Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi 2020/1975 E. 2023/1577 K. 01.11.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
45. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1975
KARAR NO: 2023/1577
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2017/356 Esas
KARAR NO: 2019/1325
KARAR TARİHİ: 10/12/2019
DAVA: Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 01/11/2023
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkili şirketin müşterilerinin bilişim ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitli bilişim ürünleri için satış ve danışmanlık hizmeti verdiğini, müvekkili şirket ile davalı şirket bulut hizmetlerinin sağlanması için karşılıklı görüşmelerde bulunduğunu, davalı şirketin talepleri ve ihtiyacı doğrultusunda müvekkili şirket tarafından “… Lisans Teklifi” gönderildiğini, davalı firma yetkilisi tarafından da söz konusu hizmeti satın almak istedikleri ve indirimli fiyattan yararlanmak istediklerini belirtilerek gereken işlemlerin yapılması için 25.05.2016 tarihinde sözleşmeye onay verdiklerini, müvekkili şirketin davalı şirketin onayı üzerine iş ortağı … Firması ile sözleşme imzalandığını ve ilgili ürünün satın alımı için gereken teknik ve idari işlemlerin yapıldığını, sunulan teklif metninde söz konusu ürünün lisans kullanım süresinin 3 yıl ve 3 yıllık hizmet sözleşmesi bedelinin 143,959,20-TL olduğunu, müvekkili şirketin söz konusu ürün lisansını tedarik ettiği … firmasına 3 yıllık hizmet bedelini ödemek zorunda olduğu gibi, davalı şirketin de ürün lisansının siparişi için verdiği onaya istinaden hizmet bedelinden sorumlu olduğunu, müvekkili şirketin sözleşme gereği üzerine düşen edimleri ifa ettiğini hizmetin sağlanması için gereken teknik ve idari işlemlerinin yaptığını, ilgili hizmet bedelininin ilk yılına ait 46.328,68-TL’yi iş ortağı … Firmasına ödediklerini ve davalı şirkete hizmetin verilmesi için gereken tüm işlemleri sağladığını, davalı tarafa da ürün ve danışmanlık bedeli olarak üç yıllık sözleşmenin ilk yıl bedeli olan 67.989,50-TL bedelli fatura kesilerek, ödeme talep ettiklerini, davalı tarafın ödeme yapmaktan kaçındığını, davalı şirkete 17.01.2017 tarihinde Beyoğlu …. Noterliği … yev. numarası ile 46.328,68-TL zararın ödenmesi için ihtar çekildiği, davalı şirketten herhangi bir cevap ya da ödeme alınamadığını açıklanan nedenlerle, 46.328,68-TL alacağın temerrüt tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP:Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davalı adına yazışmaları yürüttüğü anlaşılan …’in 07.10.2016 tarihinde müvekkili şirketten ayrıldığını, e mail hesabının şirketle ilişiğinin kesilmesine müteakiben kapatıldığını, uyuşmazlığa konu olaydan davacının müvekkili şirkete fatura göndermesiyle haberdar olduğunu, olayın detaylarına ilişkin yazışmaların ise davacı tarafından müvekkiline iletildiğini, dava dilekçesinde yer alan teklifin dosyada mübrez 25/05/2016 tarihli … teklifi konulu mailin eki olarak müvekkiline iletilip iletilmediği, şayet müvekkilince bir teklif iletilmişse dosyada mübrez teklif ile müvekkilince iletilen teklifin aynı olup olmadığının taraflarca anlaşılamadığını, müvekkili tarafından onaylandığı iddia edilen teklif metninin davacı tarafından, 25/05/2016 tarihinde gönderilen mailin eki olarak müvekkiline iletildiğinin ispatının gerektiğini, davacı tarafça müvekkiline gönderildiği iddia edilen teklif metninin taraflarca onaylanmadığını ayrıca müvekkiline verilen herhangi bir hizmetinde bulunmadığını, söz konusu ürünün lisans kullanım süresinin 3 yıl ve 3 yıllık hizmet bedelinin 143.959,20-TL olduğunu, ilgili hizmet bedelinin ilk yılına ait 46.328,68-TL’lik bir ödemeyi, aralarındaki bağlantıyı dahi ispat edemediği … firmasına ödediğini, ancak müvekkilinin hiçbir zaman kabulünde olmayan lisans ile asla sağlanmayan ve bedelinde mutabakata varılmadığı hususu davacınında kabulünde olan hizmet bedeline ilişkin 67.989,50TL’lik fatura kesildiğini, böylelikle faturanın taraflarca kabulü haliyle mümkün olmadığından davacı tarafından kesilen fatura 2 kez kendilerine iade edildiğini fakat zorla alacak yaratma niyetinde olan karşı tarafça 3. kez tanzim edilere tekrar müvekkiline gönderildiğini, onaylanmamış bir sözleşmeye dayanan verilmemiş bir hizmet bedelini haksız ve mesnetsiz olarak düzenlenen iş bu faturanın taraflarınca kabulünün mümkün olmadığını, davacı tarafından … firmasına ödendiği iddia edilen bedelin dahi ispata muhtaç olduğunu, açıklanan nedenlerle haksız ve mesnetsiz davanın reddine, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece, ” …Davacı ile davalı arasında yazılım lisansı ve danışmalık alınması hususunda görüşmeler yapıldığı, taraflar arasındaki email yazışmalarından ve bilirkişi raporundaki tespitlerinden anlaşıldığı üzere, davacı tarafından davalı şirketin onayı alınmadan fatura tanzim edildiği, davacı tarafından tanzim edilen faturanın davalının defterinde kayıtlı olmadığı, taraflar arasındaki yazışmalarda davacının çalışanı tarafından ısrarla imzalı kaşeli onay beklendiğinin beyan edilmesinden iletişim içinde olduğu şahsın yetkili olmadığını bildiği ve yetkili birinin onayına ihtiyaç duyduğunun anlaşıldığı, davacı tarafından davalı tarafın lisans alımı konusunda imzalı onayı olduğuna dair bir belge sunulmamış olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, taraflar arasında sözleşme kurulmadığı ve bu nedenle davacının davalıdan alacak talep edemeyeceği sonucuna varılmakla ” davanın reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili yasal süresi içinde sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde; davalı adına iletişim içerisinde olunan …’in yetkili olmadığına ilişkin tespit tamamen hatalı olup, davalı şirketin çalışanının yetkisiz olduğuna ilişkin bir itirazı olmamakla birlikte cevap dilekçesinde ikrarı da mevcut olduğunu, davalı şirket hiçbir beyanında yazışmaları yürüten çalışanın yetkili olmadığına ilişkin bir itirazda bulunmadığını, dahası, davalı şirketin cevap dilekçesinde, çalışanın yazışmalarını kabul ettiğine ilişkin ikrarı da bulunduğunu, davalı şirketin, sözleşme bedeli ve şartlar hususunun taraflarınca onaylanmadığını iddia ettiğini, ancak hiçbir şekilde yazışmaları yürüten … adlı çalışanın onay vermeye yetkili olmadığına ilişkin bir itirazı bulunmamasına rağmen yerel mahkemece bu yönde bir kanaat getirerek sözleşmenin kurulmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi hukuka aykırı olduğunu, müvekkil şirket tarafından tanzim edilen faturanın davalı şirketin defterinde kayıtlı olmadığına ilişkin tespit hatalı olduğunu, 25.09.2018 tarihli Bilirkişi Raporu’nda tarafların ticari defterleri incelenmiş olup, davalı şirketin faturayı kaydettiği, sonrasında iade faturası tanzim ettiğini, dosyada alınan bilirkişi raporlarında, bilirkişiler inceleme alanının dışına çıkarak hukuki yorumda bulunduğunu, ayrıca mevcut raporlar değerlendirildiğinde birbiri ile çelişki içerisinde olduğunu ileri sürmüştür.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE GEREKÇE HMK’nın 355. ve 357. maddeleri gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususlarını da gözetilerek yapılan inceleme neticesinde; Dava, satış ve hizmet ilişkisinden kaynaklanan faturaya dayalı alacağın tahsili istemine ilişkin olup uyuşmazlık; taraflar arasında geçerli bir sözleşme ilişkisi kurulup kurulmadığı, kurulması halinde davacının faturadan kaynaklı alacağı olup olmadığı, aksi durumda davacının, davalı firma adına yaptığı ürün aktivasyonundan dolayı uğradığı zarardan davalının sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.Dosya kapsamına göre; davacı şirket tarafından, davalı çalışanı …’e, davalı şirkete lisans hizmeti verilmesi konusunda 23.05.2016 tarihli e-mail ile teklifte bulunulduğu, davacı şirket ile davalı şirket çalışanı arasında bu hususta yazışmalar yapıldığı konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Davacı yan, davalı şirketin onayı ile sözleşme ilişkisinin kurulduğunu, davalının sözleşme kapsamındaki hizmeti almayı kabul ettiğini iddia etmiş, davalı yan ise henüz sözleşme ilişkisi kurulmadan davacının faturayı düzenlendiğini, davalı çalışanın …’in şirket yetkilisi olmadığından, çalışana gönderilen teklif metnin davacı şirketçe onaylanmadığını ve davalı şirkete verilen herhangi bir hizmet bulunmadığını savunmuştur.Somut olayda; davacı şirketin, teklifi sunduğu …’in davalı şirket yetkilisi olmadığı, sadece çalışanı olduğu konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. O halde öncelikle davacı şirket ile davalı çalışanı arasında geçerli bir sözleşme ilişkisi kurulup kurulmadığı, kurulması durumunda davalı şirketin sözleşmeye muvafakat verip vermediğinin tespiti gerekmektedir.Türk Borçlar Kanunu’nun 1. Maddesinde, sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamaları ile kurulacağı, irade açıklaması açık veya örtülü olabileceği, 2. Maddesinde, taraflar sözleşmenin esaslı noktalarında uyuşmuşlarsa, ikinci derecedeki noktalar üzerinde durulmamış olsa bile, sözleşme kurulmuş sayılacağı, ikinci derecedeki noktalarda uyuşulmazsa hakim, uyuşmazlığı işin özelliğine bakarak karara bağlayacağı düzenlenmiştir. Yasada ifade edildiği gibi iki taraf karşılıklı ve birbirine uygun surette iradelerini beyan ettiği ve sözleşmenin esaslı unsurları üzerinde anlaştıkları takdirde sözleşme tamamlanır ve taraflar kararlaştırdıkları şekilde edimlerini gereği gibi ifa borcu altına girerler. O halde, sözleşme iki taraflı bir hukuksal işlem olduğuna göre, sadece öneri şeklindeki irade açıklaması bunun kurulması için yeterli olmayacağı, diğer tarafın da buna uygun bir irade açıklamasına ihtiyaç bulunmaktadır. Açıklanan bu ikinci irade, kabul adını almaktadır. Kabul, öneriyi değiştirmeyen ve onunla uyum içinde bulunan irade açıklaması olduğuna göre, bir iradenin kabul sayılabilmesi için öneriyle tam bir uyum içinde olması, öneride bir değişiklik yapılmaması gerekir. “Öte yandan, Eski Borçlar Kanunun 6. Maddesinde açık kabulün gerekmediği kabul edilmiş ise de sözleşmenin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu’nun 6. maddesindeki ” Öneren, kanun veya işin özelliği ya da durumun gereği açık bir kabulü beklemek zorunda değilse, öneri uygun sürede reddedilmediği takdirde, sözleşme kurulmuş sayılacağı” düzenlenmesinden anlaşıldığı üzere sözleşmenin kurulabilmesini sağlayan kabulün kural olarak açık olması gerekmektedir. Bir başka ifadeyle burada açık kabul ilkesi geçerli olup açık kabulün gerekmediği haller kanunda istisnai olarak üç durumda yani kanun açık bir kabulü gerek görmediği yada işin niteliği yahut durumun gereği açık bir kabulü zorunlu kılmadığında söz konusu olacağı ifade edilmiştir. ” (Kılıçoğlu, Ahmet M. : Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Genişletilmiş 23. Bası, Ankara 2019, s. 273)Belirtilen yasal düzenlemeler ve açıklamalar doğrultusunda davacı şirket ile davalı çalışanı … arasındaki mail yazışmaları incelendiğinde; davalı çalışanına gönderilen 23.05.2016 tarihli mail ile teklifte bulunulmuş, davalı çalışanı tarafından aynı tarihte gönderilen mailler ile, ödeme tarihleri konusunda esneklik yapılması talep edilmesi üzerine davacı şirket tarafından gönderilen 25.05.2016 günü saat 12.22 ‘de gönderilen mailde “… Bey Merhabalar, ödeme konusundaki konuyu da teklifimizde düzelttik. 1 Eylül tarihinde faturamızı keseceğiz. Onun dışında dün konuşmuş olduğumuz …’nin dışında kalan ve …’i tamamlayacak 10 kullanıcı için, Bütçe, Planlama, Konsolidasyon, Eliminasyon ve Ay Kapama süreçlerinin tamamını kapsayan çözüm teklifimiz ekteki gibidir. Bugün imza ve kaşeli şekilde teklifimizi onaylamanız durumunda çok ciddi yıl sonu indiriminden faydanlanmış olacaksanız” içerikli mailine karşı davalı çalışanın aynı gün saat 18.22 de “Merhaba; Onaylıyoruz. Ancak ödeme vadesi ve startdate konusunda kesin tarih veremiyoruz. Açıkta kalan konuları ( ödeme vadesini, proje süresi vb) projenin akışına göre ikili görüşmelerde çözeceğimizi umud ediyoruz. Bu detaylarda anlayışınızı rica ediyoruz. İmzalı halini yarın mail atacağım. Umarım sorun olmaz.” şeklinde cevap vermek suretiyle teklifin davalı çalışanınca kabul edilmiş ise de sonrasında davacı tarafça gönderilen 26.05.2016 tarihli mail ile teklifin imzalı / kaşeli taranmış halinin paylaşılması talep edilmesi üzerine davalı çalışanınca aynı tarihte gönderilen mail ile imza yetkililerinin beklendiği davacı tarafa bildirildiği anlaşılmıştır. Bu durumda davacının teklifinin, davalı şirket yetkilisince değil davalı çalışanınca kabul edildiği, davacının bu durumdan haberdar olduğu nitekim, sözleşme metninin yetkililerce imzalı ve kaşeli olarak imzalanarak gönderilmesi talep edilmesine rağmen sözleşme metni davalı şirket yetkilisince imzalanmadan davacı tarafça, iş ortağı … firmasından ilgili ürünü satın almak suretiyle davalı firma adına ürün aktivasyonu yapıldığı görülmüştür. Bu durumda, davacı teklifinin, davalı çalışanınca kabul edilmiş olması ve davalı çalışanın davalı şirket yetkilisi olmaması nedeniyle söz konusu sözleşmenin davalı … bağlayıp bağlamayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü sözleşmenin yetkisiz temsilci tarafından kabul edilmiş olması salt sözleşmenin geçersiz olduğunu göstermez. Bir kimsenin, hüküm ve sonuçları başka bir kişinin hukuk alanında doğmak üzere o kişinin ad ve hesabına hukuki işlem yapma yetkisine temsil denir (Eren, F.; Borçlar Hukuk Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara 2017, s. 444). Temsil hâlinde işlem temsilci tarafından temsil olunanın nam ve hesabına yapıldığından hukuki işlemin tarafı, doğrudan doğruya temsil olunandır. Temsilci hukuki işlemi temsil olunanı hiç söylemeden kendi adına yaptıktan sonra bu işlemden doğan hak ve borçları temsil olunana nakledebileceği gibi (dolaylı temsil), hukuki işlemi yaparken bu işlemi doğrudan temsil olunan nam ve hesabına da (doğrudan temsil) yapabilir. Temsilin söz konusu olabilmesi için temsilcinin hukuki işlemi/muameleyi temsil olunan adına yapması, bunu diğer tarafa bildirmesi, temsilcinin temsil yetkisinin bulunması veya temsil olunanın sonradan yapılan hukuki işleme icazet vermesi gereklidir. Bu noktada, mümessil tarafından yapılan hukuki işlemden doğan hak ve borçların temsil edilene ait olabilmesi için gerekli en önemli unsur; mümessilin, temsil edilen adına hukuki işlem yapmaya yetkili olmasıdır. Temsil yetkisi, temsil olunanın temsilciye, kendisini üçüncü kişiler nezdinde temsile yetkili olduğunu bildiren bir irade beyanıdır. Temsil ilişkisinin meydana gelmesi için yetki beyanının temsilcinin hakimiyet alanına ulaşması yeterlidir. Doğrudan doğruya temsilin söz konusu olabilmesi için gerekli olan temsil yetkisinin olmaması hâlinde, temsil olunanın sonradan icazet vermesi bu noksanlığı tamamlar ve bu icazetle temsilci ile temsil olunan arasındaki temsil ilişkisi ispatlanmış olur. Temsil yetkisinin olmaması ve temsil olunanın icazet vermemesi hâlinde hukuki muamele kesin olarak hükümsüzdür. Temsil olunan ve temsilci, hukuki işlem ile bağlı değillerse de yetkisiz temsil ile işlem yapan temsilcinin üçüncü kişinin zararını karşılamak ile yükümlü olduğu açıktır (HGK’nun 22.09.2010 tarih ve 2010/13-414 E., 2010/412 K.). Bu husus TBK’nun 46. maddesinde; “Bir kimse yetkisi olmadığı hâlde temsilci olarak bir hukuki işlem yaparsa, bu işlem ancak onadığı takdirde temsil olunanı bağlar. Yetkisiz temsilcinin kendisiyle işlem yaptığı diğer taraf, temsil olunandan, uygun bir süre içinde bu hukuki işlemi onayıp onamayacağını bildirmesini isteyebilir. Bu süre içinde işlemin onanmaması durumunda, diğer taraf bu işlemle bağlı olmaktan kurtulur.” şeklinde ifade edilmiştir. Aynı yasanın 47. Maddesinde de temsil olunanın açık veya örtülü olarak hukuki işlemi onamaması halinde, bu işlemin geçersiz olmasından doğan zararın giderilmesi, yetkisiz temsilciden isteyebileceği düzenlenmiştir.Temsil yetkisinin varlığını ispat külfetinin kimin üzerinde olduğu konusuna gelince: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” kuralı getirilmiştir. Olayımızda “kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça” şeklinde belirtilen ispat yükünün istisnası halleri bulunmadığına göre, davacı iddialarının dayanaklarını; davalı ise, savunmasını dayandırdığı olguları ispatlamalıdır. Belirtilen yasal düzenlemeler ve açıklamalar doğrultusunda somut olaya tekrar dönüldüğünde; mahkemece tarafların ticari defter ve kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış, alınan raporda, faturanın davalı şirketin ticari defterlerine kaydedildiği, sonrasında iade edildiği tespiti yapılmış ise de faturanın hangi tarihte teslim alındığı ve davalı şirketin ticari defterlerine kaydedildiği sonrasında ne zaman iade edildiği konusunda bir tespitin bulunmadığı görülmüştür. Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 01/06/2015 tarih 2014/7976 Esas 2015/4126 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere ” YİBBGK’nın 27.06.2003 tarih ve 2001/1 E., 2003/1 K. sayılı ilamında açıklandığı üzere; Bir faturayı alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde faturanın içerdiği bilgilere itiraz etme hakkına sahiptir. Aksi taktirde faturanın içeriğini kabul etmiş sayılır. (Dava tarihinde yürürlükte olan 6762 sayılı TTK md. 23/2). Bu hüküm, fatura içeriğinden kabul edilen hususlara ilişkin olarak, faturayı düzenleyenin lehine; adına fatura düzenlenenin aleyhine bir karine getirmektedir. Bu karine, faturanın ispat gücüne yönelik bir düzenlemeyi ortaya koymaktadır. Diğer anlatımla, fatura, düzenleyen aleyhine delil olduğu gibi, kendisi faturayı düzenlemediği halde tebliğinden itibaren sekiz gün içinde itiraz etmeyen aleyhine de delil olabilecektir. Faturanın adına tanzim edilen aleyhine ispat vasıtası olması, yani, faturayı alan kişinin fatura kendinden sadır olmamakla birlikte aleyhine delil teşkil etmesi TTK’nın 23. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen ve yukarıda ayrıntısı açıklanan bu karineden kaynaklanmaktadır. Buna göre; fatura düzenleyen tacirin anılan karineden yararlanabilmesi için fatura tanzim edenle, adına fatura tanzim edilen arasında akdi ilişki bulunması, faturanın akdin ifasıyla ilgili olarak düzenlenmesi gerekir. Fatura sözleşmenin kurulması safhasıyla ilgili olmayıp ifasına ilişkin olduğundan öncelikle temel bir borç ilişkisinin bulunması gerekir. TTK’nın 23. maddesinin 2 ve 3. fıkrasındaki karine aksi ispat edilebilen adi bir karinedir. İkinci fıkra gereği sekiz gün içinde faturaya itiraz edilmesi durumunda fatura münderecatının doğru olduğunu faturayı düzenleyen tacirin ispat etmesi gerekir. Taraflar arasında bu tür bir sözleşme ilişkisi yoksa, düzenlenen belge fatura değildir. Bu belge, belki icap olarak kabul edilebilir ki, buna itiraz edilmemesi, anılan 23/2. madde hükmü anlamında sonuç doğurmaz. Öte yandan, sadece faturanın tebliğ edilmiş olması akdi ilişkinin varlığını ispatlamaz. Karşı tarafın akdi ilişkiyi inkâr etmesi halinde tacir, öncelikle akdi ilişkiyi başkaca delillerle ispatlamalıdır. Akdi ilişkinin ispatlanamaması halinde faturanın anılan fonksiyonundan yararlanma imkanı yoktur. Faturanın ispat aracı olması, ancak niteliği gereği faturaya geçirilmesi gereken bilgiler (olağan içerik) hakkında geçerlidir. Sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak düzenlenen faturanın şekli ve kapsamının ne olması gerektiği konusunda, Türk Ticaret Kanunu’nda özel bir hüküm bulunmamakta, anılan yasanın 23. maddesinde neyi ifade ettiği açıklanmaksızın faturanın münderecatından söz edilmektedir. Faturanın zorunlu içeriği ve şekil şartlarına ilişkin ayrıntılı düzenleme Vergi Usul Kanunu’nda yer almaktadır. Faturanın olağan içeriği, akdin ifası ile ilgili hususlarla sınırlıdır (VUK.m.230). Dolayısıyla, faturanın içeriği, faturanın bu temel niteliğine uygun olmadığı taktirde, sekiz günlük itiraz süresinin geçirilmesi bu hususları yazılı delil haline getirmez. Faturaya itiraz, faturanın teslim alındığı tarihten itibaren sekiz gün içinde yapılmalıdır. İtirazın sekiz gün içinde karşı tarafa varması şart değildir. Sekiz günlük süre, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi değildir. Sadece ispat yükünün yer değiştirmesi açısından önem taşır. Sekiz günlük süre içinde itiraz edildiği taktirde, fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olduğunu ispat külfeti faturayı veren tarafa ait iken, sekiz günlük sürenin geçmesinden sonra itiraz edilmesi halinde, fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olmadığını ispat külfeti faturayı alan tarafa ait olur. Faturayı alan her türlü delille bu külfeti yerine getirebilir. (Geniş bilgi için Bkz: Prof. Dr. Sami Karahan, Ticari İşletme Hukuku, 23. Baskı, Eylül 2012, Konya; Sh 111 vd.) Faturanın karşı tarafa usulüne uygun tebliğ edildiğini kanıtlama yükümlülüğü faturayı gönderen tarafta olup, faturayı gönderenin bu hususu kanıtlaması halinde, bu kez, TTK’nın 23/2. maddesinde yazılı 8 günlük yasal süre içerisinde faturaya itiraz ve iade ettiğini kanıtlama yükümlülüğü ise, karşı tarafa aittir. TTK’nın 23/2. maddesi uyarınca tebliğe rağmen faturayı süresinde itiraz ve iade etmeyerek, ticari defterlerine borç kaydeden tacir, fatura münderecatını aynen kabul etmiş ve faturayı gönderen taraf, faturaya dayalı bu alacağının varlığını HMK’nın 222. maddesi (TTK’nın 84. ve 85. maddeleri) uyarınca ispatlamış olur.”O halde mahkemece, sözleşmeye konu faturanın ne zaman davalı şirkete tebliği edildiği ve davalı şirketin ticari defterlerine kaydedildiği sonrasında ne zaman iade edildiği, mali müşavir bilirkişininden alınacak ek raporla tespit edilerek, faturanın davalı şirketin ticari defterlerine kaydedilmesi ve sekiz günlük itiraz süresi içerisinde iade edilmemesi durumunda sonradan sözleşmeye davalı şirketçe icazet verildiğinin kabulü ile sonucuna göre aksi halde davalı şirket yönünden verilmiş bir icazet bulunmadığından hukuki muamele kesin olarak hükümsüz olması ve davacının, davalı firma adına ürün aktivasyonu yapması nedeniyle sözleşme öncesi uğradığı zarardan davalının kusuru bulunmaması nedeniyle davalıya sözleşme öncesi kusura dayalı sorumluluk (…) atfedilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerekirken hukuki yanılgı ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.Açıklanan nedenlerle, eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı biçimde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olduğundan davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne; kararın açıklanan gerekçeler doğrultusunda kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için 6100 sayılı HMK’nın 353-(1).a.6 maddesi gereğince dosyanın mahkemesine iadesine karar verilmiş olup, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere; 1-Davacı tarafın istinaf başvurusunun KABULÜNE, 2-İstanbul Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin, 2017/356 Esas, 2019/1325 Karar ve 10/12/2019 tarihli kararının HMK’nun 353/1a.6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, 3-Dosyanın, Dairemiz kararına uygun şekilde yargılama yapılmak ve yeniden bir karar verilmek üzere mahal Mahkemesine İADESİNE, 4-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, istinaf karar harcının talep halinde davacıya iadesine, 5-Davacının yapmış olduğu istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda dikkate alınmasına,6-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,7-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 362/1-g bendi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi.01/11/2023