Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi 2020/2032 E. 2023/1531 K. 25.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
45. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/2032
KARAR NO: 2023/1531
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2014/1052 Esas
KARAR NO: 2020/83
KARAR TARİHİ: 05/02/2020
DAVA: Tazminat (Özel Sigorta Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 25/10/2023
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkil şirketin … markası altında otel işletmeciği işi ile iştigal ettiğini, davalı sigorta şirketi nezdinde 28.02.2013-2014 tarihleri arasını kapsayan turistik tesis paket sigorta poliçesi akdedildiğini, bu poliçe kapsamında, dahili su hasarı 2.000.000,00 TL sigorta bedeli ile teminat kapsamına alınarak, binaların dışındaki bahçıvan evi, garaj, su deposu, kömürlük gibi eklentiler ile binaların içlerinde veya üzerlerinde bulunan her çeşit sabit tesisat, asansör ve yürüyen merdivenler, yıldırımlık, televizyon anteni gibi binaya tamamlayan şeyler ile temeller ve istinat duvarlarının sigorta bedelinin kapsamı içinde olduğunun belirlendiğini, 18.07.2013 tarihinde, 2012 yılı sonunda yapılan otele ait 50 odalı ek binada koridor duvar kağıtlarında kabarma ve altlarında küflenmelerin meydana geldiğini ve söz konusu hasarın öğrenildikten 1 gün sonra yani 19.07.2013 tarihinde davalı sigorta şirketine ihbar edildiğini, davalı şirket eksperlerince hasarının nedeninin araştırıldığını ve … Ltd. Şti. tarafından düzenlenmiş bulunan 02.08.2014 tarihli kesin rapora dayanılarak; “…Odalardaki banyo duş giderlerinde eğim problemi olduğu, inşaat kusuru olduğu, zaman içerisinde kullanıldıkça açığa çıktığı ve hasarın meydana geldiği tespit edilmiştir. Yangın sigortası genel şartları A.4.4 maddesi gereği söz konusu hasar teminat kapsamı dışında kalmaktadır…” gerekçesiyle, rizikonun teminat dışında kaldığı, tazminat ödenmesinin mümkün olmadığının müvekkili şirkete bildirildiğini, ekspertiz raporunda belirtilen nedenlerin gerçeği yansıtmadığını, hasarın inşaat kusurundan kaynaklanmadığından, rizikonun teminat dışında bırakılmasının kabul edilemeyeceğini, binanın 2012 yıllarının sonlarında yaptırıldığını, hasarın meydana geldiği tarihin, binanın yapımından 1 sene sonraya, poliçenin akdedilmesinden 5 ay sonraya tekabül ettiğini, yeni yapılan bir binada 1 yıl sonra böyle bir hasarın meydana gelmesinin kesinlikle inşaat kusuru olarak değerlendirilemeyeceğini, iddiaya konu eğim probleminin çıplak gözle de tespit edilebilecek bir durum olduğunu, bu hususta davalı sigorta şirketi tarafından poliçeye herhangi bir şerh düşülmediğini, yapılan ekspertiz incelemesinin, davalı şirketle bağlantısı olan kişilerce gerçekleştirilmiş olması sebebiyle objektiflikten uzak bir rapor olduğunu, gerçeği yansıtmadığını, müvekkili şirketin zararının raporda belirtilen bedelden çok daha fazla olduğunu, bu sebeple bilirkişi marifetiyle hesaplanacak gerçek değerin belirlenmesi gerektiğini belirterek HMK 107. Maddesi uyarınca fazlaya ilişkin tüm talepler saklı kalmak üzere şimdilik 10.000,00 TL’nin ihbar tarihinden 45 gün sonrasında işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline ilişkin belirsiz alacak davası açmış, yargılama sırasında talep artırım dilekçesi sunarak tazminat talebini, bilirkişi raporuna göre hesaplanan 440.637,17 TL’ye artırmıştır.
CEVAP:Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davaya konu hasarın boyutu ve nedeninin tespiti açısından müvekkili şirketçe derhal eksper görevlendirildiğini, eksper tarafından yapılan incelemede;hasarın inşaat yapım aşamasındaki kusur nedeniyle oluştuğunun tespit edildiğinin rapor edildiğini, bu teknik değerlendirmeler ışığında, davacının hasar talebinin Yangın Sigortası Genel Şartlarının A.4.4. maddesi ve TTK 1453/2. maddesi hükümlerine göre reddedildiğini, hasarın inşaat sürecindeki ayıp nedeniyle oluştuğu ilgili mevzuat gereğince tarafsız olan ve delil niteliğine haiz rapor düzenleyebilen eksper raporu ile tespit edildiğini, müvekkili şirketin poliçenin ve hukukun kendisine yüklemiş olduğu her türlü sorumluluğu yerine getirdiğini, poliçe hükümlerine göre teminat kapsamında olmayan hasarın karşılanmasını içeren iş bu davanın reddi gerektiğini, binada hasara neden olan ayıbın gizli ayıp niteliğinde olduğunu, teknik incelemeyle dahi belli olmayan ancak zamanla ve kullanıma bağlı olarak meydana gelen bina kusuru için müvekkili şirketin sorumlu tutulmasının hakkaniyete aykırı olduğunu, su sızmasına bağlı kabarmaların binanın kullanımına bağlı olarak ihbardan birkaç ay önce başladığının davacı yetkililerince de ifade edildiğini, hal böyle iken, hasar için kurtarma ve zararı azaltıcı önlemleri almayan ve de zararı zamanında ihbar etmeyen davacı sigortalının TTK 1488. maddesi hükümlerine aykırı davrandığını, davayı kabul anlamına gelmemek kaydıyla, hükmedilecek tazminattan indirim yapılması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi talep etmiş, talep artırım dilekçesine karşı yasal süresinde sunmuş olduğu itiraz dilekçesinde artırılan kısım yönünden zamanaşımı definde bulunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece, ” Davalı taraf ıslah talebine karşı zamanaşımı def’inde bulunmuş ise de; bu dava belirsiz alacak davası olarak açılmış olup, davanın açılmasıyla zamanaşımı kesildiğinden, ıslahın zamanaşımı süresinde yapılmış olduğu kanaatine varılarak davalının bu savunmasına itibar edilmemiştir.Dahili su klozu kapsamı dışında kalan durumlar incelendiğinde, davaya konu olayın teminat dışı sayılan hallerden hiçbirine girmediği anlaşılmıştır.Teknik tespitlere göre davacının hasarlı yerlerin giderimi için yaptığı masraf kadri maruf bulunduğundan ıslah yoluyla artırılan miktar üzerinden davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosyamıza gönderilen hasar dosyası içerisinde yer alan ve davalı sigorta şirketinin davacıya göndermiş olduğu 22/08/2013 tarihli yazı cevabı ile hasarın teminat dışında kaldığı ve bu nedenle davacı tarafa tazminat ödenmeyeceği yönündeki bildirimi nazara alınarak temerrüdün bu tarihte gerçekleştiği kanaatine varılarak ” davanın ıslah edilmiş haliyle kabulü ile 440.637,17 TL tazminatın temerrüt tarihi olan 22.08.2013 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan alınarak, davacıya verilmesine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili yasal süresi içinde sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde; öncelikle davacının huzurdaki davayı belirsiz alacak davası şeklinde açmasında hukuki yarar mevcut olmadığını, işbu sebeple davanın reddedilmesi gerektiğini, Huzurdaki davanın kısmi dava olduğu gözetildiğinde, tazminata konu hasar 18.07.2013 tarihinde meydana gelmiş olup ıslah tarihi ise 02.10.2017 tarihi olduğu, bu nedenle 2 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu, Hasarın meydana geliş şekli ve meydana geldiği ilk tarih dikkate alındığında hasar sebebinin inşaat kusuru olduğu aşikar olup müvekkil şirket ayıp sebebiyle meydana gelen zarardan sorumlu olmadığını,İkrar anlamına gelmemek üzere, müvekkil şirketin tazminat ödeme yükümlülüğünün bulunduğu kabul edilse dahi, davacı taraf rizikoyu ağırlaştırmış olup, tazminattan indirim yapılması gerektiğini, zira hasarın meydana geldiği tarih ile ihbar tarihi arasında on aylık süre olduğunu, ayrıca poliçede eksik sigortaya ilişkin özel düzenleme yer almakta olduğundan eksik sigorta olup olmadığının incelenmesi gerektiğini, İkrar anlamına gelmemek üzere, bilirkişiler faturada yer alan tutarların doğruluğunu, bahse konu işlemlerin yapılmasının gerekip gerekmediğini incelemediğini, kaldı ki, yapılan harcamaların müvekkil şirket tarafından verilen teminatlar kapsamında olup olmadığı da irdelenmediğini, meydana gelen hasar nedeniyle yapılması gereken işlemlere raporda açıkça yer verilmemiş olmakla eksik incelemeye dayalı verilen kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE GEREKÇE HMK’nın 355. ve 357. maddeleri gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususlarını da gözetilerek yapılan inceleme neticesinde; Dava iş yeri paket sigorta poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Dosya kapsamına göre; davacıya ait Esenler/İstanbul adresinde bulunan … Otelin, davalı sigorta şirketi nezdinde 28.02.2013-2014 tarihleri arasını kapsayan turistik tesis paket sigorta poliçesi sigortalandığı, bina sigorta bedeli 12.500.000,00 TL olarak kararlaştırıldığı, otel katlarındaki duvar kağıtlarında kabarma ve allarında küflenmeler meydana geldiğinden bahisle uğranılan zararın tazmini için sigorta şirketine yapılan başvuruya olumsuz cevap verilmesi nedeniyle iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.02/08/2013 tarihli ekspertiz raporunda özetle ” Sigortalı işyerinde yapılan incelemede, otel olarak kullanılan binaya ek olarak 2012 yılı sonlarında 50 odalı yeni bina eklenmiş olduğu ve faaliyete başladığının belirlendiği, yaklaşık 10 ay civarında geçen süreç içerisinde tüm katlardaki koridor duvar kağıtlarında kabarma ve altlarında küflenme meydana geldiğinin görüldüğü, işyerindeki görevli teknik kişilerle görüşme yapıldığında, kabarmaların birkaç ay önce başladığı, nedenini anlayamadıkları için duvar altlarındaki kağıtların üzerine dekoratif süpürgelik gibi görünmek üzere halıfleks parçası yapıştırıldığı bilgisinin alındığı, ancak sızıntının kaynağının tespit edilerek durdurulmaması sonucu sızıntının devam etmesi nedeni ile kağıtlardaki kabarma ve küflenmenin devam ettiği, kağıtlar kaldırılarak incelendiğinde, tüm koridorları duvarlarında banyo arkasına ve altına denk gelen bölümlerde ağır su akma izleri / lekeleri bulunduğunun tespit edildiği, banyolarda kırım işlemi yapılarak incelendiğinde, özellikle duş giderlerinde bağlantı ve eğim sorunu tespit edildiği, bu nedenle 50 odaya ait tüm banyolardaki vitrifiyenin söküldüğü, banyo içinde zemin ve duvarlarda kaplı olan mermerlerin kaldırıldığının görüldüğü, kırılan banyolar incelendiğinde özellikle duş giderleri bölümlerinde mermer altındaki duvar ve zeminin nemli olduğunun tespit edildiği, yetkililer tarafından lavabo, klozet vb. bağlantılarda da sorun olması ihtimali ile tüm banyo duvar ve zeminlerinin kırılarak tüm tesisatların elden geçirildiği bilgisinin verildiği, Firma ilgilisi (…) Bey’e hasarın inşaat kusuru olduğu, zaman içerisinde kullanıldıkça açığa çıktığı, bu nedenle teminat dışında olduğunun ifade edildiği, bilirkişi tespiti yaptırarak inşaatı yapan firma ile arasındaki sözleşmeye istinaden talepte bulunması / dava açmasının tavsiye edildiği, sonuç olarak sigortalı … Tic. Ltd. Şti.’ne ait … otelinde meydana gelen dahili su hasarının sigorta poliçesi genel şartlarına göre teminat dış kaldığı görüş ve kanaatine varıldığı” belirtilmiştir.Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış olup mimar ve inşaat mühendisinden oluşan bilirkişilerden alınan kök ve ek raporda özetle; ” Dava konusu inşaatın yapımı sırasında öncelikle sıhhi tesisat ve kalorifer tesisatlarında duvar içinde(ankastre) yapım esnasında gerekli titizliğin gösterilmemesi nedeniyle bağlantı yerlerinde zamanla sızmalar olur ve duvarın yüzeyine işleyerek genel görüntülerini bozabileceği, bunun yanında ıslak hacimlerde duş gideri, yer süzgeçleri düzgün monte edilmezse zamanla suyun betona sızarak yüzeyin kabarmasına neden olacağı, sigorta şirketinin sigortalama işlerine başlamadan önce sigortalanacak yerin incelenmesi neticesinde sigortalama muamelesi yapılarak akdi sağlandığı, bu nedenle zamanla duvar içinde tesisatların kaçak yaparak dış yüzeylere sızana kadar tespiti mümkün olmadığından sigorta şirketi daha evvel görünmeyen yerlerin imalat hatası deyip ödeme dışında bırakamayacağı, yapımcı firma tarafından piyasadan alınan teklifler doğrultusunda yaptırılan imalatların fatura bedelleri ile birlikte dosyada sunulduğu, ayrıca resimlerle de tespitler yapıldığı, bilirkişi olarak yerinde tespit imkanımızın olmaması nedeniyle dosyasındaki fatura bedelleri esas alınarak fiyat tespitinin aynen değerlendirilmesi kanaatine ” varıldığı bildirilmiştir.Mahkemece, oluşan hasarın inşaat kusurundan meydana gelip gelmediği, hasar miktarı, giderim bedeli (malzeme ve işçilik bedeli) konusunda inşaat mühendisi ile sigorta uzmanından oluşan bilirkişilerden yeni bir rapor alınmış olup, bilirkişilerin sunmuş olduğu kök ve ek raporda özetle ” Mahallinde yapılan keşif ve inceleme sırasında hasar gördüğü belirtilen bina bölümlerinde davaya konu edilen duvar kağıdı kabarma, rutubet ve küflenmelerin bulunmadığı, keşif ve inceleme sırasında davacılar tarafından verilen bilgilerden davaya konu edilen hasarların çalışan bir otel olması nedeniyle kendileri tarafından giderildiği, bu kapsamda tüm koridor duvar kağıtlarının sökülerek alçı sıva ve boya yapıldığı, ıslanan ve küflenen halılarırı değiştirildiği ve keşif sırasında davaya konu edilen hasarların yerinde mevcut olmadığı ve giderilmiş bulunduğu görüldüğü, Bu durumda eksper tarafından yapılan tespitler ve sigortalı beyanları ile dosya kapsamına göre, meydana gelen hasarın 2 sebepten oluştuğu ; 1- Davaya konu edilen hasarların bina inşaatı bittikten ve otel açıldıktan yaklaşık 10 ay sonra duvarın iç bölümlerinde borularda meydana gelen su kaçakları nedeniyle oluşan rutubetin duvarın dışına vurması ve bina duvarlarında rutubet meydana getirmesi sonucu duvar kağıtlarında kabarma, alt bölümlerinde ise küflenme olabileceği, 2-Odalarda banyoların duş bölümlerinde yer süzgeçlerinde bulunan bağlantı sorunları sebebiyle oluşan sızıntıların söz konusu hasarları meydana getirebileceği kanaatine varıldığı, davalı sigorta şirketinin “duş giderlerinde bağlantı ve eğim sorunu tespit edildiği, hasarın inşaat yapım aşamasındaki kusur nedeniyle oluştuğunun tespit edildiği” şeklindeki savunması irdelendiğinde, bağlantı ve eğim sorunundan kaynaklanan zararların ortaya çıkması 10 ay gibi bir süreç almayacağı, derhal farkedileceği bu durumunda otel işletmesi için katlanılacak bir durum oluşturmayacağı,Bu itibarla; sigortalının anlatımlarından ve yerindeki tespitlerden kabarmaların tavana yakın bölgelerde dahi söz konusu olduğu, bu nedenle de özellikle koridorlarda duvar kağıtlarının tamamının söküldüğü ve duvarlara sıva boya yapıldığı belirtildiği, bu durum yerinde de tespit edildiği, bu tespitler karşısında hasarın sadece su gideri ve bağlantı hatalarından ortaya çıkan bir hasar olarak nitelendirilemeyeceği, duvar içinde su borusu geçen bölümlerde, boruların eklenti yerlerinde meydana gelen su kaçakları nedeniyle oluşan sızıntıların duvar içinde yürüyerek, binanın koridorlar dahil birçok bölgesinde kabarmaların ortaya çıkmasına neden olabileceği ihtimalinin daha olası olduğu yönünde kanaat oluştuğu, hasarın dahili su klozu kapsamında kaldığı ve davaya konu teminat dışı sayılan hallerin varlığına rastlanmadığı, Keşif sırasında mahalde oluşan hasarın sigortalı tarafından giderildiğinin görüldüğü, kullanılan malzeme ve yapılan tadilatlar dikkate alınarak, sunulan faturalar da değerlendirilmek suretiyle 440.637,21 TL hasar tespit edildiği, meydana gelen hasarın cins, miktar ve niteliği itibariyle serbest piyasa malzeme ve işçilik rayiçlerine göre söz konusu tutarın kadri maruf olduğu,Eksik sigorta yönünden; Bina teminatı üst başlığı altında binanın yeniden inşa bedelinin yanısıra, bina sabiti olan boya badana, kapı ve pencere camları ile alçı tavan, duvar kâğıdı, kartonpiyer, parke, banyo ve mutfak dolapları, lavabo ve klazet gibi dekorasyon kıymetleri bina sigorta bedelinin kapsamı içinde olup, bina yeniden inşa bedeli 4,418.400,00 TL olarak belirlenmesirle karşın poliçede verilen teminatın 12.500.000 TL, enflasyonlu değeri 12.739.726,03 TL olduğu görülmekle eksik sigorta bedeli tespit edilmediğinden herhangi bir proporsiyon hesaplaması yapılmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı” görüş ve kanaatine varıldığı bildirilmiştir.Somut olayda, hasarın oluş şekli ve nedenine ilişkin alınan bilirkişi raporları, gerekçeli, ayrıntılı ve denetime ve hüküm kurmaya elverişli olup, teknik bilirkişilerin raporunda ifade edildiği, davaya konu edilen hasarın bina duvarın iç bölümlerinde borularda meydana gelen su kaçakları nedeniyle oluşan rutubetin duvarın dışına vurması ve bina duvarlarında rutubet meydana getirmesi sonucu oluştuğu, poliçe kapsamındaki dahili su klozunda ” sigorta konusu bina içindeki, su depo ve sarnıçlarının, su borularının, kalorifer kazan, radyatör ve borularının, temiz veya pis su tesisatının patlaması, taşması, sızması, tıkanması, kırılması ve donmasının doğrudan sebep olduğu zararlar” teminat kapsamına alınmakla, meydana gelen hasarın dahili su klozu kapsamında tazminine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Davalı vekili diğer bir istinaf nedenleri olarak, eksik sigorta yapıldığını ve davacı tarafın rizikoyu ağırlaştırdığından tazminattan indirim yapılmasını ileri sürmüş ise de somut olayda eksik sigorta bulunmadığı, hükme esas alınan bilirkişi raporu ile belirlendiği, davacının geç ihbarda bulunduğu davalı tarafça ispatlanamadığı, sigortalının hasarın artması yönünde bir ihmal veya kusuru tespit edilemediğinden herhangi bir proporsiyon hesaplaması yapılması yahut kusur indirimine gidilmesini gerektirecek hukuki neden bulunmadığından davalı vekilinin bu yöndeki istinaf nedeni yerinde görülmemiştir. Davanın Belirsiz Alacak Davası Şeklinde Açılamayacağı ve Alacağın Zamanaşımına Uğradığı İtirazı Yönünden ; Belirsiz alacak davası 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesinde; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) (Değişik fıkra: 22.07.2020 – 7251 S.K./7. md) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde düzenlenmiştir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24/03/2022 tarihli 2019/11-220 E. 2022/376 K. sayılı ilamında; “…Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukukî yarar olmadığından söz edilemeyecek, alacağın istenmesinde hukukî yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.Bu açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği hususunda; talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukukî yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukukî yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukukî yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukukî yararı ortadan kaldırmaz.Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmi davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda mahkemece, açılmış olan dava, kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır…” gerekçesiyle belirsiz alacak davası olarak açılan ancak belirsiz alacak davasının koşulları bulunmayan davanın, koşulları mevcut ise kısmi dava olarak değerlendirilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. Bu husus Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 20/01/2021 tarih 2020/4444 Esas 2021/1729 Karar sayılı ilamında “…6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225). Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir. ” şeklinde ifade edilmiştir. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede; davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Somut olayda sigortalı iş yerinde meydana gelen hasarın tamamı dava tarihinden önce davacı sigortalı şirketi tarafından dava dışı şirketlerce giderildiği, hasar miktarı, dava dışı şirketlerce davacı sigortalı şirket adına düzenlenen faturalar ile sabit olduğu, dolayısıyla alacak miktarının belirlenebilir olduğu görülmüştür. Yukarıda Yargıtay kararında ifade edildiği gibi burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir. Görüldüğü üzere hasarın giderilmesi için yapılan masraf dava dışı firma tarafından düzenlenen fatura ile tespit edildiği, hasarın davacı tarafça ödeme yapılmak sureti karşılandığı, davacının hasarın giderilmesi için yaptığı masraf belirli olduğu, davacının alacağın miktar ve değerini tam ve kesin olarak belirleyebilme imkanı var iken belirsiz alacak davasının koşullarının bulunmadığı anlaşılmıştır. Ancak, davacı taleplerini belirsiz alacak davasına konu etmiş ise de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında da ifade edildiği gibi belirsiz alacak davasının koşulları oluşmadığı takdirde kısmi dava koşulları mevcut ise bu durumda davanın kısmi dava olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu itibarla davanın kısmı dava olarak açıldığı kabul edilerek davalı vekili, artırılan bedel yönünden yasal süresi içerisinde zamanaşmı definde bulunduğundan artırılan miktar yönünden alacağın zamanaşımına uğrayıp uğramadığının tespiti gerekmektedir.6102 Sayılı TTK’nın 1420. Maddesi ”(1) Sigorta sözleşmesinden doğan bütün istemler, alacağın muaccel olduğu tarihten başlayarak iki yıl ve 1482 nci madde hükmü saklı kalmak üzere, sigorta tazminatına ve sigorta bedeline ilişkin istemler her hâlde rizikonun gerçekleştiği tarihten itibaren altı yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. (2) Diğer kanunlardaki hükümler saklıdır.”1427. Maddesi ise ”… (2) Sigorta tazminatı veya bedeli, rizikonun gerçekleşmesini müteakip ve rizikoyla ilgili belgelerin sigortacıya verilmesinden sonra sigortacının edimine ilişkin araştırmaları bitince ve her hâlde 1446 ncı maddeye göre yapılacak ihbardan kırkbeş gün sonra muaccel olur. Can sigortaları için bu süre onbeş gündür. Sigortacıya yüklenemeyen bir kusurdan dolayı inceleme gecikmiş ise süre işlemez. … (4) Borç muaccel olunca, sigortacı ihtara gerek kalmaksızın temerrüde düşer.” hükmünü düzenlemiştir. Makine Kırılması Sigortası Genel Şartlarının 11/a maddesinde de hasar vukuunda sigortalının en geç 5 gün içinde sigortacıya ihbarda bulunacağı düzenlenmiştir. Somut olayda, rizikonun 18/07/2013 tarihinde gerçekleştiği, davalı sigorta şirketine 19/07/2013 tarihinde başvuru yapıldığı, davalı sigorta şirketince 02/08/2013 tarihli ekspertiz raporuna istinaden 22/08/2013 tarihli yazısından hasarın teminat kapsamında olmadığından talebin reddine karar verildiği, buna göre talebin, ihbardan itibaren 45 günlük süre içeresinde reddedildiği gözetilerek alacağın, talebin reddedildiği 22/08/2013 tarihinde muaccel olduğu, talep artırım dilekçesinin verildiği 03/10/2017 tarihi itibariyle artırılan talep miktarı yönünden iki yıllık zamanaşımı süresi dolduğundan artırılan miktar bakımından alacağın zamanaşımı nedeniyle talebin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.Açıklanan nedenlerle davalı vekilinin istinaf başvurusunun zamanaşımı zamanaşımı defi yönünden kabulü ile HMK 353/b-2 madde uyarınca davanın esası hakkında yeniden hüküm kurulmasına karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ İLE, İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/1052 E. 2020/83 K. sayılı ve 05/02/2020 tarihli kararının 6100 sayılı HMK’nun 353/1.b.2 bendi uyarınca KALDIRILMASINA ve YENİDEN HÜKÜM TESİSİNE,2-Davanın KISMEN KABUL KISMEN REDDİ ile;a- 10.000,00 TL’nin 22.08.2013 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle ile birlikte davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE, ıslah ile arttırılan kısmın zamanaşımı nedeniyle REDDİNE,b-Alınması gereken 683,10 TL karar ilam harcına karşılık peşin alınan 170,80 TL harç ile 03/10/2017 tarihinde ıslah harcı olarak alınan 7.355,00 TL harcın mahsubu ile arta kalan 6.842,70 TL’ nin karar kesinleştiğinde istemi halinde davacı tarafa iadesine,c-Davacı tarafından yatırılan peşin harçtan mahsup edilen 683,10 TL karar ilam harcının davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bunun haricinden davacı tarafından sarf edilen 29,00 TL başvurma ve vekalet harcı, 1.836,20 TL posta, tebligat gideri olmak üzere toplam 1.865,20 TL yargılama giderinden davanın kabul ve ret oranına göre hesaplanan 42,33 TL’sinin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE, bakiye kalan yargılama giderinin davacı üzerinde BIRAKILMASINA, ç-Davalı tarafından yapılan 4.000,00 TL bilirkişi giderinden davanın kabul ve ret oranına göre hesaplanan 3.909,10 TL’sinin davacıdan alınarak davalıya VERİLMESİNE, bakiye kalan yargılama giderinin davalı üzerinde BIRAKILMASINA,d-Davacı yargılama sırasında kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden kabul edilen miktar üzerinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’nin 13/2 maddesi uyarınca belirlenen 10.000,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE, e-Davalı yargılama sırasında kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden reddedilen miktar üzerinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT 13/3 maddesi uyarınca belirlenen 10.000,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya VERİLMESİNE, f-HMK 333 mad gereği karar kesinleşince, kullanılmayan gider avansından, tebliğ masrafı düşüldükten sonra kalan kısmın davacıya iadesine,
İstinaf Giderleri Yönünden;3-Davalı tarafından yatırılan başvurma harcının Hazineye irat kaydına,4-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 269,85 TL istinaf maktu karar harcının davalı tarafından yatırılan 7.524,98 TL harçtan mahsubu ile arta kalan 7.255,13 TL harcın karar kesinleştiğinden davalıya iadesine, 5-Davalı tarafça sarf edilen 418,45 TL istinaf harcı, 31,50 TL posta davetiye gideri olmak üzere toplam 449,95 TL istinaf yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilemesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 361/1. fıkrası gereğince kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde Yargıtay nezdinde temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.25/10/2023