Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2022/276 E. 2022/515 K. 31.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2022/276
KARAR NO: 2022/515
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 09/12/2021
NUMARASI: 2020/707 E. – 2021/923 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 31/03/2022
Yukarıda yazılı ilk derece mahkemesi kararına karşı, istinaf yasa yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin 27 yıldır devlet memuru olarak çalıştığını, ticaret ile iştigal etmediğini, müvekkili ile davalı arasında herhangi bir mal alım satımına ilişkin bir alışverişinde gerçekleşmediğini, müvekkilinin kardeşi …’un davalıya bir borcu bulunduğunu bu borç sebebiyle müvekkiline kardeşi hakkında icra takibi yapılarak ödenmemesi halinde de kardeşinin hapse gireceğinin belirtilmesi üzerine annesi … ve kardeşi …’un manevi baskıları ve telkinleri ile müvekkilinin iradesi sakatlanarak borca kefil sıfatıyla imza attığını, ancak müvekkilinin davalıya böyle bir borcunun olmadığını, müvekkilinin kardeşi tarafından hataya düşürülerek davaya konu senetleri baskı altında imzaladığını, bu sebeplerle davanın kabulü ile 30/12/2019 vadeli 100.000,00 TL bedelli, 28/01/2020 vadeli 100.000,00 TL bedelli, 28/02/2020 vadeli 100.000,00 TL Bedelli ve 30/03/2020 vadeli 70.000,00 TL bedelli dört adet bonodan dolayı davacının davalıya borçlu bulunmadığının ve senetlerin davacı açısından geçersizliğinin tespitine, İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı, İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. Sayılı ve İstanbul …İcra Müdürlüğü’nün …E. Sayılı icra takiplerinin davacı yönünden iptaline, henüz icra takibine konu edilmeyen 0/03/2020 vadeli 70.000,00 TL bedelli senedin icra takibine konu edilmemesi için ihtiyati tedbir kararı verilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı üzerine bırakılmasını talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davacının dava konusu senette kefil olması sıfatı ile borcu kişisel olarak üstlenmiş olması sebebi ile müvekkili alacaklı davalıyı tanımamasının son derece doğal olduğunu, dava dışı asıl borçlu … tarafından bir kaç tane icra takiplerinin ödenmemesi asıl borçlu …’ın talebi ile dosya borçlarının ödeneceği ve kefalet verileceğinin taahhüdü ile 17/12/2019 tarihli protokol yapılarak dava konusu senetlerin alındığını, icra dosyalarına ödeme taahhütleri asıl borçlu … tarafından yerine getirilmediğini, dosya borçlarının ödenmediğini, ödenmeyen ve verilen taahhüt yerine getirilmediğinden İcra Ceza mahkemesinde taahhüdü ihlalden ceza çıktığını, davacının 27 sene memurluk yapan bir kişi olduğu iddiası ile kambiyo senedine imza attığı anda evrakın akıbetini bilmediği, kandırıldığı, iddiasının gerçeğe ve hayatın olağan akışına da aykırı olduğunu, abisinin borcunun teminatı olarak senetlere kefil olduğunu, aksi iddiaların kurgudan ibaret olup dava dilekçesi kendi içeriği itibariyle daha çeliştiğini, davacının senetleri bilerek kabul ederek ve borca kefilliğe ikrar ederek, tanık huzurunda imzaladığını, senetleri imzalarken etki altına kalarak imzalanması iddiası hukuken geçerli olmadığını, avukatlık kanunu 35/A uyarınca taraflar arasında protokol ikame edilerek usulüne uygun olarak senetler alındığını, asıl borcun muaccel hale geldiğini, davacının esasa ilişkin tek iddiasının, davacının senetleri imzaladığı anda eşinin muvafakatinin alınmadığı iddiasından ibaret olduğunu, bu hususun Yargıtay içtihatı birleştirme kararları gereğince kıymetli evrak üzerinde yapılan işlemlerde eşin rızası aranmadığını, kambiyo hukukunda kefalet aval hükmünde olup, aval veren senedin şekli geçersizliği dışında defileri hamile karşı ileri süremeyeceğini, aval verilen kişinin sahip olduğu mutlak defiler kural olarak aval veren taraf olarak hamile karşı ileri sürülemeyeceğini, davada senedin şekline ilişkin ve imzaya ilişkin bir defi ileri sürülmediğini beyan ederek kambiyo senetlerinde içtihatı birleştirme kurul kararı gereği eşin rızası aranmayacağından davacının sübut bulmayan davasının reddine, davacının %20 den aşağı olmamak kaydı ile kötü niyet tazminatına mahkum edilmesine, davacının ihtiyati tedbir talebinin reddi ile takiplerin devamına karar verilerek yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince; “İcra takibine konu bonoların zorunlu unsurlarının tam olması, dosyada mevcut ve davacının imzasının bulunduğu protokol, davacının senetteki imzasının aval niteliğinde olması, kambiyo senetlerinde Borçlar Kanunu’nun kefalete ilişkin hükümlerinin uygulanamayacak ve bu kapsamda eş rızasının aranamayacak olması, TTK’nın 724/1. maddesi hükmü gereğince kambiyo senetlerinde müteselsil borçluluk esası olduğundan, bu tür senetlerde imzası olan herkes, hamile karşı müteselsilen sorumlu olacağından davanın reddine hükmedilmiştir. Davacının kötü niyetli olduğu somut deliller ile ispatlanamadığından davalının kötü niyet tazminatı talebinin reddine” karar verilmiştir. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; -Davalı yanın dosyaya ibraz ettiği deliller içeriği ve dinlenen tanık beyanları ile davacının teyzesinin oğlu …’ın kesinleşen hapis cezalarının bulunduğu ve senetleri imzalamadığı takdirde …’ın hapse gireceğinin söylendiğinin sabit olduğunu, manevi baskı sebebiyle iradesinin sakatlandığını, -Davaya konu senetler incelendiğinde borçlu sıfatı ile …’ın ve kefil sıfatı ile vekil edenin ve …’ın isim ve imzalarının bulunduğu dolayısı ile senetleri düzenleyenlerin …, … ve … olduğunu, Türk Ticaret Kanunu’nun 701. Maddesi 3. Fıkrasında yer alan “Muhatabın veya düzenleyenin imzaları hariç olmak üzere, poliçenin yüzüne atılan her imza aval şerhi sayılır.” hükmü göz önüne alındığında davacının kefil sıfatı ile ismi ve imzası bulunduğundan dolayı vekil edenin aval veren durumunda olamayacağını, sadece imzası bulunsa idi o takdirde imzası aval olarak değerlendirilebileceğini, 17/12/2019 tarihli protokol hükmü göz önüne alındığında vekil edenin kefil olduğu yönünde tarafların iradesinin örtüştüğünün görüleceğini, somut olayda yanlar arasındaki Protokol ve senetlerin düzenlenme amacı göz önüne alındığında Türk Borçlar Kanunu 584. Maddesinin Ek fıkrasında belirtilen istisna kapsamına giren bir durum olmadığı diğer bir ifade ile eş rızası istenmeyen hâller niteliğinde olan bir ilişki olmadığını davacının eşi tarafından verilmiş bir muvafakat de bulunmadığını, bu gerekçelerle davanın kabulü yerine reddine karar verilmesinde yasal isabet bulunmadığından kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; Davacının kendi isteği ile senetleri imzaladığını, irade sakatlığının söz konusu olmadığını, 17/12/2019 tarihli protokol de kefil olarak imzaladığının kabulü senet üzerine atılan her imza aval şerhi sayılır hükmünü bertaraf etmeyeceğini, senedi düzenleyenin davacı … olmadığını … olduğunu, istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için kambiyo taahhüdünün doğumu ve özellikle irade sakatlığı hâlleri ile bunun kimlere karşı ileri sürülebileceği noktalarının aydınlatılmasında ve cebri icra baskısı altında yapılan ödeme taahhütlerinin hukuki sonuçları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 24. Baskı, Ankara 2019, s. 422). İrade bozukluğu hâlleri, 6098 Sayılı TBK’nın m. 30 ila 39 hükümleri arasında “yanılma”, “aldatma” ve “korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir. Davacı taraf cebri icra tehdidi altında korkutularak ve aldatılarak senede imza attığı iddiasında ise de, aldatma ve korkutmaya ilişkin sunulan delillerin hiç birinin davalı taraf ile ilgilisinin bulunmadığı bu sebeple Mahkeme gerekçesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmıştır. Davacının kefalette eş rızasına ilişkin istinaf isteminde ise, Aval hususu incelenmelidir. Buna göre Aval, poliçe, çek ve bonoya özgü bir tür kambiyo taahhüdüdür (Öztan, F.: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2012, s.168; Pulaşlı, H.: Kıymetli Evrak Hukukunun Esasları, Ankara 2015, s. 175). Hemen belirtilmelidir ki, kambiyo senetleri bakımından kendine özgü bir teminat türü olarak aval müessesesi kabul edildiğinden, bono üzerinde “kefil” yazıyor olması, bu taahhüdü kefalet haline dönüştürmez. Bono üzerine “kefil” ibaresi konulsa dahi bu, aval olarak nitelendirilir ve aval veren, bononun diğer borçlusu ile birlikte müteselsilen sorumlu olur. Aval 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun (TTK) 700 ila 702 nci maddelerinde düzenlenmiştir. Kanunda avalin tanımı yapılmamış; sadece aval ile poliçedeki bedelin ödenmesinin teminat altına alındığı belirtilmiştir (TTK.m.700). Aval, senedin ödeneceğine dair güvence verilmek sureti ile kambiyo senetlerine tedavül kolaylığı sağlamaktır. Belirtilmelidir ki aval -bir geçerlik şartı olarak- senet (veya alonj) üzerinde bulunmalıdır. Zira yukarıda da vurgulandığı gibi kambiyo senedinden doğan sorumluluğun temini gayesi, doğal olarak bu teminatın esas alacakla birlikte devredilmesini gerektirir; kambiyo senedini ciro yoluyla devralacak kimsenin de bunu görebilmesi lazımdır (Sengir, T.: Aval Hukuku, Ankara 1967, s.10). Kambiyo senedi dışında verilmiş bir teminatın, aval olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Aval gerek üçüncü bir şahıs gerekse poliçeye imza koyan diğer bir şahıs tarafından verilebilir. Türk Ticaret Kanunu’nun 701/4. maddesine göre aval beyanında kimin için verildiği belirtilmemişse avalin keşideci hesabına verildiğinin kabulü gerekir. Bu aşamada kefalet sözleşmesine ilişkin hükümlerin aval bakımından uygulanmasının mümkün olup olmadığı da tartışılmalıdır. Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olan kefalet ve Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiş olan aval, bir borç ilişkisinde alacaklının alacağını tam olarak alabilmesi noktasında kişisel birer teminattır. Öncelikle vurgulanmalıdır ki Türk Ticaret Kanunu, Türk Borçlar Kanunu’na göre daha özel nitelikte bir kanun olup, ancak Türk Ticaret Kanunu’nda düzenleme bulunmaması halinde genel hüküm niteliğindeki Türk Borçlar Kanunu uygulanır. Avale ilişkin hükümler kendi içinde bir bütünlük teşkil eder ve münhasıran kambiyo hukuku içinde düzenlenmiştir. Bu haliyle özel nitelikte bir şahsi teminat türü olan aval bakımından genel nitelikli kefalet hükümlerine gidilmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Avalin bu özel niteliği kambiyo senetlerine duyulan güven ve tedavül kabiliyeti ile de ilgilidir. Zira kefalette asıl borç bir sebeple geçersizse kefilin de sorumluluğuna gidilemezken, avalde lehine aval verilenin sorumluluğu bulunmasa bile avalistin sorumluluğu devam etmektedir. Kendisine böylesine önemli bir fonksiyon atfedilmiş aval müessesesinin kefalete ilişkin genel hükümlere tâbi kılınması doğru değildir. Her ne kadar Türk Borçlar Kanunu’nun 603. maddesinin gerekçesinde “madde kefili koruyucu hükümlerden kurtulmak amacıyla, başka adlar altında yaptıkları sözleşmelere de kefalet hükümlerinin uygulanacağını belirtmektedir. Böylece mesela kefalet sözleşmesi yerine, üçüncü kişinin fiilini üstlenme sözleşmesi yapılmasında olduğu gibi, alacaklıların kefili koruyucu hükümlerden kurtulmalarının ve bunları dolanmalarının önlenmesi amaçlanmıştır” denmişse de; bu düzenlemenin avali de kapsayacağına dair açıklık bulunmamaktadır. Hatta madde gerekçesi “kefili koruyucu hükümlerden kurtulmak amacıyla” yapılan diğer sözleşmeleri işaret ederken, avalin bu kapsamda kalmadığında da tereddüt bulunmamaktadır. Zira aval bir sözleşmeye değil kambiyo taahhüdüne verilir ve bu sahada kaçınılacak başka bir taahhüt türü bulunmamaktadır. Diğer bir ifade ile gerçek kişilerce verilen avaller Türk Borçlar Kanunu’nun 603. maddesine tâbi tutulmayacak ve kefil lehine olan hükümlerden kurtulmak için aval verildiği ileri sürülemeyecektir. Kaldı ki ticaret hayatındaki sürat ve güven ihtiyacı, ticari iş ve işlemlerin genel hükümlerden ayrı, özel kanuni şekil kuralarına bağlanmasını zorunlu kılmıştır. Tedavül kabiliyeti ve kambiyo senetlerinin soyutluğu ilkeleri de bu fonksiyona hizmet ederler. Tedavül kabiliyeti kambiyo senetlerini adi senetlerden ayırmaktadır. Bunun sağlanabilmesi de kambiyo senetlerinin temel ilişkiden bağımsız olmasına bağlıdır. Buna “soyutluk” ya da “illetten mücerret olma” denir. Soyutluluk kavramı esas itibariyle kıymetli evrak niteliği taşıyan bir senette mündemiç olan hakkın temel ilişkiden bağımsızlığını ifade eder (Poroy, R./Tekinalp, Ü.: Kıymetli Evrak Hukuku Esaslar, İstanbul 2010, s.29). Kambiyo senetleri devredildikten sonra mücerretlik ilkesi ortaya çıkar ve senedin yaratılması sebebi olan “sebep” donar. Kıymetli evrak tedavül ettiği sürece bu sebepten bağımsızdır. Bunun yanında senet borçlusu, senet hamiline karşı temel ilişkiden doğan def’ileri ileri süremez. Soyutluk hamili güçlendirir ve bu sebeple de kıymetli evraka güveni arttırır. Kıymetli evrakın soyutluğunun sonuç doğurması, içerdiği hak ve sorumlukların senet dışında başka bir yere başvurmaya gerek kalmaksızın herkes tarafından anlaşılabilmesi ile mümkündür. Sırf bu ihtiyaç dahi avalin “eş rızası” noktasında kefalete ilişkin hükümlere tâbi kılınmasını imkansız hale getirmektedir. Gerçekten de iki kişi arasında düzenlenen bir sözleşmede borçluya kefil olan kişinin evli olup olmadığı, eşin rızasının bulunup bulunmadığı kolaylıkla belirlenebilirken; tedavül kabiliyeti sebebiyle bir kambiyo senedinde avalistin evli olup olmadığının ve eşinin rızasının bulunup bulunmadığının araştırılması zorunluluğu, hamile kambiyo senetleri hukukuna tamamen yabancı bir yük getirecektir. Bu detayların senede derç edilmesi ve sonraki cirantaların hiçbir tereddüte mahal olmaksızın bunu bilmesi mümkün değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 tarih, 2017/12-1135 E ve 2017/1012 K sayılı ilamı). Somut olayda, takibe dayanak bonoda davacı aval veren konumunda olup, yukarıda açıklanan olgular karşısında TBK’nın 584. maddede yer alan “eş rızası” geçerlik koşulunun kambiyo senetlerine mahsus verilen aval müessesesinde uygulanamayacaktır. Açıklanan gerekçelerle davacı tarafın istinaf talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dosyadaki tespitlere ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 Sayılı HMK’nın 355. maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesi kararında esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf talebinin, 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- Usûl ve yasaya uygun İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 09/12/2021 tarih ve 2020/707 E., 2021/923 K. sayılı kararına karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf talebinin 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-b/1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL istinaf karar harcı davacı tarafından peşin yatırıldığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına, 3- Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 4- İncelemenin duruşmasız olarak yapılması sebebiyle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 5- Taraflarca yatırılan gider avansından harcanmayan kısmın karar kesinleştiğinde iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/07/2017 tarih ve 7035 Sayılı Kanunun 31. maddesiyle değişik 6100 Sayılı HMK’nın 361/1. maddesi gereğince, kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunma yolu açık olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 31/03/2022