Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesi 2020/184 E. 2021/474 K. 28.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
45. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2020/184
KARAR NO : 2021/474
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İSTANBUL 11. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2014/1008 Esas
KARAR NO : 2017/733
KARAR TARİHİ: 17/10/2017
DAVA İtirazın İptali (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 28/04/2021
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353. Maddesi uyarınca dosya incelendi,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: DAVA: Davacı vekili dava dilekçesi ile; taraflar arasında 11/07/2012 tarihinde akdedilen bir hizmet sözleşmesi bulunduğunu, sözleşmeye göre müvekkilinin davalıya istihdam edilecek elemanların pozisyon seçimi ve yerleştirilmesi konularında danışmanlık hizmeti verdiğini ve karşılığında detayları aynı sözleşmede belirlenen miktarlarda hizmet bedeline hak kazandığını, müvekkilinin davalıya fatura ettiği 29/08/2012 tarihli ve 31/07/2012 tarihli faturaların ödemelerini davalının süresi içerisinde yapmadığını, bedelleri ödenmeyen faturalar için İstanbul … İcra Müdürlüğünün… E. Sayılı dosyası ile takip yapıldığını, davalı borçlunun haksız olarak yetkiye, borca, ferilerine itiraz ettiğini, sözleşmenin 10.maddesinde İstanbul Mahkeme ve İcra Dairelerinin yetkili olduğu hususunda anlaşma olduğunu, yetki itirazının da yerinde olmadığını beyanla itirazının iptaline, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla takip konusu alacak tutarının ödenmesine, davalı aleyhine % 40 icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davacı tarafın her ne kadar sözleşme hükümlerine dayanarak İstanbul Mahkemelerinin yetkili olduğunu beyan etmiş ise de yetkili mahkemenin Ankara mahkemeleri olduğunu, davacının dayanak olarak gösterdiği yetkisiz kişi ile akdedilen sözleşmenin müvekkili tarafından kabul edilmediğini ve müvekkilini bağlamadığını, bu nedenle icra dairesinin yetkisine yapmış oldukları itirazlarının kabulü ile yetkili icra dairesi olan Ankara İcra Daireleri nezdinde başlatılmış icra takibi bulunmadığından dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine, davacının yetkisiz kişi ile yaptığı sözleşmeden dolayı müvekkiline borç izafe edilmesinin mümkün olmadığını, müvekkili tarafından sözleşmenin kabulü anlamına gelecek herhangi bir işlemde bulunulmamış olup davacının düzenlediği faturalara karşı da iade faturası düzenlendiğini ve davacı ile borcun bulunmadığı noktasında mutabakata varıldığını, davacı tarafın iddialarını kabul etmemekle birlikte talep edilen fatura bedellerinin sözleşmeye göre fahiş olarak belirlendiğini, davacı tarafın neticeyi talebi dikkate alındığında davanın konusunun anlaşılamadığını, dava konusunun itirazın iptali veya alacak davasından hangisi olduğu konusunda davacıdan açıklama yapması istenmesi gerektiğini, tanık dinletme talebine muvafakatleri olmadığını, asıl alacak ve işlemiş faiz toplamının 10.529,23 TL olduğunu beyan eden davacının dava değerini 12.252,08 TL olarak belirtmesinin taraflarınca anlaşılamadığını, davacının müvekkiline karşı kötü niyetli icra takibi başlattığından alacağın % 40 ından aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilmesini beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI Mahkemece, ” Davalı tarafın icra dairesinin ve mahkememizin yetkisizliğine yönelik itirazlarının TBK 89/1 ve 11/07/2012 tarihli sözleşmenin 10/e maddelerine göre reddine karar verilmiştir.Dava konusu sözleşmeyi imzalayan başhekimin davalı şirketin ticari vekili olduğunun ve bu kişi tarafından atılan imzanın davalıyı bağladığının kabul edilmesi gerekir. Bir an için dava konusu sözleşmeyi imzalayan başhekimin davalı şirketin temsilcisi olmadığı kabul edilse dahi bu kişi tarafından yapılan işlemlerin şirket tarafından benimsenmiş olması halinde artık yetkisiz bir temsilden söz edilemeyecektir. Dava konusu sözleşmeye dayanılarak düzenlenen dava konusu faturalar davalı şirket tarafından benimsenerek ticari defterlere işlendiğinden, sözleşmeyi imzalayan başhekimin temsil yetkisinin bulunmadığı veya sona erdiğine yönelik davacı tarafa gönderilmiş bir ihtara rastlanmadığından ticari vekiller, tacir veya ticari mümessil tarafından açık veya zımni irade beyanı ile atanabileceğinden sözleşmeyi imzalayan başhekimin davalının sözleşme yapmaya yetkili ticari vekili olduğunun ve dolayısıyla anılan kişi tarafından yapılan işlemlerin davalı şirketi bağladığının kabulü gerekmektedir. Davalı şirket tarafından istihdam edilen … ın ” …benimle önce … mülakat yaptı, ardından davalı firmanın Yüzüncü Yıl Hastanesinde Başhekim ve Yönetim Kurulu Başkanı … isimli kimse benimle mülakat yaptı, mülakat sonucunda davalı firmanın kurumsal iletişim bölümünde yönetici olarak istihdam edildim … ” yönündeki beyanları da bu sonucu desteklemektedir.Davalının dava konusu faturalara yasal süresi içerisinde itiraz etmeyerek ticari defterlerini işlemesi nedeniyle fatura içeriklerinin kesinleşmiş olduğu, faturaların fahiş olduğunun ileri sürülemeyeceği, …’ nun ( Hisarcıklar ) ücret bordrolarında her ne kadar aldığı maaş 2.793,68 TL olarak gösterilmiş ise de bu maaşın davacının iddia ettiği gibi 5.587,00 TL olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır. Yukarıda açıklanan sebeplerle davaya ve takibe konu faturalar sebebiyle davacının davalıdan 10.283,70 TL asıl alacaklı olduğu, dava konusu fatura içerikleri, tarihleri ve takip talebindeki işlemiş faiz yönünden yapılan açıklama ve sözleşmenin 7.maddesi hükümleri de birlikte değerlendirildiğinde davacı tarafın takip talebindeki işlemiş faize yönelik talebinin de yerinde olduğu denetlenmiş olmakla davacının davalıdan takip tarihi itibariyle 10.529,23 TL alacaklı olduğu, alacağın likit, itirazın haksız olması karşısında icra inkar tazminatı tayininin ve kapsar şekilde davanın kabulüne” karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili yasal süresi içinde sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde; İcra dairesi ve mahkemenin yetkisizliğine yönelik itirazlarımız yeterince inceleme yapılmadan reddedildiğini, her ne kadar söz konusu dilekçede , taraflarınca sehven vekalet ücreti , harç ve masraflar ilave edilerek sehven dava değeri yüksek gösterildiği iddia edilmiş olsa da , söz konusu tutarın kötü niyetli olarak müvekkil davalı şirketi daha çok zarara uğratmak adına yapıldığı sabittir. İlk derece mahkemesinin takip çıkışı ve dava miktarındaki tutarlar arasındaki fark sebebi ile davayı esastan reddetmesi gerekirken , davacı vekiline farklılık konusundaki açıklamalarını sunmak üzere süre vermiş olması hatalı olduğunu, davacının ibraz etmiş olduğu sözleşmenin yetkisiz kişi ile akdedilmiş olduğundan müvekkil şirketin sorumluluğu söz konusu olmadığını, müvekkil şirket tarafından sözleşmenin kabulü anlamına gelecek herhangi bir işlemde bulunulmamış olup, davacının düzenlediği faturalara karşı da iade faturası düzenlenmiş ve davacıyla borcun bulunmadığı noktasında mutabakata varılmışsa da, davacı kendisine haksız çıkar sağlamak amacıyla huzurdaki davayı açtığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ VE GEREKÇE HMK’nın 355. ve 357. maddeleri gereğince istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususlarını da gözetilerek yapılan inceleme neticesinde; Dava, taraflar arasında imzalandığı iddia edilen seçme ve yerleştirme hizmet sözleşmesinden kaynaklanan hizmet bedelinin tahsili için başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.İstanbul … İcra Müdürlüğü … E. sayılı dosyası incelendiğinde; davacının, davalı aleyhine 2 adet faturaya istinaden 10.283,70 TL asıl alacak, 245,53 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 10.529,23 TL alacağın tahsili için ilamsız takip başlattığı, davalının yasal süresinde ödeme emrine ve icra dairesinin yetkisine itiraz ettiği, davanın yasal 1 yıllık süre içerisinde açıldığı anlaşılmıştır. Davacı vekili sunduğu 17/06/2014 tarihli dilekçesinde, dava dilekçesinde 10.253,70 TL asıl alacak ve 245,53 TL takip tarihine kadar işleyen faiz olmak üzere toplam 10.529,23 TL alacaktan bahsedilmiş olmasına rağmen taraflarınca sehven vekalet ücreti, harç ve masraflar ilave edilerek dava değeri 12.252,08 TL olarak belirtildiğini, bu nedenle iş bu davada dava değerinin 10.529,23 TL olduğunu bildirmiştir. Dava dilekçesinin talep sonucunda davalının takip dosyasına yaptığı itirazın iptali talep edildiği, dava dilekçesinin içeriğinde 10.253,70 TL asıl alacak ve 245,53 TL takip tarihine kadar işleyen faiz olmak üzere toplam 10.529,23 TL alacaklı olduğu belirtildiği, dava dilekçesinin talep sonucu ile uyumlu olduğu, dava değerinin sehven hatalı gösterilmiş ise de eksik harç bulunmadığı anlaşılmıştır. Tarafların dava ve cevap dilekçesinde dayandığı deliller dosya ibraz edilmiş, tanıklar dinlenmiş, mahkemece bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Davalı taraf, ilgili sözleşmenin Yüzüncü Yıl Sağlık Kurumu adına sözleşmenin, Özel Yüzüncü Yıl Hastananesi Başhekimliği kaşesiyle imzalandığını, Başhekimliğin müvekkil şirketi borç altına sokacak işlem yapma yetkisi bulunmadığını, davalı şirket ilgili dönemde çift imza ile temsil edildiğini bu nedenle davacı şirketin, söz konusu sözleşmeye dayanarak davalı şirkete karşı hak iddiasında bulunulmasının söz konusu olamayacağını ileri sürmektedir.Bir kimsenin, hüküm ve sonuçları başka bir kişinin hukuk alanında doğmak üzere o kişinin ad ve hesabına hukuki işlem yapma yetkisine temsil denir (Eren, F.; Borçlar Hukuk Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara 2017, s. 444). Temsil hâlinde işlem temsilci tarafından temsil olunanın nam ve hesabına yapıldığından hukuki işlemin tarafı, doğrudan doğruya temsil olunandır. Temsilci hukuki işlemi temsil olunanı hiç söylemeden kendi adına yaptıktan sonra bu işlemden doğan hak ve borçları temsil olunana nakledebileceği gibi (dolaylı temsil), hukuki işlemi yaparken bu işlemi doğrudan temsil olunan nam ve hesabına da (doğrudan temsil) yapabilir. Temsilin söz konusu olabilmesi için temsilcinin hukuki işlemi/muameleyi temsil olunan adına yapması, bunu diğer tarafa bildirmesi, temsilcinin temsil yetkisinin bulunması veya temsil olunanın sonradan yapılan hukuki işleme icazet vermesi gereklidir. Bu noktada, mümessil tarafından yapılan hukuki işlemden doğan hak ve borçların temsil edilene ait olabilmesi için gerekli en önemli unsur; mümessilin, temsil edilen adına hukuki işlem yapmaya yetkili olmasıdır. Temsil yetkisi, temsil olunanın temsilciye, kendisini üçüncü kişiler nezdinde temsile yetkili olduğunu bildiren bir irade beyanıdır. Temsil ilişkisinin meydana gelmesi için yetki beyanının temsilcinin hakimiyet alanına ulaşması yeterlidir. Doğrudan doğruya temsilin söz konusu olabilmesi için gerekli olan temsil yetkisinin olmaması hâlinde, temsil olunanın sonradan icazet vermesi bu noksanlığı tamamlar ve bu icazetle temsilci ile temsil olunan arasındaki temsil ilişkisi ispatlanmış olur. Temsil yetkisinin olmaması ve temsil olunanın icazet vermemesi hâlinde hukuki muamele kesin olarak hükümsüzdür. Temsil olunan ve temsilci, hukuki işlem ile bağlı değillerse de yetkisiz temsil ile işlem yapan temsilcinin üçüncü kişinin zararını karşılamak ile yükümlü olduğu açıktır (HGK’nun 22.09.2010 tarih ve 2010/13-414 E., 2010/412 K.). Bu husus TBK’nun 46. maddesinde; “Bir kimse yetkisi olmadığı hâlde temsilci olarak bir hukuki işlem yaparsa, bu işlem ancak onadığı takdirde temsil olunanı bağlar. Yetkisiz temsilcinin kendisiyle işlem yaptığı diğer taraf, temsil olunandan, uygun bir süre içinde bu hukuki işlemi onayıp onamayacağını bildirmesini isteyebilir. Bu süre içinde işlemin onanmaması durumunda, diğer taraf bu işlemle bağlı olmaktan kurtulur.” şeklinde ifade edilmiştir. Aynı yasanın 47. Maddesinde de temsil olunanın açık veya örtülü olarak hukuki işlemi onamaması halinde, bu işlemin geçersiz olmasından doğan zararın giderilmesi, yetkisiz temsilciden isteyebileceği düzenlenmiştir.Temsil yetkisinin varlığını ispat külfetinin kimin üzerinde olduğu konusuna gelince: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” kuralı getirilmiştir. Olayımızda “kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça” şeklinde belirtilen ispat yükünün istisnası halleri bulunmadığına göre, davacı iddialarının dayanaklarını; davalı ise, savunmasını dayandırdığı olguları ispatlamalıdır. Belirtilen yasal düzenlemeler ve açıklamalar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde; davacı, 13/07/2012 tarihli seçme ve yerleştirme hizmet sözleşmesine dayanarak alacak talebinde bulunmuştur. Davaya dayanak sözleşmede davalı şirket adı altındaki imzanın davalı Yüzüncü Yıl Sağlık Kurumu adına Özel Yüzüncü Yıl Hastananesi Başhekimliği kaşesiyle imzalandığını, Başhekimin davalı şirketi temsil ve yetkisinin bulunmadığı, sözleşmenin yetkisiz temsilci tarafından imzalandığı görülmüştür.Yetkisiz temsilci ile imzalanan 13/07/2012 tarihli sözleşmede; davacı şirket, davalı şirkete istihdam edilecek elamanların pozisyon seçimi ve yerleştirilmesi konularında danışmanlık hizmeti vermeyi, danışmanlık hizmet bedeli olarak, işe alım pozisyonları için davacı … tarafından seçme ve yerleştirilmesi yapılan her bir aday için, adayın yıllık brüt maaşının %13 + KDV’i danışmanlık hizmet bedeli olarak seçilen adayın işe başladığı gün fatura edileceği ayrıca davacı tarafından seçme ve yerleştirme hizmeti verilen her bir pozisyon için 250 TL + KDV ön ödeme bedeli fatura edileceği kararlaştırılmış, bu sözleşme ile ilgili ortaya çıkacak ihtilaflarda İstanbul Mahkemeleri ve İcra Daireleri yetkili kılınmıştır.Davacı … bedelini belirlemede esas aldığı işçinin … olduğu, … işe alımında verilen hizmete istinaden sözleşmede kararlaştırılan ücret alacağı için 2 adet faturaya dayanmıştır. Sözleşmenin imzalanmasından sonra dava dışı işçinin davalı şirkette işe başladığı, dava dışı işçinin talimat mahkemesince alınan ” …’da kurumsal iletişim bölümünde yönetici olarak çalışırken aynı zamanda internete cv bırakması üzerine davacı şirketin kendisiyle iletişime geçtiği, davalı firmanın aynı statüde yönetici aradığı kendisine bildirilmesi üzerine teklifi kabul ettiği, önce davacı firma yetkileri ile sonra 100. Hastanesi Başhekimi ve yönetim kurulu başkanı … ile mülakat yapıldığı, mülakat sonucunda davalı firmanın iletişim bölümünde yönetici olarak istihdam edildiği, 6 ay kadar davalı firmada çalıştığı” beyanından ve dosyaya sunulan e-mail yazışmalarından anlaşıldığı üzere davalı şirket, yetkisiz temsil ile yapılan sözleşmeye zımnen icazet vermiştir. Bu durumda yetkisiz temsilci ile yapılan sözleşme başlangıçtan itibaren geçerli bir sözleşmenin bütün hüküm ve sonuçlarını doğuracaktır.Davalı taraf, mahkemenin ve icra dairesinin yetkisine itiraz etmiş ise de 6100 sayılı HMK’nın 17. maddesine göre “Tacirler veya kamu tüzel kişileri, aralarında doğmuş veya doğabilecek bir uyuşmazlık hakkında, bir veya birden fazla mahkemeyi sözleşmeyle yetkili kılabilirler. Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, dava, sadece sözleşmeyle belirlenen bu mahkemelerde açılır.” Taraflar arasındaki hizmet sözleşmesinin 10.e- maddesinde bu sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde İstanbul Mahkemeleri ve İcra Daireleri yetkili kılınmıştır. Davacı tarafça yetki sözleşmesine riayet edildiği anlaşılmakla davalının icra dairesinin ve mahkemenin yetkisine yönelik itirazı yerinde görülmemiştir. Dosya kapsamına göre davacı tarafça; 31.07.2012 tarihinde 250,00-TL ön ödeme hizmet bedeli, 45,00 TL+KDV olmak üzere 295,00 TL ve 29.08,2012 tarihinde ise 8.465,00TL hizmet bedeli, 1.523,70 TL+KDV olmak üzere 9.988,70 TL tutarında 2 adet fatura kesilerek davalı şirkete gönderilmiş, davalı şirketçe 8 günlük itiraz süresi geçtikten sonra 15.11.2012 tarihinde 2 adet faturanın tarihi ve seri numaraları da belirtilmek suretiyle toplamda 10.283,70 TL tutarında iade faturası düzenlemiştir.Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 01/06/2015 tarih 2014/7976 Esas 2015/4126 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere ” YİBBGK’nın 27.06.2003 tarih ve 2001/1 E., 2003/1 K. sayılı ilamında açıklandığı üzere; Bir faturayı alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde faturanın içerdiği bilgilere itiraz etme hakkına sahiptir. Aksi taktirde faturanın içeriğini kabul etmiş sayılır. (Dava tarihinde yürürlükte olan 6762 sayılı TTK md. 23/2). Bu hüküm, fatura içeriğinden kabul edilen hususlara ilişkin olarak, faturayı düzenleyenin lehine; adına fatura düzenlenenin aleyhine bir karine getirmektedir. Bu karine, faturanın ispat gücüne yönelik bir düzenlemeyi ortaya koymaktadır. Diğer anlatımla, fatura, düzenleyen aleyhine delil olduğu gibi, kendisi faturayı düzenlemediği halde tebliğinden itibaren sekiz gün içinde itiraz etmeyen aleyhine de delil olabilecektir. Faturanın adına tanzim edilen aleyhine ispat vasıtası olması, yani, faturayı alan kişinin fatura kendinden sadır olmamakla birlikte aleyhine delil teşkil etmesi TTK’nın 23. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen ve yukarıda ayrıntısı açıklanan bu karineden kaynaklanmaktadır. Buna göre; fatura düzenleyen tacirin anılan karineden yararlanabilmesi için fatura tanzim edenle, adına fatura tanzim edilen arasında akdi ilişki bulunması, faturanın akdin ifasıyla ilgili olarak düzenlenmesi gerekir. Fatura sözleşmenin kurulması safhasıyla ilgili olmayıp ifasına ilişkin olduğundan öncelikle temel bir borç ilişkisinin bulunması gerekir. TTK’nın 23. maddesinin 2 ve 3. fıkrasındaki karine aksi ispat edilebilen adi bir karinedir. İkinci fıkra gereği sekiz gün içinde faturaya itiraz edilmesi durumunda fatura münderecatının doğru olduğunu faturayı düzenleyen tacirin ispat etmesi gerekir. Taraflar arasında bu tür bir sözleşme ilişkisi yoksa, düzenlenen belge fatura değildir. Bu belge, belki icap olarak kabul edilebilir ki, buna itiraz edilmemesi, anılan 23/2. madde hükmü anlamında sonuç doğurmaz. Öte yandan, sadece faturanın tebliğ edilmiş olması akdi ilişkinin varlığını ispatlamaz. Karşı tarafın akdi ilişkiyi inkâr etmesi halinde tacir, öncelikle akdi ilişkiyi başkaca delillerle ispatlamalıdır. Akdi ilişkinin ispatlanamaması halinde faturanın anılan fonksiyonundan yararlanma imkanı yoktur. Faturanın ispat aracı olması, ancak niteliği gereği faturaya geçirilmesi gereken bilgiler (olağan içerik) hakkında geçerlidir. Sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak düzenlenen faturanın şekli ve kapsamının ne olması gerektiği konusunda, Türk Ticaret Kanunu’nda özel bir hüküm bulunmamakta, anılan yasanın 23. maddesinde neyi ifade ettiği açıklanmaksızın faturanın münderecatından söz edilmektedir. Faturanın zorunlu içeriği ve şekil şartlarına ilişkin ayrıntılı düzenleme Vergi Usul Kanunu’nda yer almaktadır. Faturanın olağan içeriği, akdin ifası ile ilgili hususlarla sınırlıdır (VUK.m.230). Dolayısıyla, faturanın içeriği, faturanın bu temel niteliğine uygun olmadığı taktirde, sekiz günlük itiraz süresinin geçirilmesi bu hususları yazılı delil haline getirmez. Faturaya itiraz, faturanın teslim alındığı tarihten itibaren sekiz gün içinde yapılmalıdır. İtirazın sekiz gün içinde karşı tarafa varması şart değildir. Sekiz günlük süre, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi değildir. Sadece ispat yükünün yer değiştirmesi açısından önem taşır. Sekiz günlük süre içinde itiraz edildiği taktirde, fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olduğunu ispat külfeti faturayı veren tarafa ait iken, sekiz günlük sürenin geçmesinden sonra itiraz edilmesi halinde, fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olmadığını ispat külfeti faturayı alan tarafa ait olur. Faturayı alan her türlü delille bu külfeti yerine getirebilir. (Geniş bilgi için Bkz: Prof. Dr. Sami Karahan, Ticari İşletme Hukuku, 23. Baskı, Eylül 2012, Konya; Sh 111 vd.) Faturanın karşı tarafa usulüne uygun tebliğ edildiğini kanıtlama yükümlülüğü faturayı gönderen tarafta olup, faturayı gönderenin bu hususu kanıtlaması halinde, bu kez, TTK’nın 23/2. maddesinde yazılı 8 günlük yasal süre içerisinde faturaya itiraz ve iade ettiğini kanıtlama yükümlülüğü ise, karşı tarafa aittir. TTK’nın 23/2. maddesi uyarınca tebliğe rağmen faturayı süresinde itiraz ve iade etmeyerek, ticari defterlerine borç kaydeden tacir, fatura münderecatını aynen kabul etmiş ve faturayı gönderen taraf, faturaya dayalı bu alacağının varlığını HMK’nın 222. maddesi (TTK’nın 84. ve 85. maddeleri) uyarınca ispatlamış olur. Somut olayda, takibe dayanak yapılan faturaların sözleşmeye istinaden düzenlendiği, davacının sözleşmedeki edimini ifa ettiği gözetildiğinde emsal yargıtay kararında belirtildiği üzere, sekiz günlük süre içinde itiraz edildiği taktirde, fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olduğunu ispat külfeti faturayı veren tarafa ait iken, sekiz günlük sürenin geçmesinden sonra itiraz edilmesi halinde, fatura içeriğinin sözleşmeye uygun olmadığını ispat külfeti faturayı alan tarafa ait olacaktır. Davalı, dava dışı işçinin ücret bordrosuna göre aylık brüt ücretinin 2.793,68 TL, davacı ise ekli tabloya göre 5.587,00 TL olduğu iddia ederek sözleşmede kararlaştırılan oran üzerinden hizmet bedeli alacağı talep etmiştir. Takibe dayanak yapılan faturalar sözleşmede belirlenen oran üzerinden hesaplanmıştır. Davalının yasal 8 günlük süre içerisinde faturalara itiraz etmemesi nedeniyle fatura içeriğini yani hesaplamaya esas alınan dava dışı işçinin brüt aylık ücretinin 5.587,00 TL olduğu kabul edilmiş sayılacağından davalının istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle ilk derece mahkemesinin kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından, HMK 353/1.b.1 bendi uyarınca davalı vekilinin istinaf başvusunun esastan reddine karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda izah edildiği üzere;1-HMK’ nın 353/1.b.1 Maddesi gereğince davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan REDDİNE,2- Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davalı tarafından yatırılan 98,10 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 718,53 TL istinaf karar harcından, davalı tarafından yatırılan 35,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 682,63 TL’ nin istinaf eden davalı taraftan tahsili ile hazineye gelir kaydına,4-Davalı yapmış olduğu istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerine bırakılmasına,5-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 353 / 1-b/1 bendi ile aynı kanunun 362/1a Maddesi gereğince kesin olarak oybirliği ile karar verildi.28/04/2021