Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2023/484 E. 2023/305 K. 30.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2023/484
KARAR NO: 2023/305
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 4. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 22/09/2022
NUMARASI: 2021/272 E. – 2022/106 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Maddi- Manevi Tazminat İstemli)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 30/03/2023
Yukarıda yazılı ilk derece Mahkemesi’nin kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin Türk kozmetik piyasasında tanınmış bir firma olduğunu ,”…” ve “…” gibi pek çok markanın müvekkili adına TPMK nezdinde tescilli olduğunu, davalı tarafından müvekkilinin izni olmadan “…” markasının iltibas oluşturacak şekilde kullanıldığını, davalı hakkında İstanbul CBS 2019/52346 Soruşturma numaralı dosyasında yapılan inceleme ve alınan bilirkişi raporu neticesinde iddianame hazırlandığını, İstanbul 2. FSHCM’nin 12/11/2020 tarihli kararı ile sanığa adli para cezası ile cezalandırılması ve HAGB kararı verildiğini, karara yapılan itirazın İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesince reddedildiğini, davalı eylemlerinin müvekkilinin maddi ve manevi haklarını ihlal ettiğini beyanla 100-TL maddi , 100-TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı, 6100 sayılı HMK m.128 kapsamında iddia olunan vakıaları inkar etmiş sayılmıştır. Davacı vekili 28/04/2022 tarihli talep artırım dilekçesi ile; maddi tazminat taleplerini 3.382,87 TL’ye artırdıklarını beyan etmiştir. İlk derece Mahkemesi “… Tüm bu açıklamalar muvacehesinde toplanan deliller, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Fikri ve Sınai Haklar Soruşturma Bürosu’nun 2019/52346 Sr. Numaralı dosyası, İstanbul 2. Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesinin 2019/386 Esas, 2020/207 Karar sayılı dosyası , bilirkişi kök ve ek raporları bir arada değerlendirildiğinde sübut bulan davanın kabulü cihetine gidilmiş, …” gerekçesi ile davanın kabulüne; 3.382,87-TL maddi tazminatın 28/01/2019 tarihinden işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 100-TL manevi tazminatın 28/01/2019 tarihinden işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermiştir.Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Ceza mahkemesinde verilen HAGB kararının hükme esas alınamayacağını, yeterli hukuksal araştırma yapılmadığını, kullanmama def’ilerinin dikkate alınması gerektiğini, zayıf marka ve genel kavram yönünden savunmalarına itibar edilmesi gerektiğini, müvekkilinin fiili marka kullanımının marka ihlali ve haksız rekabet oluşturmadığını, yasal sınırlarda “… – …” açıklaması şeklinde olduğunun gözetilmediğini, davacının marka ihlali ve haksız rekabet tespitini talep etmeden direk tazminat talebinin usul ve şekle aykırı olduğunu, hükme esas alınan HAGB’de marka ihlali ve haksız rekabet olmaksızın tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, davacının davasını ispatlayamadığını beyanla kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Davacı vekili davalının istinafına cevap dilekçesinde özetle; Maddi tazminat yönünden kanun yolunun kapalı olduğunu, davacının süresinde cevap vermediğini buna göre süre sonrasında yapılan davalı savunmasının savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi kapsamında kaldığını ve buna muvafakat etmediklerini, kararın yerinde olduğunu beyanla davalının istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi savunulmuştur. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan/ olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışılması, ret ve üstün tutulma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep şu şekildedir : Dava; marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetten kaynaklanan maddi- manevi tazminat istemine ilişkindir. Davada objektif dava yığılması söz konusu olup, davacı taleplerinin dava değerleri dikkate alınarak ayrı ayrı incelenmesi gerekmiştir. Maddi tazminata ilişkin yapılan incelemede; 6100 Sayılı HMK’nın istinaf kanun yoluna başvurulabilen kararlar başlıklı 341. maddesi “(1) İlk derece mahkemelerinin aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir: a) Nihai kararlar. b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar. (2) Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. Ancak manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir. (3) Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda üç bin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. (4) Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü üç bin Türk Lirasını geçmeyen taraf, istinaf yoluna başvuramaz. (5) İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir. ” hükmünü; m.346 ”İstinaf dilekçesinin reddi (1) İstinaf dilekçesi, kanuni süre geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme istinaf dilekçesinin reddine karar verir ve 344 üncü maddeye göre yatırılan giderden karşılanmak suretiyle ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder. (2) Bu ret kararına karşı tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya, kararı veren mahkemece yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesi ilgili dairesi istinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde görmezse, ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi yapar. ” hükmünü; İstinaf aşamasında ön incelemeyi düzenleyen 6100 sayılı HMK’nın 352. maddesi ” Ön İnceleme (1) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonunda aşağıdaki durumlardan birinin tespiti hâlinde öncelikle gerekli karar verilir : a) İncelemenin başka bir dairece veya bölge adliye mahkemesince yapılmasının gerekli olması b) Kararın kesin olması c) Başvurunun süresi içinde yapılmaması ç) Başvuru şartlarının yerine getirilmemesi d) Başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmemesi (2) Ön inceleme heyetçe veya görevlendirilecek bir üye tarafından yapılır ve ön inceleme sonunda karar heyetçe verilir. (3) Eksiklik bulunmadığı anlaşılan dosya incelemeye alınır.” hükümlerini haizdir. Kanun yasa yoluna başvuru açısından miktar ve değer belirlenirken; 6100 Sayılı HMK ek m.1 (6763 SK ile eklenen) gereğince her takvim yılı başında belirlenen yeniden değerleme oranlarına göre hesaplanan parasal sınıra göre yasa yolu belirlenir. Eldeki davada talep edilen ve hükmedilen maddi tazminat miktarı/ değeri 3.382,87-TL’dir. Dava, maddi tazminat açısından tam kabul edilmiştir. Kararın verildiği 22.09.2022 tarihi itibarı ile istinaf yasa yoluna başvuru açısından parasal sınır 8.000-TL olmakla kararın kesin nitelikte olduğu belirlenmiştir. HMK’nın 341/2, HMK’nın Ek 1. maddesine göre 01.01.2022 tarihinden itibaren miktar veya değeri 8.000-TL’yi geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. Somut olayda dava değerinin 3.382,87-TL olduğu, tamamının kabul edildiği, davalı vekili tarafından Mahkemece kabul edilen 3.382,87-TL için istinafa gelindiği, istinafa ilişkin kabul edilen hükmün kesinlik sınırı içinde bulunduğu anlaşılmakla; davalı vekilinin istinaf başvurusunun maddi tazminat açısından usulden reddi gerekmektedir. Manevi tazminat yönünden yapılan incelemede; 6100 Sayılı HMK m.127 cevap dilekçesini verme süresi “(1) Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir.” hükmünü; m.128 Süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu ” (1) Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır.” hükmünü; m.357 Yapılamayacak işlemler ” (1) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinde karşı dava açılamaz, davaya müdahale talebinde bulunulamaz, davanın ıslahı ve 166 ncı maddenin birinci fıkrası hükmü saklı kalmak üzere davaların birleştirilmesi istenemez, bölge adliye mahkemesince resen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz. (2) Bölge adliye mahkemeleri için yetki sözleşmesi yapılamaz. (3) İlk derece mahkemesinde usulüne uygun olarak gösterildiği hâlde incelenmeden reddedilen veya mücbir bir sebeple gösterilmesine olanak bulunmayan deliller bölge adliye mahkemesince incelenebilir.” hükmünü haizdir. Eldeki davada; davalının süresinde cevap dilekçesi vermediği belirlenmekle; davalı, kanunen davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılmış olup davalının cevap dilekçesi vermemek suretiyle yukarıda yapılan yasal düzenlemeler karşısında davanın reddini savunduğu değerlendirilmiş, davalının davanın reddini savunması kapsamında yaptığı savunmalar ve delillerin Mahkemece değerlendirilmesi mümkündür. Def’i hakkı; borçlunun, borçlanmış olduğu bir edimi, bir karşı hak ileri sürerek yerine getirmekten kaçınma hakkıdır. Bu hak, sahibi tarafından mahkeme dışındaki taleplerde, edimi yerine getirmemekle, aleyhine dava açılması halinde ise bunu mahkemede savunma olarak ileri sürerek kullanılır. Kullanmama ve zaman aşımı maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i ve savunma aracı olup, davanın başında, süresinde verilecek cevap dilekçesinde ileri sürülmelidir. Def’i hakkı yargılamada açıkça ileri sürülmedikçe hâkim tarafından re’sen dikkate alınamaz. Mahkemece bu yönde yapılan değerlendirme isabetli olup davalının aksi istinafı yerinde bulunmamıştır. Dairemizce de re’sen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenmemiş ve yeni delillere dayanılamayacağı hususuna dikkat edilmiştir. TPMK kayıtlarının incelenmesinde davacıya ait … numara ile tescilli … ibareli markanın 03. sınıfta, 08/05/2014 tarihinde tescil edildiği sabittir. UYAP üzerinden yapılan incelemede İstanbul 2. Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi’nin 2019/386 Esas, 2020/207 Karar sayılı ceza davasında soruşturma ve kovuşturma aşamasında toplanan deliller gereğince (Sanığın olay tarihinde müdahilin tescilli markasına ait ürünleri internet üzerinden iktibas ve iltibas oluşturacak şekilde sattığı, sanığın savunmasının oluşa, dosya kapsamına, hayatın olağan akışına, hukuki ve ilmi verilere uygun görülen bilirkişi raporundaki tespitlere uygun olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu şekilde sanığın atılı suçu işlediği, sanığın tevil yollu savunması, hukuki ve ilmi verilere uygun görülen bilirkişi raporu, internet üzerinden alışverişi doğrular mahiyette dosyaya ibraz olunan bilgi ve belgeler, fatura örnekleri, TPK’dan gelen müzekkere cevapları ve tüm dosya kapsamı ile anlaşıldığından sanığın başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek üretilen ürünleri ticari amaçla alım satımını yapmak suçunu işlediği anlaşıldığından eylemine uyan 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunun 30/1 maddesi uyarınca, sanığın sosyal ve ekonomik durumu, suç işleme yönündeki eğilimi, suçun işleniş şekli ve önemi ile yakalanan ürün miktarı gözetilerek, takdiren 1 yıl hapis cezası ve 5 gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına, Sanığın, daha önceden kasıtlı bir suçtan dolayı mahkum olmaması ve kişilik özellikleri ile duruşmalardaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurulduğunda, yeniden suç işlemeyeceği hususunda mahkememizde olumlu kanaatin oluşmuş olması ve sanığın da HAGB’ne karar verilmesini kabul etmiş olması nedeni ile 5271 Sayılı CMK’nın 5728 Sayılı Yasa ile değişik 231/5 maddesi uyarınca sanık hakkında kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına” dair) karar verildiği, davalının marka hakkına tecavüz suçunun sabit görüldüğü, davalı hakkında mahkumiyete karar verilerek hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı, kararın kararın 15/12/2020 tarihinde kesinleştiği belirlenmiştir. İlke olarak borçların kaynakları sorumluluk hukuku olarak da adlandırılan borçlar hukukunda düzenlenmiştir. Eldeki davada SMK (m.149-151) özel düzenlemeleri içeren öncelikli uygulanması gereken ancak TMK, TBK ile bütünsel değerlendirilmesi gereken bir kanundur. Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukukî anlamda sorumluluk ise taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Kusur sorumluluğu, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk türüdür. Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsuru olarak düzenlenmiştir (Eren, Fikret.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 594). Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan, Haluk.:Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara 1967, s. 89). Kusur sorumluluğuna doktrin ve uygulamada eş anlamda olmak üzere “haksız fiil sorumluluğu” veya “sübjektif sorumluluk” da denilmektedir.Dava konusu olay tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) borcun kaynakları, “Borç İlişkisinin Kaynakları” başlığı altında, sözleşmeden doğan borç ilişkileri (m. 1- 48), haksız fiilden doğan borç ilişkileri (m. 49- 76) olarak düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak sebepsiz zenginleşmeden doğan borç ilişkisine (m. 77-82) yer verilmiştir. Türk Borçlar Kanununun 49. maddesine göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Böylece haksız fiilden sorumluluk, tazminat borcunun kaynağını oluşturmaktadır. Özel bir sorumluluk hükmüyle düzenlenmemiş bütün hâllerde bir kimse için haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olması, TBK’nın 49. maddesindeki şartların gerçekleşmesine bağlıdır. Bir başka deyişle, ayrık bir düzenleme bulunmayan kusur sorumluluğu hâllerinde, TBK’nın 49. maddesi ve devamında yer alan esaslar uygulanır. Türk Borçlar Kanununun 49. maddesinde ifadesini bulan haksız fiilden söz edilebilmesi için şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalıdır. İkinci unsur, fiili işleyenin kusurudur. Üçüncü olarak, kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalıdır. Nihayet, dördüncü olarak doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında uygun nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemez. Hukuka aykırı fiiller, hukuk düzeninin tasvip etmediği fiillerdir. Bu gibi fiilleri gerçekleştirenlere hukuk düzeni fiilden meydana gelen zararı tazmin mükellefiyeti yükler. Şu hâlde hukuk düzeninde hukuka aykırı fiillere izafe edilen hukukî netice, fiilden meydana gelen zararı tazmin borcunun doğmasıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde ise “İspat yükü” başlığı altında, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü mevcuttur. Aynı yöndeki düzenleme 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinde; “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir’’ şeklinde ifade edilmiştir. Uyuşmazlığın çözümü açısından ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun hukukî niteliği ve ilgili yasal düzenlemelerin de irdelenmesi gerekmektedir. “Kurulan hükmün sanık hakkında hukuksal bir sonuç doğurmamasını” ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, davayı sonuçlandıran ve uyuşmazlığı çözen bir “hüküm” değildir. Bunun sonucu olarak, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar, CMK’nın 223. maddesinde sayılan hükümlerden olmadığından, bu tür kararların yasa yararına bozulması durumunda yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar bulunmadığı için verilecek hüküm veya kararlarda lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 gün ve 2011/4-61 E., 2011/79 K.; 06.10.2009 gün ve 2009/4-169 E., 2009/223 K. sayılı kararları). Kaldı ki, CMK’nın 231. maddesinin 5. fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmayacağı açıkça ifade edilmiştir. Böylece hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile kurulan hüküm, belli bir süre sanık hakkında hüküm ifade etmemekte, herhangi bir sonuç doğurmamaktadır. Sanık bulunduğu hâl üzere bırakılmakta, aynen yargılanan kimsenin durumunda kalmakta ve yapılan yargılama geçici bir süre askıda kalmaktadır. Askı süresi boyunca, yargılanan kimsenin sanık sıfatı devam eder ise de, hiçbir şekilde bu kimse hükümlü sayılamaz. Bu nedenle hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen kimse, hiçbir haktan yoksun bırakılamaz ve ayrıca bu karara dayanarak hiçbir hukukî statüden dışarıya çıkarılamaz. Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz. Ancak hukuk hâkiminin açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır. Yargıtayın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusunda kesinleşmiş kabul bulunması hâlinde, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir. Bu açıklamalar ışığında 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 74. maddesine ilişkin değerlendirmeye gelince; TBK’nın “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” hükmünden de anlaşılacağı üzere ceza mahkemesi kararının maddi olgu yönüyle kesinleşmiş olması gerekir. Eğer bu yönden kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı bulunmuyorsa, hukuk hâkimini bağlayacak bir ceza mahkemesi kararından da söz etmek mümkün değildir. Daha açık anlatımla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair verilen kararlar hukuk hâkimi açısından bağlayıcılık taşımamaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.09.2021 tarihli- 2017/4-1455 Esas- 2021/1117 Karar sayılı kararı). Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi ile benzer olarak düzenlenen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190. maddesi uyarınca dava konusu olayda ispat yükü davacı üzerinde olup, ileri sürdüğü vakıaları ispat etmek zorundadır. Davalı hakkında ceza mahkemesi tarafından hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olup, yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı maddi olgu yönüyle kesin bir mahkûmiyet kararı değildir. Bu nedenle TBK’nın 74. maddesi uyarınca hukuk hâkimini bağlamayacaktır. Ancak dosya kapsamında, davacı sadece ceza dosyasına delil olarak dayanmamış olup davalının davacıya yönelik gerçekleştirdiği iddia edilen eyleme dair başkaca bilgi, belge ve delil sunduğu bu nedenle mevcut durum itibarı ile fiilin sabit olduğu, davacının iddiasını ispata elverişli deliller ileri sürdüğü de anlaşılmıştır. Manevi tazminat talebi açısından, davacı … Hizmetleri San. Ve Tic. LTD. ŞTİ. adına tescilli marka taklidi ürünün 25.01.2019 tarihinde davalının sorumluluğundaki www…com e-ticaret sitesi içinde satışa sunulduğu platformdan sipariş verilerek elde edilmiş, incelenen orijinal ve taklit … ürünü müştekinin marka hakkı ihlaline sebep olduğu teknik olarak belirlenmiş, her ne kadar davalı … kelimesinin genel görünüm anlamına geldiğini özel bir ad ya da tescilli bir marka olamayacağını beyan etmiş ise de net ortamında bu kelimelerin “…” anlamında kullanılmadığı ve davacıya ait bir marka ürün olarak yer aldığı belirlenmiştir. İncelenen taklit ürünün adı olan … içinde davacının tescilli markası … kelimesi vardır. Aynı sektörde aynı üründe bu tescilli kelime taklit edilmiştir. Bu kelimelerin davacı … Hizmetleri San. Ve Tic. Ltd. Şti. Firması adına tescilli olan; TPE … nolu “…” emtia no:3 (emtia kapsamı içinde kozmetik mevcut) (koruma tarihi: 08.05.2014) yazısının aynısı olduğu, taklit olarak kullanıldığı ve davacıya ait bu tescilli markanın iltibas ve iktibas edilmesi suretiyle kullanıldığı üründe, 10.01.2017 tarih ve … nolu Sınai Mülkiyet Kanununun 29.ve 30.maddeleri kapsamında, marka hakkına tecavüz fiili işlendiğine kanaat getirilmiş, ilk derece mahkemesi tarafından manevi tazminat şartlarının oluştuğuna dair değerlendirmesi yerinde görülmüş, olayın meydana geldiği tarih, dava tarihi ve taklit ürün sayısı dikkate alındığında yazılı şekilde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından davalı vekilinin kabul edilen manevi tazminat miktarına yönelik istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir. Yukarıda açıklanan hususlar gereğince, saptanan ve hukuksal duruma göre; davalı vekilinin ilk derece mahkemesi kararının maddi tazminatı talebinin kabulüne yönelik istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nın 341/2; 346/1; 352/1-b maddeleri gereğince usulden, manevi tazminat talebine yönelik istinaf başvurusunun ise 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine kesin olmak üzere karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-Usûl ve yasaya uygun İstanbul 4. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 22/09/2022 tarih ve 2021/272 E. 2022/106 K. sayılı kararına karşı davalı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun maddi tazminat yönünden 6100 Sayılı HMK’nın 341/2; 346/1; 352/1-b maddeleri gereğince USULDEN REDDİNE; manevi tazminat talebine yönelik istinaf başvurusunun ise 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 179,90-TL maktu istinaf karar ve ilam harcından peşin yatırılan 59,60-TL harcın mahsubu ile bakiye 120,30TL harcın davalı tahsiliyle Hazine’ye gelir kaydedilmesine, 3-Davalı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,4-İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,5-Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine,6-Karar tebliği, harç tahsil müzekkeresi düzenlenmesi, harç ve avans iadesi işlemlerinin İlk derece Mahkemesince yerine getirilmesine, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve 6100 Sayılı HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince, miktar itibariyle kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 30/03/2023