Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2022/449 E. 2022/909 K. 26.05.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2022/449
KARAR NO: 2022/909
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: Bakırköy 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 26/11/2021
NUMARASI: 2021/7 E. – 2021/221 K.
DAVANIN KONUSU: Marka (Marka Hakkına Tecavüzden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 26/05/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili adına TPE nezdinde tescilli olan “…” esas unsurlu markalarını ilk olarak 1996 yılında kullanmaya başlamış olup, bu çerçevede … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…”, … sayılı “…” markalarını Mal ve Hizmetlerin Sınıflandırılmasına İlişkin Tebliğ’in 05, ve 29. Sınıfları da dahil olmak üzere çeşitli sınıflar için tescil ettirdiğini, markanın piyasada bilinirliğini sağlayan bu markayı piyasaya kazandıranın müvekkil şirket olduğunu, bu sebeple marka üzerindeki öncelik hakkının müvekkil şirket olmakla birlikte gerçek hak sahibinin de müvekkil şirket olduğunu, davalı şirketin “…” ibareli ilaçlarının müvekkil markalarına neredeyse ayniyet derecesinde benzer olduğunu, söz konusu … ibaresinin müvekkilin seri markalardan biri olarak algılanma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, davalı kullanımı ile müvekkili … esas unsurlu markaları arasında benzerlik olduğu ve toplumda aynı marka izlenimi uyandırdığını, ilgili markalar bakımından davalı tarafın markaya tecavüz niteliğindeki … ibaresinin kullanım ve eylemlerinin tespiti ile durdurulması, giderilmesi ve önlenmesini, davalının … ibaresini kullanmasının haksız rekabet niteliğinde olduğunun tespitini, haksız rekabet niteliğindeki eylemlerinin giderilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkili … Tic. Ltd. Şii’nin yaklaşık 10 yıldır … adlı ve ilaç vasıflı pediatrik şurubu aralıksız ve fasılasız üretmekte ve satmakta olduğunu, Sağlık Bakanlığt’na 2005 tarihinde başvuruda bulunulduğunu ve iş bu başvurunun Bakanlıkça kabul edilerek 31/0812005 tarih ve … no ile “… adlı ilaca ait yeterli tıbbi müstahzarlar ruhsatnamesi” verildiğini, yine Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü ‘nün 19/12/2005 tarihli belgesiyle “…” adlı ilaca satış izni alındığını, müvekkilinin ilaç üretim ruhsatı sahibi olup, 10 yıldır ülke çapında tek yetkili olmak üzere fasılasız üretim ve satış yapmakta olduğunu, davacının rakip firma olduğunu ve müvekkil ile aynı sektörde ve aynı ürün segmentinde ( pediyatrik şurup) faaliyet gösterdiğini, müvekkili yakından tanımakta ve bilmekte olduğunu, davacının, … ibareli ilaç üretmesinin yasak olduğunu … ibareli şurup üretme hakkına sahip olmadığını ve müvekkilin ruhsat sahibi olduğunu bile bile, müvekkil zararına hareket etmek kastıyla … ibareli markayı 05. sınıfta adına tescil ettirdiğini ve ilaç üreticisi müvekkilinin üretim ve satış yapmak hakkını elinden almaya çalıştığını, davacı tarafından kötü niyetle tescil ettirilen … no’lu ve … ibareli markanın hükümsüzlüğü için aleyhine İstanbul Anadolu 2. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2014/299 E. sayılı dosyasıyla “markanın hükümsüzlüğü” davası ikame edildiğini, ilacın etkin maddesi olan çinko ibaresinin tanımı “…” ibaresi üzerinde davacının hak sahibi olmadığını, ilaç markalarında etkin madde ibarelerinin ilacın yaygın adı olup, iş bu isimin kamuya ait olduğunu, ilacın etkin maddesinin kullanıldığı ilaç markalarının “zayıf marka” mahiyetinde olduğunu ve ayniyet kriterinde bire bir ayniyetin arandığını, hitap edilen tüketicinin doktorlar, eczacılar olduğunu, davacı ve tüm tacirlerin, çinko etken maddesini içeren ilaçlar ürettiği müddetçe elbette “…” ibaresini kullanmak mecburiyetinde olduğunu, zira “…” kelimesinin başkaca bir anlatımı olmadığını, davacının adeta “… (…) ” kelimesini tekeline almaya çalışmakta ve piyasada … ibaresinin asıl etkin madde olduğu hiçbir ilacın üretim ve satışının yapılmamasını istediğini, taraf kullanımlarının birbirinden farklı olduklarını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince; “…Yargıtay 11. HD. 26/09/2018 tarih ve 2016/14515 e. 2018/5728 k.sayılı içtihadında da aynı hususlara dikkate çekilmiştir: “İlaç emtiası bakımından etken madde veya tedavisi hedeflenen hastalığa doğrudan atıf yapan işaretler tanımlayıcı niteliktedir. Ancak etken maddeden türetilen işaretlerin de ayırt edicilik vasfına sahip olmak koşuluyla marka olarak tescili mümkündür. Somut olayda davacı vekili davalının 05.sınıf yönünden “…” ibareli marka başvurusunun müvekkilinin aynı sınıfta tescilli “…” ibareli markalarıyla iltibas tehlikesine yol açtığını ileri sürmüştür. Ancak, davacı markasından farklı olarak davalının marka başvurusundaki aynı etken maddeden türetilen “…” ilaç markasının doktor ve eczacıdan oluşan uzman kullanıcı kesimi dikkate alındığında 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi kapsamında davacı markası ile iltibas ihtimali bulunmadığından davacının davasının reddine” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1- Müvekkili şirketin “…” esas unsurlu markaları tanınır hale getirdiğinin ve mezkur markaya ayırt edicilik kattığı hususunun, dosyada mübrez delilleri ve kesinleşmiş yargı kararları ile sabit olduğunu, bu sebeple yerel mahkemenin müvekkili şirket markasının ayırt ediciliği düşük ve zayıf bir marka olduğu yönündeki tespitlerinin kabul edilemeyeceğini, 2- “…” asıl unsurlu ürünler bakımından müvekkili şirketin 1990’lı yıllardan bu yana yoğun kullanımı ve tanıtımı sebebiyle davaya konu marka üzerinde üstün ve öncelikli hak sahipliği bulunduğunu, “…” ibaresinin müvekkili firma tarafından ihdas ve istimal edildiği tarihin 03.12.1993 tarihi olduğunu, 3-Davalı tarafın ise, Sağlık Bakanlığından aldığı 31.08.2005 tarihli ilaç ruhsatına dayandığını, 4-Müvekkili şirketin TPE nezdindeki “…” ibareli markaları incelendiğinde en eski tarihli olanın 07.02.1997 tarih ve … sayılı “…” olduğunun görüldüğünü, TPE kayıtlarına bakıldığında davalının ruhsat aldığı 2005 yılından çok önce, 1990 lardan itibaren müvekkili şirketin … esaslı markaları tescil ettirdiğini ve 1996 yılında da Sağlık Bakanlığından ruhsatlandırdığının görüleceğini, 5-Davalı şirketin “…” isimli tescilli bir markasının bulunmadığını, müvekkili şirketin, 24.04.1996 tarihli Sağlık Bakanlığı ruhsatnamesini aldığını ve bilahare … esas unsurlu marka başvurusunda bulunduğunu, ”…” markasının da “…” esas unsurlu markanın seri markası olduğunu, ayrıca 07.02.1997 tarihinden itibaren “…” esas unsurlu çok sayıda markanın 07.02.1997 tarihinde başlamak suretiyle seri olarak tescil ettirildiğini, davalının aynı sektördeki müvekkili şirket ilaçlarını ve markalarını bilmemesinin imkansız olduğunun da dosyadaki belgeler ile sabit olduğunu, 6-Dosyada mübrez, benzer nitelikte bir davada; Ankara 3.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinın 2011/31 E.2012/182 K. sayılı “…” kararının onanarak kesinleştiğini, Mezkur kararın, açık bir şekilde müvekkili şirkete ait … asıl unsurlu seri markaların aldıkları ilaveler ile yoğun bir tanıtım ve kullanımının bulunduğunu, bu kullanımın … ibaresinin müvekkili bakımından ayırt edicilik seviyesini yükselttiğini ortaya koyduğunu, … markası sebebiyle … ibaresinin marka olarak tesciline Yargısal karar ile izin verilmediğini ve hukuk güvenliği ilkesi gereğince tamamen kötü niyetle kullanılan “…” isminin kullanımının da korunmaması gerektiğini, 7-Dosyada mübrez bilgi ve belgelerden müvekkili şirketin yaptığı büyük yatırımlar, yayınlar, tanıtım ve reklam faaliyetleri sonucunda … markasını maruf hale getirdiğinin sabit olduğunu, Ticaret Sicil Gazetesi kayıtlarının incelenmesi halinde davalı firmanın tescile tabii son faaliyetinin 26.02.2015 tarihli adres değişikliğine ilişkin olduğunun anlaşıldığını oysa davalı şirketin Ticaret Kanunu gereğince her yıl genel kurul toplantısı yapması ve kararlarını ticaret sicil gazetesinde ilan etmesi gerektiğini,bu da davalı şirketin ticari faaliyetlerine devam etmediğini gösterdiğini, 8-Kaldı ki, ilaçlara ait … listesinde … etken maddesini belirtmek için kullanılan ibare “…” olup, davalının ürettiği ilaca verdiği isim ise müvekkilinin seri markalarının esas unsurunu oluşturan “…” ibaresine ekleme yapmak suretiyle oluşturduğu “…” ibaresi olduğunu, davalı şirketin çinko anlamına gelen “…” ibaresi yerine müvekkil şirketin 1996 yılından bu yana kullanmak suretiyle maruf hale getirdiği “…” ibaresini kullanarak “…” ibaresini türetmesi dahi kötü niyetinin ve müvekkilinin markasının tanınmışlığından yararlanma amacı olduğunun gösterdiğini, 9-Davalı şirketin “…” ibareli ilaçları müvekkilinin “…” esas unsurlu markaları ile ayniyet derecesinde benzer olup, söz konusu “…” ibaresinin müvekkilin seri markalarından biri olarak algılanma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, Tüketicilerin davalı şirket markasını müvekkil şirket markasının seri markası gibi algılayıp satın alması veya en azından markalar arasında idari ve ekonomik bir bağın olduğunu düşünmesinin söz konusu olabileceğini ve bu sebeple markalar arasında karıştırılma ve iltibas tehlikesi olduğunu, davalı şirket ürününde “…” ibaresinin, müvekkiline ait “…” markasından ayırt edilemeyecek kadar benzer terkip edilmesi neticesinde karışıklığa sebep olacak bir durumun gerçekleştiğini, 10-İlk derece mahkemesinin kararında, markaların hitap ettiği tüketici kesiminin doktor ve eczacılar olduğunun belirtildiğini, ne var ki, müvekkili şirkete ait “…” ve “…” esas unsurlu markaların reçetesiz satılan, her ebeveynin ve tüketicinin bildiği ve bilebilecek durumda olduğu, orta seviyedeki tüketicinin tamamlayıcı ve ilave niteliği de olan bu ürünleri hekim ve eczacı tavsiyesi olmadan da eczasebep satın alabildiği dikkate alındığında karıştırılma ihtimalinin tespitinde hedef kitlenin orta seviyedeki tüketici olduğunu, dosyada mübrez yargı kararları ile de müvekkilinin “…” esas unsurlu markaları bakımından hedef kitlenin orta seviyedeki tüketici olduğunun açık bir şekilde ortaya konulduğunu, 11-Müvekkili şirketin … markalı bir çok ilacının eczane raflarında bulunduğu dikkate alındığında, davalı şirket ürünlerinde “…” ibaresinin kullanımı durumunda, ürünün müvekkili şirketin seri ürünü olarak değerlendirileceğini orta seviyedeki tüketici nezdinde karıştırılma ihtimalinin yüksek olduğunu, açıklanan sebeplerle davalı şirketin “…” ibaresini kullanımının, müvekkilin “…” esas unsurlu markaları bakımından marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğini, 12- Eksik inceleme ile verilen bilirkişi raporunun hükme esas alındığını, bilirkişi raporuna karşı ileri sürdükleri itirazlarının giderilmeyip eksik inceleme ile karar verildiğini belirterek, yukarıda arz olunan ve resen dikkate alınacak sebeplerle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, yeniden yargılama yapılmak suretiyle haklı davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Dava markaya tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, meni, refi davasıdır. Davacı vekili, müvekkili şirketin, kendisine ait “…” esas unsurlu marka ve bundan ürettiği çok sayıda markanın tescilli olarak sahibi, bu markanın kullanımımda öncelik hakkının kendisine ait olduğunu, davalının tescilsiz olarak kullandığı “…” ibareli ilaçlarının müvekkili markalarına neredeyse ayniyet derecesinde benzer olduğunu, söz konusu … ibaresinin müvekkilin seri markalardan biri olarak algılanma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, her iki firmanın aynı alanda faaliyet gösterdiğini belirterek, davalı kullanımının kendi markasına tecavüz ettiği ve haksız rekabet oluşturduğunun tespitini ve tecavüzün meni ve refiini talep etmiş, davalı vekili, müvekkili … Ltd. Şti’nin yaklaşık 10 yıldır … adlı ve ilaç vasıflı pediyatrik şurubu, aralıksız ve fasılasız üretmekte ve satmakta olduğunu, Sağlık Bakanlığı’na 2005 tarihinde başvuruda bulunulduğunu ve iş bu başvurunun Bakanlıkça kabul edilerek, 31/0812005 tarih ve … no ile, “… adlı ilaca ait yeterli tıbbi müstahzarlar ruhsatnamesi” verildiğini, yine Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü ‘nün 19/12/2005 tarihli belgesiyle “…” adlı ilaca satış izni alındığını, müvekkilinin ilaç üretim ruhsatı sahibi olup, 10 yıldır ülke çapında tek yetkili olmak üzere fasılasız üretim ve satış yapmakta olduğunu, marka tecavüzünün ve haksız rekabetin söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini talep etmiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiş, iş bu karar yukarıdaki sebeplerle davacı vekili tarafından istinaf edilmiştir. Dosya kapsamına göre, davalı şirketin daha önce, İstanbul Anadolu 2. FSHHM’nin 2014/299 Esas sayılı dosyasında davacı adına tescilli … başvuru numaralı “…” markasının tüm sınıflar açısından hükümsüzlüğü için dava açıldığı, mahkemece 2014/299 Esas 2017/5 Karar sayılı kararı ile davanın reddine karar verildiği, kararın istinaf edilmesi üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nin 2017/3173 Esas ve 2019/2620 Karar sayılı kararı ile yerel mahkeme kararının kaldırılması ile davanın kısmen kabul, kısmen reddine ve davalı adına tescilli 09.06.2009 başvuru tarihli, … “…” markasının 5. sınıftaki emtialar yönünden kısmen hükümsüzlüğüne karar verilmiş, bu kararda Yargıtay onamasından geçerek kesinleşmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nin 2017/3173 Esas ve 2019/2620 Karar sayılı kararının gerekçesi “Tarafların ilaç sektöründe faaliyet gösteren rakip firmalar olduğu, etken maddesi çinko olan sadece boyar maddesi Jarklı olan davacının …, davalının … isimli ilacının bulunduğu, birbirlerinden haberdar olmamalarının düşünülemeyeceği, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi nin 26/09/2018 tarihli 2016/14515 Esas-2018/5728 Karar sayılı kararıyla …-… markaları ile ilgili davada doktor ve eczacıdan oluşan uzman kullanıcı kesimi dikkate alındığında 556 Sayılı KHK 8/1-b maddesi kapsamında iltibas ihtimali bulunmadığına işaret edildiği, yine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 09/12/2015 tarihli 2015/6264 Esas-2015/13174 Karar sayılı kararıyla …-… markaları ile ilgili davada doktor ve eczacıdan oluşan uzman kullanıcı kesimi dikkate alındığında 556 Sayılı KHK 8/1-b maddesi kapsamında iltibas ihtimali bulunmadığına işaret edildiği ve yine yukarıdaki paragrafta yer verilen Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin …- … markaları ile ilgili davada 05. Sınıfta etken maddesine atıfta bulunduğundan ve hitap ettiği tüketici kitlesi nazara alınarak KHK 8/1-b anlamında benzerlikten söz edilemeyeceğinden, hükümsüzlük kararının bozulmasına karar verildiği, emsal Yargıtay kararları da göz önüne alındığında, davacının davalının … markasından, kötü niyetle … markasını türettiğine dair davalı iddiasının yerinde olmadığı, markayı ihdas ve istimal edenin davacı olduğu, 5. Sınıf emtia grubunda önceye dayalı hak sahibinin davacı olduğu, davalının aynı sektörde faaliyet göstermesine ve davacının … isimli çinko etken maddeli ilacı bilmesine rağmen markayı 5.sınıfta tıbbi amaçlı kimyasal ürünler ve emtialar grubunda adına tescil ettirmesinde kötüniyetli olduğu kanaatiyle….,” şeklindedir. Görüleceği üzere, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nin 2017/3173 Esas ve 2019/2620 Karar sayılı kararı, bahsi geçen diğer … esas unsurlu benzer davalara ilişkin Yargıtay kararları ile dosyada mevcut bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde, gerek davacı gerekse de davacının ilaç firmaları oldukları ve iştigal alanları ve markalarının ilaç üzerine olduğu, davalı tarafından “…” ibaresinin, marka tescili olmadan, 2005 yılından bu yana Sağlık Bakanlığından alınan ruhsatname ile, pediatrik şurup adlı ilaca ait ürün üzerinde kullanılmakta olduğu, davacı tarafın, … ibareli hükümsüz kılınan markası olmakla birlikte, … ibareli benzer bir ilacının (pediatrik şurup) olmadığı, her iki markanın hitap ettiği tüketici kitlesinin doktor ve eczacıdan oluştuğu, bunlar dışındaki kullanıcı kitlesininde ortalama tüketici profilinden daha bilgili ve seçici bir kitle olduğu, bu sebeple davalı markası açısından iltibasın ve markalar arasında benzerliğin varlığından bahsedilemeyeceği, davacı vekilinin marka tecavüzü iddiasının bu sebeple reddi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır. Öte yandan, yukarıda değinildiği üzere davalının dava tarihine kadar 10 yıldır dava konusu şurubu üretmekte ve tescilsiz ama ruhsata uygun ilaç markasını kullanmakta olduğu, davacının dava tarihinden önce bu kullanıma karşı herhangi bir itirazı olduğuna dair dosyaya belge sunmadığı, bu süre boyunca davalının kullanımına sessiz kaldığı görülmektedir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18/09/2019 tarihli, 2018/3792 Esas-2019/5561 Karar numaralı kararında; ” Dairemiz’in 21/12/2017 tarih 2016/6803-2017/7532 sayılı kararında da belirtildiği üzere, “uzun süreli sessiz kalma suretiyle hak kaybı müessesi” TTK’da düzenlenmemiş olup bu uygulamanın yasal dayanağı TMK’nin 2. maddesidir. Buna göre, bir hak ihlali karşısında, hak sahibinin bu ihlali bildiği veya bilebilecek durumda olduğu halde bu hususta karşı tarafta dava açılmayacağı yolunda güven oluşturulduktan sonra, oluşturulan bu güvene aykırı olarak, ihlal konusu hakka önemli yatırım yapan kişilere karşı ihlali sona erdirmek amacıyla dava açılması çelişkili davranış yasağı teşkil edecek olup, böyle bir davranış MK 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olacak ve bu davranış hukuk tarafından himaye edilmeyecektir. Bu sürenin belirlenmesinde de esas alınacak olan dürüstlük kuralıdır. Bununla birlikte bu süre Dairemiz uygulamalarında Dairemiz’in 18.12.2013 tarih 2012/17220 -2013/23188, 04.11.2013 tarih 2012/5906 -2013/19523, 28/11/2018 tarih 2017/1405 – 2018/7443 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, kural olarak beş yıl olarak kabul edilmektedir. ” denilmiştir. Bu durumda davacının, davalının dava konusu markasal kullanımına 5 yıldan fazla bir süre boyunca sessiz kalması sebebiyle hak kaybına uğramış sayılması gerektiği, bu hak kaybından dolayı davacının bu davayı açma hakkının da sona erdiği kanaatine varıldığından davcı vekilinin istinaf talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir. Sonuç olarak bu doğrultuda ilk derece mahkemesince açıklanan ve benimsenen sebeplerle dosya içeriğine, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun Bakırköy 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 26/11/2021 tarih ve 2021/7 E., 2021/221 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL istinaf karar harcı davacı tarafından peşin yatırıldığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti tayinine yer olmadığına, 5- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 26/05/2022