Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi 2020/1866 E. 2023/1430 K. 11.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
45. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1866
KARAR NO: 2023/1430
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 11. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2018/946
KARAR NO: 2020/66
KARAR TARİHİ: 22/01/2020
DAVA: Tazminat (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 11/10/2023
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin … Limited ile akdettiği 11/10/2013 tarihli “Devir Protokolü”’ne istinaden bu bankayı devraldığını, devirden önce devreden şirket ile davalılardan … arasında “Kredi Kartı ve Debit Kart Operasyonu Hizmet Sözleşmesi” imzalandığını, devir protokolü uyarınca müvekkili şirketin bu sözleşmenin tarafı olduğunu, daha sonra müvekkili şirket ile davalı … arasında 2014 yılında “Kredi Kartı ve Pos Operasyonu Hizmet Sözleşmesi” akdedildiğini, akdedilen sözleşmenin konusunun “… tarafından sağlanan BIN numaraları kullanılarak bankanın çıkarmış olduğu … kredi kartlarının kullanımına dönük verilecek operasyon hizmetleri” olarak belirlendiğini, … numarasının kartlı sistem kuruluşlar tarafından kart vermeye yetkilendirilmiş banka, finans kurumlarına ve yetkili diğer kuruluşlara tahsis edilen sabit ve 16 rakamlı kart numarası olduğunu, davalılardan … müvekkili şirketle akdettiği sözleşme gereğince davalılardan … A.Ş. tarafından sağlanan … numaralarını müvekkili şirkete kullandırmayı taahhüt ettiğini, 2014 tarihli sözleşmenin “Sözleşmenin süresi ve yenilenmesi” başlıklı 20. maddesine göre sözleşmenin 5 yıl için akdedildiğini, sözleşmede sözleşme süresi sonunda taraflardan birinin noter veya iadeli taahhütlü mektupla fesih ihbarında bulunmaması halinde sözleşmenin aynı şartlarla ikişer yıl otomatik olarak uzayacağına ilişkin hüküm bulunduğunu, sözleşmenin sona erme tarihi 14/10/2018 tarihi olmasına karşın 15/10/2016 tarihinde davalılardan … tarafından müvekkili şirkete verilen hizmetin sona erdirildiğini, … tarafından verilen hizmetin sona erdirilmesi neticesinde müvekkili şirketin kredi kartı ve POS verdiği müşterilerin kart ve POS’larını kullanamadığını ve bu şekilde müvekkili şirketin ciddi anlamda maddi ve manevi zararlara uğradığını, kartları aniden iptal olan müşterilerinin müvekkili şirketi suçlamaya başladığını, diğer anlaşmalarını da iptal ettiğini ve her türlü şikayet yoluna gittiklerini, … haksız eylemin sebebi sorulduğunda …’ın 20/09/2016 tarihli yazısının gerekçe olarak gösterildiğini belirterek ve dilekçede açıklanan diğer sebeplerle 2014 tarihli Kredi Kartı ve POS Operasyonu Hizmet Sözleşmesi’nin haksız feshi sebebiyle müvekkilinin uğradığı şimdilik 50.000,00 TL kar kaybının ve 50.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin de davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP Davalı … A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; dava konusu BIN’lerin 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında fikri hak niteliğinde olduğunu, müvekkili bankaya ait … lisanslarının haksız ve hukuka aykırı olarak kullanılması nedeniyle Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin görevli olduğunu, davanın müvekkili banka yönünden husumet yokluğundan reddi gerektiğini, davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını, zamanaşımı nedeniyle ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesini, mahkeme aksi kanaatte ise; davacının huzurdaki davaya konu taleplerini yine aynı davalılara karşı Lefkoşa Kaza Mahkemesi’nde 7162/2016 dava numarasıyla da talep ettiğini, daha sonra ise davasını geri çektiğini, HMK.’nun 114. maddesindeki düzenlemeler gereği davanın halen görülmemesi ve davanın kesin hükme bağlanmamış olmasının ayrı ayrı dava şartı olduğunu, buna göre daha önce aynı konuda aynı davalılara karşı dava açan davacının davasının dava şartı yokluğundan reddi gerektiğini, dava konusu edilen alacak miktarının belirlenebilir olduğunu, davacının dava açarken dava konusu etmek istediği alacak miktarını belirleyebilmek için varlığı gereken tüm unsurlara sahip olduğunu, bu nedenle yasal şartları oluşmamasına rağmen belirsiz alacak davası olarak ikame edilen huzurdaki davanın dava dilekçesinde davanın açıkça belirsiz alacak davası olarak açıldığının belirtilmiş olması dikkate alınarak hukuki yarar yokluğundan usulden reddi gerektiğini, müvekkili banka yönünden davacı ile diğer davalı … arasında akdedildiği iddia olunan ‘‘Kredi Kartı ve Pos Operasyonu Hizmet Sözleşmesi’nin” davalılardan … tarafından haksız feshi nedeniyle müvekkili bankanın herhangi bir sorumluluğu olmadığını ve davanın husumetten reddi gerektiğini, ayrıca belirsiz alacak talebiyle açılan huzurdaki davanın hukuki dayanağının da bulunmadığını belirterek haksız davanın reddine karar verilmesi talep etmiştir. Davalı … A.Ş. vekili ise cevap dilekçesinde özetle; aynı davanın daha önceden kesin hükme bağlanmamış olmasının dava şartı olduğunu, davacının huzurdaki aynı davayı daha önce KKTC Mahkemeleri nezdinde ikame ettiğini, sonrasında davadan feragat ettiğini, feragat nedeniyle davanın kesin hükümle sonuçlandığını, işbu huzurdaki davanın kesin hükümden dolayı dava şartı yokluğu gerekçesiyle HMK’nın m:115/2 uyarınca usulden reddi gerektiğini, davacının varlığını iddia ettiği zararını dava açmadan önce müvekkili şirkete gönderdiği ihtarnamelerde kuruşu kuruşuna hesap ederek talep ettiğini, yine davacı tarafın Lefkoşa Kaza Mahkemesi huzurunda açtığı davada iddia ettiği zararını da hesap ettiğini, Yargıtay içtihatlarında ifade edildiği üzere davadan önce ihtarnamede zararını hesaplayan bir kişinin belirsiz alacak davası açmasının mümkün olmadığını, davanın dava şartı yokluğu ve hukuki yarar yokluğu nedenleriyle usulden reddi gerektiğini, dava konusu taleplerin zamanaşımına uğradığını belirterek sonuç olarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece; “Dava; taraflar arasında akdedilen 2014 tarihli Kredi Kartı ve POS Operasyonu Hizmet Sözleşmesi’nin haksız feshi sebebiyle uğranıldığı iddia edilen maddi ve manevi zararların tazmini istemine ilişkin belirsiz alacak davasıdır…Davacı şirket vekili dava dilekçesinin izahat kısmının 4. bendinde açıkça huzurdaki davanın belirsiz alacak davası olarak açılmış olduğunu kabul ve beyan etmiştir….Somut olayda; davacı taraf 2014 tarihli Kredi Kartı ve POS Operasyonu Hizmet Sözleşmesi’nin haksız olarak feshi sebebiyle uğradığın iddia ettiği zararların tazminini talep etmiş, huzurdaki davaya konu yaptığı taleplerini daha önce gerek davalılardan …’a keşide ettiği 26/04/2016 tarihli ihtarnamede, gerekse Lefkoşe Kaza Mahkemesi’nin 7162/2016 dava numaralı dava dosyasındaki talep takririnde net olarak kaynağını ve miktarını birlikte belirtmek suretiyle kalem kalem belirlemiştir. O halde davacı tarafın dava konusu konusu yaptığı zararlarına ilişkin olarak talep ettiği alacak kalemlerinin önceden belirli veya belirlenebilir olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Davacı bankanın dava konusu yaptığı kalemlerin daha önceden kuruşu kuruşuna talep ve ihtar konusu yapılmış olması karşısında, huzurdaki davaya konu zarar ve alacak kalemlerinin belirlenebilir nitelikte olduğu açıktır. Talep sonucuna konu kılınmak istenen alacağın tutarı konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık ya da tartışmanın varlığı alacağın tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemeyecek bir nitelik taşımadığı anlamına gelmez. Çünkü burada varlığı aranan belirsizlikten maksat objektif çerçevede davacının, talep sonucuna konu kılacağı alacak miktarını, davanın açıldığı tarihte tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin, kendisinden beklenemeyecek bir boyut kazandırmış olmasıdır. …Şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumlarda, davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü HMK.’da alacağın belirlenebilmesi mümkün iken belirsiz alacak davası açılmasına olanak verilmemiştir. Ortada aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası olarak açılmış bir dava mevcut olduğundan ve bu konudaki eksiklik de davacıya süre verilerek tamamlanamayacağından, davada davacının hukuki yararı yoktur. Bu durumda uyuşmazlık belirlenebilir nitelikte bulunduğundan mahkememizce davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olmadığı kabul edilerek hukuki yarar dava şartı yokluğundan davanın HMK.’nun 114/1-h ve 115/2. maddeleri uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerekmiştir.Ayrıca; dosyanın tetkikinden dava konusu yapılan alacak kalemleri ile ilgili olarak ve aynı hukuki sebebe dayanarak davacı tarafça daha önce Lefkoşe Kaza Mahkemesi’nde 7162/2016 sayılı dosya ile dava açıldığı, bu davanın taraflarının huzurdaki davadaki taraflarla aynı taraflar olduğu görülmüştür. Davacı banka tarafından Lefkoşe Kaza Mahkemesi’nin 7162/2016 numaralı dava dosyasında davadan feragat edildiği, söz konusu feragat nedeniyle dosyanın karara bağlanarak kesinleştiği anlaşılmıştır. …Somut uyuşmazlıkta yukarıda açıklanan hukuki yarar yokluğu yanında; Kesin hükme konu Lefkoşe Kaza Mahkemesi’nin 7162/2016 numaralı dosyası gereğince gerek tarafların karşılıklı dilekçelerindeki beyan ve anlatımları, gerekse dilekçelerine ekledikleri belgelerin incelenmesi sonucunda, davacı bankanın davalılar aleyhine huzurdaki dava ile aynı hukuki sebebe dayanarak aynı talepleri daha önce açtığı dava ile davalılara yönelttiği, bu dosyadaki taleplerinden feragat ederek dosyanın karara bağlandığı, sonrasında da hükmün kesinleştiği anlaşılmıştır. Sonuç olarak işbu davada davacı banka tarafından davaya konu edilen alacak kalemleri ile ilgili olarak Lefkoşe Kaza Mahkemesi’nin 7162/2016 numaralı dosyasında karar verildiği anlaşıldığından, 6100 Sayılı HMK.’nun 114/1-i ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar vermek gerekmiştir.Yukarıda açıklanan nedenlerle; gerek belirsiz alacak davası açmak suretiyle hukuki yarar dava şartı yokluğundan, gerekse kesin hüküm dava şartı yokluğundan HMK.’nun 114/1-h, 114/1-i ve 115/2. maddeleri gereğince davanın usulden reddine” karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili yasal süre içerisinde sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde özetle; Maddi tazminat isteminin sözleşmenin süresinden önce davalı tarafından feshedilmesi (sözleşmeye aykırılık) sebebiyle yoksun kalınan kazanç kaybına yönelik olduğunu, kazanç kaybı davacı ve davalı kayıtları nazara alınarak hesaplanabileceği için dava tarihi itibariyle müvekkili Şirket tarafından tespitinin mümkün olmadığını, bu sebeple davanın belirsiz alacak davası olarak açılmayacağına ilişkin yerel mahkeme kararının hatalı olduğunu, Yerel mahkemenin diğer ret gerekçesi kesin hüküm ise de söz konusu davaya ilişkin belgeler getirtilmeksizin karar verildiğini, KKTC’de açıldığı ve kesin hükümle neticelendiği iddia edilen hükmün kesinleştiğine dair “tanıma, tenfiz” davası açılması ve sonucunun beklenilmesi ve “tanıma, tenfiz” kararı incelendikten sonra sonuca gidilmesi gerekirken eksik incelemeyle karar verildiğini beyan ederek, usule, esasa ve hukuka aykırı kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında inceleme; 6100 sayılı HMK’nın 355.maddesi uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılmış, kamu düzenine aykırılık olup olmadığı ise re’sen gözetilmiş ayrıca HMK’nın 357. maddesideki “İlk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunma istinafta dinlenemez ve istinafta yeni delillere dayanılamaz” kuralı nazara alınmıştır. Dava, hizmet sözleşmesinin süresinden önce feshedildiği iddiasıyla mahrum kalınan kar kaybı ile uğranılan manevi zararların tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece kısa kararda “davanın reddine” karar verilmiş, gerekçeli kararda ise belirsiz alacak davası yönünden hukuki yararın bulunmadığı ve yabancı mahkeme kararının kesin hüküm oluşturduğu açıklanarak davanın HMK’nın 114/1-h, 114/1-i ve 115/2. maddeleri uyarınca usulden reddedildiği belirtilmiştir.6100 sayılı HMK’nın “Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi” başlıklı 294. maddesinde açıklandığı üzere mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlık hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur. Aynı yasanın “Hükmün kapsamı” başlıklı 297. maddesi gereğince hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. “Hükmün yazılması” başlıklı 298. maddesi gereğince de gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. T.C. Anayasası’nın 141. maddesi uyarınca, duruşmaların aleniyeti kuralı gereği, tefhim edilen kısa karar ile gerekçeli kararın birbirine aykırı ve çelişik olmaması gerekir. Bu nedenle Mahkeme hükmü tek olduğundan ve kısa kararla aynı sonuçları taşıyacağından kısa karar ve gerekçeli karar arasında çelişki halinde ortada yasaya uygun bir hükmün varlığından söz edilemez. Nitekim Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu’nun 10/04/1992 tarih ve 7/4 sayılı kararında, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili bulunmasının bozma nedeni sayılacağı belirtilmiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22/06/2022 tarihli 2022/12-333 E. 2022/981 K. sayılı ilamı) Mahkemece kısa kararda “davanın reddine” şeklinde esastan red kararı verilmesine rağmen gerekçeli kararda “davanın hukuki yarar ve kesin hüküm dava şartları nedeniyle HMK’nın 114/1-h, 114/1-i ve 115/2. maddeleri uyarınca usulden reddedildiği” ifade edilmekle, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturulması yasal düzenlemelere aykırıdır. Bu tespitten sonra, davacı vekilinin istinaf sebeplerinin ve mahkemenin gerekçeli kararda ifade ettiği davanın reddi gerekçelerinin incelenmesine geçilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 114. maddesinde dava şartları tek tek sayılmış olup dava şartı, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve karar verilebilmesi için varlığı veya yokluğu mutlaka gerekli olan şartlardır. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını re’sen belirleyecektir.HMK’nın 114.maddesinde düzenlenen dava şartları mahkemeye, taraflara ve dava konusuna (müddeabihe) ilişkin olmak üzere, üçe ayrılır. Mahkemeye ilişkin dava şartları; “yargı hakkı, yargı yolu, görev, kesin yetki”, taraflara ilişkin dava şartları; “davada iki tarafın bulunması, taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davaya vekalet ehliyeti ve geçerli vekaletname, davayı takip yetkisi”, dava konusuna ilişkin dava şartları ise; “davacı tarafından gider avansının yatırılması, teminat gösterilmesine ilişkin kararın yerine getirilmesi, kesin hüküm bulunmaması, hukuki yarar (menfaat) bulunması, davanın derdest olmaması” olarak sıralanmaktadır.Belirsiz alacak davası ve hukuki yarar yönünden inceleme;Belirsiz alacak davası 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesinde; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) (Değişik fıkra: 22.07.2020 – 7251 S.K./7. md) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde düzenlenmiştir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24/03/2022 tarihli 2019/11-220 E. 2022/376 K. sayılı ilamında; “…Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukukî yarar olmadığından söz edilemeyecek, alacağın istenmesinde hukukî yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.Bu açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği hususunda; talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukukî yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukukî yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukukî yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukukî yararı ortadan kaldırmaz.Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmi davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda mahkemece, açılmış olan dava, kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır…” gerekçesiyle belirsiz alacak davası olarak açılan ancak belirsiz alacak davasının koşulları bulunmayan davanın, koşulları mevcut ise kısmi dava olarak değerlendirilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Davacı taleplerini belirsiz alacak davasına konu etmiş ise de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında da ifade edildiği gibi belirsiz alacak davasının koşulları oluşmadığı takdirde kısmi dava koşulları mevcut ise bu durumda davanın kısmi dava olarak değerlendirilmesi gerektiğinden, mahkemece belirsiz alacak davası yönünden hukuki yararın bulunmadığı gerekçesiyle davanın HMK’nın 114/1.h bendi uyarınca usulden reddine karar verilmesi hatalıdır. Kesin hüküm yönünden inceleme;6100 sayılı HMK’nın 303/1 maddesi uyarınca; bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. Kesin hüküm HMK’nın 114/1.i bendi uyarınca olumsuz dava şartlarındandır.Kesin hüküm, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere ikiye ayrılır. Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bir hüküm şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir. Maddi anlamda kesin hükmün koşulları ise; her iki davanın taraflarının müddeabihin ve dava sebebinin aynı olmasıdır. Müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Her iki davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değildir. Dava sebebi ise hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar aynı ise kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir. Mahkemeler, aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan bir kesin hüküm ile bağlı olup aynı davayı yeniden inceleyemezler. Tanıma; “Bir mahkeme kararının kesin hüküm kuvvetinin yabancı ülkede kabulü”; tenfiz ise; “Bir mahkeme kararının, sahip olduğu kesin hüküm kuvvetinin sonucu olarak, maddi icra muamelelerini gerekli kılan kamu gücünü harekete geçiren vasfı”dır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 30/11/2011 tarih 2011/2-593 E. 2011/726 K.)Yabancı mahkeme kararının Türk Hukuku’nda hüküm doğurması, yabancı mahkeme kararının niteliğine göre tanınması ya da tenfizi ile mümkündür. Tanıma veya tenfiz kararı verilmesiyle birlikte yabancı mahkeme kararı, mahalli mahkeme kararı gibi kuvvet ve nitelik kazanır. Bir hukuki ilişkinin varlığı yada yokluğu hakkında verilen tespit kararları inşai nitelikli kararlar olduğundan bu kararların tanınması yeterli iken, özel hukuka ait bir taleple ilgili verilecek edimin ifasına ilişkin eda hükmü içeren bir yabancı mahkeme kararının ülkemizde hüküm ifade edebilmesi ancak tenfizi ile mümkündür. Aynı şekilde bir yabancı mahkeme kararı hem inşai nitelikte hemde eda hükmü içermekte ise bu halde kararın Türk Mahkemeleri’nde hüküm ifade edebilmesi ancak o kararın hem tanıma hemde tenfize konu edilmesi ve bu konuda bir karar verilmiş olmasına bağlıdır. 5718 Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 50/1. maddesinde; “Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır.”, 57/1. maddesinde “Tenfizine karar verilen yabancı ilâmlar Türk Mahkemelerinden verilmiş ilâmlar gibi icra olunur.”, 58/1. maddesinde; “Yabancı mahkeme ilâmının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilâmın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır. Tanımada 54 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uygulanmaz ve 59. maddesinde “Yabancı ilâmın kesin hüküm veya kesin delil etkisi yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade eder.” hükümleri bulunmaktadır.Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, yabancı mahkeme kararının kesin hüküm teşkil edebilmesi, o karar hakkında verilmiş bir tanıma kararı olmasına bağlıdır.Türk Mahkemesine açılan davada bir yabancı mahkeme kararına dayanarak kesin hüküm itirazında bulunulması halinde, davaya bakan mahkeme (Türk Mahkemesi), ön sorun (HMK m.163-164) olarak, yabancı mahkeme kararının tanıma şartlarını taşıyıp taşımadığını araştırır (MÖHUK m.58). Bu halde, yabancı mahkeme kararının tanınması için ayrı bir tanıma davası açılmasına gerek yoktur. Başka bir deyimle, bu halde, yabancı mahkeme kararının tanınması için ayrı bir tanıma davası açmakta hukuki yarar (dava şartı, HMK m. 114/1-h) yoktur ; misal : “Davacı, yabancı mahkeme tarafindan verilen tazminat ödetme ilamının tanınması ve tenfizine karar verilmesini istemiştir. Tanıma, yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi için, yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitidir. Bu haliyle tanıma bir tespitten ibarettir. Yabancı ilamın tanınması, ondan delil veya kesin hüküm olarak yararlanabilme sonucunu doğurur. Bu durumda ilamın tenfizi, başka bir anlatımla yerine getirilmesi söz konusu değildir. Yabancı bir mahkeme kararının tanınması ile ülkesinde kendi ajanları aracılığı ile bu ilâmın gereklerinin yerine getirilmesi başka şeylerdir. Yabancı ilâmın tanınması Türkiye’de tenfizi (yerine getirilmesi) sonucunu doğurmadığından, bu ilamdan ancak, konusunda yeni bir talep yapıldığında, bu isteğin reddedilmesi ya da takas savunması için savunma ve defi aracı olarak yararlanılabilir. Yabancı ilamın savunma ve def’i aracı olarak ileri sürülmesinde de önceden tanıma kararı alınmasına gerek olmayıp, davayı görmeye yetkili mahkemeden de yabancı ilamın tanınması istenebilir…”(Yargıtay 4.HD 30/09/1985, 5537/7507). Buna göre, davalının, aynı dava içinde (davaya bakan) mahkemeden yabancı mahkeme kararının tanınmasını istemesi yeterlidir. Davalının bu talebi bir dilekçe ile yapması gerekir; bu dilekçede MÖHUK m.52’deki hususların yer alması ve MÖHUK m.53’deki belgelerin de dilekçeye eklenmesi gerekir. Bunun üzerine, mahkeme, yabancı mahkemede görülmüş olan dava ile kendi baktığı davanın aynı dava olduğu (HMK m.303) kanısına varırsa, yabancı mahkeme kararının tanıma şartlarını taşıyıp taşımadığını araştırır. Mahkeme, yabancı mahkeme kararının tanıma şartlarını taşıdığı kanısına varırsa, yabancı mahkeme kararının tanınmasına ve davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verir… Buna karşılık mahkeme, yabancı mahkeme kararının tanıma şartlarını taşımadığı kanısına varırsa, yabancı mahkeme kararının tanınması talebini reddederek, davayı esastan incelemeye başlar. Tanıma talebinin reddine ilişkin bu karar, bir ara karar olduğundan yalnız başına istinaf edilemez ancak asıl hüküm (nihai karar) ile birlikte istinaf edilebilir (Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Prof. Dr. Baki Kuru, Av. Burak Aydın, C.II, S.1940, 1941, 1943).Somut dosyada, mahkemenin kesin hükme esas aldığı Lefkoşe Kaza Mahkemesi’nin 7162/2016 numaralı dosyasında verilen kararın tanınmasına yönelik bir karar dosyada mevcut olmadığı gibi mahkeme tarafından 5718 Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun hükümleri uyarınca tanıma şartlarının mevcut olup olmadığının da ön sorun olarak değerlendirilmediği anlaşılmakla, bu durumda söz konusu karar hakkında verilen bir tanıma kararı bulunmadığından henüz şekli anlamda kesin hüküm teşkil etmediği anlaşılmakla, HMK’nın 114/1.i bendi uyarınca kesin hüküm nedeniyle davanın usulden reddi kararı usul ve yasaya aykırıdır. Mahkemece, Lefkoşe Kaza Mahkemesi’nin 7162/2016 numaralı dosyasında verilen kararın tanınmasına yönelik taraflarca açılan bir dava olup olmadığı sorularak varsa sonucunun beklenmesi, açılan bir dava yok ise yukarıda yer verilen açıklamalar çerçevesinde ön sorun olarak incelenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca kaldırılmasına karar verilerek, aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/946 E. 2020/66 K. sayılı ve 22/01/2020 tarihli kararının 6100 sayılı HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, 2-Dosyanın, Dairemiz kararına uygun şekilde yargılama yapılarak yeniden bir karar verilmek üzere mahal mahkemesine İADESİNE,3-Davacı tarafça yatırılan istinaf başvuru harcının Hazineye gelir kaydına,4-Davacı tarafından yatırılan istinaf karar harcının talep halinde ilk derece mahkemesince iadesine,5-Davacının yapmış olduğu istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda dikkate alınmasına,
6-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,7-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362/1.g bendi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 11/10/2023