Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi 2020/2220 E. 2021/1410 K. 29.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
45. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/2220
KARAR NO: 2021/1410
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2019/669 Esas
KARAR NO: 2020/355
KARAR TARİHİ: 08/07/2020
DAVA: Sıra Cetveline İtiraz (İflas Tasfiyesinde Düzenlenen Sıra Cetveline Yönelik Kayıt Kabul Ve Terkin Talebi (İİK 235)
KARAR TARİHİ: 29/12/2021
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacılar vekili dava dilekçesi ile; müvekkili … A.Ş ile …A.Ş arasında ticari ilişki bulunduğunu, iş bu ticari ilişkiden doğan bakiye 3.335.618,09 TL müvekkili alacağının İstanbul Anadolu … İcra ve İflas müdürlüğünün … iflas sayılı dosyasından masaya kayıt ve kabulü için talepte bulunduklarını ancak bu talebin iflas idare memurluğunun 04.11.2019 tarihli kararı ile ” müflis şirket yetkilisinin beyanı ve mübrez vesaike göre, talep edilen 3.335.618,09 TL’sinin 2.583.467,20 TL’Lik kısmının tahsilde tekerrür olmamak üzere kabulüne ve 4.sıraya kaydına, haksız faiz uygulaması nedeniyle 752.150,89 TL’sinin reddine” şeklinde kararı ile kısmen reddedildiğini, diğer davacı davacı … Sigorta A.Ş kredi risk sigortası alanında faaliyet gösteren bir şirket olup, sigortalamış olduğu … A.Ş alacağından kanuni halefiyet hükümleri gereğince doğan 3.015.753,28 TL alacağının İstanbul Anadolu … İcra ve İflas Müdürlüğünün … iflas sayılı dosyasından masaya kayıt ve kabulü için talepte bulunduklarını iş bu talebin iflas idare memurluğunun 04.11.2019 tarihli kararı ile ” müflis şirket yetkilisinin beyanı ve mübrez vesaike göre, talep edilen 3.015.753,28 TL’sı ile ilgili sorumluluğun doğup doğmadığı, ödemelerin yapılıp yapılmadığı, faiz durumu yargı denetimini gerektirir nitelikte olduğundan tümüyle reddine ” şeklinde kararı reddedildiğini belirterek … A.Ş adına kaydı talep edilen ve asıl alacağın iflas tarihi itibariyle faiz alacağını oluşturan ve redde konu olan 752.150,89 TL alacak tutarının … A.Ş adına kaydı iflas masasına kayıt ve kabulüne, … Sigorta A.Ş adına kaydı talep edilen 450.000,00 USD asıl alacak + 84.045,21 USD faiz olmak üzere toplam 534.045,21 USD 3.015.753,28 TL iflas tarihi itibariyle toplam alacak tutarının ( 1 USD = 5.6470 TL iflas tarihindeki TCMB USD efektif satış kuru ) … Sigorta A.Ş adına iflas masasına kayıt ve kabulüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı iflas idaresi cevap dilekçesi sunmamış, duruşmaya da katılmamıştır.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece, ” kayıt kabul davası açılmadan önce zorunlu arabuluculuğa başvurulmasının bir şartı olmadığı ve iflas idaresinin arabuluculuğa katılma yetkisinin bulunmadığı anlaşılmakla; davacıların bu sebeple tebliğden itibaren 15 gün içinde iflasa karar verilen yerdeki ticaret mahkemesine dava açması mecbur olduğu, somut o uyuşmazlıkta; depo gideri depo eden davacı şirketler vekiline masa red kararı 13.11.2019 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen İİK 235/1 madde hükümlerinde belirtilen 15 günlük süre geçirildikten sonra 20.12.2019 tarihinde dava açılmış bulunduğundan her iki davacı yönünden süresinde açılmayan davanın usulden reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur ” karar verilmiştir
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili yasal süresi içinde sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde;İflas idaresi memurluğunun red kararları 13.11.2019 tarihinde tarafımıza tebliğ edildiğini, 25.11.2019 tarihinde tarafımızca zorunlu arabuluculuk yoluna başvurulmuş olup, taraflar arasında anlaşma sağlanamadığı yönünde son tutanak düzenlendiğini, 20.12.2019 tarihinde ise süresi içinde müvekkiller adına İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/669 Esas sayılı dosyasında kayıt kabul davası açıldığını, mahkemenin hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesi ile usulden reddi kararı hatalı olduğunu,uygulamada kayıt kabul davasının arabuluculuğa tabii olup olmadığı ile alakalı gerek davaya başvurumuz esnasında gerek ise bugün dahi çelişkili kararlar, farklı istinaf ve yerel mahkemelerden farklı kararlar çıkmakta olup, konu ile ilgili yeknesak bir görüş / içtihat oluşmadığını, İflas idaresi memurlarının arabuluculuk görüşmelerine katılmaya yetkisi olduğu gibi dava açılmadan evvel arabuluculuk kanun yolunun tercih edilmesi de masa menfaatine olduğunu belirterek mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE GEREKÇE: HMK’nın 355. ve 357. maddeleri gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususlarını da gözetilerek yapılan inceleme neticesinde; Dava, İİK.’nun 235. maddesine göre, alacağın iflas masasına kayıt ve kabul istemine ilişkindir. İİK 235. maddede, sıra cetveline itiraz edenlerin, cetvelin ilanından itibaren 15 gün içinde iflasa karar verilen yerdeki ticaret mahkemesine dava açmaya mecbur oldukları, 223’üncü maddenin üçüncü fıkrası hükmünün mahfuz olduğu belirtilmiştir. Maddede düzenlendiği üzere, sıra cetveline itiraz davası açma süresi 15 gündür. Süre, sıra cetvelinin ilanından itibaren başlar. İİK 166. maddedeki gazetelerde yapılan ilanlardan en son ilan tarihinden itibaren işlemeye başlar. İflas masasına alacak yazdırırken, tebligatı kabulü elverişli adres gösterilerek, Adalet Bakanlığınca çıkarılan tarifede gösterilen yazı ve tebliğ giderlerini avans olarak vermek suretiyle, İflas idaresince alınacak kararların kendisine tebliğ edilmesini istemiş olan alacaklılara, alacaklarının kabul veya ret edildiği ayrıca tebliğ edilir (İİK 223. M). Bu alacaklılar için sıra cetveline itiraz davası açma süresi, sıra cetvelinin ilanından itibaren değil, bu tebligatın yapıldığı tarihten itibaren işlemeye başlar. Öncelikli iflas sıra cetveline itiraz davasının dava şartı arabuluculuk kapsamında olup olmadığı değerlendirmek gerekir. 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu, 07.06.2012 tarihinde kabul edilerek, 22.06.2012 tarihli Resmî Gazetede yayımlanmıştır. Kanunun amacı ve kapsamı 1. maddede, hukuk uyuşmazlıklarının arabuluculuk yoluyla çözümlenmesinde uygulanacak usul ve esasları düzenlemek olarak ifade edilmiş, 2. fıkrada ise, bu kanunun yabancılık unsuru taşıyanlar da dahil olmak üzere ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş ve işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde uygulanacağı, aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıkların arabuluculuğa elverişli olmadığı belirtilmiştir. Yasanın, ikinci bölümünde “ Arabuluculuğa İlişkin Temel İlkeler “ üst başlığı altında, “3” . maddede “ İradi olma ve eşitlik “ başlığı ile, tarafların, arabuluculuğa başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya bu süreçten vazgeçmek konusunda serbest oldukları, dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin 18/A madde hükmünün saklı olduğu ifade edilmiştir. Yasanın 18/A bendinin başlığı, “ Dava şartı olarak arabuluculuk” tur. İlk fıkrada, ilgili kanunlarda arabuluculuğa başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine uygulanması gereken hükümlerin devam eden fıkralarda düzenlendiği vurgulanmış, 2. fıkranın son cümlesinde ise, arabuluculuğa başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması halinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usülden red kararı verileceğine yer verilmiştir. Söz konusu yasal düzenleme, 06.12.2018 tarihinde kabul edilerek, 19 Aralık 2018 tarihli Resmî Gazetede yayımlanmıştır. Yasal düzenleme, 7155 sayılı “Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun “ un 23. maddesi ile getirilmiştir. Aynı yasanın 20. maddesinde ise, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunun 5. maddesinden sonra gelmek üzere “3.Dava şartı olarak arabuluculuk “ maddesinin eklendiği belirtilmiştir. 6102 sayılı TTK ‘nın 5/ A maddesinde, bu kanunun 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiştir. Somut olayda dava bir alacak ya da tazminat davası olmayıp masaya kayıt davasıdır. Kayıt kabul davaları alacağın iflas masasına kaydı istemine ilişkin olup, belirli bir miktarın tahsiline yönelik olmadığından, alacağın iflas masasına kaydına karar verilmekle yetinilir. Alacağın ödenmesi ancak tasfiye sonunda masa mevcudunun sıra cetveline uygun biçimde dağıtımı aşamasında gerçekleşir ve alacakların tam olarak ödenip ödenmeyeceği ancak bu aşamada anlaşılabilir. Nitekim doktrinde de sıra cetveline itiraz davasının, iflas idaresi tarafından düzenlenen sıra cetveline karşı tanınmış bir kanun yolu olduğu ve yalnızca sıra cetvelinin düzeltilmesi amacını taşıdığı; bu dava ile alacaklının, iflas idaresinin bir alacağı kabulü veya reddi, miktarı ve sırası ile sınırlı bir aynî hakkın mevcudiyeti ve mahiyeti hakkında vermiş olduğu kararın doğru olmadığını ileri sürerek, iflas alacaklılarından birinin maddî hukuka uygun bir şekilde garameye dâhil edilip edilmemesini talep ettiği kabul edilmektedir. Bu dava ile güdülen amaç, alacak hakkında kesin hüküm oluşturacak bir karar verilmesi olmayıp, sadece ortak borçlunun (müflisin) aktiflerinin paraya çevrilmesi sonucu elde edilen paranın dağıtımında alacaklının hangi ölçüde dikkate alınacağıdır. Davanın kabul edilmesi belirli bir para alacağının tahsilini değil sadece sıra cetvelinin düzeltilmesi sonucunu doğurur. (Ankara 23. Hukuk Dairesi’nin 04/03/2020 tarih 2020/416 Esas 2020/464 Karar sayılı ilamında atıf yapılan, Hunkeler/Sprecher: Kurzkommentar, 2. Bası, Basel 2014, m.250, kn.1). Yargıtay uygulaması da aynı yönde olup, bu tür davaların maddi hukuk ilişkilerine etkisi olan bir takip hukuku davası olduğu, alacaklı ile borçlu arasında geçen gerçek anlamda bir eda davası olmadığı, dava sonunda verilen hükmün, yalnız derdest iflas davası bakımından, alacağın müflisin aktifinin paylaştırılmasında hesaba katılıp katılmayacağı veya ne miktarda sıra cetveline dahil edileceğini belirlediği, davanın bu niteliği gereği alacak davalarından farklı olarak, alacak tutarı üzerinden nispi harç ve vekalet ücretine değil maktu harç ve vekalet ücretine hükmedileceği ilkesi benimsenmiştir.(Yargıtay 11. HD.’nin 08.02.1988 T., 1987/5894 E., 1988/605 K. sayılı kararı.) Benzer yönde 11. HD. 08.02.1988 T., 1987/5895 E., 1988/606 K.; 11. HD. 01.02.1988 T., 1987/7817 E., 1988/424 K.; 11. HD. 03.02.1988 T., 1987/7982 E., 1988/525 K. sayılı kararlar da mevcuttur. (Doç. Dr. Yavuz N. OKÇUOĞLU.Yargıtay Kararları ve Karşıoylarım. Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü-1991. Sayfa 431 ve 432) Öte yandan, İcra ve İflâs Kanunu’nun 226’ncı maddesine göre; iflas idaresi masanın yasal temsilcisi olup bu temsil yetkisi, masanın menfaatlerinin gözetilmesi ve tasfiye ile sınırlıdır. İflas idaresi, davayı organ olarak takip ettiği için, dava ile ilgili bütün işlemleri yapabilir. Yani, bütün özel yetkilere (karş: HMK. m.74) sahiptir. Ancak, İcra ve İflas Kanunu sıra cetvelinin nasıl düzenleceği hususunda hükümler sevk etmiştir. İflas idaresi bu hükümlere uymak zorundadır. Bu itibarla, iflas idaresinin sulh ve tahkim yetkisi sınırlandırılmıştır (İİK. m. 226/II). Şöyle ki; iflas idaresi, belli bir miktara kadar olan alacaklar (mal varlığı hakları) hakkında, doğrudan doğruya sulh olabilir ve tahkim (sözleşmesi) yapabilir. İflas idaresinin belli bir miktardan fazla alacaklar hakkında sulh olabilmesi veya tahkim (sözleşmesi) yapabilmesi için, ikinci alacaklılar toplanması tarafından, iflas idaresine bu konuda özel bir yetki verilmiş olması gerekmektedir (İİK. m. 226/II). Bu hükümde sadece sulhtan söz edilmekte ise de; kabul (HMK. M. 308 ) ve feragat (HMK. m. 307) bakımından da, iflas idaresinin yetkisinin sulhtaki gibi (belli bir miktar ile) sınırlı olduğu sonucuna varılmalıdır (Prof. Dr. … İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2. Baskı, 2013, s: 1303-1305); bu tasarruflar ikinci alacaklılar toplantısının kararını istihsal etmek zorundadır. Diğer yandan kayıt kabul davası sonunda verilecek hükmün sonucu sadece davacı alacaklı ile müflis borçlunun haklarını etkilemeyip, masada kayıtlı olan veya olacak olan ve işbu davanın tarafı da olmayan dava dışı alacaklı 3. kişilerin de haklarını etkileyeceğinden arabuluculuk görüşmeleri sonunda yapılacak anlaşmada yine dava dışı işbu 3. Kişi alacaklıların maddi hukuktan kaynaklanan hak ve alacaklarını yani masadaki paylarını doğrudan etkileyecektir. Açıklanan nedenlerle kayıt kabul davası, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerini içermediğinden, kayıt kabul davası açılmadan önce zorunlu arabuluculuğa başvurulması yönünde bir dava şartı bulunmadığı gibi iflas idaresinin de arabuluculuk görüşmesine katılma yetkisi de bulunmamaktadır. Ne var ki, bir çok mahkeme tarafından yasanın farklı yorumlanması neticesinde bu konuda farklı kararlar çıktığı ve buna dair çelişkilerin giderilmediği de bir gerçektir. 6102 sayılı TTK ‘nın 5/A maddesinde düzenlenen “Dava Şartı Olarak Arabuluculuk”, … sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun’un 20. maddesi ile düzenlenmiş ve aynı yasanın 26/1-a bendi gereğince 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Açılan kayıt kabul davası ise, henüz bir yıl geçmeden yani uygulamanın henüz yeni başladığı bir dönemde açılmıştır.Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesinde; hak arama hürriyetine yer verilmiştir. Maddede, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, hiçbir mahkemenin, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin birçok emsal kararında, 36.maddenin ihlali, mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak kabul edilmiştir. Yukarıda ifade edildiği üzere, farklı uygulamalar neticesinde, dava açılmadan önce arabuluculuğa başvuranlar yönünden, mahkemeye erişim hakkının ihlali gibi bir sonuçla karşılaşmamak ve hak kaybının önüne geçilmesi açısından, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu kapsamında sürelerin değerlendirilmesi isabetli ve hakkaniyetli olacaktır. 6325 Sayılı Yasanın “Arabuluculuk sürecinin başlaması ve sürelere etkisi” başlıklı 16.madde ise; ” Arabuluculuk süreci, dava açılmadan önce arabulucuya başvuru hâlinde, tarafların ilk toplantıya davet edilmeleri ve taraflarla arabulucu arasında sürecin devam ettirilmesi konusunda anlaşmaya varılıp bu durumun bir tutanakla belgelendirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Dava açılmasından sonra arabulucuya başvuru hâlinde ise bu süreç, mahkemenin tarafları arabuluculuğa davetinin taraflarca kabul edilmesi veya tarafların arabulucuya başvurma konusunda anlaşmaya vardıklarını duruşma dışında mahkemeye yazılı olarak beyan ettikleri ya da duruşmada bu beyanlarının tutanağa geçirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar Arabuluculuk sürecinin başlamasından sona ermesine kadar geçirilen süre, zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz. “2 Haziran 2018 tarihli Resmî Gazetenin 30439 sayısında yayınlanan, “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliği “ nin 19/2. Fıkrasında, arabuluculuk sürecinin başlamasından sona ermesine kadar geçirilen sürenin zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmayacağı, yönetmeliğin ikinci bölümünde ise, dava şartı olarak arabuluculuk 22 vd maddelerde düzenlenmiştir. Yönetmeliğin 27. maddesinde ise, dava şartı olarak arabuluculuğun sürelere etkisi başlığı ile, “ Adliye arabuluculuk bürosuna başvurulmasından, son tutanağın düzenlendiği tarihe kadar geçen sürede uyuşmazlık konusu hususlarda zamanaşımı durur ve hak düşürücü süre işlemez “ ifadelerine yer verilmiştir 6098 sayılı TBK ‘nın 158. maddesinde ise, davanın reddinde ek süre düzenlenmiştir. Maddede, dava veya def’i, mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa alacaklının altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabileceği belirtilmiştir.Adalet Komisyonu değişiklik gerekçesinde, düzeltilmesi mümkün bir hata sebebiyle davanın usülden reddinde zamanaşımı için tanınan fırsatın hak düşürücü süre için dahi tanınmasının hem hakkın doğası ve hemde adil yargılama hakkının doğal gereği olması, ayrıca maddedeki ifade bütünlüğünün sağlanması amacıyla 158. maddenin kabul edildiği belirtilmiştir.Somut olayın niteliği gereği … sayılı yasanın öncelikle uygulanması uygun görülmüş olup dosya kapsamına göre, davacı … A.Ş’nin müflis masasına … kayıt numarası ile 3.335.618,09 TL, davacı … Sigorta A.Ş’nin … kayıt numarası ile 3.015.753,28 TL alacak kayıt talebinde bulunduğu, iflas idaresince tanzim olunan sıra cetvelinde davacı …şirketinin alacak kayıt talebinin 2.583.467,20 TL’lik kısmının kabul edilerek 4. Sıraya alınmasına, 752.150,89 TL’lik kısmın reddine, davacı … Sigorta şirketinin alacak talebinin tamamının reddine karar verildiği, tebliğ gideri depo edildiğinden sıra cetvelinin davacılar vekili Av. …’a 13/11/2019 tarihinde tebliğ edildiği, davacılar vekilinin müflis şirkete karşı arabuluculuğa başvurduğu, arabuluculuk sürecinin başlama tarihinin 25/11/2019, arabuluculuk sürecinin bittiği tarihin 11/12/2019 olduğu anlaşılmıştır. Davacının 18/A -15 fıkra uyarınca, arabuluculuğa başvuru tarihi belirli olmamakla birlikte, 25/11/2019 tarihinde arabulucuk süreci başlamıştır. Yasa gereğince son tutanağın düzenlendiği 11/12/2019 tarihine kadar hak düşürücü süre işlemeyecektir. Buna göre sıra cetvelinin tebliğ edildiği 13/11/2019 tarihinden itibaren, arabuluculuğa başvurulan ve son tutanağın düzenlendiği (25/11/2019 – 11/12/2019) dönemde sürenin durduğu gözetildiğinde davacının kayıt kabul davasını açtığı 20/12/2019 tarihi itibariyle 15 günlük yasal hak düşürücü sürenin dolduğu anlaşılmakla davacı vekilinin istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle ilk derece mahkemesinin kararı her ne kadar sonuç itibariyle doğru ise de arabuluculuğa başvurulması hak düşürücü süreyi kesmediğine ilişkinin gerekçenin yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde olmadığından davacı vekilinin istinaf başvurusunun gerekçe yönünden kabulü ile HMK’nın 353/1-b.2 bendi gereğince gerekçenin düzeltilmesi cihetine gidilerek ve usuli kazanılmış haklar gözetilerek yeniden hüküm tesis edilmesine karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere 1-Davacılar vekilinin istinaf başvurusunun HMK 355 maddesi uyarınca gerekçe yönünden KABULÜ İLE, HMK’ nın 353/1.b.2 bendi gereğince İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2019/669 Esas, 2020/355 Karar ve 08/07/2020 tarihli kararının KALDIRILMASINA ve YENİDEN HÜKÜM TESİSİNE, 2- Davanın hak düşürücü süreden sonra açılması nedeniyle REDDİNE, a-Her iki davacı yönünden alınması gereken toplam 108,80 TL maktu karar harcından dava açılırken peşin olarak yatırılan 44,40 TL’nin mahsubu ile bakiye kalan 64,40 TL karar harcının davacılardan tahsili ile hazineye irat kaydına b-Davacılar tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, c-Davalı tarafından yargılama gideri yapılmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, d-Taraflarca yatırılan gider ve delil avanslarının karar kesinleştiğinde taraflara iadesine, İstinaf Giderleri Yönünden; 3-İstinaf başvurusunun kabul sebebine davacılarca yatırılan başvurma harcının Hazineye irat kaydına, istinaf karar harcının talep halinde davacılara iadesine, 4-İstinaf başvurusunun kabul sebebine göre istinaf yargılama giderlerinin davacılar üzerinde bırakılmasına, 5-İstinaf yargılaması duruşmasız yapıldığından vekalet ücreti hakkında karar verilmesine yer olmadığına,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 353 / 1-b/2 bendi ile aynı kanunun 361.1 maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren iki hafta süre içerisinde Temyiz Kanun Yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.