değeri belirsiz dava ” şeklinde açıldığı belirtilmiştir. 6100 sayılı HMK nun 107. Maddesinde ;” Davanın Açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam bir kesin olarak belirleyebilmesini kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar yada değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir
(değişik :7251/m.7) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağı miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda ,hakim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek 2 haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, bir talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” hükmü yer almaktadır. Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 2017/1693 E., 2019/73 K.-2014/11148 E . 2014/17916 K. ve 2016/13916 E 2017/7878 K sayılı ilamlarında da; Mahkemenin , dava şartlarının mevcut olup olmadığını araştırarak dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar vereceği , ancak dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verilerek bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmezse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedeceği, (HMK 115/2) ve dava değerini belirlemesi ve tam dava açarak harcını buna göre ikmal etmesi için HMK’nın 120. maddesi gereğince davacı tarafa kesin süre verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği belirtilmektedir. Davaya konu somut olayda ; Davacı vekilince sunulan 02/03/2015 tarihli ıslah dilekçesi ile belirsiz alacak dava şeklinde açtıkları davada alacak talebinin 140.715,00 TL yükselterek ıslah tarihinden itibaren ticari faize işletilmesine karar verilmesini talep edilmiştir. Hukuki yarar her dava için temel şarttır. Eş deyişle; her davanın içerisinde hukuki yarar bulunmaktadır. Davacının , HMK 107 maddesi uyarınca belirsiz alacağa konu olmayan davasını , belirsiz alacak davası olarak açması halinde davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine dair karar verilmesi bir anlamda HMK hükümlerinin zorlanmasının teşkil edeceği anlamına gelir ki, bu durumda ise ; açılan dava niteliğinin herhangi bir sebeple farklı yorumlanması nedeniyle süre verilmeyerek iş bu usuli eksikliğin giderilmesi yoluna gidilmemesi , hukuki yararın ihlali sonucunu da doğurabilecektir. Aynı zamanda ”…Dava, belirsiz alacak davası olarak açılmakla birlikte HMK 107/1 maddesinde düzenlenen koşulların bulunmaması nedeniyle alacak belirli bulunduğundan, davanın belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün değil ise de, alacağının ödenmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkanı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki davayı açmakta hukuki yararı mevcuttur. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukuki yararı vardır. Zira davacı davalıdan olan alacağını talep etmektedir. Dava tarihi itibariyle belirli alacaklar içinde artık kısmi dava açılması mümkün hale geldiğine ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmasına, davanın kısmi dava olarak görülmesi için gerekli koşulların somut olayda bulunmasına göre, açılan davada hukuki yarar bulunmadığına ilişkin bölge Adliye Mahkemesi kararında isabet bulunmamaktadır. Bu yöndeki kabulün T.C. Anayasası’nın 141 ve 6100 sayılı HMK 30. maddesinde düzenlenen davaların en az giderle ve mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını öngören “usul ekonomisi” ilkesine de uygun olacağı, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alman hak arama özgürlüğüne ve mahkemeye erişim hakkına da hizmet edeceği açıktır. Yukarıdaki açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği konusuna dönecek olursak; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz. (HGK 16.05.2019 gün E: 2016/22-/1166-K: 2019/576 sayı)” belirtilmektedir. Bu haliyle yukarıdaki bilgiler birlikte değerlendirildiğinde; davacının açılan dava da hukuki yararı bulunduğunun kabulü gerekeceği ve dava değerini belirlemesi ve tam dava açarak harcını buna göre ikmal etmesi için HMK’nın 120. maddesi gereğince davacı tarafa kesin süre verilmesi yoluna gidilmemesi halinde dahi, HGK 16.05.2019 gün E: 2016/22-/1166-K: 2019/576 sayılı ilamında belirtildiği üzere, alacağın tartışmasız veya belirli olması hâlinde kısmi dava açılamayacağına ilişkin 6100 sayılı HMK’nın 109’uncu maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olmasından ( mülga :6644/m.4) dolayı belirli alacaklar için de artık kısmi dava açılması mümkün hâle geldiğine ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmasına başka bir anlatımla davanın kısmi dava olarak görülmesi için gerekli koşulların somut olayda bulunmasına göre, mahkemece dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmeyerek bir ara kararı ile kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılması gerektiğinin gözden kaçırılmaması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir.