Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 44. Hukuk Dairesi 2022/1738 E. 2022/1738 K. 15.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
44. HUKUK DAİRESİ
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
DOSYA NO: 2022/1738
KARAR NO: 2022/1738
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 19/11/2021
NUMARASI: 2011/42 E. 2021/399 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ: 15/12/2022
6100 Sayılı HMK’nın 352.maddesi uyarınca dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili şirketin mali konularda uluslararası denetim ve yeminli mali müşavirlik hizmetleri ile iştigal ettiğini, davalı … Ltd.’nin ise denetim, finans, yeniden yapılandırma, uzmanlık gerektiren iş danışmanlığı, muhasebe ve vergi hizmetleri sunan uluslararası bir kuruluş olduğunu, resmi internet sitesindeki beyanlara göre … üyelerinin dünya çapında 112 ülkede yaklaşık 519 ofisle 22680 personel ile faaliyet gösterdiğinin, müvekkili şirketin bu davalının izin ve muvafakati ile belli bir bedel ödeyerek 2021 yılından beri … üyesi olduğunu, Türkiye sınırları içerisinde bu ismi kullanarak mali konularda uluslararası denetim ve mali müşavirlik hizmeti sunduğunu, bu ismi Türkiyede yaklaşık 7 yıl kullanarak hizmet veren davacı şirketin bu süre zarfında davalının talep ettiği tüm kriterlere uyduğunu, davalı tarafından düzenlenen eğitim seminer ve bilgilendirme toplantılarına aralıksız olarak katıldığını, … markasını her vesile ile tanıtarak itibarını yükselttiğini, üzerine düşen tüm edimlerini yerine getirdiğini, davalıya bir çok önemli müşteriler kazandırarak yüksek sayıda müşteri portföyü kazandırdığını, davalı şirketin Türkiye de tanınmasına ve işlerini genişletmesine vesile olduğunu,i gelirlerini artırdığını, 2021 yılından bu yana kayıtlar, bilanço ve müşteri portföyü incelendiğinde bu durumun açıkça görüleceğini, bu dönem zarfında müvekkili şirketin 2002 yılında net karının 200.000,00 TL civarında iken bu karın kademeli olarak artarak 2006 yılında şirket ortaklarına yapılan prim ve ücret ödemeleri hariç 1.285.000,00 TL ‘ye ulaştığını, durum böyle iken davalının daha önceden herhangi bir uyarıda bulunmaksızın ve ihtarname keşide etmeksizin ansızın müvekkil şirkete gönderdiği 09/05/2008 tarihli yazı ile müvekkili şirketi üyelikten çıkardığını, bu tarihten sonra … ismini kullanmaması gerektiğini bildirerek tek taraflı ve haksız olarak sözleşmeyi feshettiğini, bu ismi diğer davalılara kullandırmaya başladığını,söz konusu feshin haksız olduğunu, halbuki davalının ismi kullanma hakkını müvekkil şirkete verebilmek için çok uğraştığını ve zorlukla ikna ettiğini, anlaşma temin edildikten sonra müvekkilinin büyük emek ve masrafları sayesinde meşhur ve maruf hale gelmesinin sağlandığını, sözleşmeye aykırı herhangi bir davranışta bulunulmadığını, davalı şirketin sürekli Türkiye’ye gelerek denetimlerde bulunduğunu, bu denetimler sonrasında teşekkürlerini bildirdiğini, ortada haklı bir sebep olmaksızın sözleşmenin feshine bir anlam veremediğini, bu fesih ile birlikte … ismini kullanmaya başlayan davalıların dahilinin olduğu ve her bir davalının işbirliği içerisinde hareket ederek müvekkili şirketi zarara uğrattıklarının apaçık ortada olduğunu, davalı şirketlerin ortaklık yapıları incelendiğinde … ve …’in müvekkil şirketin ortakları olup aynı zamanda davalı şirketin ortakları olduğunu, bu şahısların davalı ile birlikte hareket ederek 09/05/2018 tarihinde haksız bir şekilde sözleşmeyi feshederek müvekkil şirketi devre dışı bıraktıklarını, davalı …’un 2001 yılı öncesinde Türkiye’deki üyesinin … olduğunu, bu şirketin batan bankaların denetim raporlarını hazırlayan şirket olması sebebi ile BDDK’nın denetim yapma yetkisini kaldırdığını, bu ani gelişme üzerine bahse konu şirketin bordrosunda personel olarak bulunan şahısların … bağımsız denetim ve serbest muhasebecilik, mali müşavirlik şirketini kurduklarını, bu şirketinde BDDK tarafından denetim yetkisinin kaldırıldığını, her iki şirketin denetim yasaklısı durumuna düşmesi, medyada banka mağdurları ve köşe yazarlarınca eleştirilere konu olması …’a büyük itibar kaybettirdiğini, bu sorunları aşabilmek ve yitirilen itibarı tekrar kazanabilmek için yeni yapılanmaya gitme gereği duyduğunu, bu gelişmeler sonucunda … A.Ş’nin ortakları ile 2001 yılı ortasında müvekkil şirketin kurulduğunu, bu esnada BDDK tarafından denetim yasaklısı olan şirketlerin davalarının devam ettiğini, bu davaların sonuçlanmasını müteakip davalı şirket tarafından müvekkili şirketin sözleşmesi feshedilerek eski yapıya benzer bir yapıya tekrardan dönülmesi cihetine gidildiğini, dolayısı ile müvekkil şirketin kaybolan itibar ve müşteriyi geri kazandırdığını,i davalıların birlikte hareket ederek müvekkil şirket ile olan sözleşmenin haksız feshi sebebi ile müvekkili şirketin hem maddi hem de manevi olarak büyük zararlar uğradığını, şirket bilançolarında da görüleceği üzere 2008 yılında zarar etiğini, bu zarara uğrama davalı şirketin haksız feshi neticesinde prestijinin sarsılması, müşteriler arasında şüphenin doğmasından kaynaklı hizmet almayı sonlandırmaları sebebi ile gerçekleştiğini, mali müşavirlik ve denetim piyasalarında sözleşmelerin genellikle ocak ayında ve bir yıllık olarak yapıldığını, yıl ortası gelmeden 09/05/2008 tarihinde … isminin kullanımının engellenmesi sebebi ile müvekkili şirketin yarı yolda kaldığını, sözleşme yaptığı müşterilerin bir bölümüne hizmet verebildiğini, ancak doğan şüpheler üzerine yapılan sözleşmelerin feshedilmek zorunda kalındığının, haksız fesih sebebi ile müvekkilinin büyük prestij kaybına uğradığını, manevi olarak yaralandığını, müşterilerin büyük bir çoğunluğunun davalının Türkiye’de isim kullanma hakkı verdiği diğer davalılara geçtiğini, müşteri çevresi ve portföyü sayesinde yüksek miktarlarda kazanç sağladığını, bu durumun müvekkili şirketin alenen mağduriyetine sebebiyet verdiğini, isim kullanma hakkını hiçbir gerekçe göstermeksizin haksız olarak fesheden ve müvekkili şirketin maddi manevi zarara uğramasına sebebiyet veren davalı … ve bu davalı ile işbirliği içinde hareket ederek kötü niyetli davranan ve haksız kazanç sağlayan davalıların müvekkil şirketin zararlarını gidermesinin gerektiğini, müvekkilinin oluşturduğu prestij ve müşteri portföyünden davalıların haksız kazanç sağladığını belirtmiş, davalıların birlikte hareket ederek isim kullandırma sözleşmesinin haksız fesih sebebi ile uğramış olduğu 2.000.000,00 USD tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalılar vekili görevsiz İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2009/350 esas sayılı dosyasına sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle; Davacının talebinde haksız olduğunu, davacının Thornton ile arasındaki hukuki ilişkiden, diğer davalı şirketleri de soru tutmaya çalışması hukuki mesnetten tamamen uzak olduğunu, Davalı “… ve … A.Ş.” husumet itirazında; … ve … A.Ş.” ile diğer davalı yabancı tüzel kişilik … arasında 01 Ocak 1992 yılından itibaren geçerli olmak üzere bir “Üye Firma Sözleşmesi” akdedildiğini, bu sözleşme uyarınca … Ve … A.Ş. …’ nun Türkiye’deki temsilcisi ve üye firması olma hakkını ve dolayısı ile isim kullanma hakkını elde ettiğini, ardından taraflar arasındaki bu sözleşme 18 Mart 1993 tarihinde “İsim Kullanımı Sözleşmesi” olarak yenilendiğini, diğer bir anlatımla davalı şirket … ve … A.Ş. ile diğer davalı … arasındaki isim kullandırma sözleşmesi 01.01.1992 yılında akdedildiğini, davacı şirketin kurulduğu tarihin ise ticaret sicil kayıtlarında 03.07.2001 tarihi olduğunu, davacı şirket kurulmadan önce davalı şirket … A.Ş. ile … arasında isim kullandırma sözleşmesi akdedildiğini, … A.Ş.’nin bu anlamda davacı şirkete zarar vermesinin mümkün olmadığını, davacı şirket “… A.Ş.” … A.Ş. ortaklarının katılımı ile oluşturulan bir şirket olduğunu, davacı şirkete de “…” isminin kullanılması hakkı bizzat … A.Ş.’nin talebi üzerine verildiğini, Davalı … A.Ş.’nin davacı şirketten önce de …’UN İSMİNİ KULLANMA HAKKINA sahip olduğu ve halen de sahip olduğunu, b… Davalı “… A.Ş.” yönünden husumet itirazlarının ise: Davalı şirketlerden “… A.Ş.” … ismini kullanma hakkını aynı şekilde diğer davalı şirket olan … A.Ş’nin talebi üzerine davacı şirket ile aynı tarihte edindiğini, Ayrıca davalı … A.Ş. ile davacı şirketin iştigal konuları da birbirinden tamamen farklı olduğunu, davalı şirket bir “serbest muhasebeci mali müşavirlik” şirketi iken davacı şirket “yeminli mali müşavirlik şirketidir.” olduğunu, … A.Ş.’YE husumet yöneltilebilmesi için hiçbir sebep ve koşul mevcut olmadığını, davalı “… A.Ş.” yönünden husumet itirazlarının ise : Davalı şirket tarafından işbu davada davacı “… A.Ş.” aleyhine husumet yöneltilmesi imkansız olduğunu, Zira davalı şirket … A.Ş. 12.03.2008 tarihinde tescil ve 18.03.2008 tarihli ticaret sicil gazetesinde ilan edilerek kurulduğu ve davacının dava dilekçesinde iddia ettiği vakıalardan çok sonra kurulmuş bir şirket olduğunu, bu sebeple işbu davada tartışılan “isim hakkını kullanma sözleşmesinin” tarafı olmadığını vede davanın da tarafı olamayacağını, davalı “…” yönünden husumet itirazlarında ise : davalı şirket tarafından işbu davada davacı “… A.Ş.” aleyhine husumet yöneltilmesi İmkansız olduğunu, davalı şirket … A.Ş. 12.03.2008 tarihinde tescil ve 18.03.2008 tarihli ticaret sicil gazetesinde ilan edilerek kurulduğunu, davacının dava dilekçesinde iddia ettiği vakıala sonra kurulmuş bir olması ve davada tartışılan “isim hakkını kullanma sözleşmesinin” tarafı olmadığı gibi bu davanın da tarafı olamayacağını, davanın Fikri/ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiği, Emi itirazında bulunduklarını, davacı şirket kendisi ile akdedilen bir “isim kullanma” sözleşmesinden bahsettiğinden bahisle bu sözleşmenin tüm davalılarca haksız olarak feshedildiğini iddia ettiğini, ancak davacı şirket ile davalı müvekkili şirketlerin (…, …, …, …) arasında isim kullanımına ilişkin hiçbir sözleşme bulunmadığını, var olmayan bir sözleşmenin feshedilmesi ve bu sebeple davacının zarara uğrayabilmesi mümkün olmadığını, davacı ile diğer davalı şirket … Ltd. arasında da akdedilmiş bir sözleşme bulunmadığını, davalı şirketlerden … A.Ş.’nin talebi üzerine … bu ismin kullanılmasına sadece muvafakat ettiğini, davacı şirket de dava dosyasına herhangi bir sözleşme sunulmadığını, davacı şirketin. 0-50 ORANDA ORTAKLARININ BU DAVAYA MUVAFAKATİ olmadığını, davacı şirketin » 50 hissesine sahip ortakları … ve … isimli şahıslar olduğunu, davacı şirket yönetim kurulu …’in başkanlığında görevde iken bir kısım ortakların kötü niyetli hareketleri ile haksız ve hukuka aykırı olarak 21.07.2009 tarihinde olağanüstü bir genel kurul ile yönetimin değiştirildiğini, bu sırada çağrı prosedürlerine uyumadığını, müktesep hakların çiğnendiğini TK 390. İhlal edildiğini, davalı şirket ortaklarından … isimli ortak tarafından İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesinde halen derdest olan 2007/774 E. Numaralı dosyası bulunduğunu, Bu sebeple davacı şirketin mevcut Yönetim Kurulu yetkisiz ve butlan ile sakat bir yönetim olduğunu, şirketin tüm malvarlığı değerlerini bu tür mesnetsiz davaları pervasızca açmak üzere kullandıklarını, davacı şirketin yetkisiz şimdiki yönetim kurulu davalı şirketler ve ortakları aleyhine bir çok dava açıldığını, davacı tarafın dava dilekçelerinde açıkça yer almayan iddiaları ve hukuki dayanakları ile ilgili cevap haklarını saklı tuttuklarını, davacı tarafın dava dilekçesini, talep ve dayanaklarını açıklaması ve diğer davalı şirket … Ltd. Açısından da taraf teşkili sağlanarak bu davalının cevaplarını da tebliğ aldıkları takdirde diğer cevaplarını da sunabileceklerini ve bu sebeple konuya ilişkin cevap haklarını saklı tuttuklarını, iş bölümü itirazlarının kabulüne, davacının haksız ve hukuka aykırı davasının reddine karar verilmesini cevaben beyan etmiştir.Davalı … Ltd. vekili İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesine sunmuş olduğu davaya cevap ve karşı dava dilekçesinde özetle; Tahkim itirazları saklı kalmak kaydıyla, huzurdaki davada İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinin bu davaya bakmaya görevli olduğunu, mahkemenin görevsizlik kararı vermesini ve dosyanın İstanbul Nöbetçi Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesine gönderilmesini talep ettiklerini, ihtilafın tahkim yoluyla çözülmesi gerektiğini, taraflar arasında ortaya çıkacak ihtilaflara Amerika Birleşik Devletleri İllinais Eyaleti kanunlarının uygulanacağının kararlaştırıldığını, tahkim itirazlarının kabulü ile davanın reddine karar verilmesini, İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmekte olan 2007/744 esas sayılı dava dosyasının bekletici mesele yapılmasını, davacının sıfatının, aktif dava husumetine sahip olup olmadığının bu davanın sonucuna göre belirleneceğini bu sebeple sonucunun beklenmesi gerektiğini, sözleşme hükümlerine göre taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin 6 ay önceden ihbarda bulunmak sureti ile her zaman ve herhangi bir sebebe dayanılması gerekli olmadan feshin mümkün olduğunu, sözleşme hükümlerinin haricinde ,8 ay önceden ihbarda bulunmak suretiyle gerçekleştirilen fesih uygulaması, konu ile ilgili Yargıtay İçtihatlarına da uygun olduğunu, feshin de haklı sebeplere dayandığını, davacı şirket ortakları arasında ihtilaf çıktığını, ihtitaf çözülemediğini, bu ihtilaf sebebiyle davacı şirket faaliyetleri aksadığından ve bu durumdan müvekkili şirket ve … markasının … üyesi olması ve bu üyeliğini ödemediğini, davacı şirket ortaklarından … grubunun, … markasından bağımsız olarak faaliyetlerine devam ettiğinin öğrenildiğini, söz konusu haklı sebepler sebebiyle fesih işleminin gerçekleştirilmesi, taraflar arasındaki sözleşme kurallarına da uygun bulunduğunu, davacı şirket, müvekkilinin haklı feshi sebebiyle değil, şirket ortaklarının davacı şirketin içini boşaltması sebebiyle zarar ettiğini, taralar arasındaki sözleşme kurallarına göre, davacı şirketin kazanç ve müşteri kayıpları sebebiyle tazminat talep etmesinin mümkün olmadığını, davacı şirketin … üyelik sistemine dahil edilmesi ile davalılar … A.Ş. VE … A.Ş. nin BBDK’ yasağı arasında hiçbir ilişki bulunmadığını,açılan davalarla bu yasağın kaldırıldığını, davacı iddialarının aksine, müvekkili şirketin, … üyelik sistemine dahil olması için … Grubuna veya davacı şirkete hiçbir surette baskı yapmadığını, … Grubu, … markasının dünya çapındaki şöhretinden yararlanmak istediğini, davacı şirket vasıtasıyla … üyelik sistemine dahil olmayı ve bu markayı kullanmayı kendisinin talep ettiğini, bu hususta taraflar arasında yapılan yazışmaların mevcut bulunduğunu ve sabit olduğunu, davanın reddi gerektiğini beyan etmiştir. Davalı yan karşı davasında özetle; Davacı şirket ile … arasındaki tüm eyilik ilişkileri ve isim kullanma haklarının fesh edildiğini, davacı şirketin … markasını ve bu markanın tanıtıcı işaretlerini kullanmasının hukuka aykırı olduğunu, davacı şirketin bu husus hakkında 09.Mayis& 2008 tarihinde kendisine gönderilen fesih ihbarnamesi ile ayrıca uyarıldığını, buna karşı davacı şirketin, www…com web adresini kullanmaya devam ettiğinin tespit edildiğini, “…” uluslar arası uygulamada “…” markasının ilk harflerini oluşturduğunu ve … temsil ettiğini, … üye şirketleri, www…ile başlayan web adreslerini kullandığını, tazminat talep hakları saklı kalmak kaydıyla, marka hakkına tecavüz teşkil eden bu uygulamanın durdurulmasını, tecavüzün giderilmesini, bu konudaki mahkeme kararının kamuya yayın yoluyla duyurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili davalının cevap dilekçesine karşı İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesine sunmuş olduğu cevap ve karşı davaya karşı cevap dilekçelerinde özetle; davalının cevap dilekçesinde belirttiği Amerika Birleşik Devletleri menşeli … şirketinin sahip olduğu isim kullanma haklarını ve diğer fikri mülkiyet haklarını İngiltere menşeli … Ltd. şirketine bırakmış olması, şirketin kendi içyapısını ilgilendiren bir husus olup davaları ile ilgisi olmayan bir durum olduğunu, Müvekkili şirket davalı … Ltd.’in izin ve muvafakati ile ve her yıl yıllık bir bedel ödeyerek 2001 yılından beri … Ltd. üyesi olduğunu ve Türkiye sınırları içinde … ismini kullanarak mali konularda uluslararası denetim ve müşavirlik hizmeti sunmuştur. Bu süre boyunca … Ltd.’in düzenlediği eğitim ve uluslar arası toplantılara iştirak edildiğini, denetim ve müşavirlik konularında karşılıklı olarak pek çok görüş ve fikir alışverişinde “ bulunulduğunu, bu ortak faaliyetlerin somut belgeleri ekli dosyada (Ref001-Ref017 ve * -Ref019) yeminli tercümana yaptırılan tercümeleri ve orijinal yazışmalardan çıktılar olarak takdim edildiğini, davalı … Ltd. daha önceden herhangi bir uyarıda bulunmaksızın ve ihtarname keşide etmeksizin, ansızın müvekkil şirkete gönderdiği 09.05.2068′ tarihli yazı ile müvekkil şirketi üyelikten çıkardığını ve bu tarihten sonra … ismini kullanmamasını bildirerek tek taraflı ve haksız olarak sözleşmeyi feshettiğini, davalı şirket ile 2001 yılından beri iş ilişkisinde bulunan müvekkil şirket, bu isim kullanmayı her hangi bir yazılı sözleşme olmaksızın sürdürmüş olduklarını, gerçekten de davalı ile müvekkil şirket arasında imzalanmış bir yazılı sözleşme bulunmamakta olup, şifai sözleşme gereği iş ilişkileri devam ettirildiğini, dava dilekçesinde ve davalının cevaplarında belirttiği üzere müvekkil şirket 2001 yılında kurulmuş olup, davalının daha önce … A.Ş. ile imzaladıklarını belirttikleri sözleşmenin müvekkil şirketi bağlamadığını, davalı … Ltd.’in cevap dilekçesinde sözleşme ilişkilerinin fesihten 8 ay önce bildirildiği yönündeki iddiasının yerinde olmadığını, sundukları yazışmalardan da görüleceği üzere sözleşmeyi feshettiklerini bildirdiklerinden sonra dahi müvekkil şirket ile iş ilişkilerini devam ettirdiklerini sonra müvekkil şirket ile yapılan yazışmalar yukarıda 2. maddede anılan yazışmalarda açıkça görüleceğini, Davalı … Ltd. davanın marka kullanma hakkının haksız feshi sebebiyle feshine ilişkin olduğunu ileri sürerek görevli Mahkemenin Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinin olduğunu ileri sürdüğünü, davalarının marka ihtilafına dayanmamakta olup, haksız fesih sebebiyle uğranılan zararların tazminine ilişkin olduğunu, tarafları tacir olan bu davada mahkememizin görevli olduğunu,Davalının İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2007 / 744 E. sayılı dosyasıyla görülen davanın bekletici mesele yapılması yönündeki talebinin yerinde olmadığını, davalı şirketin, 6 ay önceden ihbarda bulunmak suretiyle sözleşme ilişkisi her hangi bir sebep göstermeden feshetme hakkına haiz olduğunu ileri sürmesi ve 8 ay önceden feshi ihbarda bulunduğunu belirtmesinin yerinde olmadığını, gerçek mağdurun müvekkili şirket olduğunu, nitekim şirketin 2002’den bu yana bilanço ve gelir tabloları tetkik edildiğinde göstermiş olduğu performansın açıkça görüleceğini, müvekkil şirketin yapısındaki çöküş, halen bu davaya taraf olan … ve … tarafından bilerek ve … Ltd. bilgisi dahilinde gerçekleştiğini, müvekkili şirket … ve …’in çabaları ile genel kurullarını yapamaz hale gelmiş ve çalışmalarının engellenmiş olduğunu, … ve …’in halen müvekkili şirketin ortakları olduğunu, … markasının şirket dışına çıkartılması ve ayrıca kurdukları yeni şirkete aktarılmasında … Ltd. işbirliği yapmış bulunduğunu, 2008 yılında müvekkili şirket portföyünde bulunan pek çok şirket … markasını takip ederek, … ve …’in kurdukları ve … Ltd.’ın marka kullanma hakkı verdiği şirketin müşterisi olduklarını, dolayısı ile buradaki gerçek mağdurun müvekkili şirket olduğunu beyan etmiş, davalı …. Şti.’nin tüm usule ve esasa ilişkin itirazlarının reddi ile davalarının kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesince; ”…davacı şirketin davanın açıldığı tarihteki yönetim kurulu kararlarının yoklukla malul olduğunun kesinleşmiş mahkeme kararı ile tespit edildiği, davanın açıldığı tarihte davacı şirketin vermiş olduğu vekaletnamenin de geçersiz olduğu, dava dosyasına sunulan 2003 tarihli genel vekaletnameye istinaden davanın görülebilmesi için usulünce atanmış yönetim kurulunca yetkilendirmeyi ispatlanması gerektiği, bu eksikliğin sonradan tamamlanması mümkün ise de verilen kesin süre içerisinde bu eksiklik giderilemediği gibi, açılan davalarla sürecin uzadığı, hatta şirketin terkin edildiği dikkate alındığında ihya sonrası yeni bir vekaletin sunulması gerektiği dikkate alındığında bu eksikliğin giderilemediği, şirket ortakları arasında süren çekişmeler dikkate alındığında muvafakat sunulmasının mümkün olmadığının açık olduğu, karar organlarının dahi oluşturulamadığı davacı şirket yönünden ardı ardına açılan dava süreçlerinin beklenilmesinin usul ekonomisine ve adil yargılanma hakkına uygun düşmeyeceği dikkate alındığında ve 12 yıl süren davada usulü eksikliklerin giderilemediği dikkate alındığında açılan davanın dava şartı yokluğundan reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur. ” şeklinde gerekçeyle davanın husumet yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiştir.Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Uzun süren yargılama sonucunda davanın usûlden reddine karar verilmesinin ”hukuki dinlenilme hakkının” ihlali olduğunu, Mahkemenin, geçerli bir vekalet bulunmadığı veya şirket yetkili organları tarafından davanın yürütülmesine dair bir yetkilendirme olmadığı yönündeki tespitinin hatalı olduğunu, dava dosyasına sunulan vekaletnamenin 2003 yılında davacı şirketin münferiden temsile yetkili yönetim kurulu başkanı … tarafından verildiğini, şirketin yetkili organları tarafından vekaletten azledildiklerine ilişkin bir karar da bulunmadığını, Her ne kadar huzurdaki dava, 2007 yılındaki genel kurul tarafından yetkilendirilen ve daha sonra genel kurulun iptali ile yetkisiz duruma düşen temsilcilerin verdiği vekaletle Av. … tarafından açılmış ise de, kendilerince sunulan vekaletin geçerliliğini etkileyecek bir durum söz konusu olmadığını, zira, 2007 yılında yapılan genel kurul ve kararlarının iptali sonucu şirketin genel kurulunun bir daha toplanıp şirketin yetkili organlarını oluşturacak kararlar alamadığını, Dosyaya sunulan 22.09.2014 tarihli bilirkişi raporuna göre, davacı avukata verilmiş geçerli bir vekaletname bulunduğunu, İstanbul Barosu, TBB ve Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin sunulan vekaletin geçerli olduğunu tespit ettiklerini, Bir an için vekaletin geçersiz olduğu yada davayı takip etmek üzere davacı şirket yetkilileri tarafından verilmiş bir talimat bulunmadığı kabul edilse dahi, davacı şirket ortakları tarafından İstanbul 20. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/1007 Esas sayılı dosyası ile şirkete kayyım atanması için dava açıldığını, davanın kabulüne karar verildiğini, açılan davanın kesinleşmesinin sonucu beklenmeden karar verilemeyeceğini, zira şirketin diğer ortaklarının, şirketin hukuki ve ticari faaliyetlerini yürütüme konusunda şirket aleyhine kötü niyetli iş ve işlemler yapmakla birlikte şirketin bir yönetim oluşturması önünde de engel teşkil ettiklerinden kayyım atanması dışında hiç bir seçenek kalmadığını, bu amaçla açılan davada mahkemece “davanın kabulü ile, şirketin taraf olduğu 2. Fikri sınai haklar hukuk Mahkemesi 2011/42 E sayılı tazminat davasında davacı-karşı davalı olan Tasfiye Halinde … A.Ş.’yi temsil etmek ve bir avukata vekalet verme konu ve işlemleri ile sınırlı olmak üzere, şirketi temsil kayyımı olarak dava kesin hükümle sonuçlanıncaya ve infaz işlemleri tamamlanıncaya kadar görev yapmak üzere resen seçilen mali müşavir …’nin atanmasına” karar verildiğini, ancak karar istinaf edildiğinden kararın kesinleşmediğini, Dava dosyasına sunulan belgelerden anlaşılacağı üzere şirketin genel kurulunun toplanıp yönetim kurulu oluşturamadığını ve şirkete yönetici atanamadığını, bu amaçla kayyım atanması talebinde bulunulduğunu, davanın şirketin menfaatlerini korumaya yönelik olduğunu beyan ederek, Mahkemece verilen kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İnceleme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 355. maddesi hükmü uyarınca istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır. Asıl davanın, marka lisans-isim kullandırma sözleşmesinin haksız feshedildiği iddiasından kaynaklı olarak uğranılan müspet zararların tazminine yönelik olduğu, Mahkemece karşı dava tefrik edilerek asıl dava bakımından; ”davacı şirketin dava tarihindeki yönetim kurulu kararlarının yoklukla malul olduğunun kesinleşmiş mahkeme kararı ile tespit edildiği, davanın açıldığı tarihte davacı şirketin vermiş olduğu vekaletnamenin geçersiz olduğu, dava dosyasına sunulan 2003 tarihli genel vekaletnameye istinaden davanın görülebilmesi için usulünce atanmış yönetim kurulunca yetkilendirmenin ispatlanması gerektiği, verilen kesin süre içerisinde bu eksikliğin giderilemediği” gerekçeleriyle davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan reddine karar verildiği görülmüş olup, uyuşmazlık; olmayan yetkiye dayanılarak verilmiş bir vekâletname ile dava açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır. İstanbul 5 Asliye Ticaret Mahkemesinin 2007/774 esas 2010/177 karar sayılı dosyası incelendiğinde, davacı şirketin 21/09/2007 tarihli olağanüstü genel kurul kararlarının yoklukla malul olduğunun tespitine karar verildiği, kararın Yargıtay 11. HD 31/05/2011 tarih 2010/9770 esas ve 2011/6581 karar sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır. Davacı şirket vekilinin yargılama safahatindeki vekalete yönelik itirazlar üzerine dosyaya 2003 yılında da olsa “yetkili şirket temsilcileri” nin imzası ile düzenlendiği anlaşılan bir vekaletnameye dayalı vekaletnameyi sunduğu görülmüştür. Sunulan vekaletname yönünden o dönem karar organı olarak görev alan % 50 hisseye sahip şirket yöneticilerinin açılan davaya ilişkin talimatlarının bulunmadığı, açılan davaya muvafakat vermedikleri de imzalı beyanları ile sabittir. 2003 tarihli genel vekaletnameye istinaden davanın görülebilmesi için usulünce atanmış yönetim kurulunca yetkilendirmenin ispatlanması gerektiği, ancak bu yönde Mahkemece verilen kesin süreye rağmen dosyaya sunulan bir delil bulunmadığı, dolayısıyla söz konusu vekaletnamenin geçerli olduğuna yönelik davacı istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır. Ancak, HMK’nun 115.maddesine göre; Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez. Dava sürecinde şirketin karar organlarının oluşturulamadığı, dolayısıyla açılan davaya muvafakat verilmesinin fiili olarak imkansız olduğu görülse de, davacı yanca İstanbul 20. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/1007 Esas sayılı dosyasında, şirkete temsil kayyımı atanması amacıyla dava açıldığı, Mahkemece; “davanın kabulü ile, şirketin taraf olduğu 2. Fikri sınai haklar hukuk Mahkemesi 2011/42 E sayılı tazminat davasında davacı-karşı davalı olan Tasfiye Halinde … A.Ş.’yi temsil etmek ve bir avukata vekalet verme konu ve işlemleri ile sınırlı olmak üzere, şirketi temsil kayyımı olarak dava kesin hükümle sonuçlanıncaya ve infaz işlemleri tamamlanıncaya kadar görev yapmak üzere resen seçilen mali müşavir …’nin atanmasına” karar verildiği, kararın halen istinaf aşamasında olduğu, söz konusu kararın kesinleşmesi halinde, yukarıda anılan yasal düzenleme nedeniyle ”avukata vekalet verme” konusunda temsil noksanlığın giderilmesinin mümkün hale geleceği ve davanın artık dava şartı noksanlığından reddedilemeyeceği anlaşılmakla birlikte, Mahkemece de bu dosyanın son celseye kadar bekletici mesele yapılmasına rağmen, davanın esastan değerlendirilmesi yerine karar celsesinde ”…bekletici mesele yapılan davaların yargılamanın geçirmiş olduğu safahat, şirket ortaklarının mahkememiz nezdindeki beyanları dikkate alınarak bekletici mesele yapılmasından vazgeçilmesine…” şeklinde gerekçeyle bu ara karardan vazgeçilerek davanın usûlden reddine karar verilmesi hatalı görülmüş, organ boşluğu ve temsil yetkisinin olmaması nedeniyle şirkete ve vekiline yapılan gerekçeli karar tebliğinin geçersiz olduğu, dolayısıyla istinaf isteminin süresinde yapıldığı anlaşılmış olup, eksik değerlendirmeye dayalı Mahkeme kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir. Yukarıda açıklanan sebeplerle, ilk derece mahkemesince esasa münhasır delil toplanmadan, eksik inceleme ve değerlendirmeye dayalı olarak karar verilmesinin, usul ve yasaya aykırı olması ve ilk derece mahkemesi kararının tüm istinaf sebepleriyle birlikte değerlendirilmesinin gerekmesi karşısında, istinaf istemine konu karara yönelik denetim yapılması mümkün bulunmamakla 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a-6 maddesi gereğince davacının istinaf başvurusunun kabulüne karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1- Davacı vekilinin istinaf isteminin KABULÜ ile;2- İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 19/11/2021 tarih, 2011/42 E. 2021/399 K. Sayılı Kararının 6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a-6. maddesi gereğince KALDIRILMASINA,3- Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde inceleme ve değerlendirme yapılmak üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 4- İstinaf yasa yoluna başvuran davacı tarafından peşin olarak yatırılan istinaf karar ve ilam harcının talebi halinde kendisine iadesine,5- Dosya üzerinde inceleme yapılması sebebiyle vekalet ücreti tayinine yer olmadığına,6- İstinaf yasa yoluna başvuran davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan giderlerin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,6100 Sayılı HMK’nın 353/1-a-6. ve 362/1/g. maddeleri gereğince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda ve KESİN olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi. 15/12/2022